5 Nisan 2020 Pazar

EVLİLİK AŞKI, İKTİDAR DA İDEOOJİYİ ÖLDÜRÜR

Evlilik Aşkı İktidar Da İdeolojiyi Öldürür
Okulların virüs sebebiyle kapanmasına az kala, okulun pansiyonunda belletmen arkadaşlar oturmuş, konuşuyorduk.
Konu bir yerde gençler arasında sürat le yayılan Deizm, Ateiz, Tengricilik gibi akımlara geldi. 15 Temmuzdan sonra türbanlı sayısında ki dramatik azalmadan, 11. sınıflar ile 9. sınıflar arasında bile fark edilen değişimlere geldi konu.
Öğretmen arkadaşlardan biri,  dönemden memnun olmadığını söyledi. Baş örtüsünü kazandık ama çok şeyi kaybettik, dedi. Özellikle 15 Temmuzdan sonra gençliğin muhafazakarlıktan kaçışından, her geçen gün camiye gidenlerin azalmasından, sıradan insanların din ve muhafazakarlıktan sıkılmasından bahsetti. İktidarın ekonomik  ve toplumsal uygulamalarından da rahatsızdı.
Sonra da muhafazakar, taşra da kalmış kitlenin iktidar özleminden bahsetti. Bu kitlenin memur olamama,  akademisyen olamama sorunları kullanılarak kandırıldığını söyledi.
Sonra, keşke hiç iktidar olmasaydık,  ben özel sektörde gene paramı kazanırdım, dedi.
Dönüşen bir dünyada solun sorgulanması: Elveda Alyoşa
Aklıma Oya Baydar'ın Elveda Alyoşa adlı hikaye kitabının sonunda, Berlin Duvarının yıkılmasından üzüntü duyan ve intihar eden bir Alman'ın öyküsünü anlatır. Yıllardır ayrılan toplumun birleşmesinden bile rahatsızdır.
Kendisi komünist bir ailenin çocuğudur ve Nazi rejiminden çok çekmiştir. Nazi gençliği onu, komünistin  oğlu diye çok aşağılamıştır. Kızıl orduyu sevinçle beklemiştir.
Sosyalist doğu bloku ülkeleri, sadece Rus-Sovyet zoru ile kurulmamıştı. Bayağı bir imanlı sosyalist-komünist kitle barındırıyordu. Ekim devriminden sonra orta ve doğu Avrupa büyük çalkalanmalar yaşamış,  komünist ihtilallerin uçlarından dönülmüştü. Sonra faşist-milliyetçi iktidarlar ve Nazi hakimiyeti gelmişti.
Gerilla Tanya - Nadiye R. Çobanoğlu | Nadir Kitapİşte bütün bunların sonunda, özellikle işçi sınıfı arasında Sovyet askerlerini coşkuyla karşılayanlar vardı. Yıllardır özlemini duydukları iktidara kavuşmuşlardı. Herkesin Gerilla Tanya olarak tanıdığı Haydee Tamara Bunke Bider, Arjantin'de doğmuş, Alman Demokratik Cumhuriyetinde yetişmiş, Che ile Doğu Almanya seyahati sırasında tanışmıştı. Babası Nazilerden kaçmış ve Sovyet rejimi kurulunca heyecanla  Doğu Almanya'ya dönmüştü. Kendisi de romantikçe devrim heyecanına kapılmıştı. Bolivya'da Che le beraber ölenler arasındaki tek kadındı.

