17 Temmuz 2019 Çarşamba

DİNSİZLİK TÜRLERİ 2 AZINLIK DİNSİZLİĞİ (ŞOVEN DİNSİZLİK 1)

şoven ile ilgili görsel sonucu
Blogumda azınlık eksikliği duygusunu yazmıştım. Bu eksiklik, ne kadar dışlanır, ezilir iseniz o kadar sizde de o kadar çoğalıyor. Şoven duygular, siz ezildikçe çoğalıyor.
Bunu hem kendi öğrencilik hayatımdan, hem de öğretmen olarak gözlemlerimden edindim.
İlginç bir şekilde, şimdiki üniversite öğrencilerinin, Alevilik ve Kürtlük üzerine bizim kadar şoven duygulara sahip olmadıklarını fark ettim.
Sonra o zamanla, bu zaman arasındaki en büyük farkın, devlet yurdu ve Ülkücü egemenliği olduğunu fark ettim.
O meşhur doksanlı yıllarda tek güzel şey müzikti. Türkiye için bir çeşit müzik  rönesansında yaşamak gibiydi. O dönem müziğini sadece popla ve Kral TV ile sınırlamak haksızlık olur. Radyoların, hele de yerel radyoların altın çağı gibiyddi. Rock, metal, halk müziği, arabesk,özgün müzik ve hatta Türk sanat müziği alanında da muhteşem eserler verildi.
Öte yandan PKK'nın Güney Doğuyu yaktığı, göz altında kaybolmaların, beyaz Torosların, Yugostlavya iç savaşını  da dönemiydi.
Üniversitelerin çoğunda ise Ülkücülerin o sıkıcı egemenliği vardı. Sırf Kürt, Alevi veya Solcu olduğun için dövülebilir,  aşağılanabilir, gene de suçlu sen olabilirdin. Hatta öldürülüp, sakat bırakılman bile çok normaldi.
20. yüzyıl ateist filozoflar ile ilgili görsel sonucu
Kredi ve Yurtlar Kurumu yurdunda bambaşka bir güçleri ve egemenliği vardı. Mesela kıredi yurtların yurdunda kalanların yarısı, Ülkücülerin yurt toplantısına katılırdı. Bir sürü de reis olurdu. Yurt, fakülte, bölüm reislerinin yanında koridor reisliği gibi tuhaf reislik makamları da vardı.
Ben de üniversitenin üçüncü yılının nisan ayında dayanamayıp, eve çıkmıştım.
Derken hemen ertesi yıl, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ve Yüksek Öğretim Kurumu, Üniversitelerdeki Ülkücü egemenliğini kırdı ve Ülkücü egemenliği  yavaş yavaş azaldı.
O dönemde üniversite öğrencileri daha siyasi ve daha radikaldi. O zamanlar üniversiteyi terk edip PKK, DHKP-C gibi örgütlere katılım daha fazlaydı.
Son yıllarda sürekli yatılı okullarda çalışıyorum. Dört ayrı pansiyonlu okulda çalıştım. Üçüncü, yani geçen çalıştığım pansiyonda Kürt gençlerde şoven duygular daha güçlüydü çünkü o lisede bir kaç ihtiyar öğretmenin gayreti ile teşkilat kurmuştu ve kasabanın yerlisi (yirmi yıl kadar önce Kars'tan göçmüş) Kürtler ise, bu bir kaç öğretmene yalakalık olsun diye Ülkücü teşkilata çalışıyor; sonra daseçimlerde  HDP' ye oy veriyordu. Ayrıca o gençler arasında Ateizm de yaygındı.
Daha önceki çalıştığım yatılı okullarda ve bu okulda da Kürt öğrencilerim oldu ama onlarda bu kadar güçlü şoven duygu yok.
Şimdi ki üniversitelerin durumuna bakıyorum ve anlıyorum ki, bizim nesli radikal yapan o faşist egemenlikti. (Ayrıca o egemenlik faşistlerin kendi marifeti değil, devletin marifetiydi)
İşin ilginci, size bu baskıyı yapanlar, bir de bol bol dini kullandığında, şoven duygularınız güçlenirken, metafizik duygularınız zayıflıyor.
Avrupa'nın 19. ve 20. yüz yıl Yahudi filozoflarının pek çoğunun Ateist olduğunu görürsünüz. O dönemi anlatan pek çok yazar da, Yahudilerin Ateistliğinden bahseder. ( Türkçe'ye genelde serbest düşünce denir)
Dönem, Napolyon savaşları sonrası Yahudilerin getto (Orta çağ Avrupa'sında getto, şehirlere sadece Yahudilerin yaşaması için duvarlar örülerek ayrılmış bölümü) ve stellerinden (stel, Avrupa'da, özellikle Almanya ve Polonya'da genelde sadece Yahudilerin veya çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı köy ve kasabalar) çıkmış ve genel kalabalığa karışmaya başladıkları dönemdir.
himyar krallığı ile ilgili görsel sonucuGünümüz Aleviliği de, pek çok açıdan o dönem Yahudiliğine benziyor. Biz de Cumhuriyet ve sanayileşme ile beraber köylerimizden çıkıp, genel kalabalığa karıştık.Biz de o dönemde progrom denen katliamlara (Maraş, Çorum, Sivas vs) uğradık ve bizden de pek çok kişi bu dönemde asimile oldu ve oluyor. Ayrıca karışık evlilikler de halen fazla ve sol sempatisi de Yahudilerle benzer.
Bizim ideolojimizde bir vaat edilmiş topraklar yok.
Yahudilik de başlangıçta öyle yekpare bir ırk ya da ırk iddiasında değilmiş. Zira bizzat Tevrat ve Zebur bile (Eski Ahit), Kenanlıların (Fenikeliler), Hititlerin ve diğer pek çok kavmin sonradan Yahudi olduğunu anlatır.
Yahudilerin, Filistin dışında kurduğu iki devlet vardır. Biri Kafkasya ve Rusya'da kurdukları Hazar devleti, diğeri de Yemen'de kurdukları Himyar krallığı.
Her iki devlet de, tebaalarını az da olsa asimile etmiştir. Hatta Hazarlar sonradan Yahudi  olmuştur. Hatta Himyar krallığı bölge halkına Yahudi olması için baskı yapmıştır.
Alevilik de, Yahudilik gibi bir ırk-millet olmaya doğru gidiyor. Baskılar ve dışlamalar, tüm Yahudilerin İsrailoğlu soyundan gelme efsanesini doğurmuş.
İsrail demişken, ülkeye son otuz yıldır gelen göçmenlerin neredeyse üçte biri Yahudi değil. Ülke ayrıca göç aldığı kadar da veriyor gibi. Ha bire ülkesindeki askerlik sorunu yaşayan ve ülkeyi terk eden İsrailli haberi düşüyor basına. Her ne kadar sanayileşmiş bir refah ülkesi gibi de görünse, ömür boyu, üstelikte sürekli çatışmanın ve askerliğin olduğu bir ülkede yaşamak da zor.
İsrail'in fikir olarak kurucusu Teodor Herzl'de, Yahudi ülkesi adlı kitabında dini referanslarla konuşmaz. Tahminim İsrail'i kuranlar da çoğunluk ateistti.
Bir de Kürtler başta olmak üzere başka dil konuşan, milliyet anlamında kendisini azınlık sayan topluluklarda gelişen dinsizlik var.
Bu Ateizm de aslında Alevi dinsizliğine paralel. Zira size zorbalık edenlerle aynı din ya da tanrıya inanmak istemiyorsunuz. Birileri size dini kullanarak nefret kustuğunda, din kavramı da size saçma geliyor.
Türkiye'de son on yıldır artan dinsizlik ise,  faşizan bir dinsizlik ve bunu daha sonra yazacağım.

FAŞİZMİN DEĞİŞİK DAVRANIŞ BİÇİMLERİ 4 MİKROASİMİLASYON

asimilasyon ile ilgili görsel sonucu
İnsanları asimile etme politikaları, devletlerin sık sık işledikleri insanlık suçlarıdır. En son Çin'in şu günlerde (Temmuz 2019) Uygurlar, Kazaklar ve Salarlar olmak üzere Müslüman Türk topluluklarına yapığı da bu tür faşizmin ilk örneği olmadığı gibi, ne yazık ki son örneği de olmayacaktır.
Geçmişte Bulgaristan Türklerine yapılan zoraki isim değiştirmeyi de unutmamalı. Bunlar açık ve net asimilasyon baskılardır.
Asimilasyon baskısı ve politikaları her zaman bu kadar açık değildir. Mesela Türkiye'de yasalar açıkça yasaklamadığı halde bazı Kürtçe isimler (Baran, Berfe,Dilşad, Keje vs) nüfus kayıtlarına yazılmamıştır. Bu görünmez yasak, 1996 yapımı Eşkıya filminden sonra aşılmaya başlanmıştır.
Devletin asimilasyon politikaları ve faşizmin asimile olma baskısı, faşizmin alışıldık davranışıdır. En basitinden Alevilere namaz kılma baskısı gibi.
Devletlerin asimilasyom politikaları, net ve görülebilen bir faşizan eylemdir.
mübeccel kıray ereÄŸli ile ilgili görsel sonucuBenim anlattığım ve pek anlaşılamayan, bireyi kendi toplumundan ayırma, böylece asimile etme sürecidir ki, bu da genelde sözüm ona hoş görü ortamında olur.
İslam ülkelerinde meşhur bir ilke vardır. Başka din ve mezhepten kız alınır ama kız verilmez. Bunun sebebi , erkek egemen kültürde, kadınların kültürlerini çocuklarına aktaramamasıdır.
Bunun ülkemizde az bilinen damat versiyonu vardır. Sosyolog Müübeccel Belik Kıray, Ereğli araştırmasında buna, kıza yönelik genişleyen aile der.
Özellikle ülkemiz kırsalında bazı yörelerde erkekler, başka şehirlere hatta ülkelere göç ettiğinden, erkek sıkıntısı vardır. Gel gelelim taşrada gelin almak kadar damat alma durumu da vardır.
Bu her zaman içgüvesiliği değildir, hanımköylülük de bu duruma girer.
Ülkemizde pek çok kızın, evlendiği  erkeği, kendi toplumundan uzaklaştırma çabası içinde.
Bu kendi toplumundan uzaklaştırma ya da mikroasimilasyon, sadece evlilik yoluyla olmaz. En geneli evliliktir.
kemalettin tuÄŸcu küçük besleme ile ilgili görsel sonucuÖte yandan evlatlık edinme, besleme de sizi toplumdan koparan bir yoldur. Osmanlıdan kalma beslemelik kurumu, cumhuriyetin ilk yıllarında da devam etmiştir. Adı da sadece gıda vermek, beslenmekten türetilmiştir. Osmanlıda zengin aileler, hem çocuklarına baksın, hem çocuklarına arkadaşlık etsin, hem de ev işleri yapsın diye öksüz, yetim ve kimsesiz çocukları, neredeyse de tamamen kız çocuklarını konaklarına alırlardı.
Erkek çocukların besleme alınmama sebebi, erkeklerin bir güç olarak tehlike sayılmasıydı. Kızlar ise özellikle ağır ev işlerinde eziliyor, pek çoğu ergenlik başlangıcında tacize uğruyordu. ( Meşhur tiyatro oyunu ve filmlere konu olan Kanlı Nigar ve Yedi Kocalı Hürmüz de, öykünün başlangıcında bir beslemedir.)
Heidi çizgi filmi, çizgi romanı ile tanıdığımız öykü kahramanı da, İsviçre usulü besleme çocuktur.
Besleme olmanın çilesini en çok çekenler, Dersimli kız çocukları olmuştur. Bu toplu besleme alma süreci, meşhur isyan ve tehcirden çok önce, isyan ve tehcirin uğramadığı bölgelerde de olmuştur. Dersimler 1938 isyanı ve sonrasına Tertele, daha önce kızların götürülmesinde de, kızlar tertelesi der.
Pek çok kız çocuğu, subay, astsubay ve çeşitli kademelerde devlet memurlarının evlerine, bazıları aileleri sağken, zorla koparılıp, besleme yapılmış Osmanlı beslemelerinin yaşadıklarının benzerlerini yaşamışlardır.
Ailenin ve akrabaların çocuklarının eskilerini giymişler, yeni kardeşlerinin ve ailenin yaşlıların bakımı yapmışlar, neredeyse tamamı ilkokul (5.sınıf) sonrası okutulmamış, erkenden de hiç tanımadıkları kişilerle evlendirilmişlerdir.
Elazığı Kız Meslek lisesinin meşhur kurucu müdürü Sıdıka Avar'a, kızımı da götür Avar diyenler, Tuncelilerdi.  Kazım Gündoğan , Nezahat Gündoğan' ın Dersim'in Kayıp Kızları ve Hüseyin Aygün'ün Mahsur kitaplarında Sıdıka Avar'ın adı geçer.
Bu iki kitabı okuduktan sonra Sıdıka Avar'ın Dağ Çiçeklerim kitabını da okudum. Tuncelilerin Avar'ı sevme sebebi, kızları besleme olarak vermemekte direnmesi (ki baskılara dayanarak verdiği de olmuş),  kızların ona teslim edilme sebi olmuş
o muhteÅŸem hayatınız ile ilgili görsel sonucuAvar ile Dersimliler arasındaki ilişki de ilginç. Kendisi Türk milliyetçiliğinden vazgeçmemesine rağmen, Tuncelilere özel bir sempati beslemiş, pek çok konuda onlara yardımcı olmuş, Dersimliler de onu sevmiş. Kendisi Zazaca da öğrenmiş. Bu sempatiler, genelde antropolojide ve sosyolojide yerlileşme denen duruma sebep olur. Araştırmacı ya da yönetici, kendisini yerli biri gibi hisseder ama Sıdıka Avar'da öyle olmamış. Yöre halkına sempati duysa, hatta onların ihtiyaçları için kariyerini riske atsa da, dünya görüşü değişmemiş.
Dersim ve tehcir ile ilgili çok şey yazılsa da tertele konusu hep gölgede kalmış. Yok yere kimsesiz kalan kızların çileleri pek az hikaye edilmiş.
sıdıka avar daÄŸ çiçeklerim ile ilgili görsel sonucuOya Baydar, O Muhteşem Hayatınız adlı kitapta, bu olayı romanlaştırmıştır.
Dinsel-mezhepsel asimilasyon çabaları hep bir dindarlık ile maskelenir. Oysa kırk yılı aşan hayatımda gördüm ki Alevi düşmanı olanların çoğu (özellikle Ülkücüler), pek namazda-niyazda gözü olmayan kimselerdir. Hatta bazıları benim Alevi olduğumu öğrendikten sonra, sırf beni de namaza çağırmak için namaza başlamıştı. Bir tanesinin de namazla zerre alakası yoktu. Hatta devlet yurdunda kalmamıza rağmen bayağı da alkol alırdı. Bunu yüzüne vurduğumda da;
-Bana daha erken demişti. Kendisi kırkından sonra namaza başlamayı düşünüyor, beni de anında asimile etmeyi ve bir softa yapmayı düşünüyordu.
Birey-küçük grup yani mikroasimilasyonun başka bir hedefi de, faşizan saldırı zamanındda işbirlikçiler bulmaktır. Bosna ve Kosova savaşlarında, Sırpların her mahallede bir işbirlikçi-yol gösterenleri olduğu anlatılır.

