1 Temmuz 2019 Pazartesi

TARİKAT NEDİR-1? TARİKATLAR KİMLERCE YÖNETİLİR?

Tarikat Nedir Tarikatlar Kimlerce Yönetilir
Tarikat yol, gidilen yön demektir. Genelde günlük dilde, dini gruplar ve mezhepten daha küçük dini gruplaşmalara denir. Amerikalı sosyologlar ise,  (lisansta okumuştum, İnternetten bulamadım sosyologların isimlerini, özür dilerim) tarikatı bir örgütlenme biçimi olarak görür.
Şimdi, lise sosyoloji kitaplarında, Alman Sosyolog Ferdinand Tönnies'in cemaat-cemiyet ayrımı vardır. Cemiyet, genelde şehir toplumu, sizli-bizli konuşan, ilişkilerin resmi işlemlerle yapıldığı toplumlardır. Cemaat ise, samimi, senli benli ve işlemlerin gayrı resmi olduğu toplumlardır. Cemiyetler genelde şehirler, cemaatler ise köylerdir. 
ferdinand tönnies ile ilgili görsel sonucuTarikat ise, hem insanların genelde yüz yüze ilişkiler kurduğu (yani cemaat olduğu), hem de  bir hiyerarşinin olduğu topluluklardır. Bu hiyerarşi belirgin değildir. Zira tarikatlar bürokratik örgütlenme değildir.
İnsanları böyle gayrı resmi olarak böyle bir örgüte bağlamanın yolu, yüce  bir amaca yönlendirmektir. . Bu sebeple çoğu kez tarikat örgütlenmesi, din merkezli olur. Amerikalı sosyologlar ise, Rus Bolşevik Partisi ve Nazileri de bir tarikat gibi değerlendirir. Gene bu bağlamda DHKP-C, PKK gibi terör örgütleri de bir tarikattır. Burada ulvi amaç din değilse bile, din kadar yüceltilmiş siyasi bir hedeftir.
Tarikatlar, senli-benli samini ortam, yani Tönniesçi cemaat yapılarından dolayı nispeten küçük gruplardır. Örneğin Bolşevikler Rusya'da devrim yaptıklarında (Bizzat Lenin'in dediğine göre) yüz milyonluk Rusya'da 16 bin 3 yüz kişiydiler. Nazi partisinin ise, hiç bir zaman 37 binden fazla asil üyesi olmamıştı. Castro, Küba'da seksen üç, Sandilistler Nikaragua'da üç yüz kişi ile devrim yaptı.
Tarikat büyüdükçe, hedefine ulaşması zorlaşır. Zira tarikatın büyümesi, (eğer hedefine günler kalmadı ise) genelde tarikattan beslenenler yüzündendir. Mesela 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda Türkiye'de sırf Dev-Yol'un (en büyük sol örgüttü) beş yüzden fazla üye ve sempatizanı vardı. 17-25 Aralık öncesi ülkemizin neredeyse en az yüzde on- on beşi , Fetö'nün üyesiydi Çarşıya çıktığınızda esnaflar, Zaman gazetesini gözünüze sokardı. Bürokraside ilerlemenin yolu Fetöcü olmaktan geçiyordu.
Benzer şekilde Dev-Yol'da, özellikle büyük şehirde gecekondu üreten arazi mafyasına dönmüştü. Dev-Yolcu ve Dev-Genç'lilerin, Özgürlük, 1 Mayıs, Devrim gibi adlar verdiği mahalleler, darbeden sonra Kenan Evren, 19 Mayıs gibi adlar aldı.  Daha sonra o gecekondu sahipleri, imar afları ile tapularını alıp,  sonraları da sağcı burjuva oldu.
Bu yenilgilere rağmen tarikat oluşumları kolay kolay ölmez. Tarikatlardan dağılanlar, gene aynı amaçlar altında tekrar birleşebilir. Nitekim  Dev-Yol'un içinden önce Dev-Sol, şimdi de DHKP-C  çıkmıştır.
15 Temmuz yenilgisi hatta Fetullah Gülenn'in ölümü ve hatta (zerre kadar olacağına inanmasam da ) iadesi ihtimaline rağmen şu anki Fetö örgütünden çıkacak parçaların, yeniden örgütlenemeyeceğini sanmak, saflıktır.
Kaldı ki Fetö'de, Said-i Nursi'nin örgütünün yeniden düzenlenmiş halidir. Risale-i Nur denen, Fetöcüler dahil tüm Nurcuların Kurandan daha öncelikli olarak danıştığı (yazıcı Nurcuların erkekleri bu yazıları elleri ile yazarlar)kitapta yazılanlarla, Fetullah Gülen'in yazdıkları arasında ciddi bir fark yoktur.
Tarikatların hiyeraşisinin tepesinde, çok kutsal (tarikat ustası,şeyh,şıh, başbuğ, önder) lider bulunur ve bu kişi ölünce de, genelde yerine daha karizma kişi geçmez. Örgütlenme parçalanır, değişik yollara sapar ve güç kaybeder.
Said-i Nursi'nin 1960 yılında ölümünden sonra da öyle olur. Önce okuyucular-yazıcılar diye ve daha sonra da bir sürü parçaya ayrılır cemaati.
Fakat her ne hikmetse, 1974 Kıbrıs harekatından sonra birdenbire İzmir'de emekliliği yaklaşmış bir vaiz dikkat çeker. Said-i Nursi'nin izinden giden bu vaizin nedense bazıları zengin pek çok seveni olur ve sonrasını biliyorsunuz.
Peki bütün bunları emekli, ilkokul beşi bitirmiş bir vaiz mi başarmıştır?
Şimdi bu konuda biraz da kendi anılarımdan örnek vereceğim.
Kırıkkale'ye tayinim çıktıktan sonra genelde hafta sonlarımı Ankara'da geçiriyordum. Bu arada Kızılay'da, Yüksel caddesindeki ilanlardan kendime bir meşgale buldum. Kendilerine Aktif Felsefe de diyen Yeni Yüksektepe derneğinin kurslarına gidip, gelmeye başladım.yeni yüksektepe ile ilgili görsel sonucu
Kurslar başlarda iyi gidiyordu, şimdi her ayrıntıya girmeyeceğim.İki ay kadar sonra, kurslarda hocaların astroloji burçlarından ciddi ciddi geleceğin görüldüğünü bahsetmesi ve bunun üzerine kurs vereceğini söylemesi ile bazı şeyleri eleştirmeye başladım.
Mesela neden materyalist felsefe ret ediliyordu? Oysa kendileri her hangi bir dine bağlı değillerdi (Ramazan'da sadece bir tane oruçlu vardı). Platon'un insan hayatını 7'li dönemlere bölen bazı tuhaf materyalist söylemleri ön plana çıkarken; onun matematiğe verdiği önem yoktu. Buda ve Hint destanları da benzer şekilde eksik anlatılmıştı.
madam blavatsky ile ilgili görsel sonucuSonra Madam Blavatsky'e konu geldi. Kendisi Avrupa tarihinde bayağı meşhur birisi.  Sherlock Holmes'in yazarı Arthur Conan Doyle ve Ulyesses'in yazarı James Joyce gibi meşhur müritleri var. (Unutmadan, tarikatlar büyümek ve halka şirin gözükmek için ünlü ve yarı ünlüleri sık sık kullanır) On altı yaşında iken, elli beş yaşında bir generalle evlendirilmek isteyince Rusya'dan kaçmış bir Rus soylu kadını. Sonradan da birazcık keçileri kaçırıyor. Hindistan, Tibet, Mısır gibi ülkelere geziler yapıyor. Bilmediği ve kayıp kitaplardan bilgiler aktarıyor falan filan.
Türkiye'ye önce ispirtizmacılar diye giriyorlar. Halide Edip Adıvar'ın bazı romanlarında ve Saatleri Ayarlama enstitüünde adı geçiyr.
Beni dernekten asıl uzaklaştıran olay ise, dernekteki tüm Türkleri yıllardır derneğe para vermesi ve ders almasıydı. On küsur yıldır ders alıyordunuz ve ders almayanlar sadece derneği yöneten iki tane İspanyol'du. Biri Antonyo hoca dedikleri ki derneği, daha doğrusu  derneğin Türkiye ayağının kurucusuydu. Onu hiç görmedim. Diğeri de Maria hoca dedikleri elli yaşının kesin üzerinde, süs köpeği olan bir kadındı.
Ayrıca not, bu tarikat örgütlenmesi ile ilgili daha sonra fazlaca yazmayı düşünmekteyim.
Neyse bu Yeni Yüksektepe, aslında New Akropolis denenen uluslar arası bir örgütlenmenin Türkiye ayağıydı. Derneği zamanında Ankara'da ki diplomatik temsilciliklerde çalışanlar kurup, tanıdıkları Türkleri de üye yapmış.
  Kurstaki diğer kişiler de, aslında Yüksektepeyi bilen, eş-dost edinmiş kişilerdi.
Dernekten ayrıldıktan sonra şimdilerde  kapanan Tempo dergisi, Sokrates tarikatı diye olayı haber yaptı. Ben de dergideki bir çalışana bildiklerimi anlattım.
Şimdi gelelim bu olayı niye anlattığımıa.
15 Temmuz darbesinden sonra tutuklu kalması olay olan ve A.BD başkanını kutsuyacakken, iki duayı ezberinden okuyamayan Rahip Bronson bana Antonyo hocayı hatırlattı.
Aslına Yeni Yüksektepe (halen açıktır) doğrudan Antonyo hoca dedikleri İspanyol'un  ve başka bir kaç yabancının denetimindeydi. Fetö de tahminim, bu Rahip ve benzerinin denetimindeydi.
Tıpkı kurtuluş savaşında bazı tarikatları yöneten ve Nutuk'ta adı uzunca geçen İngiliz Rahip Frau gibi.
Sadece Fetö değil. Mesela Adnan hocacılar, Evrim karşıtı tüm söylemlerini Evahjelistlerden almıştı. Evrenosoğlu ve Işıkçıların lideri Mücahit Ören (Evren Ören'in oğlu) hali hazırda Amerikan vatandaşıdır.
Ölen fesli şahısta, Nakşibendiliğin Kıbrısi koluna mensuptur ki, o tarikat,İngiliz kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğuna inanır. Şu anki şeyhleri de Amerika'da yaşamaktadır.
rahip frew ile ilgili görsel sonucuTarikatların Atatürk düşmanı, Yunan asıllı, İngiliz profesörü de geçenlere nasıl alkışladıkları unutulmamalıdır.
15 temmuzdan sonra Fetö'nün siyasi ayağı, ne iktidar, ne de muhalefet kanadından araştırılmamıştır. İktidar, muhalefeti sadece şuçlamaktadır. Çünkü muhtemel bir soruşturma, muhalifleri koruyan iktidar tarafının da soruşturulması anlamına gelmektedir ve bu da iktidarın işine gelmez.
Fetö'nün soruşturulmayan diğer ayağı da, tarikatlar ayağıdır. Fetö'nün diğer tarikatları boş bıraktığını sanmayın.
15 Temmuzda yenilmiş olabilirler. 1922'dede yenilmişlerdi. Düşman da, hainler de vazgeçmez. Said  Mollalar, Fetullah Gülen olarak tekrar geri gelebileceği gibi, rahip Frau'lar da, Rahip Bronson olur.

21 Haziran 2019 Cuma

FAŞİZM'İN FARKLI DAVRANIŞ BİÇİMLERİ-2 (İKİYÜZLÜLÜK)

Ä°lgili resimİşi bitene kadar iyi davranmak ve tuzak kurmak: 8 Eylül 2015'de Beypazarı'nda Kürtlere seri saldırılar oldu. 1988-89 yıllarından beri ilçeye ara ara göç ederek yerleşmiş, çoğunlukla Mardin ve Diyarbakır'lı olan bu halk, bir günde evlerinden edildi. 
Olayların görünüşte iki nedeni vardı. Biri dağlıca baskını, diğeri de Kürtlerin genel seçimlerde artık  iktidar partisine oy vermemesiydi. Oysa gerçek başkaydı.
O başka gerçek, bir kaç gün sonra ilçeye gelen Suriyelilerle ortaya çıktı. O zamanlarda Beypazarı civarında temel tarım ürünü olan havucu toplamak üzere yerleştirilmişti . O zamanlar bu iş işin gündeliğe 60 lira (dolar 2 tl civarıydı o zamanlar, gene de küçük paraydı) alıyordu. Mesele para değildi. Kürtler, bu düşük ücretlere rağmen Beypazarı'nda ev ve dükkan sahibi olmuştu. 
Faşizmin affedemeyeceği şey işte budur.
Tanıdığım hemen her Maraşlı, 1978'deki katliamın sebebinin, Alevilerin, özellikle de Pazarcıklıların ev ve dükkan sahibi olmasını açıkça söylerler.
Maraş olayları demişken; O olaylarla ilgili olarak kurbanların anıları okurken,  hemen herkesin,  çok güvendikleri bir Sünni komşusunun ihanetine uğramıştı. Bunu en son İrfan Değirmenci'nin, bir uyuyup, uyanalım romanında okurken zihnimde bir aydınlanma anı oldu.
O zamana kadar ben, her gittiğim yerdeki Ülkücülerin ve diğer sağcıların, Alevi olduğumu öğrenince ayrıca bana yakınlık kurmalarını hep iyiye yormuştum. Romanda da, katliam gününe kadar Alevilerle anlaşan, hatta iyice yakınlaşan Ülkücülerden bahsediyordu.
O an birdenbire içime bir ürperti geldi. Acaba hepsi vuracakları o hassas anı mı bekliyordu? Ya da yukarıdan emir gelmesi mi gerekiyordu?
Fatsa olaylarında, askere ve polislere rehberlik yapan Ülkücüler,  Terzi Fikri'nn yakın arkadaşlarıydı. Nikos Samson'da Kıbrıs'ta Türk köylerine, elinde Türk bayrağıyla ve sizi kurtarmaya geldim diye seslenerek vuruyordu. nikos sampson ile ilgili görsel sonucu
Çözüm süreci zamanında Mehmet Ağar'ı hapse atan iktidar, bu gün onun oğlunu kendi partisinden milletvekili yapmıştır.
Faşizmin bu iki yüzlülüğü istatistiklere ve hatta sosyoloji teorilerine bile girmiştir. Amerika'da bile, siyahilere saldırlar ile pamuk rekoltesi arasında doğrudan ilişki vardır.
Amerikalı sosyologlar, hizmet sektörü çalışanları arasında önce ırkçılık araştırması yapmış, sonra da Amerikalıların hoşlanmadığı zenci, çekik gözlü (Asyalı), Latin vb müşteri gönderir. Çok az kişi, ankette ifade ettiği ırkçılığı müşterilerine göstermiştir.
İlk atandığım ilçenin bir özelliği de çoğunlukla giden memuru ezerek ve hatta jandarma astsubayı ise döverek göndermesiydi. İlçenin halk eğitim merkezi müdürü, her eğitim yılı sonunda il merkezinden geçici görevle gelen öğretmeni aşağılayarak gönderirdi. Eğer il merkezi ya da o dönemim (2002 öncesi)
Bendeniz bu kötü muameleyi, dayak değil ama kötü davranış anlamında, lojmanı paylaştığım, açık faşist ev arkadaşımdan gördüm.
Beni dövmemelerinin sebebi, o sıralarda biri astsubay, biri de ücretli öğretmen olmak üzere memur dövmekle ilgili sicillerinin kabarık olmasıydı.
İlçeye de ilk geldiğinizde, bildik Anadolu misafirperverliği görürdünüz, hatta çoğu kez son ana kadar öyle görürdünüz.
Bunun istisnası genelde genelde torpil dediğimiz üst düzey yakını sayesinde ilçeden gidenler ya da ilçedeki DYP-ANAP çekişmesine çok açık taraf tutup, çevre edinenler. Mesela okulun ben gelmeden evvel çalışmış öğretmenlerinden biri, oy vermek için bir günlüğüne ilçeye gelmişti. Lakin onun gibiler çok azdı. Genelde ayrılmaya yakın ya dayak yiyordunuz, ya da bir şekilde sizi aşağılıyorlardı.
Faşizmin iki yüzlülüğünü kendi aşk yaşantımda da gördüm. Yıllar önce türbanlı bir sevgilim vardı ve çevremdeki insanlar ona, benim hakkımda inanılmaz şeyler anlatıyorlardı. Gene aynı kişiler, beni oradaki bazı kızlarla evlendirmek istiyorlar ve bana çöpçatanlık yapmak istiyorlardı.
Olay şuydu ki Esra, hem genç ve güzel, hem de kadrolu devlet memuruydu. Beni ise, yaşı bayağı ileri ve ücretli-sözleşmeli ya da ev kızı ile evlendirme çabaları vardı. Zira  devletten aldığım düzenli maaş, heba olmamalıydı. Bu yüzden her ne kadar beni, Esra'ya kötülüyordu iseler de, yüzüme bir şey diyen yoktu.
Hayatım boyunca zengin biri olmadığım gibi, öyle fazlaca bir yoksulluk da çekmedim. Biraz da bu yüzden olsa gerek, öyle çok fazla açık faşizme maruz kalmadım. Esra olayına kadar da kendimi azınlık hissetmedim. Esra olayından sonra da azınlık olma duygusundan kurtulamadım.
Hitler'in iktidara gelmesine, bazı süper zengin Yahudilerin yardım ettiği söylenir ki, buna inanırım. Kimse süper zengini bırakın, birazcık serveti olan birisine bile kolay kolay hakaret etmez. Onlar da, Hitler'in daha önceki antisemitist siyasiler gibi bunun da birazcık yağma ve tecavüz, bolca da ülkeden atma ile sona ereceği ve varlıklı Yahudilerin biraz para kaybetme ile (daha sonra çok daha fazlasını kazanmak üzere) kendini kurtaracağını sanmışlardı. Ya da en azından Nazizmin sınırlarının Almanya ile sınırlı olacağını, Versay antlaşmaları ile iyice budanmış  Almanya'nın tüm Avrupayı yakacağını da hesap edememişlerdi. Hitler de onları ferahlatacak bir şeyler demiş olabilir.
Faşizan partiler, azınlık oyunu ve   desteğini alabilmek adına çözüm süreçleri üretirmiş gibi yapıp, o topluluğun politik önderlerini de satın alabilirler. O azınlığın çok olduğu yerde seçimi kazanmak için veya daha demokrat görünmek için, azınlık üyelerinden vekil, hatta bakan yapabilir.
Nitekim 6-7 Eylülü planlayan Demokrat patinin onlarca gayrı müslüm milletvekili vardı. Seksenlerde ve doksanlara Yunanistan'ın Batı Trakya'da Türk milletvekilleri olurdu. Yunanistan, Batı Trakyayı Gürcistan ve Rusya'dan aldığı göçmenlerle doldurdu, Türkler ise Almanya'ta, ülkedeki en ağır sanayi olan gemi söküm işinde çalışmaya gitti. Şu anda da Yunanistan'da hiç bir parti Türkleri aday göstermiyor.   mansur yavaÅŸ beypazarında neler yaptı ile ilgili görsel sonucu
Faşizan iki yüzlülüğü son olarak faşizmin kendi içinden göstereyim. Mansur Yavaş, ömrü boyunca Ülkücü siyasetin içinde oldu ve sonunda Beypazarı'nda uzun süre başarılı belediye başkanlığı yaptı. Sonra Ankara büyükşehir belediye başkalığına adayı olmak istedi. Devlet Bahçeli'de, muhtemelen kendisine rakip olur düşüncesi ile engel olak istedi.
İşte burada nedense Yavaş'ın Makedonya göçmeni olduğu lafı dolaştı. Bunda ne vardı? Pek çok Balkan göçmeni MHP'nin içindeydi. Ardından da Yavaş'ın Bektaşi-Alevi olduğu iddia edildi.
Yavaş'ın belki bir kaç nesil ataları öyleydi. Oysa Yavaş, Beypazarı'nda cadde, sokak ve parklara, Ülkücü önderlerin ve yazarların adlarını vermişti.
Not: Tam da yazıyı bitirmek üzereyken, teröristbaşının mektunun devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı yayımladı. Bu da başka türlü bir BEKA sorunu.

18 Haziran 2019 Salı

EĞİTİMDE BAKOLARYA-ÖZEL OKUL-İMAM HATİP ÇEKİŞMESİ

Eğitimde Bakolarya Özel Okul İmam Hatip Çekişmesi
Ülkemizde malum, en sık değişen şey, eğitim sistemi. O kadar sık değişiyor ki, artık bir sistemsizlik  sistemine dönmüş durumda. O kadar sık değişiyor ki, öğrenmeye üşeniyorum. Zira öğrenip de,öğrencilerime anlatana kadar gene değişiyor. 20 yıllık öğretmenim, her şeyin değişmeden  aynı kaldığı iki yılı hatırlamıyorum.
Bu seferki sistem değikliğine gelen bir yorum dikkatimi çekti. Dinci-bakolarya karışımı diyorlardı. Bunun nedenini düşünürken, ilk atandığında çok övülen bakanımızın, özel okul sahibi olduğu aklıma geldi.
Pek çok kişiden, özel okul-eğitim piyasasının krizde olduğu dedikodusunu duyuyorum. Eğitimin bizzat içinde olan biri olarak söylemeliyim ki, İmam Hatip-Hafızlık ve dershane dayatmasının esas sebebi, velileri özel okula sevk etmek. Pek çok  veli ve pek çok da öğrenci, imam hatip istemediği için, özel okulu tercih ediyor.
İmam hatip istememenin tek sebebi solculuk veya Atatürkçülük değil. Yeni nesil gençler, flört etmek, keyfince yaşamak ve muhafazakar baskılardan uzak kalmak istiyor. Pek çok AKP destekçisi tarikatın anladığı din, din kültürü dersinde öğretilenlerden farklı vs vs.
Bir de pek çok okul, aileleri tatmin edecek kadar test çözme, ekstra ders hizmeti sunamıyor Pek çok aile de son sınıfta çocuklarını dershanelere yazdırıyor.
Buna rağmen sektör, dışarı belli etmek istemese de krizde. Zira son bir kaç yılda pek çok özel okul açıldı, ülkede çocuğunu özel okula gönderecek kadar mali durumu yeterli aile sayısı az ve Türk halkının kafasında halen eğitim, devletin işi.
Türkiye'de adettir, önce yurt içi için üretim yapılır, tercihen de senden alışveriş etmek zorunda kalan halka satış yaparsın. İç piyasa tükenince de ihracata karar verirsin. Şimdi, benim tahminim (yanılma ihtimalim var, çok emin değilim), krize giren ve iç piyasanın öyle heyecan verici büyüklükte olmadığını keşfeden sektör, üniversiteler gibi dış ülkelere açıldı.

Y.Ö.K (Yüksek öğrenim kurumu) malumunuz, bir kaç hafta kadar önce üniversiteler için yabancı öğrenci üst sınırını kaldırdı zira pek çok üniversite artık öğrenci bulamıyor. Son bedelli askerlik yasasından sonra (adına vakıf denen) özel üniversitelerde yüksek lisans başvuruları %80 (yüzde seksen) azalmış.  Pek çok taşra üniversitesinde öğrencisizlikten kapanan bölümler var. Bu yüzden üniversiteler yabancı öğrencilere kapılarını sonuna kadar açtı.
Liselerde de benzer durum var ve orta öğretimde uluslar arası standardın yolu bakolaryadan geçiyor. Tabi ki de okul, kendi kararı ile bakolaryaya geçebilir. Pek çok devlet okulu bunu yaptı. Lakin yabancı öğrencilerin sektöre gelişi ancak bakolaryanın tüm eğitim sistemine yayılması  ile mümkün.
Bakolarya ve ders programları işin sadece bir yönü. 
Asıl mesele din dersleri. Ülkemize Avrupa'dan öğrenci gelmez. Gelirse Müslüman ülkelerden (özellikle Arap) gelir. Sıkıntı şu ki, onların anladığı İslam ile, bizdeki İslam arasında dağlar kadar fark var. Bu yüzden de din dersi, din1-din2 diye2'e ayrılmış ve galiba din2 Türkler için olacak.
Asıl mesele bu öğrenciler gelince başlayacak. Şu an ülkemizde mülteci ve kaçak-düzensiz göçmez Arap-Afganlı-Paki nüfus yüzünden artan yabancı düşmanlığı ve ateizm; bu öğrenciler okulları doldurunca azalmayacak.
Üzerine de pek çok şey, bu  yabancılar uğruna değiştiğinde de artacak. Mesela 90'larda üniversitelerde Ülkücüler çok güçlü ve kalabalıktı. (Halen de Ülkücüler var demeyin, doksanların yüzde biri bile değiller) İki binli yıllar boyunca budandılar. En son Akdeniz üniversitesinde alnı zülfikar dövmeli (kendisi tabi ki Alevi falan olmayan) bir manyağın öncülüğünde çıkan olaylar da köklerine kibrit suyu döktü. Akp Ülkücüleri kamu yönetiminden (müdür,şef vb orta derece yöneticiler arasında Ülkücülük yaygındı), esnaflıktan ve pek çok alandan azalttı, hatta attı.
Ülkücülük üniversitelerden azaltılma, hatta atılma sebebi, öğrencilerin okulu bırakmalarına sebep olmalarıydı (Özellikle Alevi ve Kürt olanların.)Üniversite mezunu olmak eski çekiciliğini yitirince, Ülkcülerin bu özellikleri göze battı. Birilerin orucuna, içkisine, kız-erkek arkadaşlığına, söylediği türküsüne, giyimine karışan bu oluşum; o çok sevdikleri orta Asyalılarla bile anlaşamaz oldu. Ülkücülerin bir yerde çok ya da güçlü olması, yabancı öğrencileri de kaçırır oldu. Sonrasında da Ülkücülük önce özel üniversitelerden (Bilkent'in meşhur ata-Alparslan Türkeş'in Askerleri) başlatılarak azaltıldı.
Şimdi aynı durum liseler için geçerli. Bu sadece yabancı öğrenci için değil, bir bütün olarak lise gençliğinde Ülkücülüğün azaltılması demektir ki, Ülkücülükte son yıllarda sadece liselilere ait bir etkinlik olarak kaldı, buradan da atılırsa küçük ortak MHP ne tepki verecek acaba?
Bir de diğer sorunlar var. Son yıllarda öğretmenin öğrenci üzerindeki otoritesi giderek azaltıldı. Bir de Ülkücüler ve diğer grupların aksan baskısı azaltılınca AKP, eğitim yolu ile vermek istediği muhafazakarlığı öğrencilere zaten vermekte zorlanırlarken,  bu sefer tamamen vazgeçecek.
Diğer yandan ülkemize batıdan, Avrupa'dan öğrenci gelmeyecek. Arap ve İslam ülkelerinden gelenlerde, ülkelerindeki muhafazakar, din eksenli kültürden uzaklaşmak için gerekecek.
Bu bakolarya yorumları üzerine yaptığım akıl yürütmeler bunlar.  Özel okullar bu reformlara kadar dayanır ya da milli eğitim bu reformlara ne kadar dayanır, onu da pek bilemiyorum.

6 Haziran 2019 Perşembe

FAŞİZMİN FARKLI DAVRANIŞ BİÇİMLERİ-1

RED kit zenci ile ilgili görsel sonucuFaşistçe davranış, sadece hakaret, darp veya dışlamak gibi davranışlarla olmaz. Benim kendimce tespit ettiğim ve ilk anda anlaşılamayan bazı faşistçe davranışlar var. Burada ölçüt, kendimizi üstün görme ve başkasını ezme amaçlı davranışlardır. Sıra ile görelim: 
Görmezden gelmek, yok saymak (Red Kit tavrı): Red Kit çizgi filmi-romanı çok demokratik görünür. Yanıldığımız şu ki, nasıl ki bazı Türk faşistlerinin zenci-siyahi sempatisi, onları faşist olmaktan çıkarmazsa, Belçikalı çizerlerin Kızılderilerine sempatisi, onları faşistlikten kurtarmaz. Çizgi romandaki her kişi  (Daltonlar, Kalamiti Ceyn, Bily Kid vs), Amerikanın vahşi batı dedikleri dönemde gerçekten yaşamı kişilerdir. Ancak ilginçtir ki, hiç bir Red Kit macerasında siyahi kahraman yoktur. Onlar sadece garson ya da uşak olarak, kıvırcık saçları ve köfte dudakları ile, botokslu kadınlar gibi şaşkın gözlerle bakar. Çizgi roman her ne kadar vahşi batıyı anlatsa da, Belçika yapımdır ve Belçika yapımı pek çok çizgi romanda ırkçılık görülebilir. Tenten Kongo'da bu çok nettir. Kongolular geri zekalı gibi gösterilir. Şirinlerin bir bölümünde Şiirinler simsiyah olur ve aptallaşır. Daha sonra o siyahlığı, morluk yaparak düzeltirler.
siyahi hizmetçi ile ilgili görsel sonucuBelçika, kendisinden en az 20 kat büyük Kongo'yu, 1878 Berlin Kongresi ile İngilizlerin hediyesi olarak almışlar ve ülke 1960'da bağımsızlık ilan edene kadar acımasızca sömürüp, Hitler'in en az 3 katından daha fazlasını daha 1. dünya savaşı başlamadan evvel  katletmişlerdi. Sonuçta bir Belçikalı, daima siyahilere düşmandır.
Hizmetçilik yaptırmak: Hizmet sektörü, genel anlamda düşük maaşlı ve kariyer imkanları düşüktür. Bu yüzden de genelde göçmenler ve hor görülen azınlıklar yapar. Gene Red Kit çizgi romanına dönecek olursak, çizgi romanda siyahiler sadece garson olarak görülür.
Hizmetçiyi, özellikle ev hizmetinde bulunanları azınlıktan seçmek, bir tarafı ile mecburiyet (zira pek arzu edilen iş değildir), diğer taraftan da faşizan bir tavırdır.
hazara ile ilgili görsel sonucuOsmanlıda zenginlerin ve sarayın ev işlerini genelde gayrı Müslimler  yapardı. Yıllar önce, şimdilerde kapatılmış, oysa o zamanlar her muhafazakar esnafın illa abonesi olduğu bir gazete,  Suriye savaşını o zamanlar kışkırtıyordu ve Suriye ilgili bir yazı dizisi hazırlamıştı. (O sıralar üniversitede her gün üç beş kişi o adını anmak istemediğim gazeteyi getirirdi) Suriyelinin birinin ağzından yazdıklarına göre, o zamanlar çok iyiymiş, her burjuva Suriyeli ailenin en az bir Nusayri (Arap Alevisi) hizmetçisi varmış. Daha sonra meşhur Uçurtma Avcısı adlı romanda Afganistan'da, Sovyet  işgali öncesi dönemde, her zengin ailede bir Hazara (Afganistan'nın yerel Moğol kökenli Şii azınlığı) hizmetçi olduğunu öğrendim.
Benzer bir faşizan tavır, orta çağa özgü Saray Yahudiliği kurumudur. Hitler, meşhur Kavgamında buna fazlası ile değinir. Kutsal Roma (Cermen) imparatorluğunda, imparatorluğu oluşturan devletciklerin her birinin sarayında, sarayın mali pis işlerini halleden Yahudiler olurmuş. Bunlara da Saray Yahudisi denilirmiş. Daha ilginci, aynı saray Yahudiliği kurumu, Osmanlıda da varmış. Kira kadını denen ve genelde haremin alışverişini yapan bu kadınlar, sarayla, tüccarlar arasında aracılık ederek, büyük servetler kazanırmış. Hatta Ernest Kira diye bir kadın, bu ilişkiler sayesinde İstanbul gümrük mültezimliği (vergi toplayıcılığı) de yapıp, büyük servet edinilmiş. Lale devrini bitiren Patrona Halil isyanından sonra,  Ernest öldürülüp, bedeni parçalanmış, parçaları da ona rüşvet veren zenginlerin kapısına çivilenmiş.
Bu iş, özünde saray görevlilerine, özellikle harem ahalisine rüşvet taşıma işi olduğundan, son zamanlarına kadara Yahudilere veya Ermenilere yaptırılmış.
efeler ile ilgili görsel sonucuEski suçları hatırlatmak: Bir topluma faşizan tutumun çok da fark edilmeyen bir yönü de, olur olmaz şekilde eski suçlarını hatırlatmaktır. Bazı insanların suçları unutulur ama üzerine faşizan nefret  ettiğimiz kişilerin suçlarını unutmaz, hep hatırlarız. Mesela Ege'nin Efelerinin eşkıyalık ettikleri, tütün kaçakçılığı yaptıkları unutulmuştur. Efe oyunları, folklorun bir parçası olmuştur. Konu Dersim'e geldiğinde, Dersimlilerin eşkıyalıkları anında gündeme gelir. Kurtuluş savaşı sırasında doğu ve güney Marmara Çerkezleri kitle halinde isyan etmiştir. Kimse onları Anadolu'nun başka bir yerine sürmekten, önemli liderlerini sürgüne göndermekten, onları damgalayıp, sosyal hayattan uzaklaştırmaktan bahsetmemiştir.
Bir ara youtube'da Efe Aydal'ı dinliyordum (postcast). Birinde de Kelebeğin Rüyası  filmini eleştiriyordu. Film, Zonguldak'ın genç yaşta kaybettiği iki büyük şairi (Muzaffer Tayyip Uslu ve Rüştü Onur) ve öğretmenleri, şair  Behçet Necaatigi'in öyküsü anlatılıyor. File dönemin Zonguldak'ı ve o dönem madende zorla çalıştırılma kanunu olan mükellefiyet kanununa da değinilmiş. Efe Aydal'da konuyu bir şekilde illa filmin yapımcısı, yönetmeni ve oyuncusu Yılmaz Erdoğan ve çözüm süreci tavrına getiriyor. Bundan sonra Efe Aydal'ı takibi bıraktım ve kendisinin gerçek bir faşist olduğuna inandım.
dilenci çocuÄŸa para vermek ile ilgili görsel sonucuDilendirmek ve dilenciye para vermek: Bundan bir kaç yıl evvel, Ankara-Kızılay civarının bir kaç daimi dilencisinin Arap-Suriyeli taklidi yaptığı dikkatimi çekmişti. Öte yandan Türkiye'de dilenciler genelde bariz Kürt, genelde de Mardin aksanı ile konuşur. Oysa ülkemizin dilencilerinin çoğu Adanalı, hatta Kozan'ın Turgutlu köyündendir ve bu köy, tüm Türkiye'de bir çeşit dilencilik karteli kurmuştur. Gene de ülkemizde Adana aksanı ile konuşan dilenciye denk gelmezsiniz. Zira kimse Adana aksanlı veya güzel İstanbul Türkçeli bir dilenciye para vermez.
Dilenciye para verme ile faşizan  tavır arasındaki ilişkiyi, Ankara metrosunda edindim. Ben metroda her gün illa karşılaştığım dilencileri kovarken, birileri illa koruyordu. Bir de üstelik bu dilencilerin sözüm ona sattıkları kağıt mendilleri onlara iade ediyorlardı.
Sonra bir adam dikkatimi çekti. Verme, onlar senden-benden zengin dediğimde, Saydın mı diye beni tersledi. Sonra adam dikkat ettim, hemen her dilenene 10-20, eline geçen banknotu veriyordu. Hesap ettim, yol boyunca en az 60 lira verdi. O parayla taksi tutarak da gidebilirdi. Bu şekilde davranan bir kaç kişi vardı. Sanki metroya, o saatlerde, o dilencilere sadaka vermek için, o saatlerde (kalabalık saatlerde müzisyenler ve dilenciler olmuyordu) metroya biniyor gibiydiler.
Bu dilenci finansörlerinin ilginç bir özelliği de çocuklar hariç (bunlar okul harçlığı yalanını söyleyip, okul saatini metroda dilenerek geçiren ve İzmir'in dağlarında hariç her hangi bir şarkıyı düzgün çalamayan dilencilerdi.) müzisyenlere para vermemeleriydi.
Sokak müzisyenleri dilencilerden daha az para kazanır. Bu yüzden de bazıları sokak müzisyenliği ile dilenciliği birleştirmiştir.  Yırtık, pırtık, hırpani giyinir ve yanlarında benzer şekilde dolaşan çocuklarını getirirler.
Reşat Nur Güntekin'de Harabelerin Çiçeği aldı kısa romanında, yüzü mahvolmuş bir gencin, iş istemeye iş bulamayıp, ; iş vermeyen kişilerce eline bolca para sıkıştırılmasını anlatır.
Dilenciye para vermenin iki faşist yönü vardır. İlki dilenen kişi, bizim üstünlük ve güçlü olma egomuzu okşar.
İkincisi ise dilenciler çok para kazansa da hep dilencilik yapar. Parasını biriktirir ve gayrı menkul yapar, ama asla harcamaz. Sokaklarda, hırpani şekilde yaşar. Bence bir meslekten çok, bir hastalıktır. Dilenen bir çocuğa para verirseniz, ailesi ya da onu dilendirenler her kimse,  o çocuğu dilenirmeye devam edecektir. Dilencilere para verenler, biraz da bu bilinçle para verir.



5 Haziran 2019 Çarşamba

KEŞFEDİLMESİ GEREKEN BİR DİSTOPYA KLASİĞİ-DEMİR ÖKÇE


demir ökçe ile ilgili görsel sonucuJack London, ülkemizde ve dünyada çok tanınan bir yazardır ama ne yazık ki ülkemizde eksik anlatılmaktadır.
Gençlik onu daha çok Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş romanları ile tanımakta. Oysa London, Amerika'da aynı zamanda fururist (geleceği tahmin) ve politik bir yazardır. Alaska ve Okyanusya'yı en iyi anlatan yazarlardandır.
Ademden Önce, Evrim teorisine bir saygı duruşudur. Kızıl Veba, kıyamet senaryolarının ilki olabilir. Bir evsiz kılığına girip, Londra'daki yoksulların halini anlatmıştı.
Öte yandan anti kapitalist ve sosyalist yönünü de unutmamalı. Gerçi onun sosyalistliği, biraz ırkçılıkta taşır, beyaz ırkı her zaman yüceltmeye çalışır.
martin eden ile ilgili görsel sonucuİlginç olan ise, Okyanusya öykülerinde yerlileri (bu günkü gençliğin deyimi ile) gömerken,  onları birer zavallı gibi gösterirken; Alaska yerlileri için bunu yapmaz. Bununda sebebi, o yıllarda da beyazların, Alaska yerlilerinin bilgi ve tecrübelerine muhtaç olmalarıdır.
Deniz Kurdu romanında kaptanı Wolf Larsen, Mobydick'in Kaptan Ahab'ının taklidi gibi görünse de, 20. yy'ın diktatörlerinin bir prototipi gibidir. Wolf, Ahab'ın aksine entelektüel ve kültürlüdür. Ahab ise tek bir hayvana, balina Mobydick'e takıntılıdır. Wolf ise, kötülüğüne felsefi olarak bağlıdır ve fok avından kalan günlerini okuyarak ve düşünerek geçirmektedir.

cesur yeni dünya ile ilgili görsel sonucuDiğer bir siyasi romanı, Ay Vadisi'dir. Burada işçiler, grev yapmaktan vazgeçer ve bir işçi ailesi şehirden uzak, kendi yaşamlarını kurar. Martin Eden'da ise, yazarlıkla sınıf atlayan bir işçinin bunalımı anlatır.
En önemlisi 1906'da yayımladığı Demir Ökçe'dir. Aldous Huxkey, meşhur Cesur Yeni Dünya romanını, Demir Ökçe'yi okuduktan sonra yazmaya başladığını söylemiştir.      
ademden önce ile ilgili görsel sonucuRomanın önemi sadece bir disütopya olması değildir. Roman, 1920 ve 30'lu yıllarda dünyayı kasıp, kavuran faşizmi önceden öngörmesidir. Romanda bazı sektörlerdeki işçilerin ayrıcalıklı olması, burjuva çocuklarının devlet kademelerinde görev alacaklarını,  devletin burjuvaziyi daha da zenginleştireceğiniz, oligarşinin kobileri de yutacağını falan, hep bu romanla önceden tahmin eder.
Daha da önemlisi kapitalizmin, demokrasi oyununu köşeye sıkıştığında nasıl yırtıp, atacağını da en iyi anlatan kitaptır.

Kitap, faşizmin yavaş yavaş ilerleyişini ve milliyetçilik duygularını nasıl kullandığını, işçi sınıfının haklarını nasıl kıstığını çok güzel anlatıyor. 
İşin ilginci, bu olayları, sanki faşizan ihtilal A.B.D'de olmuş gibi anlatıyor. Romanda sanki faşizm bitmiş de yıllar sonra birileri belgeler üzerinden o yılları tekrar anlatıyormuş gibi bir anlatım var.
Roman,  garip bir şekilde, önemsizmiş gibi gösterilmekte ve çok fazla adı alınmamakta. London' ın ismi, sadece Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş gibi bir kaç fantastik romana hapsedilmek istenmekte.
Oysa günümüz kapitalist terörünü ,askeri darbelerini ve kademe kademe artan devlet baskısı, kırpıla kırpıla kuşa çevirilen emekçi haklarını anlamak için, Demir Ökçe romanını tekrar keşfetmemiz şart.