Oysa yıllar içinde bütün bu sosyalist-komünist eğitime rağmen, pek çok politeknik okullara rağmen onlarca genç pek çok sağcı, kapitalist yetişiyordu. Gençler  yasak radyolardan batı radyoları çalıyor, Doğu Alman, Almanca yarışmalarının ödülü bile İngiliz grupların şarkıları oluyordu.
Bu kadar imam hatip,  din dersi ve benzeri propagandaya rağmen Ateist-Deist yetişen gençler,  sosyal medyayı saran Atatürkçü akımlar da bu durumun benzeridir.
Bazı gençlerin Atatürkçü olmadıkları halde Atatürk tişörtleri, hatta dövmeleriyle dolaştıklarını öğrendiğimde küçük çaplı bir şok yaşamıştım. Meğer sebebi kız  arkadaş edinmekmiş.
Gezi günlerinde bazı AKP trollerinin Atatürkçü görünüp, kız tavladığı ve yatağa attığı yalanları pek çok Akpli erkeğii böyle iki yüzlü yaşam tarzına itmiş. 
Benzeri iki yüzlülüğü Akp'li, sağcı-muhafazakar kızlarda da görüyoruz. Burada ise sebep biraz farklı. Kadın cinayeti işleyenlerin tamamına yakınında bir muhafazakarlık ve erkek egemen sağcı ideolojileri sahiplenmek var. 
Şimdi pek çok ebeveyn çocuklarına, Elveda Lenin filmindeki annenin oğluna baktığı gibi bakıyor. 
Stasi - Simple English Wikipedia, the free encyclopediaFilmde, inançlı bir sosyalist olan anne, oğlunu iktidar karşıtı bir gösteride görünce bayılıyor, ardından 
komaya giriyor ve komada olduğu 8 ay içinde Berlin duvarı yıkılıp, Doğu Almanya tarihe karışıyordu. 
Sonra annenin ömrünün az kaldığını öğrenen çocukları ondan Doğu Almanya'nın yıkılışını saklıyorlardı. Batı Alman ürünlerini doğunun kutularına koyuyor, sahte televizyon programları falan yapıyordu.
Almanya'da komünist ideallerin dışında bir yaşam vardı. 1945-50 arası doğan çocukların yaklaşık üçte birinin babası Rus askeriydi. (Ruslar bunu ta Çar Korkunç İvan'dan beri, bir çeşit cezalandırma olarak kullanıyormuş. En son Bosna savaşında Sırplar da böyle bir uygulama yapmıştı.)
Ülke, inanılmaz bir polis devletiydi. KGB'den sonra komünist Varşova paktının en büyük ikinci istihbarat örgütü de her ne kadar Batı Almanya'da yakalanan  ajanları ile ünlü de olsa, asıl işi halkı kontrol etmekti. Yüz binlerce insan hakkında  çok  ayrıntılı bilgiler toplanmış, o zamanın teknolojisi gereği metreler, hatta kilometrelerce film, milyonlarca kaset, rejim yıkılınca, imha çabalarına rağmen ortaya çıktı.
Elveda Lenin filminde olduğu gibi özellikle gençler, anne-babaları sıkı komünist ya da üst düzey olsa da sloganları dinlemiyor, ütopyalara kanmıyor, vaatlere inanmıyordu.
Vaatler muhalefetteyken işe yarar, benzeri şekilde de sevgili iken vaat edilir, hayal kurulur.
Evlenince ya da iktidara gelince icraat beklenir. Sevgiliniz artık parfüm-deodorant değil,  yağ-ter kokmaya. başlar. Muhalefet lideriyken şiir okumanız karizmatik bir şeydir. İktidardaysanız bu bir saçmalıktır.
Ütopya hiçbir yer olmayan o iyi yerİdeolojinin-partinin iktidar olacağı anlaşıldığı ve ilk iktidar yılları da, evliliğin ilk yıllarına benzer. Yeni evlilerin kurdeleli çay kaşıkları ve canım cicim aylarına benzeyen ilk yılları olur. Partinin giderek artan sempatizanları, devlet için fedakarca çalışır ve bir çok yeni projeye imza atar.
Sonra sıkıntılar başlar. O yakışıklı genç, alında asgari ücretli bir işçidir,  o taş gibi güzel kız, yemek yapmaktan bir haberdir vs vs..
Bir söz vardır; kavuşamazsan aşk olur,kavuşursan b.k olur diye. Gerçek ölümsüz aşklar, kavuşulamayan aşklardır.
İktidara gelince yapamadığınız icraatlar yüzünden romantizme sarılır, halen muhalefeti ve dış güçleri suçlarsanız, onca propagandaya rağmen gençliği kaybedersiniz.


29 Mart 2020 Pazar

REKLAM TİPİ SOSYAL YARDIM VE MESAJ İLE KORONAYLA MÜCADELE

Senaryo Yazmak — Film Çekmek Üzerine - Murat Çınar - Medium
Bir internet kullanıcısı olarak reklam engelleyici kullanmamakta ısrar ediyorum Sebebi de  genelde bilgisayarları yavaşlatması.
Gene de öyle bir çağdayız ki, reklamdan kaçamıyorsunuz. En azından yemek yediğiniz lokanta ya da şehirler arası, hatta şehir içi otobüslerde bile reklamlara denk geliyorsunuz.
Son bir kaç yıldır bankalar ile bazı yabancı markalar ve bazı bankalar, ürünlerini tanıtmak yerine sosyal sorumluluk projelerinin reklamını yapmakla meşguller.
Santa Klaus bears gifts stock illustration. Illustration of ...
Bu reklamlar, birbirlerine çok benziyorlar. Genelde bir güneş doğumu sahnesi ile başlıyor reklam. Sonra seyrek tuşa basılan bir piyano sesi ve Anadolu yollarında bir kamyon veya otobüs. Sonra genizden gelen Can Dündar belgesel seslendirmesine benzeyen buğulu ve hafif hırıltılı erkek sesi kampanyayı anlatıyor. Otobüs ya da kamyon,  köye ulaşıyor, neşeyle karşılaşıyorlar falan filan.
Bir kampanya yaklaşık bir buçuk yıl sürüyor ve beş bin civarı kişiye-aileye falan ulaşıyorlar.
Ben bu kampanyalara Sabancı tipi kampanyalar diyorum. Zira Sakıp Sabancı, böyle yarım kampanyaların, iyi reklamla ürünlerin satışını da arttırdığını. Türkiye'de ilk fark eden  sanayiciydi.
Sabancı, yardım kampanyasının tanıtımına, yardım kampanyasının dağıtacağı yardımlardan daha çok para harcardı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği ile AHBAP bile bu dev şirketlerin kampanyalarından çok daha fazla insana ulaşıyor.
Şu günlerde ise anlı şanlı pek çok vakfın sesini bie duymuyoruz.
Şu karantina günlerinde ise,

