8 Mart 2017 Çarşamba

KARL POPPER HAKKINDA DEĞİŞEN GÖRÜŞLERİM

           Daha önce yazdığım Karl Popper yazımdan sonra, bu filozof hakkındaki görüşlerim değişti.  Kapitalizm ve liberalizm ile ilgili okuduğum birkaç kitap, bu filozof hakkındaki görüşlerimin değişmesine sebep oldu. Kapitalistlerin, Faşizan ideolojileri çok da fazla eleştirmediklerini fark ettim. 1990-91’de tarihin sonunu iddia edenler, 1945e de yıl sıfır demişlerdi. Lakin o zamanlar hiç kimse milliyetçilik öldü demedi, ırkçılık öldü diye bile olmadı. Bir daha asla dediler ama on sene kadar sonra aynı şeyler Endonezya’da oldu. 1990’da daha beteri Yugostlavya’da, özellikle de Bosna’da oldu. 1990’da ise bırakın sosyalizmi, sosyal demokrasiye bile öldü dediler.
         Benzer bir durumda filozofumuzla ilgilidir. Popper, Nazi iktidarı sırasında korkusundan Yeni Zellanda’ya kadar kaçmış ama felsefesinde milliyetçilik aleyhine bir şey yazmamıştır. Marksizmi eleştirmek için Hegel’i, Hegel’i eleştirmek için Platon’u eleştirmiş, kütük gibi iki cilt kitapla, açık toplum ve düşmanlarını anlatmıştır. Tarihselciliğin Sefaleti için de ayrıca bir kitap yazmış, buna rağmen taşıdığı azıcık Yahudi genlerine rağmen kendisinin yağlarından sabun, kemiklerinden de lahana tarlasına gübre yapmak isteyen faşizm aleyhine tek yazı yazmamıştır. Oysa faşizm, Marksizm kadar tarihselcidir. (Tarihselcilik kelimesi, onun kitabını çeviren tarihçinin icadıdır)Geçmişte, tercihen orta çağdaki bir altın çağa dönüş ve bir süper devlet hayali içerir. Söz konusu milletin yüceliği ve dünyayı yönetmesi gerektiği ideolojisine dayanır.
           Faşizan ideoloji, onun meşhur yanlışlanabilme ölçütüne de uymaz. Bu ölçüt, Popper’in bilimsel teorileri, sözde bilim ve metafizikten ayırmak için icat etmiştir. Çok kısaca özetlersek, bu teoriye göre bir önermenin yanlışlanma ihtimali varsa, o önerme bilimseldir. Önerme, bir deney ya da gözlemin sonucuna göre yalanlanabilir olmalıdır. Örneğin Einstein’ın meşhur görelilik kuramı, 1919’daki güneş tutulması sırasında, güneş ışınlarının eğilmesine bağlıydı, bu gözlemlenmeseydi, kuram kabul görmeyecekti. Naziler ve diğer tüm faşistler 1945’de pes etmemişlerdi, fikirleri gelecekte gene iktidara gelecek, asil ırkları tekrar dünyayı yönetecektir. Kapitalizmin meşhur piyasanın gizli eli teorisi de benzer bir iddia içerir. Gizli el, herkese mutluluk getirecektir ama ne zaman? Bu teoriyi ortaya ilk atan Adam Simith bile, daha sonra İskoçya’nın maliye ve gümrük bakan olduğunda, İngiltere’den gelen kumaşlara ağır gümrük koymuştur.  Hiçbir liberalist y a da kapialist, gizli elin ne zaman faaliyete geçtiğini söyleyemez. Serbest piyasa ekonomisinin tam olarak uygulandığı dönemler bile çok nadirdir.
             Popper felsefesini sadece Marksizm ve Psikanalizin bilim olmadığını ispat etmek için kurmuş gibidir. Onlarca yazısında başka bir ideoloji ya da bilimsel akımı sorgulama ihtiyacı duymamıştır.  Gariptir ki 1990’lı yıllara kadar (Richard Dawkins) evrimcilikte, Poper ölçütü ile bilim değildi. 1960’lı yıllarda gen ve DNA bilimdeki gelişmeler, Davkins’in evrimsel çağ aşamalarında yanlış canlı olmaması, örneğin dinozor çağında insan fosili bulunmaması ölçütüne kadar evrim de, Poper’cı bilimlerden değildi.  Psikolojide Gestalt yada Bilişsel ekoller de pek çok kere Poper’cı elemeden kolay kolay geçemez. Jean Piaget’in bazı tezlerini, küçük kardeşiniz ya da yeğeniniz üzerinde bile yanlışlayabilisiniz.
          Demokrasinin tek düşmanı Marksizmmiş gibi yazıp durmuştur. Dinciliği ya da milliyetçiliği hiç eleştirmemiştir. Oysa özellikle 2. Dünya savaşından sonra, demokrasinin düşmanı milliyetçilik ve dincilik olmuş, bunu da komünizmi engelleme bahanesi ile yapmıştır. Poper ise, can korkusu ile Yeni Zelanda’ya kaçtığı, Avrupa’yı Nazilerden Komünistlerin kurtardığını unutmuştur. İsrail’in ünlü Yahudiler ile ilgili kampanyasına, ırk söylemini ret ettiği için, girmek istememiştir. Buna rağmen milliyetçilik ve şovenizm ile ilgili yazısı ve fikri yoktu. Düşmanı olduğu psikanalistler, özellikle de Frankfurt okulu, Nazilerden merkezle insanlardaki şiddeti ayrıntısı ile araştırmış, Milgram itaat deneleri benzeri deneyler bile yapmıştır. Kendisi Nazileri bile eleştirmemiştir.
         Diğer bir konu da, Platon’u eleştirirken, Sokrates’e dayanması, Sokrates’i bir demokrasi yalısı gibi göstermesidir. Sokrates’ten elimize yazılı bir kaynak kalmamıştır. Ne bir numaralı öğrencisi Platon, ne Sokratesçi Okullar (Elis Eretriya, Megara, Kirene ve Kinikler), Demokrasi taraftarı değildi. Ondan anı anlatanlar da, Sokrates’in demokrat olmadığını söyler.  Demokrasi taraftarı olan Sofistlere (Hippias, Georgias, Protogoras ve diğerleri) karşıydı ve hayatı, demokrasi yanlısı, hitabet dersi veren bu filozoflara karşı olarak geçmiştir. Gerçi komedi oyunu yazan Aristofanes,  Sokrates’le alay etmek için, onu da Sofistlerden biri olarak gösterir. Sokrates, bir soylu, yani aristokrat olarak demokrasi karşıtıydı. Fikirleri uğruna idam edilmiş olması, onun bir antidemokrat olduğu gerçeğini değiştirmez. Hüseyin Nihal Atsız’da, fikirleri uğruna sık sık hapis yatmıştır. Bu onun ırkçı olduğu, Nazi hayranı olduğu ve 1934’ de Trakya’da elli-altmış bin civarında Yahudi kökenli insanı evinden, yurdundan ettiği gerçeğini değiştirmez. Açık Toplum ve Düşmanları kitabı bu açıdan pek çok zorlama içerir. Hem Sokrates’i, hem de Sokrates’in kanlı, bıçaklı olduğu Protogoras’ı över.  Milattan önceki yıllarda çoğu filozof için demokrasi, ahmak halkın her krizde, o zamanlarda TİRAN denen diktatörlerin iktidara gelmesini sağlayan, ahmak kalabalıklar rejimiydi. Demokrasi ile beraber, refah ve özgürlükte gelmiyordu. Tarihi incelemede en büyük hata, o zamana, bu günün gözleri ile bakmaktır. Kaldı ki Atina başta olmak üzere eski Ege-Yunan şehirlerinin demokrasisi bu günlerin demokrasisi ile çok da benzer değildi. Kadınların oy hakkı yoktu ve halkın dörtte üçünden fazlası köle ya da bir sebeple oy verme hakkı olmayan kişilerdi. Kaldı ki Platon’un demokrasiyle ilişkin eleştirileri bu gün halen geçerlidir. Cahil halk, hatta Almanlar gibi eğitimli bir halkı bile demogogları, kendisine diktatör olarak seçebilmekte. Bu tehlike hep süregelmektedir. Platon’a, Sokrates üzerinden saldırmak anlamsızdır.
        Son olarak yanlışlama metodu bilimsel değil, dinseldir. Bunu fark etmeme sebep, Richard Dawkins’in, Gen Bencildir kitabı oldu. Dawkins, bir yerde Poperci yanlışlamaya karşı evrime bir savunma getirmişti. Buna göre evrim sıralamasında yanlış canlı varsa, mesela dinozor çağının ortasında bir insan ya da inek iskeleti bulursak teori yanlışlanır diyordu. Derken kitabın başka bir yerinde dincileri ve muhafazakârları eleştiriyordu. Onları bilinmeze tapmakla suçluyordu. Bir bilimsel teori, kesin ispatlanana kadar, o teoriyi boşlukları kullanarak saldırıyorlardı. Beğenmedikleri bilimsel teoriyi, ya da üzerinde henüz deneysel sonuç almamış konular üzerinde laf yuvarlıyordu. Mesela biz lisedeyken, din kültürü hocalarımızdan biri, sara (epilepsi) hastalarını cinli olduklarını söylemişti. O zamanlar epilepsinin nedenleri çok da net olarak bilinmiyordu. Bu gün epilepsiye sebep olan beyin kimyası biliniyor. Poper’ın o çok övdüğü yanlışlama teorisi aslında binlerce yıldır din adamlarının kullandığı yöntem, işin ilginci Poper’da bu yöntemle dinleri eleştiriyordu. Dinlerde en kesin sonuca kadar bilimi eleştirir, kendisi ise kutsaldır ve eleştirilemez. Bilim, tek bir hata yaparsa bile rezil ve zelildir. Din, ret ettiği bilimi, daha sonra umarsızca kullanabilir. Yıllarca televizyon izlemenin büyük günah olduğunu söyleyen tarikatlar, şimdi kendi kanallarını kurabilmekte. Liberallerde ve kapitalistler de, büyük şirketlerin işlerine gelen ilkelerden vazgeçmese bile görmezden gelebilmekte.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder