Aslında uzun süredir ırkçı yazarımız Atsız'ı okumadığım gibi de yazmıyordum. Daha doğrusunu Sebebi de Kanada'da yaşayan oğlu Buğra Atsız'ın her sene babasının ölüm yıldönümünü bahane ederek, Atsızcı ergenleri gazlaması ve bence de bunu babasının kitap telifleri sebebiyle yapmasıydı Ben de yazılarımda cüzzi de olsa katkıda bulunmak istemiyordum. Diğer yandan da onunla ilgili her şeyi de yazdığımı düşünüyordum. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/06/ )
Kendisi düzenli olarak çok satan bir yazar. İki kardeşte yıllarca, ırkçı babanın solcu oğlu unvanının ekmeğini yedi. Buğra Atsız, Kanada'ya yerleşti, çocukları ve torunları Kanada'nın güvenli alanında Türkçülük-Turancılık yapmakta. Tıpkı bir zamanlar babasının arkadaşı olan, Türkiye'de askerlik bile yapmadan Amerika'ya yerleşip, Amerikan vatandaşı olarak Irkçılık-Turancılık yapan Reha Oğuz Türkkan'a özenmiştir. Yağmur Atsız'da yıllarca solcu olarak anılsa ve babasının nefret ettiği Cumhuriyet gazetesinde yıllarca çalışsa da, yetmişinden sonra iktidarın yandaş basınında köşe yazarı olup, son günlerinde solla kavga etti ve düpedüz faşizm yaptı. Sonra da silindi, gitti. Solcu besteciler ve şarkıcılar, onun şiirlerinden yapılma şarkılarını dijital platformlardan bile sildiler. Oysa babasından bile büyük efsane olabilirdi.
Biz oğulları bırakıp, babaya, daha doğrusu kitabına geçelim. Kitap, aslında iki kitapçığın birleşimi. Her ay aldığım tarih dergisinde bahsedilince, kütüphaneden alma ihtiyacı duydum. 18 günlük kapanma için kütüphaneden aldığım ve satın alıp okuyacağım kitaplar arasında oldu.
Kitap iki bölüm. İlki Çanakkale'ye Yürüyüş. İlk baskısını 1933'de yapmış. Kitapta Çanakkale ilgili bir yer, yön tarifi, anıtlarla ilgili pek bir şey yok. Çanakkale'nin meşhur Aynalı Çarşısının esnafının çoğunun Yahudi olmasına hayıflanıyor. Sonra Eceabat ya da Gelibolu ilçesinde bir köye gidiyor. Köyün adını vermiyor, yolda bir anıtın bakımsızlığından, savaştan kalma bir mayın veya merminin can almasından (en son 2014'de böyle bir olay oldu diye biliyorum.)ve en sonunda köyün bakkalının Yahudi olmasından hayıflanıyor.
O anda fark ediyorum ki gezinin amacı şehitliği ya da savaş alanını ziyaret değil. Gezi 1933'de olmuş, 1934'de de bugün pek az kimsenin hatırladığı ve on binlerce Yahudi vatandaşımızın evinden olması, tecavüze uğraması, soyulması ve yağmalanmasına sebep olan 1934 Trakya olaylarına (progrom) bir hazırlık olduğu anlaşılıyor. Progromlar, uzun hazırlık ister. Öyle halkın galeyana gelmesi ile olmaz. Kendisi de muhtemelen bir sene önceden bölgedeki ırkçılarla olayın organizasyonu için uğraşmış. Hatta aslında Romanlar (kitapta doğrudan Çingene diyor) için da halkı kışkırtmaya çalıştığını ama olmadığını da ima ediyor.
Buğra Atsız'ın Kanada'da Yahudi arkadaşları var mıdır, onlara da babalarının, dedelerinin marifetlerini anlatıyor mudur acaba?
Sonra Çanakkale savaşlarının kısa bir özetini yapıyor. Yalnız dikkat ettim, hiç bir komutanın adını anmıyor. Atatürk'ü sevmediğinin ilk işareti bu olabilir. Seksenli yıllarda da, bir Arap, sözde faizsiz (pratikte bal gibi faizli sistemler, borç alın da görün) bankacılığın finanse ettiği bir Çanakkale belgeseli vardı. Savaşta bir kaç çavuş ve erden bahsediyordu. Bu da onun gibi bir şey.,
Sonra hayatını anlatıyor. Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri adlı bu kitapçık, ilk defa 1959'da, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu dergisinde, bu neslin pek bilmediği tefrika ile (yani dergi ya da gazetede romanın bölüm bölüm yayımlanması)
Bu kitapta da yazılmayanlar dikkatimi çekti. Mesela lise, ortaokul yılları ya da çocukluğu hakkında hiç bir şey yazmamış. Hayatını anlatmaya askeri tıbbiye öğrenciliğinden başlatıyor. Askeri tıbbiye yaşamını, bir kız meselesi yüzünden Hukuk fakültesine topluca baskın yapılmasına ya da geceleri nasıl yurttan kaçtıklarına kadar ayrıntılı anlatmasına rağmen, Atsızcıların çok övündükleri Arap teğmene selam vermemeyi anlatmıyor. Askeri tıbbiyeden o meşhur atılmasını hiç değinmeyip, içimde bir yaradır deyip, geçiyor.
Ne derseniz deyin, okuldan kaçmaları ya da Hukuk öğrencileri ile (kız meselesinden) kavgaların övüne övüne anlatması, Diyap Ağa'nın Cumhuriyet ilanını Askeri tıbbiye öğrencilerinden önce bilmesini, kırık notlarını doya doya anlatırken, o meşhur Arap olduğu için selam vermeme olayından hiç bahsetmemesi çok garibime gitti.
Türk akademisyenlerinin ders anlatma işini asistanlarına bırakması, o zamanlar da varmış. Kendisi de Köprülü dahil, hocalarının derslerini anlatmış. Ben de 1994-98 arasında Isparta'da okurken, İktisadi İdari Bilimler Fakültesinde derslere hep asistanlar girdi ve ben 98'de mezun olduktan sonra da uzun süre öyle oldu. Halen de öyle mi bilmiyorum.
Yaptığı dergilerden ve broşürlerden az da olsa, para da kazanıyormuş. Sözüm ona Atatürk ile İnönü arasında, Atatürk'ü tuttuğunu yazıyor. Oysa kendisi de, Atatürk ve silah arkadaşları ile alay eden Dalkavuklar Gecesi diye bir romanı var. Ona birisi bununda soruyor kitapta ama kendisi cevap vermiyor.
Ara bir paragraf olarak, Orhan Pamuk'un son romanı Veba Geceleri, Dalkavukar Gecesi'nin taklidi. Bunu da kitabımın yayımcısı (yayımcısı dediysem, kendi paramla yayımladım) Alaattin Topçu'nun odatv'deki özetli yazısından anladım. ( https://odatv4.com/orhan-pamukun-son-kitabi-hic-boyle-degerlendirilmedi-30042152.html )Yani kitabı okumadım. Özette bile, pek çok ayrıntı var. Mina Mingerli diye, Mina Urgan kastediliyor mesela. Yetmişinden sonra anıları ile ünlü olan İngiliz dili profesörüydü ve iki binli yıllarda kitabı çok satmıştı. Bıyıkları yukarı kıvrık kolağası Kamil, Atatürk'ten başkası değil. Atatürk'ün ölümüne yakın, Hatay meselesi ile uğraşması ile bile alay etmiş, kolağası Kamil'i üniforması ile öldürerek. Kamil adı da tesadüf değil, Nurcular, Atatürk'le alay etmek için ona Kamil der. Atsız'da, Pamuk'da yazdıklarını doya doya sahiplenmemiştir.
Köy enstitüleri ile ilgili olarak komünizm propagandası ve serbest cinsellik iddiası çok dillendirilmiş ama tek bir mahkeme kaydı da yoktur. Atsız, hepsinin sümenaltı edildiğini, kapatıldığını söylüyor. Sayın okurlarım, anlı şanlı köy enstitülerinin tüm ömrü altı (6) yıldır. 1040-1946 arasında. Hasanoğlan Yüksek Köy enstitüsü sadece üç dönem mezun verebilmiştir. Ortalığı ayağa kaldırıp, siyasi baskılarla kapattıkları köy enstitüleri hakkında ellerinde tek bir dosya bile yoktur. Nazilerin meşhur propaganda teknikleri, her zaman faşizmin ilkesi olmuştur.
İkinci dünya savaşının da kendince bir özetini yapıyor. Yalnız öncesindeki İspanya iç savaşı ve Çin Japon savaşına değinmediği gibi, savaşı da 1941 ortalarında, yani Almanya'nın zirvede olduğu noktada bırakıyor. Hitler'e bir sürü Rus ve Çıfıt öldürdüğü içinde hayır dua ediyor. Çıfıt kelimesini Yahudi anlamında kullanıyor. Oysa Çıfıt, özel olarak Kırımçak'da denilen, Tatar asıllı Yahudi toplumunu üyesi anlamına gelmekte.
Gene başka bir iddiası, 2. Dünya savaşı sırasında Türk ordusunun Trakya'yı tamamen boşalttığını, Üsküdar'a kadar çekildiğini söylüyor. Oysa onun yakın arkadaşı ve öğrencisi Alparslan Türkeş, o yıllarda Trakya, Çorlu'da askerlik yaptığını kendisi anlatıyor. Yıllarca yaşadığı Maltepe'de askerler karargah kurmuşlar ve kışın, soğuk havada, dışarıda yemek yerken görmüş. Kendisinin askerliği, askeri tıbbiye öğrenciliği ile sınırlı olduğundan bunu büyüttükçe, büyütüyor.
Öte yandan kendisini de çok büyütüyor. Hasan Ali Yücel, Sabahattin Ali, İsmet İnönü, hatta komple CHP ve polis sadece ona karşıymış . Asıl bomba kısım şu ki, sanki 1944'de sadece kendisi yargılanmış, sanki tek Türkçü o imiş gibi konuşuyor. (Sadece kendisi ile arkadaşlığı yüzünden başı yandığını söylediği bir arkadaşından bahsediyor)Beraber yargılandığı arkadaşlardan, arasının bozulduğu Reha Oğuz Türkkan hariç, hiç bahsetmiyor. Bir de Sabahattin Ali'ye karşı ani öfkesinin sebebi de, devlet konservatuarını ziyaret eden Hasan Ali Yücel'in, o zamanlar konservatuarda dramaturg olarak çalışan Sabahattin Ali'yi övmesiymiş.
Kısacası Atsız'ın tipik şişkin egolu ve mitomanik kişilik olduğunun ispatı bir eser.