Bir de bu reklamlarda bir memleket duygusallığı, sen bu ülkeyi nasıl terk edersin, kal, bize ucuz işçi ol ağlaklığı var. Sen bu ülkenin beynine bir gelecek vermiyorsan, sadece duygusal sloganlarla bu işi sağlayamazsın. Türk işvereni her krizde işten işçi çıkarma, ücretsiz izne çıkarma,  hep daha ucuza çalıştırma alışkanlığını bırakmadıkça, bu ucuz duygusal reklamlara daha çok bel bağlayacaktır.
Hep söylenir ya birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan şu günlerde diye başlayan malum cümleler; tam da öyle günlerdeyiz. Pek çok insan işini kaybetmiş hastalık kime bulaşır, kimi öldürür belli değil.
İşin acısı işsiz ve yoksulluk çekenler, zenginlerimizin zerre umurunda değil. Bence Noel Babaya olan nefretin sebebi adının  Hristiyanlıkla alınması değil, yoksullara servetini dağıtmasıdır.
Türk halkının Noel Bana diye bildiği Santa Klaus, tarihsel belgelere göre aslında bir pagandı  ve kendisini kilise de pek sevmez.
Haluk Levent Yardım Vakfı iletişim numarası kaçtır? AHBAP Derneği ...
Bir başka sorunumuz da insanları evde tutmak. Çalışmak zorunda kalanları anlayabiliyorum.
Lakin halkımızda, hele de yaşlılarında ne biçim bir sosyalleşme arzusu varmış, eve zor zapt ediyoruz.
 Yapılması gereken sokağa çıkma yasağı ilan etmek. Bunu yapamıyor çünkü bunu yapması için halka ciddi yardımlar yapması gerek, Devletin yapması gereken ise, olağan üstü hal ilan edip, sokağa çıkma yasağı uygulamak. Oysa yapamıyor. Yaparsa elektrik, su, kira gibi giderlere yardım etmesi, pek çok özel sektör kurumunu, özellikle de hastaneleri, kamulaştırması gerek.  Devletimizin 30 mart
Onun yerine sürekli bir evde kal çağrısı. Bir de daha sinir bozucu olarak, bir sürü ünlü, lüks kelimesinin bile az kalacağı devasa evlerinden çekim yapıp, evde kal diyorlar.
Hayat eve sığarmış. O eve iki tane okul bile sığar. Evin salonu, çalıştığım devlet lisesinin spor salonundan büyük. Evindeki spor ekipmanları çoğu spor lisesinde yoktur.
Şimdi bir zamanlar devletin kamu spotlarında bile görünmemiş tiplerden evde kal videoları;  zorla anlı yayın açıp, bitmeden bıkkınlık emareleri göstermeleri falan filan.
Zaten Umut Sarıkaya'nın meşhur karikatüründeki gibi insanlara mesaj veren ünlüleri hiç sevmem. Karantinadaki doktorların maaşının kesildiği ortamda, zenginliklerini  bağışlarla falan göstersinler. 

27 Mart 2020 Cuma

BÜYÜK BÖLÜNMÜŞLÜĞÜMÜZ VE HASAN AL TOPTAŞ

Büyük Bölünmüşlüğümüz ve Hasan Ali Toptaş
Geçenlerde kendim gibi bir bloger arkadaşın (Taylan Kara)  facebook paylaşımında bloguna (https://www.taylankara.com )rast gelince bu yazıyı yazmaya karar verdim.
O yazıya kadar dikkatimi çekmemişti ama gerçekten de şu günlerde yasak olan bir şey var, Hasan Al Toptaş'ı yermek, hatta eleştirmek. En radikal sağ, en radikal sol, en orta yolcular, en ateistler, en dindarlar bile edebiyat yorumlarında Hasan Ali Toptaş'ı övüyor.
Kendisi emekli bir memur olarak, güzel kitaplar yazıyor. Forbes dergisine göre Türkiye'nin en çok kazanan 12. yazarı.
Kendisinin beğenmediğim tek tarafı, ben emekli memur değil, bir entelim havasında çok tuhaf cümleler kurması. Mesela şu cümleler onun kitaplarından çıkma:
“Boyunlarında lastik sapan taşıyan düşsel çocukların ıslıklarına yakalanmış ölü bir kuşluk vakti, balkonda oturuyorduk.”
“Belki de, atış menzilinin ötesinde düşler kuran ve arkadaşlarıyla değil de düşleriyle birlikte yürüyen trompetçi bir askerin kirpik kırpımıydı zaman.”
Attila İlhan kimdir? Aramızdan ayrılalı 13 yıl oldu... - YAŞAM ...
“Evimiz tıpkı bir şarkı gibi, içindeki eşyalarla birlikte püfür püfür dalgalanıyordu o böyle yapınca. Hatta, çeşitli zangırtılardan oluşan, her yanı rengârenk halılarla kaplı acayip bir kuş suretine bürünerek hızla havalanıyordu da, çok uzaklara gidip bir an için bilinmeyen âlemlerde geziniyordu sanki.
Bunlar gibi pek çok cümle, özellikle yeni kitaplarını anlaşılmaz kılıyor.
Asıl konumuz Hasan Ali Toptaş değil.
Eskiden Hasan Ali Toptaş gibi pek çok ortak değerimiz vardı. Kamuoyunda herkes tarafından bilinir, izlenir ve takip edilirdi.

Atilla İlhan, Türkiye'de Troçkizm'in tek neferi gibiydi. Siyasi görüşleri hem sağda, hem de solda hafiften alay konusuydu.
Gene de en sağdan en sola şiirleri beğenilir, kitapları kapışılırdı.
Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu gibi şairlere solcular da övgü düzerdi.  Bazı değerler o kadar ortaktı ki, kimse pek aleyhinekonuşmazdı.
Edebiyatta sadece Hasan Ali Totaş kaldı. Siyasi bir tavrı yok ya da belli değil. Emekli memur, oturmuş romanlarını, hikayelerini yazıyor.
Oysa müzik ve sinema sektöründe hiç kalmadı böyle kişiler. En son Müslüm Gürses vardı, 2013 de o da aramızdan ayrıldı.
Müslüm Gürses 7. ölüm yıl dönümünde anılıyor! Müslüm Gürses'in ...
Çünkü müzik dünyasında belediye ve üniversite konserleri taraf olup olmadığınızı çabucak belli ediyor. İktidar lehine beyanat vermeyene bu konserler büyük ölçüde kapalı. Televizyon dizileri ise sinema ve televizyon dünyasının tarafını göstermeye yarıyor. Kanalların çoğunun tarafı belli ve taraf değilsen bertarafsın. Pek çok ünlüyü  bu yüzden uzun zamandır dizilerde göremiyoruz.
Oysa eskiden müzik ve film zevkine tarafgirlik o kadar girmezdi.
Oysa şimdi neredeyse ölülerle kavga edeceğiz. Rahmetli Barış Manço ile Cem Karaca'nın ölmeye yakın zamanlarında Fetö grubuna yakınlıkları çok konuşuluyor.
Pek çok kişi de yeniden taraf olma arayışında. Orhan Pamuk Ot dergisinde yazmaya başlamış. Malum, kendisi yetmez amacılardandı. Sonra o ama, vaktiyle telefonda tebrik ettiğini unutum, teröriste ödül verdiler dedi.

Pamuk'da bir ara ulusal ortak değerdi. Ama o Nobel aldı sözleri ortalıkta dolaşıyordu. Aziz Sancar'ın Nobel ödülünden sonra gözden düştü.
ÖKÜZ - AYLIK KÜLTÜR-FİZİK DERGİSİ / MART 1997 - SAYI: 34 - Can ...
Benim Ot'da yazmasına şaşırmamın nedeni Pamuk'un Ot, Kafa, Bavul ve benzeri dergilerin ilk öncüsü Öküz dergisini zamanında küçümsemesi ve Öküz gibi pek çok dergiyi çıkaran Lemancılarla arası çok da iyi değildi yanılmıyorsam. Gerçi muhafazakarlar üstünü çizdikten sonra, Atatürkçüleri ve Sosyal Demokratları da küstürmüş iken, Nobel'in havası da sönmüşken, bir şeyler yapması gerekti. Yurt dışı satışları da. Türk halkını etkileme gücüne bağlı.
Benzer bir durum Amerika'da yaşayan iki iktisat profesörümüz içinde geçerli. Daron Acemoğlu ve Arman Kırım;  A.B.D'deki akademik koltuklarından Türkiye'ye öğütler verir, özelleştirme ve liberalleşmeyi savunup, durulardı. Makaleleri ve kitapları çok okunur ve çok satılırdı. O zamanlar televizyon kanallarında iktisat profesörleri krizden nasıl çıkarız öğütleri şovu yapardı. Şimdi ise kriz var demek bir terör suçu ve ekranlar ilahiyatçı olmayan profesörler çıkamıyor.
Bu ikili sosyal medyada sık sık Nobel Ekonomi ödülüne adaylarıymış gibi tanıtılır. Ancak dediğim gibi Sancar sayesinde Nobel'in de havası söndü.
Onlar da bir zamanlar hor gördükleri laik, kemalist rejime yönelmişler. Cumhuriyet ve Birgün gazetesinde  Acemoğlu'nun reklamı vardı ve köşe yazarları Acemoğlu'nun tanıtımını yapıyordu. Oha dedim, Cumhuriyet gazetesi bari eski yazı işleri müdürü Hasan Cemal'in kitaplarını tanıtsın. (Kimse kızmasın, Kendimi Yazdım ne kadar çok satmıştı. Oysa gençler arasında adını bilen yok.
Acemoğlu'nun Platin denen ve doksanlı ve iki binli yılların onlarca borsa-ekonomi dergilerinden biri için yazdığı Türkiye Nasıl Zenginleşir kitabını okumuştum.  İki binlerin ortalarındaki bir borsa spekülasyonu operasyonunda bazı dergilerin, küçük yatırımcı denen borsa meraklılarını yönlendirmek için bu dergilerin kullanıldığı ortaya çıkmış, zamanla da birer-ikişer kapanmışlardı.
Bu kitapta da Türkiye'nin fason imalat merkezi olmasını öğütlüyordu. Kitap, sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor, Türkiye'nin fason imalat merkezi olması gerekliliğini anlatıp, yeni nesil tedarikçiler olalım diyordu sürekli. Bir de Milton Freidman'ın Dünya Düzdür kitabını okumamızı öğütlüyor.
Merak ediyorum, hadi Orhan Pamuk yazar ve para kazanmasının yolu kitaplarını satmak. Peki bu profesörlere ne oluyor? O meşhur üniversitelerinden yeterince maaş almıyorlar mı?
Yoksa tüm dertleri ilgi mi?
Sözcü yazarı: Aziz Sancar Şehir Üniversitesi'nden istifa etti ...
Yoksa Amerika'daki tüm bu iktisat, siyaset bilimi, sosyoloji ve benzeri branştaki profesörlerin asıl görevi,  çalıştıkları üniversitelerin adını kullanıp, Türk toplumunu etkilemek  mi? Yoksa Arman Kırım'ın, Daron Acemoğlu'nun ne işi olur, ulusalcı Cumhuriyet ve solcu Birgün gazeteleriyle?
Sonuç ne olursa olsun bu kamplaşmış ve bölünmüşlüğümüzde bir tek Hasan Ali Toptaş ulusal bir değer olarak öylece duruyor.


23 Mart 2020 Pazartesi

AIDS HASTALIĞININ YAYILMASININ TOPLUMSAL TARİHÇESİ

Aids Hastalığının Yayılmasının Toplumsal Tarihçesi
Hazır gündemde salgın hastalıklar var, ben de salgınlarla ilgili bir yazı yazayım dedim.
Herkes pandemik denilince, epidemiyolji ya da salgın denilince SARS, MERS, İspanyol gribi, veba gibi.
Bence AIDS 'in yayılışını incelemek de bize bir şeyler öğretebilir. Hastalık ilk defa 1978'de San Fransisko'da dört homoseksüelin vücudunda görülmüş. Ben 1974 doğumlu biri olarak seksenli yıllardan itibaren yayılımını kendi anılarımdan anlatacağım.
Bu sebeple yanılmalarım için özür dilerim. Her ne kadar Google amcadan ve internetten yardım alacaksam da, bu yazı çok da kronojik doğruluğu olan bir yazı olmayacak.
murti aıds ile ilgili görsel sonucuSeksenlerde bu hastalığa yakalananların çoğu homoseksüel erkeklerdi ve hatta yanılmıyorsam ilk çıktığında da adı homoseksüel kanseriydi.Hatta
Arkadan
İlişkinin
Doğurduğu
Sonuç
diye aptal aptal şakalar yapılıyordu. Hastalık hakkında pek az şey biliniyordu. Pek çok kişi virüsün sadece homoseksüelleri öldürdüğünü, bazıları da kuluçka süresinin 15 yıl olduğunu falan söylüyordu. Dört yılda da öldürüyor, 19-20 daha yaşarız falan deniliyordu.
Sonra işin öyle olmadığı, hastalığın sadece homoseksüelleri değil, tüm insanları etkilediği, kuluçka süresinin yalnızca iki hafta olduğu anlaşıldı.

Gene de uzun süre San Fransisko'dan Türkiye'ye kolay kolay gelmez dendi. Sonra da geldi. Bilinen ilk AIDS'li Türk, medyanın Murti dediği Murtaza Engin'di. Bir süre medyanın ilgisiyle boğuldu. Tek özelliği hastalığı olarak medyada sürekli konu edildi.
Kendisi Türkiye'nin ilk medya maymunlarından biri oldu. İlk önce hemen her habere konu edildi, ardından da tecrit ve dışlanmışlık yaşandı.
1992'de kimsesizce gömüldü. Tıbbi tulum giymiş gassal tarafından yıkanıp, kireç dolu bir mezara kondu.
rock hudson ile ilgili görsel sonucuBu arada Amerika'dan başlayıp,  bu hastalığa yakalanan ünlülerin haberi de geliyordu. İlk AIDS'den ölen  ünlü, Holivud oyuncusu Rock Hudson'dı. Bu yıllarda Hudson dahil ünlüler, hastalıkları ile beraber, homoseksüel olmaları da belli oluyordu.

Sonra daha fazla homoseksüle olmayan ve erkek olmayan AIDS hastasına rastlandı. Derken bu hastalığın sadece cinsel ilişkiyle veya öpüşmeyle yayılmadığı anlaşıldı. Kan nakli ve eroin müptelalarını ortak enjektör kullanımı, cinsel ilişkiden sonra en yaygın AIDS yayılma yollarıydı.
AIDS'in yayılmasından sonra, 10'ar dakika kaynatılarak, tekrar tekrar kullanılan cam enjektörler kullanımdan kalktı, tek kullanımlık enjektörler yaygınlaştı. Sonra hastaneler ve sağlık kuruluşları, bu enjektörleri ve iğnelerin (özellikle iğnelerini) güvenle çöpe atacak sistemler geliştirdiler.
Sonra AIDS ile ilgili başka hijyen sorunları da belirdi. Dişçilik, manikür-pedikür  ve dövme aletlerinden de yayıldığı anlaşıldı. Bu işlerde hijyen daha ciddiye alındı. Mesela dövmecilikte sadece iğne değil, dövme mürekkebinin tüpünün de değiştirilmesi gerektiği anlaşıldı.
Bu yüzden halen Kızılay ve diğer kan alım merkezleri, dövme yapalı 1 yıldan uzun zaman geçmemişse, kanınızı almaz. Ben 2000 yılında askerken, üzerinde dövme olan askerler, karargaha, komandoya ve jandarmaya alınmazdı. Şu zamanda bunu yaparlar mı bilemiyorum, zira artık pek çok kimsede dövme var. O zamanlar Türkiye'de dövmeli insan azdı.
Gene de bu hastalığa karşı en etkili yöntem olan prezervatif, uzun süre kabul görmedi. Et ete değecek esprileri bir ara gırla gitti. Oysa AIDS, Frengi ve Hepatit C, giderek daha fazla can alıyor ve hayat karartıyordu.
Derken bir reklamdaki slogan, prezervatif kullanmanın sloganı haline geldi: Şapkasız çıkmam abi!
AIDS'in bazı beklendik ve beklenmedik sonuçları oldu. Afrika'da nüfus artışının azalmasına, hatta yer yer nüfusun azalmasına sebep olurken; Avrupa'da nüfusun artmasına sebep oldu.
Çünkü Avrupa gençliği arasında 1960'larda başlayan özgür seks ve bekar yaşama modası, yerini tek eşliliğe ve evliliğe bıraktı
aıds aşısı ile ilgili görsel sonucu
Öte yandan homoseksüel hakları, LGBT onur yürüyüşleri ve elliden fazla ülkenin homoseksüel evliliği onaylaması gibi gelişmelerde de AIDS'in etkisi oldu. Zira artık homoseksüellik, çok da saklanamaz bir şey oldu. Bu da onlarda grup bilinci ve mücadele arzusunu arttırdı.
Son olarak da yıllarca AIDS'in aşısı çıkacak, kesin tedavisi yakın dedikoduları uzun yıllar sosyal medyada ve yazılı-görsel basında dolaştı.

Sonuçta da elde AIDS'lin hayatını uzatan pahalı ilaçlar çıktı. Pek çok ünlü AIDS hastası ölemiyor. Pek çok fakir AIDS hastası, bu ilaçların parasını denkleştirme uğruna illegal işler yapıyor.
Bu koronavirüs'ün aşısı çıkacak dedikodularına da bu yüzden pek inanmıyorum.

21 Mart 2020 Cumartesi

UNUTULAN İBADET ZEKAT-MÜSLÜMAN ZEKATTA DİRİLSİN

Ben de o meşhur deyimdeki gibi birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde zekat konusu tekrar, en azından şu blogu okuyan üç beş kişiye hatırlatayım dedim.
Bu birlik ve beraberlik, hep fakirlere hatırlatılır. Malum, zengin evlerinden, hatta zengin semtlerden pek uğramadığı gibi, vergiler de lüks arabalar, eşyalar ve hatta elmas ve pırlantalardan uğramaz. 
Böyle zor günlerde fedakarlık da pek zenginlere uğramaz. Kapanan iş yerleri işçilerini çıkarmak ya da zorunlu ücretsiz izne çıkarmakla meşgul. Hiç biri de az yiyelim de şu işçilere bu zor günlerde destek olalım demiyor.
Ülkemizde özel sektörde şirketler genelde nakit sıkışıklığında önce maaşları geciktirir. Maaşlara zam yapma, en son akla gelendir.
Din denen şey icat edildi edileli, önce fakirler arasında taban bulur. Sonra iktidara gelince de zengin dostu olur. Kuran'da bile Mekke dönemi ayetlerinde köle azat etmenin sevabı anlatılırken, Medine döneminde kölelerin nasıl yönetileceği anlatılır.
zekat ayetleri ile ilgili görsel sonucu
Hiç bir peygamber, hatta din adamı, kölelik kalksın, tüm insanlar eşit olsun dememiştir, bunu diyen filozoflar olmuştur.
Din adamlarının en az bahsettiği ibadet zekattır. Oysa zekat diğer dinlerde pek fazla örneği olmayan bir ibadet. İnsanlar da  (en azından Türk insanı) hemen her konuda din adamlarına soru sorarken, zekat konusunda pek soru sormaz. Sorsa da din adamların cevabı genelde kısa olur.
Oysa aynı din adamları, tırnakları hangi sıra ile keseceğimiz, hangi akrabamıza, hangi tokalaşıp, hangisi ile uzaktan selamlanacağınızı  bile saatlerce konuşabilirler.  Lakin kazara zekat ile ilgili soru sorarsanız, cevabı hızlıca geçeler.
Zekatla ilgili bir hadis duymadığım gibi, zekatla ilgili  evliya menkıbesi de duymadım.
Zekatla ilgili olarak dikkatimi çeken diğer bir nokta da, diğer ibadetlerin daha fazla yapılması için tavsiye edilirken, zekatta genelde azaltma için tavsiye edilir.
kölelik ayetleri ile ilgili görsel sonucu
Mesela Ramazan orucu yetmez, üç ayların, Muharrem orucunun da tutulması tavsiye edilir. Namaz 5 yerine 7 vakit ve fazladan onlarca rekat kılınır.
Kuranda açıkça ihtiyaç fazlası  denen cümle, gönülden kopana dönüşür. Sonra bu miktarın tabanının kırkta bir olması İslamın tüm mezhep ve tarikatlarında karara bağlanmıştır. Yani %2,5 yeterlidir ve daha ilginci din alimleri bunu küçülttükçe küçültür. Bu %2,5 hesaplanırken evin geçimi düşülür, işin ana sermayesi düşülür falan filan, yani daha da küçültülür.
türkiye ve jaaponya dolar milyoneri sayısı ile ilgili görsel sonucu
Oysa din adamları, yazın kutuplara yakın 18-20 saatlik oruçları dindarlara reva görürler. Modern, motorlu taşıtlara bindiğimiz için bizi pek çok kere seferi saymazlar. En zor durumda bile vakit namazının ertelenmesini hoş görmezler. Kredi kartı ile kurban alınması, onlar için caizdir. Oysa borç ile kurban olmaz.
Suudiler, İran'lı hacılara kötü davranınca,  pek çok İranlı, hacca gitmek için isteksizlik göstermiş; İranlı yazar Ali Şeriati'de Hac diye kitap yazmıştır.  Kitabın yarısına kadar okudum ve sıkıldım çünkü, hacda yüksel, hacda diril falan deyip duruyordu, kitap boyunca.
Dirilmek demişken, ey Müslümanlar hep namazda, cihatta, hacda dirildiniz ama hiç zekatta dirilmediniz. Gerek İslam dünyası, gerek zor günler geçirdi, camilere koştu, hacca koştu, kurban pazarlarına koştu, cihat diye.
Oysa yiyorsa zekatta dirilsin Müslümanlar. Türkiye'nin hem nüfusu, hem de ekonomik büyüklüğü Japonya'dan daha az olduğu halde,  Japonya'dan daha fazla dolar milyarderimiz ve milyonerimiz var. O paraları zekata harcayın hadi.
Ey siz din adamları! Hadi zenginleri zekata çağırım. Karantina uğruna çalışmayan elemanlarınıza ücretli izin versin iş verenler.  Kiracılarından kira almasınlar, servetlerini fakirlere dağıtsınlar.
Gerçek şu ki ne  din adamları zenginleri cömertçe zekata çağırabilir; ne de Müslüman zenginler zekatta cömert olabilir.
Son olarak, Müslüman noel kutlamaz, çünkü Noel Baba (Sn Nicola ya da Klaus) tüm serveti fakirlere dağıtmıştı. Müslüman servetinşn kırkta birini bile bağışlamaz. Müslüman zekatı bile unuttu.

19 Mart 2020 Perşembe

MEKSİKA'NIN FETÖSÜ FELİX (NARCOS MEXİCO ELEŞTİRİSİ)

Narcos Mexico Eleştirisi
Sevgili okurlarım, Netflix abonesi olmama rağmen (evet, korsan sitelerden izliyorum) Narcos ve Narcos Nexico dizilerini izledim ve Narcos Mexico'yu izledikten sonra aklıma takılanları yazmaya karar verdim.
Mexico'nun ana karakteri Felix Gallardo isimli eski polis bir mafya babası. 2. sezonun sonuna doğru bir şey dikkatimi çekti. Bu Felix her şeyi tek başına yapıyor, her kararı tek başına alıyor. Koca Meksika mafyasını yönetmiş bu şahsın tek yardımcısı emir eri gibi çalışan polis müdürü Azul.
İlk sezonda görevden atılmış eski bir polisken, kardeşinin icadı tohumsuz esrar bitkisi dışında bir sermayesi olmadan, tüm yerel mafyaları (plazalar) etrafında birleştiriyor.
felix gallardo ile ilgili görsel sonucu
En başta nasıl emekli vaiz Fetullah Gülen'in o koca terör teşkilatın tek başına kurmadığına inanmamalı isek, bir polis eskisinin de sadece projelerini anlatarak, tek başına koca Meksika mafyasını bir federasyon haline getirdiğine de inanmamalıyız.
Kolombiya'da her ne kadar Pablo Escobar ve adamları, pek çok askeri, polisi, gümrükçü ve diğer kamu görevlilerini rüşvet veya kurşun diyerek satın alıyordu. Kokain işine girmeden evvel de büyük bir kaçak eşya ve esrar kaçakçısıydı. Çocukluğundan itibaren de suç alemi içindeydi. Ayrıca etrafında bir sürü de kendi gibi çekirdekten yetişme suç ortağı vardı.
dünyanın en büyük esrar tarlası ile ilgili görsel sonucuFelix ise bu işlerden az buçuk anlayan amcası ile eyalet eyalet dolaşıp, plaza liderlerini ve polis memurlarını sadece konuşarak ve itiraz edenlerin de öldürülmesini sağlayarak ikna ediyor.
Buna bir de kardeşinin icadı yeni tür esrarın devasa alana ekimi geliyor. Bu alanın büyüklüğünü, Türkiye ölçüsü ile söyleyeyim, Yalova ili yüz ölçümünden büyük, hatta galiba Rize ili yüz ölçümüne yakın büyüklükte bir tarla.

Öyle tesadüfen, son anda kuyuya atılan bombalarla (dizideki gibi) tesadüfen bulunan suyla sulanacak türden bir tarla değil. Zaten DÜNYANIN EN BÜYÜK DAMLA sulama sistemine sahip bir tarla.
Bu kadar büyük esrar tarlasının içinden hiç mi şehirler arası otoban geçmiyor diye insan merak ediyor. Hasat zamanı binlerce mevsimlik işçi çalışıyor. Dizide de değinildiği gibi,  dünyanın en büyük esrar pazarı olan Amerika'da tüketilen esrarın üçte biri bu tarladan üretiliyor.
Peki on binlerce kilometre uzaklıktaki Türkiye'de her şeyi an ve an takip eden koca A.B.D, bu tarlayı keşfetmek için neden Kiki adlı ajanının şahsi gayretine muhtaç kalıyor?
Bu tarlanın baskını ile ilgili haberi de hatırlıyorum. Tarla işçilerinden yüzden fazla DEA ajanı yerleştiğinden, uydudan konumun tespit edildiğinden söz ediliyordu.Dizide olay tamamen Kik'nin şahsi gayreti.
walt dea ile ilgili görsel sonucu
Mexico 2. sezonda da Walt'ın gayreti var ve CIA 'in Walt'ın yoluna taş koyduğunu anlatmaya mecbur kalmışlar. Mesela Walt'ın Amerika'ya kaçırdığı şahıs, tüm Meksika sağını rezil edecekken Felix son anda CIA'yı ikna ediyor, yazık CIA, Kontra gerillalarına (1979'da Nikaragua'da devrim yapan solcu Nikaragua Sandilist rejimini devirmeye çalışan Amerika destekli paralı askerler) destek vermeye Felix'e mecbur kalıyor, İngilizce de bilmeyen Felix, CIA başkanını son anda ikna ediyor.Zavallı CIA, kontraları desteklemeye Felix'e mecbur kalıyor.
Ayrıca Meksikalı bir polis Walt'ı tufaya düşürüyor, onun korumasında ve muhbir olmaya karar vermiş bir kartel liderini öldürtüyor.
meksika dolar milyarderleri ile ilgili görsel sonucuSonra Felix, 70 ton kokaini yakalayacağım diye Felix'in tuzağına düşüyor ve kendisi hariç, tüm ekibi ölüyor. O ekibin de hepsi Meksikalı işbirlikçileri.
Bir de Felix'in 1989 seçimlerini sabote etmesi ve yükselmekte olan sosyal demokratların seçilmesine engel olması var. Bizde ADAM KAZANDI olayı diye bildiğimiz şeyin adı meğer SEÇMEN BASTIRMA'ymış. Bilgisayar sistemi ile oynuyorsunuz, basını kullanarak erkenden zafer ilan ediyorsunuz.

Sayım sonuçlarına itiraz edildiğinde de işler Felix'in bir kaç telefonuna bakıyor. O büyük uyuşturucu teşkilatını devreye sokup, sandık kurullarını tehdit edip, seçimden sonra da oyları yakıyor.
Böylece yarım yüzyıldan daha uzun zamandır iktidarda alan sağcı parti, iktidarda kalmaya devam ediyor.
İktidarda kalınca ne yapıyor? Devlet üretme çiftlikleri dahil, kamu iktisadi teşekküllerini zarar ediyor bahanesi ile  yok pahasına  özelleştiriyor. Bir zamanlar Forbes dergisinin dolar milyarderleri  liginde sadece 1 Meksikalı varken, yirmi yıl sonra 17 oluyor. Tabi bu milyarderlerin ortakları büyük kuzey komşu Amerikalı ve onlara ve komşu ülkeye çok daha fazlasını kazandırıyor, bu da ayrı bir ayrıntı.
Sonra bu iktidarı başa getiren de tek başına Felix oluyor. Özellikle ikinci sezon boyunca Felix neden hep yalnız diye düşünmek lazım.
Mesela seçim zaferinden sonra başkanın seçim zaferi davetine katılıyor. Bir kadın refakat ediyor, karısı yanında yok, bir sürü ünlü ve kalburüstü Meksikalının adı geçiyor. İlginçtir hiç biri ile yan yana gelmiyor ve tokalaşmıyor. Söz konusu davette başkan, bir kaç bakan- milletvekili ve Felix dışında hiç bir davetlinin yüzünü, bir oyuncunun yüzü olarak bile görmüyoruz. Felix davette kimseyle tokalaşmıyor.
Bütün bunların açıklaması gayet basit. Felix en baştan CIA ve Amerika'nın adamıdır, yoksa polislikten ayrıma bu sıska ve minyon şahıs sadece konuşarak böyle bir teşkilatı kurup, yönetemez. Hadi Fetulah'ın dini bir kimliği, onu evliya sananlar vardı diyelim. Onda da etrafında onu yönlendiren birileri vardır, yoksa deha liderler bile ekipleri olmadan bir iş yapamazlar.
Şimdi nasıl bir zamanlar Pensilvanya'yı ayak yolu edenler, çocuklarına Fetullah ve Gülen diye isim verenler şimdilerde Fetöcü avında ise muhtemelen bir zamanlar Felix'in yardımcısı olan, onun izinden gidenler de şimdilerde ona karşı mücadele ediyordur.
Narcos'un Kolombiya bölümlerinde hem Kali karteli, hem de Escobar'ın ekiplerini görüyorduk çünkü onların tamamına yakını öldürüldü, ölmeyenler de hapiste falan.
Onda da pek çok yönlendirme var. Mesela Escobar'da bir sağcıydı ve genelde sağcıları desteklerdi. O zamanlar ülkenin %20'ini fiilen yöneten M19 (FARC) örgütü ile ilişkisi de başka uzun bir yazı konusu olabilir. Bundan sadece bu kadar bahsedeceğiz.
Sadece eleştirel izleyici-okuyucu-dinleyici olmalı. Bunun farkına varalım.