14 Temmuz 2019 Pazar

DİNSİZLİK TÜRLERİ-1 (MARKSİZM VE ZEKAT)


Ä°lgili resim
Dini inancımı şahsen iki yıl önce  yitirdim ve çevremde benim gibi dini inancını yitirmiş çok kişi var. Ben de kendi çapımda bu dinsizlikleri sınıflandırdım. Yalnız klasik, deizm, panteizm, panateizm, ateizm, agnostisizm gibi türlere ayırmayacağım.
Bence bir kere dinlere inanmayı bırakmışsanız, bir tanrıya inanıp, inanmadığınızın, emin olmamızın ya da şüphede olmamızın bir değeri yoktur. Sonuçta metafizik ile ilişkinizi kesmiş, din adamları sizin için önemsiz olmuştur.
Ben, insanlar neden metafizik ile bağını kopartıyor, bununla ilgili bir sınıflandırma yaptım.
Şimdi sınıflandırmaya geçeyim:
1)Marksist dinsizlik:Marks'ın meşhur sözünü hatırlayalım, din kitlelerin afyonudur. Hayatım boyunca Marks'ın bu sözünün doğruluğunu gördüm.
Aslında her din, hayatına kölelerin, fakirlerin ve kadınların dini olarak başlar. İktidara geldikçe ya da iktidarlar bu dini benimsedikçe zenginlerin, efendilerin ve erkeklerin dini olur.
Ben buna zekat ve sadaka örneğini vereceğim. Zekat, İslam'da sadece mal ile yapılan tek ibadettir. Bence de ibadetlerin en kolayı olmasına rağmen en az yapılanı ve en az sorgulananıdır.
Mal ve mülkünüzün sadece kırkta biri yani %2,5 'unu sizden daha fakir birilerine veya bazı kuruluşlara bağışlayarak bunu yapabilirsiniz.
zekat ile ilgili görsel sonucu
Hatta bu fakir kişi akrabanız olabilir ve dahası pek çok İslam alimi (o ne saçma bir sıfatsa), bu damga vergisini daha da azaltır. Evin ihtiyaçlarını, şirketin ana sermayesini bunun dışında tutar.
Oysa namazı, tüm sünnetleri ile beraber ister.
İşin doğrusu İslam'ın en başında zekat öyle damga vergisi kadar değildi. Öyle olsa,  Muhammed ölür ölmez müşrikler ilk iş zekat ödememek için isyan etmezdi.
Profesör Bahriye Üçok'un ve İlhan Arsel'in yazdıklarına göre aslında zekat, öyle kırkta bir değil, ihtiyaç fazlasıymış ki, kuranda da öyle yazar fakat Türkçe'de daima gönülden kopan diye yazılır.
Öte yandan Müslüman ülkelerde, hadi o kadar genellemeyelim,  Türkiye'de zenginler, bu damga vergisi kadar parayı, malı, mülkü (akrabası bile olsa) fakirlere verse, Türkiye'de bu kadar yoksulluk olmazdı. Zira Türkiye'nin dolar milyarderi sayısı, nüfusu Türkiye'nin 2 katı ve ekonomisi Türkiye'nin en az 100 küsur katı büyük olan Japonya'dan 3-5 kat daha fazladır.
Ülkenin zenginleri, servetlerinin %2,5'unu bile zekat olarak verse, Türkiye'de asgari ücret en az beş bin lira olurdu.bahriye üçok ile ilgili görsel sonucu
Ha bire namaz, her ramazan oruç sorgulayanlar, zenginlere hiç zekat sorgulamadığı gibi, pek çok din adamı da, zekat ya da cerre-icar vs denen yardımlarla gayet lüks bir yaşam sürer.
Diğer bir soruyu da geçenlerde izlediğim bir konuşmada sorulan soruyu ben de kendime sordum.
Muhammed'in meşhur bir sözü vardır, işçinin terini teri kurumadan veriniz.
Bu sözü din adamları, pek sık olmasa da bu sözü söylemeyi sever ama bir grup var ki ağzına almaz.
Bunlar sendikacılardır. Hadi sol sendikacılar, Marksistliklerinde bu sözü söylemiyor, ya sağcı sendikalar?
Hani kırklarda, ellilerde sendika kurmak dinsizliktik, doksanlarda memurların sendika kurması dinsizliktir diyen sendikalar ve sendikacılar.
Bu sendikalar ne peygamberlerinin işçinin emeği ile ilgili sözlerini, ne de kul hakkı yemek ile ilgili sözlerini dikkate alırlar.
Bu sendikalar işçiler hak arasın diye değil,  hak aramasın diye kurulmuştur.
Her din, önce zenginlere ver der, sonra fakirlere katlan, tahammül et.
Alevilik gibi bazı inançlar, belki bunun dışında sayılır. Bunun sebebi de Aleviliğin hep azınlık inancı olması, bir devlette egemen güç olmamasıdır. Esat ailesinin yönettiği Suriye'nin sadece %8 kadarı Alevi (Nusayri)'dir. Şu anki Baas yönetimi de geniş bir koalisyonun bir parçasıdır.
Dindar toplumlar, fakirliğe daha dayanıklı toplumlardır.
İnsanların pek dindar olmadığı batı toplumlarında şirketler ve varlıklı insanlar, fakirlere daha çok yardım yapmaktadır.
Sadakanın amacı da fakire yardım değil, fakiri yalvartmaktır.

13 Temmuz 2019 Cumartesi

DİPLOMALI GELİNLER RÜYASI-Kız lisesinden, bayan üniversitesine

Diplomalı Gelinler Rüyası
Gerçekten de erkek egemen bir yana, maço bir dünyada yaşıyoruz.
Bize garip gelse de, Atatürkçülüğün bile maço bir tarafı vardır. 
Şimdi itiraz edeceksiniz. İslam dünyasın ilk kadın ne varsa  ve hatta dünyada ilk kadın  ne varsa Atatürk ile başladığını söyleyeceksiniz ve doğru söyleceksiniz. Hatta Atatürk'ün ilk Türkiye güzellik yarışmasını düzenlettiğini de. (Gerçi ilk yasaklatan da Atatürk'dür, ayrı konu.)
İşin doğrusu Atatürkçü zihniyetin kendine ideal olarak gördüğü ev kadını tiplemesi de vardır.
Bu kadın, en rütbeli, kodaman veya yabancı konukları layığı ile ağırlamalı, bunun için; protokol kurallarını kocası kadar iyi bilmeli,  ıstakoz, tüf mantarı gibi yiyecekleri tam tadında pişirebilmesi, gündem ile  ilgili olarak mantıklı ve düzgün sohbetler yapabilmelidir.
Bunların yanında kürk, kaşmir, ipek gibi değerli kumaşları ziyan etmeden kendi elbisesini dike bilmelidir. Evi daima düzgün, temiz ve tertipli olmalıdır.
olgunlaşma enstitüsü ile ilgili görsel sonucu
Kız meslek liseleri bu amaçla kurulmuştur ve ideal gelin yetiştirme arzusu,  bu okulların yönetmeliğine kadar girmiştir. Hatta Ankara Sıhiye'deki Zübeyde Hanım Kız Meslek lisesi ile onun yanındaki Kız Olgunlaşma Enstitüsü de, başkentin yüksek bürokratları ve diplomatlarına ev hanımı yetiştirmek için özel olarak kurulmuştur.

Kız meslek liseleri, bu konuda bayağı da başarılı olmuştur. Atatürkçülüğün meşhur eğitim kahramanı Sıdıka Avar (Banu Avar'ın üvey annesi olur), Elazığ Kız Meslek lisesi müdürüydü.
İki binli yıllardan itibaren de kız meslek liseleri ölmeye başladı. Sebebi de özellikle  konfeksiyon ve giyim sanayinin,  makineleşme ve bilgisayar teknolojisi yardımı ile eskisi kadar orta kalifiye eleman aramaması, ucuz işçilikle yetinmesidir. Kız meslek liselerinin ana gücü uzun zaman giyim bölümleri oldu. Doksanlarda ve iki binli yıllarda, bakıcılık mesleğinin bir ara yüksek ücretli olması sebebiyle çocuk gelişimi oldu. Ana sınıfı öğretmenliği bölümlerinin yayılması, bu bölümleri de öldürdü.
Kız meslek liseleri de bilgisayar, muhasebe gibi bölümlerle kendisini yaşatmaya çalıştı. Pek çoğu da bu bölümleri ve okulları yaşatmak için erkek öğrenciler almaya başladı.
Galiba 2013-14 falan, AKP  meslek eğitim yönetmeliğini değiştirdi ve iki yüz civarındaki meslek lisesi türünü ve yirmi civarı daireyi kapattı.
Kız meslek liselerinin başka bir kapanma sebebi vardı.

Tekli eğitim başarıyı düşürüyor, karma eğitime geçen okullarda başarı artıyordu. (Bunu bizzat milli eğitim bakanlığının bir uzmanı anlatmıştı.)
Öte yandan kız meslek liselerinin kapanması, diplomalı gelin hayaline veda demek değildi.
Bu sefer de devreye kız imam hatipler girdi, amaç dindar ve dolayısı ile itaatkar gelinler yetiştirmekti. İmam hatiplere kız öğrenci alınmasının en baştaki hedefi buydu.
Elektrikli süpürge , çamaşır-bulaşık makineleri ve gelişen konfeksiyon sayesinde eski tip ev hanımlığı becerilerinin modası geçmişti. Kız meslek liselerini demode eden, biraz da buydu.
Kız imam hatiplerde ise, dindar ve itaatkar ev kadını yetiştirmek hedeflendi. Kız lisesi olunca, erkek arkadaşı da olmayacaktı.
Lakin zaman değişmişti. Kız-erkek ilişkileri açısından tek tip liseler tehlikeliydi.
Çalıştığım sağlık meslek lisesi, kız lisesi gibiydi. Türkiye'nin en büyük beş sağlık meslek lisesinden biriydi ve öğrencilerin beşte dördü kızdı. Bazı sınıflarda hiç erkek yoktu.
Okulumuzun etrafında öyle beş kişinin bindiği Tofaşlar, tesbih sallayan serseriler falan gibi kız meslek lisesi çevresi, doğal doku elemanları yoktu. Olmamasını sebebi de bir avuç erkek öğrenciydi.
Bir toplantıda müdürüm en nihayetinde isyan etti.
-Keşke kızlar okuldan oğlanlarla gezse. En azından gözümün önünde, elimin altında olurlar, bir haltlar karıştırmazlar.
Müdürüm, gayet de muhafazakar, dindar biriydi. AKP'yi ve FETÖ'yü pek sevmezdi ama açıkça türbanlı öğrencileri kollardı. (Kendisi erkekti)
Bunun  sebebini televizyon dizilerine bağlıyorlar. Ben de yılların öğretmeni olarak 2007 tarihli Kavak Yelleri dizisinden sonra kız-erkek ilişkilerinin patladığını söyleyebilirim, lakin biz niye öyle olmadık diye de kendime sorarım. Çünkü o dizileri biz de izledik. TRT bir sürü Amerikan gençlik dizisi yayımlardı ve o dizilerde gayet erken yaşta gençlerin flört bir yan cinselliği bile (kendi aralarında konuşma olarak da olsa) vardı. Oysa biz bu çağın gençliğine göre, kız-erkek ilişkilerinde gayet mutaassıp idik. Oysa dizilerdeki gibi Amerikan bar, abartılı saç ve disko için hevesliydik.
O zamanlar sosyal medya yoktu. 2007, sosyal medyanında parladığı yıldı. Bence kadın-erkek ilişkilerinin patlama sebebi sosyal medyadır.
Şimdi cumhurbaşkanımız, tahminimce benzer sebeplerle kadın üniversitesi kurmak istiyor. Projesinin şimdiden batacağını öngörüyorum çünkü;
a)Kız liseleri, kız meslek ve hatta kız imam hatipler bile başarısız.
b)Erkekler artık annelerinin seçtikleri kızlarla değil, kendi tanıştıkları kızlarla evlenmek istiyor ki, bu da kızları kız üniversitesinden kaçıracaktır.
c)Üniversite mezunu olacak bir kız yirmilerini aşmış olacaktır ki,  artık ideal ev kızı olacak yaşı geçmiş olacaktır.
Ve son olarak, eğitim politikacıların oyuncağı, öğrenciler politikacıların oyun hamuru değildir. Eğitimde ideolojik yapılanma her zaman hesaplanmamış sonuçlara sebep olur.


7 Temmuz 2019 Pazar

TARİKAT NEDİR 2 NEDEN TARİKATLARA ÜYE OLURUZ

Tarikat Nedir Neden Tarikatlara Ãœye Oluruz
İnsanların neden tarikatlara üye olduğunu, tarikatların ne olduğu üzerinden gidelim.
 En başta din, ya da din kadar yüceltilmiş bir ideoloji (komünizm, ırkçılık vs)
Sonra her şeyin en doğrusunu bilen, bilge ve cesur bir lider.
Üçüncü olarak birincil ilişkilerin olduğu, herkesin herkesi tanıdığı, tanımasa da bildiği samimi ortam.
Son olarak da resmi olmayan ama gayet net bir hiyeraşi.
İlk olarak bu yüce ideolojiye inanırız, dini daha iyi yaşamak isteriz. Hayatımızı dine veya ideolojiye adamak isteriz.
Sonra o cesur lidere bağlılığımız ve hayranlığımız bizi tarikata çeker. Dini tarikatlarda  o tarikatın kurucusunu adı insanları çeker. Siyasi tarikatlar da genelde lideri ölmeden iktidar göremezse ya dağılır gider, ya da siyasetin içinde sıradanlaşır.
Üçüncü sebep, en yaygın sebeptir, tarikat üyeleri çoğunlukla bunu inkar etse de. İnsanlar genel anlamda sosyolojide birincil denen, halk arasında senli-benli dediğimiz ilişkileri severler. Bu ilişkiler özellikle fakirleri ve düşük eğitimlileri kendilerine çeker.
birincil iliÅŸkiler ile ilgili görsel sonucuFakir insanlar, birincil ilişkilerin olduğu senli-benli ortamlarda kendilerini daha rahat hissederler ve böylesi ilişkileri, fakirlikle mücadelenin, resmi sınav, muamele ve merasimleri aşmanın bir yolu olarak görürler. Rica ile alınan borcu, bin bir türlü  resmi işlem ve ipotekle alınan borca tercih ederler.
Bir diğer konu da yetim ya da yeterince aile saadeti tadamamış, para açıdan zengin de olsa (ki bu kişilerin çoğu işsiz ya da alkolik babalar ve benzeri sebeplerden fakir kişilerdir), duygusal açıdan fakir kişilerin, aile içi birincil ilişki tadını tarikat oluşumlarında bulmasıdır. İlk öğretimi yatılı okumuş, liseyi de pansiyonda okuyan bir öğrencim ile, başka bir öğretmen arasında şöyle bir diyalog gelişmiş.
Öğretmen arkadaş, çocuk yetiştirmenin zorluğundan dert yanıyormuş, öğrenciler de, bu kadar zor olmadığını söylüyormuş.Sonra arkadaş, bombayı patlatmış:
-Sizin ana babalarınız ki gibi ana-babalıkta ne var, yatılı okula bırak, git. Çocuklar bir kaç gün bu sözleri tartışmış.
Laf aramıza öğretmen arkadaş sonuna  kadar haklı. Pek çok aile, çocuk yükünden böyle kurtuluyor, çocuklarda onlardan.
Tarikatların bu samimi, aileye benzeyen, yardımsever havası, kocaman bir yalandır. Çünkü tarikat, bu yardımları sizden fazlası ile alır. Borç için faiz almaz görünür ama size borç vermenin karşılığını, en ala bankacı, hatta tefeci faizinden daha fazla alır.
Son olarak hiyerarşi; hiyerarşinin insanlar için garip bir çekiciliği vardır ki bu bence insanların  özlerinde eşitlikçi olmadıklarının ispatıdır.  hiyerarÅŸi ile ilgili görsel sonucu
İnsanlar hiyerarşide yükselme fırsatları görür. Yetenekleri ile üst mevkilere gelebilecektir artık.
Tarikatların kariyer imkanları da yalancıdır. Tarikatlarda bir kişi ancak ya tarikatın üst mevkilerinden birilerinin çocuğuysa, ya da tarikat dışındaki işinde de zengin veya üst mevkide ise kariyerinde yükselir.
Sıradan bir genç, özelikle ilk iki  yıl,yalancı bir kariyer edinir. Mesela üç ay sonra yeni gelenlere bir şeyler öğretir falan.
Bu son sebep,  zenginleri ve ünlüleri (genelde de az ünlüleri ya da şöhret yolunun başındakileri) kendisine çeker.
Bu sebeplerden ilki, en önemlisidir. Tarikatın kutsalı, kağıt üzerinde de olsa var olmalıdır. Yoksa tarikat, çeteye döner.
Aslında her tarikat, biraz çetedir.

5 Temmuz 2019 Cuma

FAŞİZMİN DEĞİŞİK DAVRANIŞ BİÇİMLERİ 3: KENDİNİ İNKAR (Hindistan cevizleri)

hindistan cevizi ile ilgili görsel sonucuFaşizm o kadar güçlü propaganda yapar ki, bazen kişi, kendisine düşman olmaya başlayabilir. Bazen de ötekileşen birey, kendini saklama çabası içine girer. Pek çok kere de bulunduğu azınlık konumundan kurtulmak ister.
Konfiçyüs'ün dediği gibi, bir kölenin hayali, bir gün özgür olmaktan çok; kendisinin de bir gün köle sahibi olmasıdır. Pek çok insanda ayrıma uğrarken, bir gün kendisinin de ayrıma uğratan olacağı günlerin gelmesi hayalini kurar. Bir gün o da başkalarına karşı faşizm yapacaktır ama ne zaman?
Gurbetçi, Almanya'dan Türkiye'ye  döndüğünde Alevi ve Kürt düşmanlığı yapar. Yaşadığı o ırkçı aşağılanmayı böyle telafi eder. Yahudi veya Ermeni de kendi devletini kurar, kendi devletine göç etmeye çalışır, olmazsa kendi devletini kurmaya çabalar.
Kuramazsa faşistlik yapamaya tek yolu güçlü, egemenin etnik grubundan olmak veya görünmektir.
Pek çok ünlü nazinin aslında ya da bir kaç nesil önce Yahudi olduğu iddia edilir ki, doğru olabilir.
Üniversite de okuduğum yıllarda, çok güçlüydü. Sonraki yıllarda üniversitelerde ülkücülerin gücü azaltıldı.ülkücüler ile ilgili görsel sonucu
Bu yıllarda üniversiteler, ülkücüden geçilmezdi. Zamanla bu ülkücü ya da ülkücü geçinenlerin çoğunun Alevi, Kürt vs olduğunu öğrendim. Pek çoğunun faşistliği, üniversite zamanı ile sınırlıydı.
Bu döneme ait anlatılacak pek çok anım var. Oysa asıl anlatmam gerekeni öğretmenken yaşadım.
Arda ( gerçek adı bu, soy adını yazmayacağım) Kürt'tü, halası okulda öğretmendi, bir kuzeni de aynı okulda öğretmendi. Hem halası, hem de kız olan kuzeninin iki lafından biri, biz Kürt'üzdü. Nüfus kütüğünün olduğu ilçede HDP'nin oy oranı %90'ın üzerindeydi.
Kendisi ise ortalıkta Ülkücülük yapıyor,  özellikle yatılı kalan öğrencilere (okulun üçte ikisi yatılıydı) zulüm eden teşkilatın köpekliğini yapıyordu.
Kendisi, muhtemelen evin içinde Kürtçe konuştuğu halde, benim Kürtlüğüme laf etmişti. Hatta bir kere de bana Atıl Kürt demişti.
Sonra ilçedeki Kürtlerin, daha doğrusu erkeklerinin lise yıllarında böyle yaşadıklarını öğrendim.  İlçedeki yatılı okulun puanı gayet düşüktü (sonradan fen lisesi olunca yükseldi) ve ilçeden de pek çok kişi bu okulu kolayca kazanıyordu.
Okulda ise, üniversitelerden yıllar önce kaldırılan Ülkücü teşkilat yerinde duruyordu. Yeni müdür teşkilatı kaldırmak istiyordu ama bir kaç eski öğretmen koruyordu.
Biröğrencmden, aynı teşkiların daha vahşi olanının, başka bir ilçede yatılı okulda aynen durduğunu ve o ilçeden bu yüzden kaçtığını söyledi. Bu okulda ve ilçede Kürtler çok olduğundan, teşkilatta bu kadar vahşi değildi.
Kasabada Kürtler ise, lise yıllarını sırf bir kaç öğretmene yaranmak için pansiyonda kalan Kürtlere düşmanlık yapıyorlardı.
gayrımüslim milletvekilleri demokrat parti ile ilgili görsel sonucuBu duruma yabancı değildim, doksanlarda çoğu üniversitede, özellikle büyük şehirlerde olmayanlarda, benzer bir durum vardı. Üniversitelerdeki Ülkücü egemenliği nedeniyle pek çok kişi okul zamanı Ülkücü oluyordu.
Mezun olduktan sonra da benzer durumda pek çok kişiyle karşılaştım. Bazı Aleviler,sağcılardan daha sağcı oluyor, namaza-oruca Sünnilerden daha çok dikkat ediyorlardı.
Böyle kişiliksizler ya da bozuk kişilikli insanlar,, her toplumda bulunabilir. Rauf Denktaş, Kıbrıs Barış Harekatı öncesi Kıbrıs Rumları arasında, çoğu Rum ailelere damat olmuş, böylesi TÜRK UZMANLARINDAN bahseder.
Böylesi dönekler,  her ötekileşmiş toplumda olabilir. Hatta Amerika'da siyahiler, böylelerine Hindistan cevizi, Kızılderililer elma derlermiş, içi başka, dışı başka renkte anlamda.
Gene bu dönekler, kendilerini inkar edenler, faşizan partilerin faşizmini inkar bahanesi olur. 6-7 Eylül olaylarının mimari Demokrat Partinin de gayrı müslüm milletvekilleri vardı ve 6-7 Eylül 1955'den sonra da oldu.
Hatta MHP'nin kurucu üyelerinden biri, Levon Debağyan adında bir Ermenidir.
Kendini inkar edenler, faşimin beşinci koludur.
levon dabağyan ile ilgili görsel sonucu

1 Temmuz 2019 Pazartesi

TARİKAT NEDİR-1? TARİKATLAR KİMLERCE YÖNETİLİR?

Tarikat Nedir Tarikatlar Kimlerce Yönetilir
Tarikat yol, gidilen yön demektir. Genelde günlük dilde, dini gruplar ve mezhepten daha küçük dini gruplaşmalara denir. Amerikalı sosyologlar ise,  (lisansta okumuştum, İnternetten bulamadım sosyologların isimlerini, özür dilerim) tarikatı bir örgütlenme biçimi olarak görür.
Şimdi, lise sosyoloji kitaplarında, Alman Sosyolog Ferdinand Tönnies'in cemaat-cemiyet ayrımı vardır. Cemiyet, genelde şehir toplumu, sizli-bizli konuşan, ilişkilerin resmi işlemlerle yapıldığı toplumlardır. Cemaat ise, samimi, senli benli ve işlemlerin gayrı resmi olduğu toplumlardır. Cemiyetler genelde şehirler, cemaatler ise köylerdir. 
ferdinand tönnies ile ilgili görsel sonucuTarikat ise, hem insanların genelde yüz yüze ilişkiler kurduğu (yani cemaat olduğu), hem de  bir hiyerarşinin olduğu topluluklardır. Bu hiyerarşi belirgin değildir. Zira tarikatlar bürokratik örgütlenme değildir.
İnsanları böyle gayrı resmi olarak böyle bir örgüte bağlamanın yolu, yüce  bir amaca yönlendirmektir. . Bu sebeple çoğu kez tarikat örgütlenmesi, din merkezli olur. Amerikalı sosyologlar ise, Rus Bolşevik Partisi ve Nazileri de bir tarikat gibi değerlendirir. Gene bu bağlamda DHKP-C, PKK gibi terör örgütleri de bir tarikattır. Burada ulvi amaç din değilse bile, din kadar yüceltilmiş siyasi bir hedeftir.
Tarikatlar, senli-benli samini ortam, yani Tönniesçi cemaat yapılarından dolayı nispeten küçük gruplardır. Örneğin Bolşevikler Rusya'da devrim yaptıklarında (Bizzat Lenin'in dediğine göre) yüz milyonluk Rusya'da 16 bin 3 yüz kişiydiler. Nazi partisinin ise, hiç bir zaman 37 binden fazla asil üyesi olmamıştı. Castro, Küba'da seksen üç, Sandilistler Nikaragua'da üç yüz kişi ile devrim yaptı.
Tarikat büyüdükçe, hedefine ulaşması zorlaşır. Zira tarikatın büyümesi, (eğer hedefine günler kalmadı ise) genelde tarikattan beslenenler yüzündendir. Mesela 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda Türkiye'de sırf Dev-Yol'un (en büyük sol örgüttü) beş yüzden fazla üye ve sempatizanı vardı. 17-25 Aralık öncesi ülkemizin neredeyse en az yüzde on- on beşi , Fetö'nün üyesiydi Çarşıya çıktığınızda esnaflar, Zaman gazetesini gözünüze sokardı. Bürokraside ilerlemenin yolu Fetöcü olmaktan geçiyordu.
Benzer şekilde Dev-Yol'da, özellikle büyük şehirde gecekondu üreten arazi mafyasına dönmüştü. Dev-Yolcu ve Dev-Genç'lilerin, Özgürlük, 1 Mayıs, Devrim gibi adlar verdiği mahalleler, darbeden sonra Kenan Evren, 19 Mayıs gibi adlar aldı.  Daha sonra o gecekondu sahipleri, imar afları ile tapularını alıp,  sonraları da sağcı burjuva oldu.
Bu yenilgilere rağmen tarikat oluşumları kolay kolay ölmez. Tarikatlardan dağılanlar, gene aynı amaçlar altında tekrar birleşebilir. Nitekim  Dev-Yol'un içinden önce Dev-Sol, şimdi de DHKP-C  çıkmıştır.
15 Temmuz yenilgisi hatta Fetullah Gülenn'in ölümü ve hatta (zerre kadar olacağına inanmasam da ) iadesi ihtimaline rağmen şu anki Fetö örgütünden çıkacak parçaların, yeniden örgütlenemeyeceğini sanmak, saflıktır.
Kaldı ki Fetö'de, Said-i Nursi'nin örgütünün yeniden düzenlenmiş halidir. Risale-i Nur denen, Fetöcüler dahil tüm Nurcuların Kurandan daha öncelikli olarak danıştığı (yazıcı Nurcuların erkekleri bu yazıları elleri ile yazarlar)kitapta yazılanlarla, Fetullah Gülen'in yazdıkları arasında ciddi bir fark yoktur.
Tarikatların hiyeraşisinin tepesinde, çok kutsal (tarikat ustası,şeyh,şıh, başbuğ, önder) lider bulunur ve bu kişi ölünce de, genelde yerine daha karizma kişi geçmez. Örgütlenme parçalanır, değişik yollara sapar ve güç kaybeder.
Said-i Nursi'nin 1960 yılında ölümünden sonra da öyle olur. Önce okuyucular-yazıcılar diye ve daha sonra da bir sürü parçaya ayrılır cemaati.
Fakat her ne hikmetse, 1974 Kıbrıs harekatından sonra birdenbire İzmir'de emekliliği yaklaşmış bir vaiz dikkat çeker. Said-i Nursi'nin izinden giden bu vaizin nedense bazıları zengin pek çok seveni olur ve sonrasını biliyorsunuz.
Peki bütün bunları emekli, ilkokul beşi bitirmiş bir vaiz mi başarmıştır?
Şimdi bu konuda biraz da kendi anılarımdan örnek vereceğim.
Kırıkkale'ye tayinim çıktıktan sonra genelde hafta sonlarımı Ankara'da geçiriyordum. Bu arada Kızılay'da, Yüksel caddesindeki ilanlardan kendime bir meşgale buldum. Kendilerine Aktif Felsefe de diyen Yeni Yüksektepe derneğinin kurslarına gidip, gelmeye başladım.yeni yüksektepe ile ilgili görsel sonucu
Kurslar başlarda iyi gidiyordu, şimdi her ayrıntıya girmeyeceğim.İki ay kadar sonra, kurslarda hocaların astroloji burçlarından ciddi ciddi geleceğin görüldüğünü bahsetmesi ve bunun üzerine kurs vereceğini söylemesi ile bazı şeyleri eleştirmeye başladım.
Mesela neden materyalist felsefe ret ediliyordu? Oysa kendileri her hangi bir dine bağlı değillerdi (Ramazan'da sadece bir tane oruçlu vardı). Platon'un insan hayatını 7'li dönemlere bölen bazı tuhaf materyalist söylemleri ön plana çıkarken; onun matematiğe verdiği önem yoktu. Buda ve Hint destanları da benzer şekilde eksik anlatılmıştı.
madam blavatsky ile ilgili görsel sonucuSonra Madam Blavatsky'e konu geldi. Kendisi Avrupa tarihinde bayağı meşhur birisi.  Sherlock Holmes'in yazarı Arthur Conan Doyle ve Ulyesses'in yazarı James Joyce gibi meşhur müritleri var. (Unutmadan, tarikatlar büyümek ve halka şirin gözükmek için ünlü ve yarı ünlüleri sık sık kullanır) On altı yaşında iken, elli beş yaşında bir generalle evlendirilmek isteyince Rusya'dan kaçmış bir Rus soylu kadını. Sonradan da birazcık keçileri kaçırıyor. Hindistan, Tibet, Mısır gibi ülkelere geziler yapıyor. Bilmediği ve kayıp kitaplardan bilgiler aktarıyor falan filan.
Türkiye'ye önce ispirtizmacılar diye giriyorlar. Halide Edip Adıvar'ın bazı romanlarında ve Saatleri Ayarlama enstitüünde adı geçiyr.
Beni dernekten asıl uzaklaştıran olay ise, dernekteki tüm Türkleri yıllardır derneğe para vermesi ve ders almasıydı. On küsur yıldır ders alıyordunuz ve ders almayanlar sadece derneği yöneten iki tane İspanyol'du. Biri Antonyo hoca dedikleri ki derneği, daha doğrusu  derneğin Türkiye ayağının kurucusuydu. Onu hiç görmedim. Diğeri de Maria hoca dedikleri elli yaşının kesin üzerinde, süs köpeği olan bir kadındı.
Ayrıca not, bu tarikat örgütlenmesi ile ilgili daha sonra fazlaca yazmayı düşünmekteyim.
Neyse bu Yeni Yüksektepe, aslında New Akropolis denenen uluslar arası bir örgütlenmenin Türkiye ayağıydı. Derneği zamanında Ankara'da ki diplomatik temsilciliklerde çalışanlar kurup, tanıdıkları Türkleri de üye yapmış.
  Kurstaki diğer kişiler de, aslında Yüksektepeyi bilen, eş-dost edinmiş kişilerdi.
Dernekten ayrıldıktan sonra şimdilerde  kapanan Tempo dergisi, Sokrates tarikatı diye olayı haber yaptı. Ben de dergideki bir çalışana bildiklerimi anlattım.
Şimdi gelelim bu olayı niye anlattığımıa.
15 Temmuz darbesinden sonra tutuklu kalması olay olan ve A.BD başkanını kutsuyacakken, iki duayı ezberinden okuyamayan Rahip Bronson bana Antonyo hocayı hatırlattı.
Aslına Yeni Yüksektepe (halen açıktır) doğrudan Antonyo hoca dedikleri İspanyol'un  ve başka bir kaç yabancının denetimindeydi. Fetö de tahminim, bu Rahip ve benzerinin denetimindeydi.
Tıpkı kurtuluş savaşında bazı tarikatları yöneten ve Nutuk'ta adı uzunca geçen İngiliz Rahip Frau gibi.
Sadece Fetö değil. Mesela Adnan hocacılar, Evrim karşıtı tüm söylemlerini Evahjelistlerden almıştı. Evrenosoğlu ve Işıkçıların lideri Mücahit Ören (Evren Ören'in oğlu) hali hazırda Amerikan vatandaşıdır.
Ölen fesli şahısta, Nakşibendiliğin Kıbrısi koluna mensuptur ki, o tarikat,İngiliz kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğuna inanır. Şu anki şeyhleri de Amerika'da yaşamaktadır.
rahip frew ile ilgili görsel sonucuTarikatların Atatürk düşmanı, Yunan asıllı, İngiliz profesörü de geçenlere nasıl alkışladıkları unutulmamalıdır.
15 temmuzdan sonra Fetö'nün siyasi ayağı, ne iktidar, ne de muhalefet kanadından araştırılmamıştır. İktidar, muhalefeti sadece şuçlamaktadır. Çünkü muhtemel bir soruşturma, muhalifleri koruyan iktidar tarafının da soruşturulması anlamına gelmektedir ve bu da iktidarın işine gelmez.
Fetö'nün soruşturulmayan diğer ayağı da, tarikatlar ayağıdır. Fetö'nün diğer tarikatları boş bıraktığını sanmayın.
15 Temmuzda yenilmiş olabilirler. 1922'dede yenilmişlerdi. Düşman da, hainler de vazgeçmez. Said  Mollalar, Fetullah Gülen olarak tekrar geri gelebileceği gibi, rahip Frau'lar da, Rahip Bronson olur.