14 Mayıs 2020 Perşembe

GİTMENİN SİYASETİ



1.ÖNERME; ÇOK UZUN SÜRE KALMAK MARİFET DEĞİLDİR
Gelmek kadar gitmek de zordur. Gelmek her zaman kaçınılmaz değildir ama gitmek her zaman kaçınılmazdır.
İnsanlık tarihini okuyup, incelerken; gelmekten çok, gitmenin önemli olduğunu öğrendim.
En başta uzun süre kalmanın bir anlamı yoktur.
Mesela 2. Bayezit 42 yıl ile ,Osmanlı tahtında en fazla kalmış 2.padişahtır. Birincisi torunu Kanuni Sultan Selim'dir ki o da 46 yıl tahtta kalmıştır. Bu uzun taht süresine rağmen, Osmanlı tarihi kültür, sanat ve bilim tarihi olmaması, daha ziyade fetihler devri olması nedeni ile tarihte adları pek az geçer. Döneminde fetih ve seferler o kadar azdır ki, bazı tarihçiler döneme. yükselmede duraklama denmektedir. Oğlu Yavuz Sultan Selim ise sekiz yıllık kısa süren saltanatında ülkesinin sınırlarını iki kat arttırmıştır. Bu yüzden Osmanlı tarihi kitaplarında kendisine sayfalar ayrılır.
Osmanlının altı yüz yıllık tarihi, üç kıtaya yayılan fetihler tarihi de olsa,  bilim ve felsefe açısından önemsizdir. Bu altı yüz yılda bir tane bile önemli matematikçi yetişmemiş, tek önemli  matematik teorisi Osmanlı topraklarında yazılmamıştır.  Benzer şekilde Osmanlı, fizik, kimya ve diğer bilimlerde de yoktur.
Üç yüz yıldan fazla Mısır'a hakim olmuşsa da, piramitler ya da mumyalar ile ilgili tek belge bırakmamıştır. Üç sene kalan Fransızlar, eski Mısır yazısını çözmüşlerdir.
Rosetta Taşı - VikipediOsmanlının sanat tarihinde de pek yeri yoktur. Mimar Sinan gibi bir dehayı yetiştirmesine rağmen, Osmanlının bir mimari tarzı yoktur. Bu yüzden Neo Osmanlıcılkık mimaride Selçukluyu taklit etmektedir. Osmanlı'da bütün camiler veya saraylar birbirinin kopyasıdır. Duvarlardaki desenler bile birbirinin aynısıdır. Aynı lale ve gül desenleri, fotokopi gibi tüm duvarları kaplamıştır. Yerel ya da yöresel çiçek ve desenler neredeyse hiç bulunmaz.
Osmanlıdan çok daha kısa ömrü olmuş Timur impatorluğu ya da yüz ölçümü çok daha küçük Floransa beyliğinin bilim ya da sanattaki yeri çok daha fazladır.
Bürokratlarda da makamda uzun süre kalma çabası vardır. Emeklilikte yaş haddi yokken öğretmenler 25. yılda emeklilik isterken, müdürler ve büyük bürokratlar yaş hadlerine kadar kalırlar. Son on yıldır rotasyon adı altında yöneticiler il içinde okul okul gezmekte. Ondan evvel aynı okulda  yirmi yıldan fazla müdürlük yapmış çok kişi vardı. Bir süre sonra her lafa ben şu kadar yıldır buranın müdürüyüm demeye başlarlar. Son on yıldır da ben şu kadar zamandır müdürlük yapmaktayım diye başlamaktalar.
Mustafa Necaati Uğıral sadece 4 yıl (1925-29) Milli Eğitim bakanı oldu. İsmail Hakkı Tonguç'un ilköğretim genel müdürlüğü 11 yıldır ve bu görevden de görevden alınarak bırakmıştır.
Her ikisinin de izlerini eğitimde halen görmek mümkündür.
Tonguç, günlük dilde kullanılmayan bir sözcük. İnternete baktığımda bazıları en büyük çocuk diyor, bazılarında baykuş.
İsmail Hakkı Tonguç - VikipediTonguç adı erkek  çocuklarına konuyor. Tanıştığım üç Tonguç'da babası da öğretmen olan öğretmenlerdi.

Tonguç diye bir eğitim şirketi var, internet üzerinden hizmet ediyor. Muhtemelen bu ismi, İsmail Hakkı Tonguç'un isminin verdiği güvenden almışlardır. Kendisini sevmeyenler için bile İsmail Hakkı Tonguç, kendisini eğitime adamış biridir.
Peki siz hiç Bener Cordan adını duydunuz mu? Kendisi Milli Eğitim bakanlığında 1992-94 arasında müsteşar yardımcısı, 1994-2001 arasında da müsteşar; bakandan sonra en yetkili kişi oldu. Bu gün olmayan müsteşarlık makamı, bakandan sonra en yetkili kişi demek oluyordu.
Ben 1998'de öğretmenliğe başladığımda Bener Cordan, bakanlığı tek başına yönetiyor gibiydi. O zaman Milli Eğitim Bakanlığının personele yönetmelik ve yönergeleri, Tebliğler Dergisi denen ve on beş günde bir yayımlanan bir yayım ile gelirdi. Yılık planlarda da şu şu sayılı tebliğiler dergisine uygundur yazardı.
Bu süreli yayınların çoğunda bile bakanın adı yazmaz, Bakan.A diye Bener Cordan'ın adı yazardı. 2001'de yaş haddinden emekli olana kadar bakanlık müsteşarı olarak kalmak bir yana Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi ve YÖK üyesi de oldu.

2001'de emekli olunca da YÖK üyesi YÖK başkan vekili oldu 2004'de  ölene kadar.

Peki Bener Cordan'ı benim gibi eski öğretmenler haricinde, onlar da hayal meyal hatırlıyorlar. Memleketi Trabzon'da bir orta okula adı verilmiş. 15 Temmuz'dan sonra okulun adı değiştirilmek istenmiş. Akrabaları da uğraşmış ve o ortaokul ve beraberinde birkaç yerin adının değiştirilmesine engel olmuş.
Trabzon'un yerel bir gazetesinin makalesine denk geldim. Yazar eski DYP'lilere isim değiştirmesine engel olmasını istiyor, beraber iş yaptınız diyor ama bu işler neler demiyordu.
Bener Cordan'ın hayatı akademisyenlik ve bürokratlıkla geçmiş de olsa, ne çok bilinen akademik bir yayımı vardı ve de şu Bener Cordan eseridir denen bir kalıcı işi vardı.
Bener Cordan'ın müsteşarlık yılları, ziraat mühendislerinin sınıf, bankacıların İngilizce öğretmeni atandığı, öğretmnlerin özlük haklarının tırpanlandığıyıllardır. Sağcı ve muhafazakar olarak tanınsa da,meşhur 28 Şubat döneminde Milli Eğitimi tek başına, bakanları zerre kadar umursamadan yönetmiş kişidir. Türban yasaklarının, imam hatip kapatmalarının arkasındaki isim olduğu halde, bunun suçunu politikacılara attı.
Bu gün birileri Bener Cordan akademi kurabilir mi, bununla övünebilir mi? Demek ki ilk önermemizi ispat etmiş olur. Bener Cordan ile İsmail Hakkı Tonguç'u kıyaslamak buna yeterlidir.



2. ÖNERME; NASIL GİTTİĞİNİZ, NASIL GELDİĞİNİZDEN, NE KADAR KALDIĞINIZDAN VE HATTA NELER YAPTIĞINIZDAN ÖNEMLİDİR

Zannedilenin aksine, seçimle iş başına gelmiş bayağı bir diktatör vardır. Adolf Hitler ile Tunus'u 23 yıl demir yumrukla yöneten ve devrilmesi Arap baharının başlangıcı olan Zeynel Abidin gibi az da olsa seçimle iktidara gelmiş diktatörler de vardır.
Diktatörler çok nadiren seçimle iş başına gelmiş de olsalar, sık sık göstermelik de olsa seçim yaparak, meşrutiyetini kanıtlamak isterler. Bu yüzden Kenan Evren ya da Sisi gibi darbeciler bile, darbeden hemen sonra seçim yaparlar.
Doğrusu darbe ile de olsa diktatörler, çoğunlukla ilk yıllarında ciddi bir halk desteğine sahiptir.  Diktatörlerin iktidarından önce büyük bir kargaşalık ve yoksulluk vardır. Halk bu sayede diktatörlüğe ve baskıya razı olur.
Gene ilk yıllarında diktatörler iyi biri imajını çizmeye çalışırlar. Çocuklarla resim çektirmeler,  fakirlere yardım etmeler falan gırla gider.

Todor Jivkov bir zamanlar Bulgaristan'da Türkler ve diğer azınlıklara daha fazla hak verilmesini talep ediyordu. Humeyni'de kadınlardan oluşan bir kalabalık tarafından karşılanmıştı. (6 sene sonraa televizyonda Allah'ın yarattığı mübarek yaratıklar sıralamasında 8, sırada hamamböceklerini, 16 sıraya kadınları koymuştu.

Mesele demokratik olarak gelmek değil, gidebilmek ve giderken de ülkeyi sağlam teslim etmektir. Rus komünist partisi ve Yugostlav komünist partisi, arkalarında parçalanmış bir ülke bıraktı. 1990'da Rusya 1917'de olduğundan; Sırbistan'da 1914'de olduğundan bile daha küçüktü.

Son Doğu Roma imparatoru, elinde kılıçla, bir yeniçeri ile savaşarak öldü. Son Osmanlı padişahı ise sarayından son defa bir ambulansın içinden çıktı. Ardından bir İngiliz gemisine binerek, hayatı boyunca yaşadığı şehri terk etti.
Son Bizans imparatoru, son günlerinde imparatorluğun sok kalesini korumak için ittifaklar kurmak, savunma için orduyu toparlamakla meşguldü. Son Osmanlı padişahı ise; Anadolu'da Yunanla savaşılırken, bahçıvanının 17-18 yaşındaki kızı Nevzat'la yeni evlenmişti ve günlerce yataktan çıkmadığı oluyordu. Bu yüzden şehir halkının alay konusuydu.



3.ÖNERME: KENDİNİZ GİTMEZ DE BAŞKALARI GÖNDERİRSE ÇOK HAZİN BİR ŞEKİLDE GİDERSİNİZ. HATTA NE KADAR ZOR GİDERSENİZ, GİDİŞİNİZ O KADAR HAZİN OLUR
Tarih, gitmek istemeyenlerin zorla nasıl gönderildiklerini anlatır. 
Adnan Menderes, sabık (eski) başvekil olmayacağım, demişti. Sonunda şehit başvekil oldu. Menderes'in sonunu hazin olduğunu düşünebilirsiniz. Kendisi ve biri kayın biraderi iki arkadaşı için öyle olmuş olabilir.

Ancak partisi ve ideolojisi bu askeri darbe ile daha da güçlenmiş, 2002'e kadar da ülkeyi yönetmiştir. Darbeden önce mahkeme görevi derdiği tahkikat komisyonlarında, ispat hakkı isteyenler, İsmail Hakkı Mı diye alay edip, Yassıada'da yargılanırken muhterem reis hazretleri demesi bile unutuldu.
Daha hazin sonlar da vardır. Çavuşesku alelacele yargılanıp, kurşuna dizildi. O en azından kurşuna dizildi ve bir mezarı var. Öte yandan Mussolini'de kurşuna dizilmişti. İspanya'ya kaçmaya çalışırken Partizanlar yakaladı. Metresiyle beraber yargılanıp, kurşuna dizildikten sonra Milano'da bir direğe bağlanan cesetlerine günlerce tükürüldü ve işendi.
Mussolini'nin cesedine yapılanlar, Hitler'i o kadar etkiledi ki; ölümünden sonra yakılmak için adamlarına sıkı emirler verdi. Cesedi yakılırken, Rus askerleri yaklaşık iki yüz metre kadar uzağındaydı.
En kötü ölen diktatör, benim bildiğim Kaddafi'ydi ve nasıl öldüğünü buraya yazamam.
Peki boyu iktidarda kalmak çok mu iyi bir şeydir? Değildir.



4.ÖNERME; ÖMÜR BOYU İKTİDARDA KALMAK MUTLAKA DEVLET VE İDEOLOJİ İÇİN İYİ BİR ŞEY DEĞİLDİR

Bu önermeyi ispat etmeye de pek çok örneğimiz vardır. İlk akla gelen Stalin'dir.
Stalin daha naaşı soğumadan, heykelleri yıkıldı-kaldırıldı. Stalingrad (Volgagrad) başta olmak üzere, Stalin'in adını taşıyan her şeyin adı değişti. Stalin için; Seviyorum onu, Marks'ı Lenin'i sevdiğim gibi diye şiir yazan Türk şair Nazım Hikmet Ran ölümünün ardından; Taştandı, kağıttandı, bir sabah üzerimizden kalkıverdi diye şiir yazdı. Karısı ile kızı düşman Amerika'ya mülteci oldu.

Sovyetler Birliği, Stalin'den sonra kırk yıldan fazla yaşadı. Adı radikal solcular arasında halen efsanedir.
Oysa Mareşal Tito ise bir efsane iken unutulmuştur. Ölümünden on sene sonra ülkesi Yugostlayva, bir sürü parçaya, uzun savaşlar sonucunda ayrılmıştır.  Sovyetler Birliği kısmen az kanlı ve çabuk dağılmıştır.
Rusya sadece petrol zengini Azerbaycan haricinde bu dağılma sırasında çok kan dökmemişlerdir (20 Janvar). Oysa Yugostlavya parçalanırken en kuzeydeki Slovenya ile en güneydeki Makedonya hariç,  uzun süreli ve kanlı, yer yer de sokak sokak, ev ev savaşlar ile parçalandı.
Önümüzde bir de Franko örneği var. Öldükten sonra daha sağlığında yaptırdığı devasa anıt mezara gömüldü. Mezarın bir tarafında iç savaşın sağcı şehitleri, bir tarafında da solcu şehitleri vardı. Anıt mezar da tam ortadaydı.
Oysa Franko bir sağcı olarak Valensiyalı köylüleri sırf okuma yazma biliyor diye; genç çiftleri de sırf sadece belediye nikahıyla evlendi diye katletmişti.
Ölümünden sonra İspanya yavaş yavaş demokrasiye geçti. İç savaş sonrası sürgün edenler geri döndü.  Bu arada sol yeniden güçlendi, öyle ki sosyalistler on dört  yıl aralıksız tek başına iktidarda kaldı. Gene de Franco'nun mezarına dokunamadı. Ekim 2019'a kadar kimse mezarına dokunamadı. Tam 44 yıl sonra, ailesinin ve son bir avuç sempatizanının çığlıklarına rağmen anıt mezar taşındı.
1961'de darbe yönetimince idam edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarının mezarlarının 1990'da devasa bir anıt mezara naklinin tam tersi işlemdi.
En kötü örneğimizi yıllardır iç savaş yaşayan komşumuz Suriye. Daha baba Esat hayattayken Lazkiye limanının Rus askeri uzmanlarca derinleştirilmesi; buna nezaret eden istihbarat albayının MOSAD  tarafından kaçırılması; bazı Suriyelilerin baba Esat'ın sağlığında ülkesini terk etmesinden; ardından iç savaş çıkacağı belliymiş meğer.
Esad ailesinin iktidarının bu iç savaşı kazanacağı görünüyor. Gelecek nasıl olur bilemeyiz. Şimdi korona gibi hiç tahmin edilmeyen yeni bir faktör var.
Öte yandan asıl düşündürücü olan, bir iç savaşı da atlatan bir rejimin sonu nasıl olur? Belli ki her iktidarın sonu var. Önemli olan sondur ve bu son daima belirsizdir.




ÖNERME 5: İKTİDARI HER AN BIRAKMAYA HAZIR OLUNMALIDIR.

İktidarı bırakmak ölüm gibidir.  Bir gün olacağı muhakkaktır ama mümkün olduğunca geç olmasını isteriz. Yaş ilerledikçe olma ihtimali çoktur ama gençken, yani iktidarın ilk yıllarında da olmayacak demek değildir.

Romanın zalim imparatoru Kaligula, saltanatının daha 4. yılında suikasta kurban gitti. Hitler, 3. Reich'ın (imparatorluk) bin yıl yaşayacağını söylemişti, 15 sene yaşamadı.
Yaşlı insanların genelde  hep bir on sene falan yaşayacaklarına inanmaları gibi, iktidarlar da düşeceklerine inanmaz, bu krizi de atlatacaklarına; bu isyanı da bastıracaklarına inanırlar.
İktidardan düşen diktatörlere bakın, düşeceklerine hiç kanaat getirmemişlerdir.
Zaten demokratlık, bir gün iktidardan düşeceğini öngörmek, iktidarı bırakmaya hazır olmaktır. Zira bir önceki önermede de belirttiğimiz gibi nasıl gittiğimiz her şeyden önemlidir.

ÖNERME 6: GERÇEK İKTİDAR, PARTİNİN YA DA KİŞİNİN İKTİDARDAN GİTMESİNDEN SONRA DA DÜZENİN VE DEVLETİN KALABİLMESİDİR

Ölümden ya da seçimi kaybettikten sonra toplumsal düzenin hepten değişmesi, gerçek iktidar olmadınız demektir. Bir isyan ya da darbe ile iktidardan düştüyseniz de, iktidarı kaybettiniz demektir.
CHP 1950 seçimlerini kaybedince, Hilafet yanlıları heveslendi. Her tarafta Atatürk büst ve resimlerine saldırılar arttı. Demokrat Parti de 1951'de Atatürk'e karşı suçlar kanunu diye bilinen yasayı çıkardı.
1960 darbesi ile Demokrat Parti iktidardan indirilse, Demokrat parti isim değiştirerek (Adalet Partisi) 1962'de iktidar ortağı, 1965'de tek başına iktidar olmuştur.
Ordu ise 1971, 1980, 1998 'de darbe yapmış, sonra siviller politikalarına geri dönmüş, sistem büyük ölçüde aynı kalmıştır. 2006' 5 Nisan 2016 15 Temmuzunda ise yapamadı.Sandinistler 3. kez iktidarda
Başka bir örneğim de İsveç'in meşhur sosyal demokrasisi, sadece Sosyal Demokrat partinin iktidarı ile yürümüyor. 2014'de tekrar iktidara geldiler. Bazı yıllar ana muhalefet partisi bile olamıyorlar.
Gene de İsveç, bir sosyal demokrat ülke ve sosyal demokrasi için rol modeli olmayı sürdürüyor. Yerlerini alan sağcı partiler, sosyal demokratların düzenini koruyor ve geliştiriyor.
Bence gerçek iktidar budur. Eskidiğinde, yıprandığında veya kriz anında iktidarını muhalefete teslim edip, sonra ilk fırsatta geri döneceksin.
Nikaragua'da Sandilistler, 1979'da bir devrimle, Somoza ailesinin diktatörlüğünü yıkarak, iktidara geldiler. Başarılı çalışmalarıyla (çiftçilere toprak dağılımı, okuma yazma bilmeyen oranının %52'den, +4' düşürülmesi vs) Amerikan destekli kontra gerillalarıyla iç savaş, ülkeyi zayıflattı. ve 1990'da seçimleri kaybettiler. 2006'da tekrar seçimleri kazanıp, iktidara geldiler ve halen iktidarlar.

Konu, her hangi bir partinin değil de, sistemin korunması da olabilir. Bu durumda da iktidar, başka bir partiye devredilebilir veya bir süreliğine emanet edebilir.


İngiltere de yüz yıllarca siyaset iki parti üzerinden yürüdü, Liberal parti ve Demokrat parti. 20. yüyz yılın başından itibaren İngiliz İşçi Partisi önce bu ikili sisteme 3. küçük ortak, sonra da 2. büyük ortak ve bazı dönemlerde iktidar partisi oldu. Liberal parti ise genelde Güney Galler'in partisi olarak yoluna devam etti. İngiliz parlamenter sistemi de aynen işlemeye devam etti.
Yunanistan'da ise ülkenin kuruluşundan beri kalıplaşmış partiler, ekonomik krizi çözemeyince iktidarı Syriza ve onun yakışıklı lideri Aleksis Çipras'a verdi. Kriz biraz düzelir gibi olunca, Makedonya ile anlaşmayı bahane edip, iktidardan indirdi.
Buradan da, her iktidarın bir gitme siyaseti belirlemesi gerekir.


ÖNERME 7: HER İKTİDAR KENDİSİNE BİR GİTME SİYASETİ BELİRLEMELİ VE UYGULAMAYA GEÇMELİDİR

Bu önermemiz de, sonuç önermesidir. Demokrasiyi belirleyen iktidarın gelme şeklinden çok, gitme şeklidir ve iktidarı kansız, iç savaşsız, gösterisiz ve olaysız teslim etmek de bir marifettir.
Bunu başaran çok az iktidar olmuştur. Biri de CHP' dir. Pek çok kişi CHP' nin çok partili hayata erken geçtiğini savunurlar.
Bence geç kalmıştır. 1946 seçimlerinde başarısız olan Demokrat Parti değil, Cumhuriyet Halk Partisidir. Gerçi Şevket Süreyya Aydemir'in dediği gibi, 46'a yeterince örgütlenmemiş DP'nin iktidar olma şansı yoktu. Ancak DP'ye mecliste ve belediyelerde daha etkin olma şansı verilebilirdi.

Demokrat Parti başkanı Menderes, sabık (eski) başbakan olmayacağım deyip, meclis soruşturma komisyonları ile muhalefeti yok edip, seçimlere öyle gitmek istedi. Böylece darbecilere meşrutiyet bahanesi yarattı.
Bence CHP, iktidarda kalmaya inat etseydi. cumhuriyet çok erken bir dönemde Yugostlavya ya da Sovyetler Birliği gibi dağılabilirdi.
Antik Mısır medeniyeti üç bin yıldan fazla yaşadı ve 33 ayrı Firavun sülalesi gördü. Bunlardan biri Libyalı, biri Habeşistanlı siyahi ve sonuncusu Yunanlıydı. Bu arada nereden geldiği ve nereye gittiği belli olmayan Hiksosları kovdular. İki yüz yıldan fazla süren İran (Pers) imparatorluğu döneminde , İranlıları üç kere ülkeden kovdular.
Bütün bu süreçte asıl iktidar Amon rahipleriydi ve kriz zamanları usulca Firavun sülalerini değiştirdiler.
Roma-Bizans'da bu kadar uzun yaşamasının sırrı, gerektiğinde imparatoru değiştirmenin hukukunu kurmuş olmalarıydı. Osmanlı, aynı sülalede padişah değişiminin bile hukukunu kuramamıştı.
Kafamdaki bu  tez, İngiltere Kraliyet ailesinin mülklerinin, tahttan inseler bile ellerinden alınmayacağını öğrenince netleşti ve yazmaya karar verdim.
Her iktidar, ülkesinin selameti için iktidarı bırakmaya hazırlanmalı ve hazır olmalıdır.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder