DİKTATÖRLERE İHTİYAÇ
Hitler'in en ilginç iddiası da, demokrasilerin artık işlemediği ve diktatörlere ihtiyaç duyulduğudur. Kendisi saltanata tamamen karşı, demokrasiye ise düşman.,
Yirminci asrın başlarındaki diktatörler, diktatörlüklerini gururla söylüyor ve diktatörüm demekten gocunmuyorlardı. Onlara göre demokrasi ve parlementer sistem ölmüştü ve halk, bir babanın otoritesine muhtaç çocuklardı. Mussolini, bir milyon oy yerine, on bin tüfeği tercih ederim diyordu.
Gene yirminci asır diktatörleri, muhalefeti silindir gibi eziyor, aykırı sese tahammül edemiyorlardı. Şimdikiler kısmen bir muhalefete izin veriyorlar. Hani çok duyduğunuz bir söz vardır:
-Diktatör olsaydı böyle konuşabilir miydin? Bu sözü sadece o partinin yandaşlarından değil, Kübalı bir kızdan anlı ve Rus bir kızdan da televizyondan duydum. Yeni nesil diktatörler, kendilerine diktatör demedikleri gibi, eğer iktidarını sarsmıyorsa muhalefeti de o kadar boğmuyorlar. Mecliste bir kaç sandalye, bir kaç belediye ile oyalıyorlar. Hesapta özgürlük var, muhalif olduğunuz halde devlet memuru bile olabiliyosunuz ama çok yükselmiyorsunuz. Kimin, ne zaman işinden olacağı da belli değil. Muhalif olmasanız bile, her an başınıza her şey gelebiliyor. Çünkü dikta yönetimleri her an güçleri hissedilsin ister.
Lakin devlet başkanına sorsanız, kendisi diktatör falan değil, kargaşalığı önleyen lider.
Bu bile Hitler'in diktatörlük konusunda yanıldığını ortaya koyuyor. İlk olarak birahane darbesi ile en azından Bavyera'da iktidara gelmeyi denedi. Olmayınca da seçilmek ve bir şekilde Alman meclisine girmek, onun için tek yol oldu. Kendisi de önce bir meclis entrikası ile iktidara geldi, sonra seçim kazandı.
Ben bunları bir kenara bırakıp, diktatörlüğün zararlarından bahsedip, Hitler'in öngörüleriyle karışık olarak anlatacağım:
1)Hızlı ve etkili karar verme, tanıdık geldi değil mi? İlk başlangıçta tek adam rejimleri, hızlı ve etkili karar verme güçleriyle göz boyarlar. Sorun şu ki, gerçekten göz boyarlar. Çünkü lider, sürekli birilerinden şüphelendiğinden, son kararı da kendine bıraktığından, işler biriktikçe karar alma mekanizması gecikir. Tek başına bir kişinin her işe yetişememesi bir yana, diktatörler genelde çoğunlukla herkesten şüphe etmeye başlayarak, karar vermede tereddüt etmeye başlar ve kararları da tutarsızlaşır. Bu yüzden Nazi partisi tüm devlet çalışanlarına şu emri vermişti:
-Hitler gibi düşün! Hitler'in düşünceleri sık sık değiştiği ve bunalıma girdiği için, bu emri de uygulamak zor olur. Kaldı ki Hitler daha sonra çok kızacağındaözeln, onun emirleri beklenir ve 2. dünya savaşı sırasında pek çok kayıp, bu yüzden verilir; pek çok kazanç da bu yüzden kaçırılır.
2)Disiplin ve kargaşalığı önleme, işte ilk başta doğru gözüken bir yanlış daha. İlk başlangıçta tüm devlet kurumları, askeri hiyeraşiye benzer bir yapıda, emir komuta ile işler ve disiplinizedir.
Sonrasında disiplin önce yavaş, sonra da hızla bozulur. Bunun temel sebebi, artık önemli olan şeyin liyakat değil sadakat olması, lidere yakın olmanın önemli olmasıdır. Lidere yakın olanlar da, aşağıda belirteceğim şartlar sebebi ile sık sık değişi ki, bir zaman sonra emir, komuta düzensizleşir. Önemli olan bir kişinin makamı değil, hangi makamda birilerine yakın olduğu olmaya başlar. Öğretmen, müdürü takmaz, çünkü partinin il başkanının eşinin, baldızının oğludur, astsubay reisin korumasının amcasıdır, gibi.
3)İstikrar, işte diktatörlüklerin ve darbelerin en başta, yer yer de yegane sebebi! Şimdi bu konuda iki çeşit istikrardan bahsederler. Birincisi anarşi ve terörü engelleme, diğeri de ekonomik istikrar. İkisini de ayrı ayrı inceleyelim:
12 Eylül rejiminin en başta sebebi ya da savunması, anarşi ve terörün engellenmesiydi. Darbe olduğunda ben altı yaşındaydım, askeri rejim tüm haşmeti ile hüküm sürdüğünde de ilkokul çocuğuydum. Yüz binlerce kişi tutuklanmıştı ve artık sokaklardan silah sesleri duyulmuyordu, en azından bazı mahallelerde. Gazetelere ve o zamanları tek kanallı televizyonuna bakarsanız, tüm ülkede asayiş berkemaldi.
Oysa bilmediğimiz şey, her şeyin bize anlatılmadığı idi. Pek çok yerde askerle, anarşistler arasında çatışma vardı. Sonra PKK, dipten ve derinden tüm güney doğu ve doğuda örgütleniyordu. Hapishanelerde, özellikle Diyarbakır hapishanesindeki işkence ve insanların ırkları ve anadillerinden dolayı aşağılanması, terör örgütüne darbe hazırladı.
Diktatötlük dönemleri, ayrılıkçı fikirlerin yeşerdiği ve kök bulduğu dönemlerdir. Stalin'in Holodomoru (Holodomor-1930'lıllarda bölge halkının açlıktan öldürülmesi) olmasaydı bu gün Ukraynalı-Rus ayrımı olmayacağı gibi, 12 Eylül olmasayıdı bugünkü Türk-Kürt ayrımı olmayacaktı. Baskı ve zulüm dönemleri, diğer etnik grupların, bari biz kendimizi kurtaralım diye ayrılıkçı düşünceleri filizlendirir.
Ekonomide ise, bir şahsın ne diyeceğini beklemenin güvensizliği, insanları yatırım yapmaktansa birikim, çoğunlukla da yastık altı birikim yapmaya yöneltir. Aşağıda anlatacağım gibi zamanla etrafı dalkavuklarla dolan diktatörün savaş ve inşaat masrafları, ilk başta iktisatçıların çarpan etkisi dediği yalancı etkiyle kalkınmaya sebep olur gibi olsa da, sonra bu maliyetler ülkeye zarar ve ekonomik iflas olarak geri döner.
Ülke ekonomisinin dikta nedeni ile düzelmiş görünmesinin asıl nedeni, diktatörü iktidara getiren kargaşalığın dinmesinden ya da verile kararlardan çok, ekonomik krizin süresinin dolmasıdır. İnsanlar günlük hayat devam etsin, her şey rutine girsin isterler ve bu yüzden de ekonomiler gibi, ekonomik krizlerinde doğal bir ömrü vardır. Diktatörler genelde bu doğal ömrün sonlarına doğru, insanlar bıkınca gelirler.
Diktatörlerden geriye genelde devasa kamu yapıları kalır , tabi savaşla mavholmazlarsa. Almaya halen büyük ölçüde Hitler'in oto yollarını kullanmakta. Diktatör gidince, taraftarları genelde hep bunlarla övünürler.
4) Bir de dikta rejimleri, anarşistleri (ya da terörist diyelim, yumuşatmayalım) baskılar, anarşi ve terörün sebep olan etkenleri ise arttırır. Sonuçta ya o dikta dönemi bitince, ya da dikta güçlüyken kargaşalık çıkar. Hatta bu kargaşalık, Kaddafi sonrası Libya'da ki gibi diktatörü öldürür ve ülkeyi iç savaşa sokar. Ya da Suriye'de ki gibi diktatör ölüp de veliahdı tahtı devraldığında kargaşalık başlar. Unutmadan diktatörle de en azından biyolojik olarak insandır ve bir şekilde ölecektir.
5)Diktatörler öldükten sonra ideolojileri de, ölür, ölmese bile eskiye göre ufalanır. Çünkü yüceltilen ismi, hiç kimsenin ismi geçemeyeceğinden, parti de, ideoloji de eskisi kadar etkili olmaz. Avrupa'da gerçek anlamda bir ırkçı ideolojinin halen çok fazla gelişmemesi, en büyük kriz dönemlerinde bile %20 bandını nadiren aşması, hiç bir ismin, Hitler isminin önüne geçememesidir.
6)Diğer bir konu da Montesqueu'nun dediği gibi, güç yozlaştırır, mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Diktatörler zamanla güç sarhoşluğu içinde saçmalamaya ve abuk sabuk kararlar almaya başlarlar. Mesela Enver Paşa, 1917'de Irak cephesinde, tam da İngilizler saldırıya hazırlanırken, koca bir tümeni Azerbaycan'a gönderdi. Hitler'in kendisinin Rusya savaşı ise tam bir kumardı. Diktatörün iktidar yılları arttıkça bu saçmalamalar da artar, çünkü etrafı yalakalara doludur.
7)Diktatör bir zaman sonra kendi bekasını (beka;hayatta kalma), ülke bekası zanneder ve ülkeyi korumaktansa, kendisini korur.
Yirminci asrın başlarındaki diktatörler, diktatörlüklerini gururla söylüyor ve diktatörüm demekten gocunmuyorlardı. Onlara göre demokrasi ve parlementer sistem ölmüştü ve halk, bir babanın otoritesine muhtaç çocuklardı. Mussolini, bir milyon oy yerine, on bin tüfeği tercih ederim diyordu.
Gene yirminci asır diktatörleri, muhalefeti silindir gibi eziyor, aykırı sese tahammül edemiyorlardı. Şimdikiler kısmen bir muhalefete izin veriyorlar. Hani çok duyduğunuz bir söz vardır:
-Diktatör olsaydı böyle konuşabilir miydin? Bu sözü sadece o partinin yandaşlarından değil, Kübalı bir kızdan anlı ve Rus bir kızdan da televizyondan duydum. Yeni nesil diktatörler, kendilerine diktatör demedikleri gibi, eğer iktidarını sarsmıyorsa muhalefeti de o kadar boğmuyorlar. Mecliste bir kaç sandalye, bir kaç belediye ile oyalıyorlar. Hesapta özgürlük var, muhalif olduğunuz halde devlet memuru bile olabiliyosunuz ama çok yükselmiyorsunuz. Kimin, ne zaman işinden olacağı da belli değil. Muhalif olmasanız bile, her an başınıza her şey gelebiliyor. Çünkü dikta yönetimleri her an güçleri hissedilsin ister.
Lakin devlet başkanına sorsanız, kendisi diktatör falan değil, kargaşalığı önleyen lider.
Bu bile Hitler'in diktatörlük konusunda yanıldığını ortaya koyuyor. İlk olarak birahane darbesi ile en azından Bavyera'da iktidara gelmeyi denedi. Olmayınca da seçilmek ve bir şekilde Alman meclisine girmek, onun için tek yol oldu. Kendisi de önce bir meclis entrikası ile iktidara geldi, sonra seçim kazandı.
Ben bunları bir kenara bırakıp, diktatörlüğün zararlarından bahsedip, Hitler'in öngörüleriyle karışık olarak anlatacağım:
1)Hızlı ve etkili karar verme, tanıdık geldi değil mi? İlk başlangıçta tek adam rejimleri, hızlı ve etkili karar verme güçleriyle göz boyarlar. Sorun şu ki, gerçekten göz boyarlar. Çünkü lider, sürekli birilerinden şüphelendiğinden, son kararı da kendine bıraktığından, işler biriktikçe karar alma mekanizması gecikir. Tek başına bir kişinin her işe yetişememesi bir yana, diktatörler genelde çoğunlukla herkesten şüphe etmeye başlayarak, karar vermede tereddüt etmeye başlar ve kararları da tutarsızlaşır. Bu yüzden Nazi partisi tüm devlet çalışanlarına şu emri vermişti:
-Hitler gibi düşün! Hitler'in düşünceleri sık sık değiştiği ve bunalıma girdiği için, bu emri de uygulamak zor olur. Kaldı ki Hitler daha sonra çok kızacağındaözeln, onun emirleri beklenir ve 2. dünya savaşı sırasında pek çok kayıp, bu yüzden verilir; pek çok kazanç da bu yüzden kaçırılır.
2)Disiplin ve kargaşalığı önleme, işte ilk başta doğru gözüken bir yanlış daha. İlk başlangıçta tüm devlet kurumları, askeri hiyeraşiye benzer bir yapıda, emir komuta ile işler ve disiplinizedir.
Sonrasında disiplin önce yavaş, sonra da hızla bozulur. Bunun temel sebebi, artık önemli olan şeyin liyakat değil sadakat olması, lidere yakın olmanın önemli olmasıdır. Lidere yakın olanlar da, aşağıda belirteceğim şartlar sebebi ile sık sık değişi ki, bir zaman sonra emir, komuta düzensizleşir. Önemli olan bir kişinin makamı değil, hangi makamda birilerine yakın olduğu olmaya başlar. Öğretmen, müdürü takmaz, çünkü partinin il başkanının eşinin, baldızının oğludur, astsubay reisin korumasının amcasıdır, gibi.
3)İstikrar, işte diktatörlüklerin ve darbelerin en başta, yer yer de yegane sebebi! Şimdi bu konuda iki çeşit istikrardan bahsederler. Birincisi anarşi ve terörü engelleme, diğeri de ekonomik istikrar. İkisini de ayrı ayrı inceleyelim:
12 Eylül rejiminin en başta sebebi ya da savunması, anarşi ve terörün engellenmesiydi. Darbe olduğunda ben altı yaşındaydım, askeri rejim tüm haşmeti ile hüküm sürdüğünde de ilkokul çocuğuydum. Yüz binlerce kişi tutuklanmıştı ve artık sokaklardan silah sesleri duyulmuyordu, en azından bazı mahallelerde. Gazetelere ve o zamanları tek kanallı televizyonuna bakarsanız, tüm ülkede asayiş berkemaldi.
Oysa bilmediğimiz şey, her şeyin bize anlatılmadığı idi. Pek çok yerde askerle, anarşistler arasında çatışma vardı. Sonra PKK, dipten ve derinden tüm güney doğu ve doğuda örgütleniyordu. Hapishanelerde, özellikle Diyarbakır hapishanesindeki işkence ve insanların ırkları ve anadillerinden dolayı aşağılanması, terör örgütüne darbe hazırladı.
Diktatötlük dönemleri, ayrılıkçı fikirlerin yeşerdiği ve kök bulduğu dönemlerdir. Stalin'in Holodomoru (Holodomor-1930'lıllarda bölge halkının açlıktan öldürülmesi) olmasaydı bu gün Ukraynalı-Rus ayrımı olmayacağı gibi, 12 Eylül olmasayıdı bugünkü Türk-Kürt ayrımı olmayacaktı. Baskı ve zulüm dönemleri, diğer etnik grupların, bari biz kendimizi kurtaralım diye ayrılıkçı düşünceleri filizlendirir.
Ekonomide ise, bir şahsın ne diyeceğini beklemenin güvensizliği, insanları yatırım yapmaktansa birikim, çoğunlukla da yastık altı birikim yapmaya yöneltir. Aşağıda anlatacağım gibi zamanla etrafı dalkavuklarla dolan diktatörün savaş ve inşaat masrafları, ilk başta iktisatçıların çarpan etkisi dediği yalancı etkiyle kalkınmaya sebep olur gibi olsa da, sonra bu maliyetler ülkeye zarar ve ekonomik iflas olarak geri döner.
Ülke ekonomisinin dikta nedeni ile düzelmiş görünmesinin asıl nedeni, diktatörü iktidara getiren kargaşalığın dinmesinden ya da verile kararlardan çok, ekonomik krizin süresinin dolmasıdır. İnsanlar günlük hayat devam etsin, her şey rutine girsin isterler ve bu yüzden de ekonomiler gibi, ekonomik krizlerinde doğal bir ömrü vardır. Diktatörler genelde bu doğal ömrün sonlarına doğru, insanlar bıkınca gelirler.
Diktatörlerden geriye genelde devasa kamu yapıları kalır , tabi savaşla mavholmazlarsa. Almaya halen büyük ölçüde Hitler'in oto yollarını kullanmakta. Diktatör gidince, taraftarları genelde hep bunlarla övünürler.
4) Bir de dikta rejimleri, anarşistleri (ya da terörist diyelim, yumuşatmayalım) baskılar, anarşi ve terörün sebep olan etkenleri ise arttırır. Sonuçta ya o dikta dönemi bitince, ya da dikta güçlüyken kargaşalık çıkar. Hatta bu kargaşalık, Kaddafi sonrası Libya'da ki gibi diktatörü öldürür ve ülkeyi iç savaşa sokar. Ya da Suriye'de ki gibi diktatör ölüp de veliahdı tahtı devraldığında kargaşalık başlar. Unutmadan diktatörle de en azından biyolojik olarak insandır ve bir şekilde ölecektir.
5)Diktatörler öldükten sonra ideolojileri de, ölür, ölmese bile eskiye göre ufalanır. Çünkü yüceltilen ismi, hiç kimsenin ismi geçemeyeceğinden, parti de, ideoloji de eskisi kadar etkili olmaz. Avrupa'da gerçek anlamda bir ırkçı ideolojinin halen çok fazla gelişmemesi, en büyük kriz dönemlerinde bile %20 bandını nadiren aşması, hiç bir ismin, Hitler isminin önüne geçememesidir.
6)Diğer bir konu da Montesqueu'nun dediği gibi, güç yozlaştırır, mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Diktatörler zamanla güç sarhoşluğu içinde saçmalamaya ve abuk sabuk kararlar almaya başlarlar. Mesela Enver Paşa, 1917'de Irak cephesinde, tam da İngilizler saldırıya hazırlanırken, koca bir tümeni Azerbaycan'a gönderdi. Hitler'in kendisinin Rusya savaşı ise tam bir kumardı. Diktatörün iktidar yılları arttıkça bu saçmalamalar da artar, çünkü etrafı yalakalara doludur.
7)Diktatör bir zaman sonra kendi bekasını (beka;hayatta kalma), ülke bekası zanneder ve ülkeyi korumaktansa, kendisini korur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder