Ağlama Cihadı
Bu deyime ilk defa Nevşin Mengü’nün Bugün gazetesindeki yazısında rastladım.
Batılılar Craying Cihad diyorlarmış ve biraz da alay ediyorlarmış.
Bu yazıyı okuduktan sonra, konu üzerine azıcık görüş ürettim.
Bu İslamcıları ağlama ibadetleri ile ilgili anılarım çok eskiye gider.
Ta ortaokul-lise çağlarımda, sonradan uzun yıllar müdür yardımcılığı da yapan din dersi öğretmenlerimden birine dayanır.
Dediğine göre babası ara ara geceleri uyanıp, uyanıp ağlarmış.
Çocuk olduğundan nedenin anlayamaz, babası da allah için kederlenip, ağlarmış.
Allah için ağlayan göz, cehenneme gitmezmiş.
Bu allah için ağlama konusunda ikinci anım Isparta’da oldu.
O yıllarda (1995 ya da 96) şehrin tek eli yüzü düzgün, sahnesi, sinema salonu olan Kültür Merkezinde bir etkinlik var, adı GÖZYAŞI GECELERİ.
Ben de acayip merak ediyorum bu etkinliği.
Reklamında da diyor k, tiyatro değil, konser değil, konser değil, o değil, bu değil, şu değil, gözyaşı geceleri.
Ben de merak ettim ve bir gece gittim. Öğrenci yurduna dönme sorunundan dolayı erken çıktım ama göreceğimi gördüm.
Aslında olay önce bir tiyatro olarak başlıyor.
Başlangıçta önce perdeye görüntü olarak efe, Kayserili, külhanbeyli olarak üç ayrı tipleme çıkıyor.
Dördüncü olarak bir Karadenizli tiplemesi çıkıyor.
Sonra aha karakterimiz bulduk (Bunu Karadeniz aksanı ile söylüyor.) deyip, perdeden sahneye geçiyor.
Sonra bu Karadenizli, klasik Laz fıkralarını anısı gibi, az önce yaşamış gibi anlatıyor.
Sonra o yıllarda yeni ortaya çıkan ve varlığı bile lüks olan cep telefonu ile konuşuyor.
Parasının bir bankadan, diğerine yatırılmasını söylüyor. Gaipten bir ses,
-Maşallah Temel, demek iş bağlantıları ha, Temel panikle;
Sonra gaipten ses başka şeylerde söylüyor, bizim Laz, bölük-pörçük kendisini savunuyor.
Sonra o sesin sahibi orta çağ sarıklı dervişi kılığında ortaya çıkıyor.
O ortaya çıkınca, Laz kaçıyor. Sonra derviş şov başlıyor.
Derviş, peygamberin zamanında, sonrasında olanları anlatarak, daha doğrusu da kendi de oynayarak, ağlamaya başlıyor.
Derken içeride bir grup aniden ağlamaya başlıyor.
Sonra galiba ben hariç tüm salon ağlamaya başlıyor. Ağlama korosunu yöneten birkaç kadın sesi var.
Onlar bazı önemli tiradlardan önce ağlamaya başlıyor.
Bu ağlama tiradları epey sürdü. Sonra geç oldu, kendi kendine ağlayan ve ağlatan birini izlemekten sıkılmıştı.
Sonra yurda da girmem gerekliydi. Çıkmak için kapıya yöneldiğimde nedense herkes bana bakıyordu.
Sonra sahnedeki dervişe benzeyen biri önüme çıktı. Orada kadınlar oturuyormuş, oradan çıkamazmışım.
Ben de öteki kapıdann çıktım. Salon ağlamaya devam etti.
İslamcıların mumsema (Peygamderden sonra en önemli din kişisi) adını verdikleri İmam Gazali bile, konuşurken ağlan ve dinleyenleri ağlatmaya çalışan hatip sahtekârdır demesine rağmen, ağlamayı ve ağlatmayı pek severler.
İlk atandığım yıl, daha önce hikayesini bloğumda (http:/onbinkitap.blogspot.com) bahsettiğim zorunlu ev arkadaşımla beraber dinlediğim bir kaseti hatırlarım.
Dediğine göre radyodan çekmiş.
Kayıtta ağlayan bir topluluk ve onları özenle ağlatan yaşlı bir erkek sesi vardı. Sık sık;
-Sahhabenin (h’leri özellikle uzatıyordu ve bastırıyordu) sorusu yerindeydi diyordu.
Sonra günümüzde insanların din adamlarına sıkça sorduğu sorulardan örnekler veriyor, sahabenin böyle soru sormadığını söyleyip, birden bire;
-Sahhabenin sorusu yerindeydi diye bağırıp, ağlama seansına devam ediyordu.
Abartısız kırk beş, elli dakika kaset böyle gidiyor.
Bu kitlesel ağlamalar, kini canlı tutup, mağduriyet duygusunu canlandırma ile beraber, kitleyi hipnotize edip, düşünmesini de engelliyor.
Bu yüzden akılcılığın hayatın temeli olduğu batıda böyle ağlamak, ağlama krizlerine girmek, zayıflık olarak görülür.
Örneğin Obama’nın okul baskınlarındaki kurbanlardan birinin cenazesinde göz yaşlarını tutamaması, partisi ve adayı Hilary Clinton’a oy kaybettirmiş.
Hilary’in başkanlığı kaybetmesinin en başta gelen sebebi budur.
Oysa bizde tam tersi olur.
Pek çok kişiye göre Turgut Özal’ın 1987 seçimlerinde kazanma sebebi, canlı yayında ağlamasıydı.
Ülkemizde ağlamak oy kazandırır, bu yüzden de siyasilerimiz halkın karşısında bol bol ağlar, tıpkı din adamlarımız gibi.
Soyadı Gülen olan malum şahsı, hep ağlarken görmedik mi?
Adnan Menderes, mendilleri ısıra ısıra, kendini kaybedercesine ağlarmış.
Gerçekte kalabalıkların önünde ağlayanlar, tıpkı Gazali’nin dediği gibi, kalabalığı da kandırarak ağlatmaya çalışanlardır.
Aziz Nesin bir öyküsünde, öğrencilerini derste ağlatan hocaları hicvetmiştir.
Gerçek akılcılıkta, duygulara hakim olmak önemlidir.
Son olarak Atatürk, İnönü, Ecevit ve nice önemli devlet adamın gözü yaşlı görüntüsü yoktur.
Çünkü iktidar icraat yapar, miting yapmaz.
Sen iktidar olarak İsrail (ya da başka bir devlet)’e diplomatik ya da ekonomik bir tavır koyamıyorsun ya da koymuyorsun, bir mitingde ağlayıp, lanetliyorsun.
Tıpkı 19.yy romantiği gibi.
Bertrant Russel, o dönem romantiklerini şöyle anlatır:
Açlıktan ölenler için yağmur gibi gözyaşı döker ama cebindeki parayı, sofrasındaki yemeği kimseyle paylaşmaz.
Bunun en bariz örneği gene Filistinlilerdir. Dünyada en çok Filistinli, Güney Amerika ülkesi Şili’de yaşar.
Çünkü Filistin için ağlayan İslam ülkeleri, Filistinlileri mülteci olarak istememiştir.
O göz yaşlarının ardındaki gerçek budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder