KARL POPPER HAKKINDA
DEĞİŞEN GÖRÜŞLERİM
Daha önce yazdığım Karl Popper
yazımdan sonra, bu filozof hakkındaki görüşlerim değişti. Kapitalizm ve liberalizm ile ilgili okuduğum
birkaç kitap, bu filozof hakkındaki görüşlerimin değişmesine sebep oldu.
Kapitalistlerin, Faşizan ideolojileri çok da fazla eleştirmediklerini fark
ettim. 1990-91’de tarihin sonunu iddia edenler, 1945e de yıl sıfır demişlerdi.
Lakin o zamanlar hiç kimse milliyetçilik öldü demedi, ırkçılık öldü diye bile
olmadı. Bir daha asla dediler ama on sene kadar sonra aynı şeyler Endonezya’da
oldu. 1990’da daha beteri Yugostlavya’da, özellikle de Bosna’da oldu. 1990’da
ise bırakın sosyalizmi, sosyal demokrasiye bile öldü dediler.
Benzer bir durumda filozofumuzla
ilgilidir. Popper, Nazi iktidarı sırasında korkusundan Yeni Zellanda’ya kadar kaçmış
ama felsefesinde milliyetçilik aleyhine bir şey yazmamıştır. Marksizmi
eleştirmek için Hegel’i, Hegel’i eleştirmek için Platon’u eleştirmiş, kütük
gibi iki cilt kitapla, açık toplum ve düşmanlarını anlatmıştır. Tarihselciliğin
Sefaleti için de ayrıca bir kitap yazmış, buna rağmen taşıdığı azıcık Yahudi
genlerine rağmen kendisinin yağlarından sabun, kemiklerinden de lahana
tarlasına gübre yapmak isteyen faşizm aleyhine tek yazı yazmamıştır. Oysa faşizm,
Marksizm kadar tarihselcidir. (Tarihselcilik kelimesi, onun kitabını çeviren
tarihçinin icadıdır)Geçmişte, tercihen orta çağdaki bir altın çağa dönüş ve bir
süper devlet hayali içerir. Söz konusu milletin yüceliği ve dünyayı yönetmesi
gerektiği ideolojisine dayanır.
Faşizan ideoloji, onun meşhur
yanlışlanabilme ölçütüne de uymaz. Bu ölçüt, Popper’in bilimsel teorileri,
sözde bilim ve metafizikten ayırmak için icat etmiştir. Çok kısaca özetlersek,
bu teoriye göre bir önermenin yanlışlanma ihtimali varsa, o önerme bilimseldir.
Önerme, bir deney ya da gözlemin sonucuna göre yalanlanabilir olmalıdır.
Örneğin Einstein’ın meşhur görelilik kuramı, 1919’daki güneş tutulması
sırasında, güneş ışınlarının eğilmesine bağlıydı, bu gözlemlenmeseydi, kuram
kabul görmeyecekti. Naziler ve diğer tüm faşistler 1945’de pes etmemişlerdi,
fikirleri gelecekte gene iktidara gelecek, asil ırkları tekrar dünyayı
yönetecektir. Kapitalizmin meşhur piyasanın gizli eli teorisi de benzer bir
iddia içerir. Gizli el, herkese mutluluk getirecektir ama ne zaman? Bu teoriyi
ortaya ilk atan Adam Simith bile, daha sonra İskoçya’nın maliye ve gümrük bakan
olduğunda, İngiltere’den gelen kumaşlara ağır gümrük koymuştur. Hiçbir liberalist y a da kapialist, gizli elin
ne zaman faaliyete geçtiğini söyleyemez. Serbest piyasa ekonomisinin tam olarak
uygulandığı dönemler bile çok nadirdir.
Popper felsefesini sadece Marksizm
ve Psikanalizin bilim olmadığını ispat etmek için kurmuş gibidir. Onlarca
yazısında başka bir ideoloji ya da bilimsel akımı sorgulama ihtiyacı
duymamıştır. Gariptir ki 1990’lı yıllara
kadar (Richard Dawkins) evrimcilikte, Poper ölçütü ile bilim değildi. 1960’lı
yıllarda gen ve DNA bilimdeki gelişmeler, Davkins’in evrimsel çağ aşamalarında
yanlış canlı olmaması, örneğin dinozor çağında insan fosili bulunmaması ölçütüne
kadar evrim de, Poper’cı bilimlerden değildi. Psikolojide Gestalt yada Bilişsel ekoller de
pek çok kere Poper’cı elemeden kolay kolay geçemez. Jean Piaget’in bazı
tezlerini, küçük kardeşiniz ya da yeğeniniz üzerinde bile yanlışlayabilisiniz.
Demokrasinin tek düşmanı Marksizmmiş
gibi yazıp durmuştur. Dinciliği ya da milliyetçiliği hiç eleştirmemiştir. Oysa
özellikle 2. Dünya savaşından sonra, demokrasinin düşmanı milliyetçilik ve
dincilik olmuş, bunu da komünizmi engelleme bahanesi ile yapmıştır. Poper ise,
can korkusu ile Yeni Zelanda’ya kaçtığı, Avrupa’yı Nazilerden Komünistlerin kurtardığını
unutmuştur. İsrail’in ünlü Yahudiler ile ilgili kampanyasına, ırk söylemini ret
ettiği için, girmek istememiştir. Buna rağmen milliyetçilik ve şovenizm ile ilgili
yazısı ve fikri yoktu. Düşmanı olduğu psikanalistler, özellikle de Frankfurt
okulu, Nazilerden merkezle insanlardaki şiddeti ayrıntısı ile araştırmış, Milgram
itaat deneleri benzeri deneyler bile yapmıştır. Kendisi Nazileri bile
eleştirmemiştir.
Diğer bir konu da, Platon’u
eleştirirken, Sokrates’e dayanması, Sokrates’i bir demokrasi yalısı gibi
göstermesidir. Sokrates’ten elimize yazılı bir kaynak kalmamıştır. Ne bir
numaralı öğrencisi Platon, ne Sokratesçi Okullar (Elis
Eretriya, Megara, Kirene ve Kinikler), Demokrasi taraftarı değildi. Ondan anı anlatanlar da,
Sokrates’in demokrat olmadığını söyler. Demokrasi
taraftarı olan Sofistlere (Hippias, Georgias, Protogoras ve diğerleri) karşıydı
ve hayatı, demokrasi yanlısı, hitabet dersi veren bu filozoflara karşı olarak
geçmiştir. Gerçi komedi oyunu yazan Aristofanes, Sokrates’le alay etmek için, onu da
Sofistlerden biri olarak gösterir. Sokrates, bir soylu, yani aristokrat olarak
demokrasi karşıtıydı. Fikirleri uğruna idam edilmiş olması, onun bir
antidemokrat olduğu gerçeğini değiştirmez. Hüseyin Nihal Atsız’da, fikirleri
uğruna sık sık hapis yatmıştır. Bu onun ırkçı olduğu, Nazi hayranı olduğu ve
1934’ de Trakya’da elli-altmış bin civarında Yahudi kökenli insanı evinden,
yurdundan ettiği gerçeğini değiştirmez. Açık Toplum ve Düşmanları kitabı bu
açıdan pek çok zorlama içerir. Hem Sokrates’i, hem de Sokrates’in kanlı, bıçaklı
olduğu Protogoras’ı över. Milattan önceki
yıllarda çoğu filozof için demokrasi, ahmak halkın her krizde, o zamanlarda
TİRAN denen diktatörlerin iktidara gelmesini sağlayan, ahmak kalabalıklar
rejimiydi. Demokrasi ile beraber, refah ve özgürlükte gelmiyordu. Tarihi incelemede
en büyük hata, o zamana, bu günün gözleri ile bakmaktır. Kaldı ki Atina başta
olmak üzere eski Ege-Yunan şehirlerinin demokrasisi bu günlerin demokrasisi ile
çok da benzer değildi. Kadınların oy hakkı yoktu ve halkın dörtte üçünden
fazlası köle ya da bir sebeple oy verme hakkı olmayan kişilerdi. Kaldı ki
Platon’un demokrasiyle ilişkin eleştirileri bu gün halen geçerlidir. Cahil halk,
hatta Almanlar gibi eğitimli bir halkı bile demogogları, kendisine diktatör
olarak seçebilmekte. Bu tehlike hep süregelmektedir. Platon’a, Sokrates
üzerinden saldırmak anlamsızdır.
Son olarak
yanlışlama metodu bilimsel değil, dinseldir. Bunu fark etmeme sebep, Richard Dawkins’in,
Gen Bencildir kitabı oldu. Dawkins, bir yerde Poperci yanlışlamaya karşı evrime
bir savunma getirmişti. Buna göre evrim sıralamasında yanlış canlı varsa,
mesela dinozor çağının ortasında bir insan ya da inek iskeleti bulursak teori
yanlışlanır diyordu. Derken kitabın başka bir yerinde dincileri ve muhafazakârları
eleştiriyordu. Onları bilinmeze tapmakla suçluyordu. Bir bilimsel teori, kesin
ispatlanana kadar, o teoriyi boşlukları kullanarak saldırıyorlardı. Beğenmedikleri
bilimsel teoriyi, ya da üzerinde henüz deneysel sonuç almamış konular üzerinde
laf yuvarlıyordu. Mesela biz lisedeyken, din kültürü hocalarımızdan biri, sara
(epilepsi) hastalarını cinli olduklarını söylemişti. O zamanlar epilepsinin
nedenleri çok da net olarak bilinmiyordu. Bu gün epilepsiye sebep olan beyin
kimyası biliniyor. Poper’ın o çok övdüğü yanlışlama teorisi aslında binlerce
yıldır din adamlarının kullandığı yöntem, işin ilginci Poper’da bu yöntemle
dinleri eleştiriyordu. Dinlerde en kesin sonuca kadar bilimi eleştirir, kendisi
ise kutsaldır ve eleştirilemez. Bilim, tek bir hata yaparsa bile rezil ve
zelildir. Din, ret ettiği bilimi, daha sonra umarsızca kullanabilir. Yıllarca
televizyon izlemenin büyük günah olduğunu söyleyen tarikatlar, şimdi kendi
kanallarını kurabilmekte. Liberallerde ve kapitalistler de, büyük şirketlerin
işlerine gelen ilkelerden vazgeçmese bile görmezden gelebilmekte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder