30 Ekim 2019 Çarşamba

HANİBAL'İN YEM BORUSU VE EYT

Hanibalın Yem Borusu ve Eyt
Kartacalı komutan Hanibal, savaş kazanmak için gerekli olanın iyi ordu, iyi komutanlar değil de, sağlam devlet yapısı gerektiğinin ispatıdır. Hanibal'in Canea zaferi, Roma'yı yıkmamış, Sikippio'nu Zama zaferi, Kartaca'yı geri dönmesi imkansız bir yıkıma uğratmıştır.
Hanibal, Zama yenilgisinden sonra Kartaca'dan başka devletler için de generallik yapmış, son olarak da bu günkü İzmit'i başkent yapmış Bitinya devleti kralı Pirusa adına çalışmış, ona bu günkü Bursa ovasını boş bıraktığını, burada bir şehir kurmasını söylemiş, kral da bu tavsiyeye uyarak bu günkü Bursa şehrini kurmuştur. Bitinyalıların kendisini Romalılara teslim edeceğini öğrenince de intihar etmiştir. Mezarı İzmit'de, Tübitak'ın arazisi içindedir.
BİTİNYA ile ilgili görsel sonucu
Kendisi ile ilgili anlatılan ilginç bir olaysa, Pavlov'un teorisinin o yıllarda da, en azından pratikte de bilindiğini gösterir.
Hanibal'in orduları, atları ile gemidedir. Gemide seyahat uzun sürer ve atların yemi biter. Hayvanlar açlıktan huzursuzlanır. Hanibal yem borusunun çalınmasını emreder. Atlar yem beklentisi ile sakinleşir. Sonra gene huzursuzlanır, gene yem borusu çalar ve ordu kıyıya gidene kadar durumu idare ederler.
Bu yem borusu taktiğini politikacılar ve hatta şu anki iktidar da çok güzel kullanmaktadır.
AKP'nin ilk iktidar yıllarında basında sürekli Norveç yüz bin Türk işçi alacak, Kanada yüz bin göçmen alacak ve Çin yüz bin turist gönderiyor gibi haberler çıktı.
Kartaca ile ilgili görsel sonucu
Sonra hemen her seçim öncesi, bir yerlerde kömür, uranyum, altın ve benzeri madenler bulundu. Trakya'da her seçim öncesi doğal gaz bulundu.
Ardından milli araba, milli uçak, milli tank geldi. (Sonuçta yangın söndürme uçağını tamir edemiyoruz falan dediler) Her seçim öncesi ortaya çıktı, hatta bir kere videosu çıktı. Hatırlar mısınız, tam da seçimlere haftalar vardı?
Bu güzel haberler sık sık gelse de, seçimlere yakın çoğalır. Tıpkı her gün gelen dilencilerin cuma, muharrem ve ramazan gibi günlerde daha sık gelmesi gibi.
Bazı yem boruları seçimlerden sonra başka olayların ve başka yem borularının arasında gümbürtüye gider ve hepten unutulur. Mesela 3600 gösterge? Ne oldu memurlara verilecek bu göstergeye.
Bu gösterge masalının arkasında, emekliliği gelmiş  ama emekli olmamış memurları, emekli olmamaya ikna etme amacı vardı.
Zira iki türlü sıkıntı var emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili olarak.
En baştan söyleyeyim, ben de eyt'li olarak  bu yaş meselesinden 7-8 sene fazladan çalışacağım. Bence  bu sorun anca son eyt'li emekli olunca ya da ölünce anca biter. Türkiye'de Ekim devrimi gibi devrim olsa bile gene bitmez.
eyt ile ilgili görsel sonucu
Bunun ilk nedeni herkesin tahmin ettiği maddi sorunlar. Zira birileri emekli olunca, hem emekliye, hem de emekli olanın yerine yeni gelene maaş bağlamak gerek.
Geçmişte pek çok kişi 43-44 ve hatta daha genç yaşlarda emekli oldu. Bunların büyük bir kısmı da (özellikle kadın ve devlet memuru olanları), ekonomiye hiç bir katkı sağlamıyor. Hani, hm emekli olup, hem çalışsa, devlet belki ona da razı olacak.
Olayın ekonomik yönü başka. Bir de devleti yoracak diğer yönü var.
1995-2000 arasında pek çok öğretmen alındı. Hele 1995-96'da, çoğu ziraat mühendisi, iktisat ve benzeri bölümlerden mezunn yetmiş bin civarı öğretmen alındı. Bunlardan kadın olanları yirminci yılını çoktan doldurdu. Erkekler de yirmi beşinci yılını dolduracak. Çoğu da alan değiştiremedi. Yani bu, şu zamanlarda tam da sınıf öğretmenlerinin üçte birine yakınının, hatta fazlasının yenilenmesi demek.

pavlov köpeği ile ilgili görsel sonucuÖğretmenlikte belli branşlarda böyle yığılma var.  Mesela teyzem (benden bir buçuk yaş büyük) altı yıl bankacılık yaptıktan sonra,  sırf İngilizce hazırlık yaptıktan sonra, İngilizce öğretmeni olarak atandı.

Teyzemden bahsetmişken, bir Hanibal yem borusu hikayesi de ondan dinlemiştim. Çalıştıkları banka BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) tarafından kapatılmış, son bankacılık işlemleri falan yapılıyor, Halkbank çatısındalar ve Halkbank' dan maaş alıyorlar. İşten atılmaları ay değil, gün meselesi. İşte o günlerde,  bankanın üst düzey bir müfettişi geliyor ve vaatlerini sayıyor:
-Yakında BDDK'dan çıkacağız, Türkiye'nin Citibank'ı olacağız. Arkadaşlar, gidiyoruz....
-Nereye diye sormuş teyzem. Müfettiş anlamamış veya anlamazdan gelmiş.
-Geleceğe, ileriye diye devam etmiş. Yani yemin kırıntısı bile yokken yem borusu çalmak, yönetici olmanın şanındandı anlaşılan.
Öğretmen açığı, şu atanamayan öğretmenler furyasında, sadece bütçe ve kararname işi.Asıl tehlike orduda ve polislikte. Belli dönemlerde büyük çaplı polis, astsubay ve uzman çavuş alımları yapıldı.
Öte yandan bu EYT homurdanmasının ve huzursuzluğunun başka nedenleri de var.
histeri ile ilgili görsel sonucu
Darbe teşebbüsünden bu yana 3 yıldan fazla zaman geçti. Halen de tasfiyeler, tutuklamalar devam ediyor. Bir ay kadar önce 111 (yüz on bir) astsubay tutuklandı ve olay sadece bir kaç gazetede küçük haber olarak yayımlandı.
Seksenlerde ve doksanlarda Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları ile elli-almış subay-astsubayın ordu ile ilişiğinin kesilmesi, günlerce manşetlerden düşmezdi. Meşhur 28 Şubat yıllarında bile (1997-1998-1999 falan) en fazla 150-160 olmuştu.
Yüzden fazla astsubayın tutuklanması, Türkiye'nin dört-beş kat daha fazla askeri olan Çin, Amerika, Rus ordularında bile olsa, yer yerinden oynamalı ama Türkiye'de neredeyse yaprak bile kımıldamadı.
Şimdi bu ortamda çalıştığınızı düşünün. Sadece ordu ve emniyet değil, pek çok kurum da benzer durumda. Fırsatını bulsa, herkes kaçacak.
Hatta mevcut emekliliğini doldurmuşları da 3600 gösterge vaadi ile durduruyorlar.Yazının başında da bahsetmiştim.
Şu günlerde basında iki de bir çıkan EYThaberleri de bana Hanibal'in yem borusunu aklıma getiriyor.
Hanibal'in yem borusu demişken. Pavlov'da zil ve ışık sonrası bazen et verdiği, bazen vermediği köpekleri (özellikle en fazla üzerinde çalıştığı Layka'yı) histeri yapmış. Böylece o vakte kadar sadece kadınlarda olduğuna (%90 kadın hastalığıdır) ve sebeinin kadınların cinsel tatminsizliği olduğuna inanılan histeri hastalığını yeniden tanımlayarak, histerinin aslında kaygı bozukluğu olduğunu ispat edip, 1904 Nobel Tıp ödülünü almış.
Hanibal'in de taktiksel deha olmasında rağmen Romalılar tarafından her seferinde nihai yenilgiye uğraması, askerleri ve halkı üzerinde güven sorunu yaratıp, kaygı bozukluğuna sebep olması olmasın?
1904 nobel tıp ile ilgili görsel sonucu

15 Ekim 2019 Salı

DOKSANLAR VE TARKAN ÇILGINLIĞI

Doksanlar ve Tarkan Çılgınlığı
Yıllardır süren bir doksanlar muhabbeti var, şöyleydi, böyleydi diye.
Ben söyleyeyim, doksanlar müzik hariç berbattı. Bosna, Irak savaşları, katledilen siviller, kurulup-dağılan koalisyonlar, ekonomik krizler, iflaslar, banka iflasları, intiharlar vs vs derken bu günkü döneme gelen krizlerin dönemiydi.
Bu dönemde müzikte Rönesans denebilecek şeyler oluyordu. Hep popla anılsa da, Haluk Levent,  Bulutsuzluk Özlemi gibi rakçılar,  Pentagram, Deathroom gibi metalcilerin, Muazzez Ersoy, Ebru Gündeş gibi Türk sanat müziği şarkıcılarının, Hakan Taşıyan,  Hakan Altun gibi arabeskçilerin, pek çok halk ozanının şöhret olduğu, unutulmuş 60'lar ve 70'ler şarkıcılarının (Erol Büyükburç, Ali Rıza Binboğa vs) yeniden kaset yaptığı, Şahsenem gibi Orta Asyalıların Türkiye'ye şöhret olmak için geldiği yıllardı.
O dönem şarkıcılarının sırf adını anmış olmak için yazmak sayfaları alır. Neredeyse her hafta bir şarkıcı şöhret oluyor, bir şarkıcı da unutuluyordu.(Şimdilerin sosyal medya fenomenleri gibi)
O yıllarda bir milyonun üzerinde kaset (albümler genelde kaset şeklinde  tüketildiği için kaset denirdi) satmış bazı popçular bile zaman içinde unutuldu. (Şimdilerin milyon tıklananların unutulması gibi)
Olayların merkezinde Kral TV ve Sezen Aksu vardı. O yıllarda her genç popçunun idolü Sezen Aksu'ydu. Her sene Nisan ayı gibi üç-beş eski vokalistini müzik piyasasına sürerdi.Sezen Aksu'dan beste, güfte desteği almak, kasetin 250 bin satmasının ve iki düzine dolu salonlu konserin garantisiydi.
Kral TV ise tamamen Uzan ailesin, özellikle şimdilerde firarda olan şişko (ben de çok zayıf değilim) Kemal Uzan'ın keyfine kalmıştı. Şarkıcı Yeşim Salkım'la evli olan Kemal Uzan, evli bir erkekle çok güzel bir ilişkisi olan (bu evli erkekle çok güzel bir ilişki, eşi Yeşim Salkım'a ait. Bir magazin programında söylemişti) pop şarkıcısı tarafından ret edilince, söz konusu popçunun önce kliplerine ambargo koydu, sonra da Star, Kral ve bilumum tv-gazete ve radyolarında magazinci ordusu ile yerin dibine sokup, piyasadan sildi.
kral tv ile ilgili görsel sonucu
Kral TV ve Uzan ailesi Sezen Aksu ve vokallerinden oluşan kabilesine bile ambargo koyabiliyordu. Yıllarca Sezen Aksu, kabilesi ve pek çok sanatçı (çoğunlukla da solcu) şarkıcı Kral tv ve pek çok Uzan kanalından, Yedikule konserleri gibi pek çok etkinlikten uzak kaldı.
O zamanlar bu Kral'a ve kraliyet ailesine bile diz çöktürecek bir megastar vardı, Tarkan.
Tarkan ilk olarak 1993 yılbaşında televizyona çıktı. Şarkısı Kıl Oldum abi diye dönemin modasına uygun absürt şarkılardan biriydi.
yedikule mescit ile ilgili görsel sonucu
Derken 1994'de Tarkan patladı, ama ne patlayış. İngilzce albümü tutmayınca basın onunla alay etmeye çalıştı. Fakat bu sefer de Tarkan'ın Türkçe albümü yurt dışında çok satınca, hakiki Tarkan fırtınası başladı.
1995 ile 2001  arasındaki baharlar, (94'ü tam patlama olduğu  ve fırtınanın hazırlık aşaması olduğu için dahil etmiyorum) Nisan ayında Tarkan'ın albümünü beklemekle geçiyordu. Bu arada kadın şarkıcılar, Tarkan'dan önce, hemde mümkün olduğunca önce kaset çıkarmak için acele ederdi.
Derken mayıs ayında bir gün Tarkan'ın kaseti çıkar, çok satmakla kalmaz, diğer popçuların kasetlerini de satılmaz hale getirirdi.

Çılgınlık kaset satışı ile bitseydi, bu yazıyı yazmaya gerek kalmazdı. 1986 yılında, Dünya üzerindeki tüm ses kayıt ürünlerinin (kaset, cd, plak vs) %5'i Michel Jackson'a aitti. O yaz, haziranın sonu, hatta temmuzun ortasına kadar sadece Tarkan dinlenir, Tarkan dinlenmekten kurtulamazdınız.
O zamanlar her takside, minibüste radyo-kasetçalar olurdu. Eğer kasette Tarkan çalmıyorsa, radyoda Tarkan çalardı. Gün boyu Tarkan çalan radyo kanalları, akşam istek saatlerinde (prime time denen 18-23 saatleri arası telefonla bağlanılan istek saatlerine ayrılırdı) en fazla on beş dakikada bir Tarkan şarkısı istenir, o zamanlar istek şarkı ile laf atma modası gereği de Yakalarsam muck muck şarkısı bazı kızlara veya hasımlara armağan edilirdi. Telefonun ucunda ve radyo başındaki dicey de, az önce Tarkan çaldık ya, demezdi.
Tarkan dinlememek için suya dalsanız, gezinti teknesinden, suyun dibine ulaşırdı, dağa çıksanız çobanın radyosunda çalardı.
Tarkan'ı boykot etmek ne mümkündü? Yıllarca Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay gibi yüksek kaşeli, dev müzisyenleri boykot eden TRT bile, Tarkan'ın gücüne çok az dayanıyor. Zira o günlerde televizyon ve radyo kanalları arasındaki rekabet, TRT'yi de zorluyordu.
Uzan grubu, solcuları sevmez, solcuara kanalını sonuna kadar kapatırdı. Tarkan ise, Hasankeyf'in su altında kalmasına karşı çıkarak, safını belli etse de, ona tavır alamadılar.
Tarkan, şarkılarını Sezen Aksu'dan alıyordu. Bir ara Sezen Aksu ile Tarkan küstü (bu küslük halen sürmekte) ve o zamanlar Tarkan bitti, Tarkan'ı Tarkan yapan, Sezen Aksu besteleridir, deniliyordu. Oysa Tarkan, Sezen Aksu'nun yerini Nazan Öncel ile doldurdu. Nazan Öncel besteleri ile çok güzel albümler yaptı.
nazan öncel tarkan ile ilgili görsel sonucu
Her şey 2001 sonbahar-kışına kadar böyle güzel gitti. Her sene mayıs-haziran boyunca bol bol Tarkan dinlendi. Bu Tarkan fırtısnası Temmuz'un ortalarına doğru sakinleşir, ardından da Serdar Ortaç, Kenan Doğulu ve diğer popçular dinlenmeye başlanırdı.
Ne oldu ise 2001'de oldu. Önce Leman Dergisi çizeri Bahadır Boysal, Tarkan'ın Newyork'da bazı erkek arkadaşları ile samimi fotoğraflarından bahsetti.Sonra o fotoğraflar açığa çıktı.
Ardından da basın ve magazin alemi tüm gücüyle saldırıya geçti. Tarkan o günlerde komedyenlerin bile baş hedefi oldu. Adından saçma sapan espriler ürettiler.
Derken Tarkan bir basın açıklaması yaparak Amerika'ya yerleşti. Onunla alay eden bası, gel gitme anlamında barışmak ve gönül almak istedi ise de Tarkan bir süre yurt dışında yaşayıp, popüler olduğu Rusya'da para kazandı.
Bir kaç sene sonra döndükten sonra ise, hem pop bitmiş, hem de o Tarkan efsunu bitmişti. Daha 1997-98 gibi internetten şarkı indirmeler yüzünden kaset-cd satışları düşmeye başlamıştı. Hatta düşen kaset satışları yüzünden meşhur beste ve güftecileren şarkı alamayan popçular, yavaş yavaş türkülere sarmıştı.
Şimdi düşünüyorum da, doksanları, popun ve müziğin o muhteşem devrinin bitişini tetikleyen Tarkan'a yapılan haksızlıktı. Halkı Tarkan'dan soğutmaya çalıştılar ama sonuçta halk pop müzikten soğudu.

14 Eylül 2019 Cumartesi

BARBARLARI BEKLERCESİNE DEPREMİ BEKLEMEK (VE DİĞER FELAKETLERİ)

kavafis barbarları beklerken şiiri ile ilgili görsel sonucu
BARBARLARI BEKLERKEN
Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?
Bugün barbarlar geliyormuş buraya.
Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?
Neden hiç kıpırtı yok senatoda? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün.
Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar.
Senatörler neden yasa yapsınlar? Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz,
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına, başında tacı, törene hazır?
İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz. Bir de koca ferman hazırlatmış ona rütbeler, unvanlar bağışlayan.
Ellerinde neden böyle altın,
işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler? Neden böyle yakut bilezikler, parlak, görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar? gümüş kakmalı asalar var?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün, onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar. Ünlü konuşmacılarımız nerde peki, neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar?
neden herkes dalgın dönüyor evine?
onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere. Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa? (Nasıl da asıldı yüzü herkesin!) Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
Barbarları Beklerken - Edward W. Said AnısınaBir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.
Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi. ve sınır boyundan dönen habercilere göre, barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Yunan yazar Kavafis'in enfes şiirinde, yabancıların, yani barbarların gelişini tedbir almadan, dedikodu yaparak bekleyen Yunanlıları anlatır. 
Şiirin sonunda barbarlar gelmez ama illa bir gün gelecektir ve Yunanlılar aynı aymazlığa devam etmektedir.
Bizde de aynı aymazlık, deprem başta olmak üzere doğal felaketler için de olmaktadır. Öncelikle depremden ve beklediğimiz büyük İstanbul depreminden bahsedelim.
1999 depremlerinden (17 ağustos Gölcük 12 kasım Düzce) beri büyük İstanbul depremlerini bekliyoruz.
Barbarları Beklercesine Depremi Beklemek
Sürekli 7 -7,5 şiddetinden bahsediliyor. Oysa İstanbul, 1509 yılında muhtemelen 8.1 veya üzeri meşhur kıyamet-i uğra (küçük kıyamet)'i yaşamış, tsunamiler surların üzerine çıkmıştı.
Hemen itirazlar olacak. Böylesi bir depreme Japonya bile yeterince hazır değil, biz nasıl olalım?
Bizim önümüzde daha tehlikeli 1755 Lizbon depremi örneği vardır. Çok şiddetli bu deprem, o dönem ülke zenginliklerinin çoğunu barındıran Lizbon şehrinin deprem ve tsunamilerle tamamen harap olması yüzünden Portekiz, sömürge ve deniz imparatorluğu yarışında geri kalmıştı.
Bizse benzer şekilde 1999'dan beri büyük İstanbul depremini beklediğimiz halde ülke sanayi ve ticaretini İstanbul ve çevresine yığmaya devam ediyoruz. 7 ya da 8, sonuçta ülke sanayisinin yarısı doğu Marmara bölgesinde (İstanbul, Bursa, Kocaeli,Sakarya,Düzce, Bolu, Bilecik ve bunlara yakın iller) ve bunu ülkeye dağıtmak yerine yapılan;  sırf arsa rantı için zaten çekim yeri olmuş bölgeyi daha da doldurmak.
Öte yandan 2002 sonrası yapılan binalara hiç de güvenmemeli. Rant hırsı ile çalışan müteahhitlerin, çok sağlam bina, yol, köprü inşa edeceklerine çok da güvenmeyin.
Kaldı ki 2002 öncesi bir yığın bina var ve bu binaların molozlarının döküleceği hafriyat alanı bile belli değil.
(Efes, Milet, Truva gibi antik şehirlerin şimdilerde denize uzak olmalarının nedeni nehirler kadar, şehirlerin çöp, moloz ve hafriyatlarının denize dökülmedir Özelikle deprem sonrası yıkıntıların)
Sorun sadece yıkılacak binalar değildir. Şehirlerin yol, köprü ile beraber, içme suyu ve kanalizasyon durumu ne olacaktır, ülke nüfusunun beşte biri on günlüğüne de olsa (en iyimser tahmin belki de altı ay) nasıl beslenecektir? İstanbul'un bu açıdan derhal tahliye edilmesi lazım.
Şimdi tüm ülkeyi tahliye edemeyiz, geri kalan yerleri de, depreme dayanıklı ve olası depremzedeleri ağırlayacak hale getirmeliyiz. Sadece sağlam binalar değil, bolca geniş,   boş alan (toplanma alanı için), buzhane (morg, 17 ağustos'un en unutulmaz fotoğrafı, morg olarak kullanılan buz pateni pistiydi)falan ayarlamalıyız.
karadeniz sel felaketi 2019 ile ilgili görsel sonucu
Sorun sadece deprem değil. İlkim değişikliği ve küresel ısınma ciddi bir konu. Denizler öyle santim santim yükselmeyecek, bu  ısı değişimi sırasında kutuplardan, buzullardan kopan buzlar, yağmur ve fırtına olarak yere inecek.  Uzun bir dönem ülkemizin suptropikal denen daha yağışlı ya da sellerin daha çok olduğu bir iklime dönme ihtimali vardır. Özellikle Karadeniz yaylalarında sel felaketleri her sene artmakta. Karadeniz'de vadileri boşaltmak, sele daha uygun bir yerleşim düzenlemektir.
Şu günlerde ise Karadeniz yaylalarını oteller ve villalarla dolduruyoruz, olası bir süper selde daha çok kişi ölsün diye.
Neyse, bu kadar yeter. Gene barbarlardan konuştuk ve tedbir almadık.
Unutmadan, bu barbarlar illa gelecek.

5 Eylül 2019 Perşembe

DİNSİZLİK TÜRLERİ 5-HOMOSEKSÜEL DİNSİZLİĞİ

homoseksüel dinsizliği ile ilgili görsel sonucu
Büşra Şanay'ın ensesti anlattığı Kardeşini Doğurmak kitabında, uzmanın biri ensest ile ilgili şu tanımı yapmakta: Ensest yasağı da, ensest tabusu da tüm insalıkta evrensel. Aynı şeyi homoseksüellikte de görebiliriz.
Dünyanın tüm toplumlarında hem homoseksüellik, hem de homofobi vardır.
Ensest ilişki, bazı saltanat ailelerinde (Firavular, Polinezya krallıkları ve Halikarnasos (Bodrum) antik şehri krallığı) normal sayılmış, sınırları ise toplumlara göre değişmiştir. Örneğin Arap-İslam toplumlarında kuzenler (amca çocukları) ile evlenilebilinirken, bazı toplumlarda en az yedi kuşak ötesine evlilik yasaktır.
Homoseksüellik de toplumlarda, en muhafazakar olanlarında bile kısmen hoş görülür. Zeki Müren, Bülent Ersoy'u zevkle dinleyen Türk halkı,  mahallesindeki travesti veya homoseksüelleri döve döve öldürür.
homoseksüel dinsizliÄŸi ile ilgili görsel sonucuİbrahimi dinler ise, homoseksüel olmayı cehennemlik olmanın garantisi olarak görür. Özellikle Lut kavminin helak olması efsanesinden yola çıkarlar.

Öte yandan bu İbrahimi dinin toplumlarında homoseksüellik vardır ve genelde her muhazakarlıkta olduğu gibi görmezden gelme eğilimi vardır.
Mesela Osmanlı'da kitap yazılmıştır, yazın oğlanlarla, kışın avratlarla yatılmalıdır diye. Osmanlı'da Yeniçeriler arasında Civelekler denen ve Yeniçeri kabadayılarına seks hizmeti veren oğlanlardan oluşan taburlar vardı.
Afganistan'da ise küçük erkek çocuklarının sömürülmesinden başka bir şey olmayan bacca bazi denen geleneği, devlet aracılığı ile kurumsallaştırdı.
Muhafazakar toplumlar, oğlancılık ya da kulanparalık denen aktif erkek homoseksüelliğini yüceltirken, ibnelik, puştluk denen pasif erkek homoseksüelliğini aşağılıyor.
Kadın ve erkeği birbirinden uzaklaştırması, toplumdaki muhafazakarlığı arttırıp, bir de inkar edilmesine sebep oluyor.
Modern yaşam ise toplumdaki herkes gibi homoseksüellerin de kendi haklarını araması ve kendilerini yüceltmesi çabalarına sebep olmakta. Bu çağda herkes hakkını arıyor.
homoseksüel dinsizliÄŸi ile ilgili görsel sonucuBunun sonucunda da homoseksüeller arasında dinsizlik, cinsel yönelimi farklı insanlardan daha fazla yayılmakta.

4 Eylül 2019 Çarşamba

HEDİYELEŞMEDE ESKİ TÜRKİYE VE YENİ TÜRKİYE

Hediyeleşmede Eski Türkiye ve Yeni Türkiye
Kaç gündür gezideydim ve yazma imkanı bulamamıştım, kısa sürede ülke gündemi değişti.
Laf arasında Çanakkale'deydim ve beş günde Çanakkale'yi bitiremedim, ilk fırsatta gene gideceğim.
Öte yandan bir haber vardı ki, atanmış bazı kişilerin, kendilerini atayanlara pahalı hediyeler almasıydı.
Bu olay yeni Türkiye dediğimiz döneme (haber doğru ise) ait bir şey değildir ve keşke bir an önce eskise, unutulsa. Hele de bunun devlet parası ve malı ile yapılması.
Bir ara Tekel idaresinin politikacılara ve bürokratlar (toplam da 60.000) kadar kişiye her yılbaşı gönderdiği hediye sepetleri aklıma geldi.
Şimdi bu nesle önce Tekel idaresi nedir bunu anlatmalı.
tekel yılbaşı sepeti ile ilgili görsel sonucu
Özelleştirilene kadar Türkiye'de Alkol ve Tütün dağıtımını (bira hariç idi galiba) elinde tutan devlet kurumuydu. Tüm tütün ürünlerini ve yüksek değerli alkollerin dağıtımı ve satımı sadece ona aitti. Bazı lüks sigara markalarını dağıtan Sabancı holdinge ait şirket bile, ithal ettiği sigaralarını Tekel idaresine teslim etmekle kalırdı.

Bu kurum çoktan özelleşti, sadece alkol ve tütün satan yerlere Tekel bayi denmesi kaldı. Tekelden bayilik almazsanız, alkol ve tütün satamadınız. Tekel kurumu ise bayilerine sadece %4 (yüzde dört) kar payı verirdi. Tekel ürünlerini daha pahalıya veya daha ucuza satamadınız, fiyatı tekel belirlerdi. Masalara servis yapanlara, sabıkalılara Tekel bayiliği verilmez, en ufak sorunda bu bayilik geri alınırdı.
tekel viskisi ile ilgili görsel sonucuTekel zamlarını haber alan esnaf, mal stoklar, vurgunculuk yapardı. Tekel ana depoları mesai saatleri dışında kapalı olur, bayiler cuma gününden stok yapar, bazen de pazar akşamı Tekel ürünleri kalmamış olurdu.

(Üniversite sınavını kazanmadan evvel 3 ay kadar bir markette çalışmıştım, oradan biliyorum diyelim.)
İşte bu Tekel yönetimi, 12 Eylül döneminde bir gelenek oluşturmuştu. Bu yanılmıyorsam önce Milli Güvenlik Kurulunu oluşturan beş kuvvet komutanına yılbaşı hediyesi göndererek başlamış, sonra tüm generallere, ardından da albay ve yukarısı tüm subaylara gönderilmeye başlanmış. Siviller iktidarı ele alınca önce iktidar partisi (ANAP) sonra tüm milletvekilleri, valiler, müsteşarlar derken, on binlerce kişiye her yılbaşı pahalı hediye sepetleri göndermek uzun süre gelenek oldu.
ıhlara brendi ile ilgili görsel sonucuPahalı demişken, Türkiye'de alkol her zaman pahalıydı. Bu sepette sadece  sigaralar (Samsun, Maltepe vs yanında Tekel purosu bir ara lükse olarak ürettiği Tekel 2000 ve Samsun 216 sigarlar) yoktu. Rakı, şarap (köpek öldüren sanmayın, Tekel o zamanlar bazı lüks şarapları da üretirdi), kanyak, şampanya (Köpüklü şarap adı ile üretilirdi. Şampanya adı, Fransa'nın Şampanya bölgesinde üretilenlere aittir.), brendi,  viski, cin, tonik vs  de bulunurdu.                        
O yıllarda hemen her şirketin bir yılbaşı hediye sepeti geleneği vardı. Genelde şirket logosu ve bilgileri olan ajanda, takvim, anahtarlık gibi şeylerden oluşurdu bu sepet. Bazen de, hele de ihale alacakları kamu bürokratlarına ise, pahalı şeylerden oluşurdu.
İlaç firmaları da doktorlara pahalı hediye sepetleri gönderirdi.
müzede kaybolan resimler ile ilgili görsel sonucuÖzelleştirmeye yakın bir sene Tekel genel müdürlerinden biri bu hediye sepetlerini bir anda kesti. Pek çok bürokrat,  Tekel'i ve PTT'yi arayıp, sepetinin gelmediğini söyledi. (Yılbaşıları postacıların en yoğun zamanlarıydı. Şirketlerin, Tekel'in ve çeşitli kurumların hediye sepetlerinin kaybolması büyük dertti)
Kamu hediyesinden en büyük yara, Tekel veya başka Kamu İktisadi Teşekkülünün (KİT) yılbaşı hediyesi değildi. Asıl büyük zararı, ülkemizin güzel sanatlar birikimi oldu.
Bunun da başlangıcı 12 Eylül dönemiydi. Gene o günlerde Kültür bakanlığının Güzel Sanatlar genel müdürlüğü ve Güzel Sanatları Müzesi müdürleri, önce M.G.K üyelerine, sonra generallere ve pek çok kişinin makam odasına, devlet koleksiyonundaki resim ve heykelleri hediye etmişlerdi.
İki binlerin başlarında geri toplanmaya çalışıldı ama pek çok resim kayıp ve yerlerinde sahteleri vardı. Hangi müzayede gittiler,  hangi koleksiyondalar, bilemiyoruz.
müzede kaybolan tablolar ile ilgili görsel sonucu
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, en büyük yolsuzluklar, darbe dönemlerinde olur demişti.
Meşhur yetmez ama evet referandumunun vaatlerinden biri, 12 Eylül döneminin yargılanmasıydı.
Ancak ne kayıp resim ve heykeller, ne de CASA olayı gündeme geldi. Sözüm ona yargılanan iki orgeneral de, askeri törenle gömüldü. (Zaten doksan küsur yaşında bunak  olmuşlardı.)
casa olayı ile ilgili görsel sonucuGörüleceği üzere bazı şeyler pek de eskimemiş.