Fetö'nün başarısızlığını anlatırken, (bu seri değil, blogumdaki başka bir seride) örgütünün aşırı kalabalık olması ve ideolojisiz kalmasından da bahsetmiştik.
Hitler ise Kavgam'da anlatıldığına göre bunun için bizzat tedbir almıştır. Nazi partisinin en parlak günlerinde bile üye sayısı 35 binin altındaydı. ( O yıllarda Almanya 67, Avusturya 8-10 milyon kadardı. Polonya, Çekoslovakya (Südet bölgesi) ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerindeki Alman ya da Almanca konuşan azınlıklar arasında da Nazi üyeleri olduğunu da düşünürsek, ne kadar dar bir kadro ile iş yaptığını görürsünüz.
Gerçekte de devrimler, böyle çelik çekirdekle oluşur. Bolşevikler iktidara geldiğinde, bizzat Lenin'in söylediğine göre, yüz milyonu aşmış Rusya'da on altı bin civarındaydılar. Fidel Castro, seksen üç kişi ile devrim yaptı. O yıllarda başkent Havana bile bir milyondan fazla nüfuzu vardı. Nikaragua'da Sandilistler ise tam üç yüz kişi ile devrimlerini yaptı.
Hitler Kavgam'da, parti büyüdükçe, sırf yalnız kalmamak ya da destek aramak için partiye yanaşanların üye yapılmamasına dikkat edilmesi gerektiğini yazıyor. Partiye üye yapılmayan sempatizanların da propaganda için kullanılması gerekliliğini söylüyor.
Pek çok illegal oluşumun bile bir şey yapamamasının nedeni, sırf çıkar için kendisine kapağı atmış kalabalıklardır. Doksanlarda üniversite okurken tanıdığım pek çok PKK, DHKP-C sempatizanının hedefine dağa çıkmak değil, Almanya ya da İsveç'e mülteci olmak vardı. Bir kaç belediye başkanlığı bile, muhalif partilere ayak bağı olur. Kendisi belediye seçimleri önemsemediğini bizzat yazmıştır.
Fetö'nün başarısızlığını anlatırken (gene bu blogun içinde başka bir yazımda) aşırı kalabalıklaşmasını ve sırf çıkar için doluşanları yazmıştım. Aslında bu ülkemizde her grup için geçerlidir. Mesela 2002 öncesinde ortalık Ülkücüden geçilmezdi. Polis teşkilatına girmenin, hele de Özel Harekat Timine gibi güvenlik kurumlarına katılmanın en sağlam yolu Ülkücü olmaktı. Üniversite yurtlarının çoğu, Ülkücülerin egemenliğindeydi.
Sistemden beslenen kurum, kuruluş, ne ve ne kadar olursa olsun, devrimci olamaz. Ana hedefe doğru, tali yollara sapmadan ilerlemeli. Sistemden faydalanacağını da gene sistemi yıkmaya ayırmalı, kendisini ve yandaşlarını zengin etmeye çalışmamalıdır.
Düzeni değiştirmek (iyi ya da kötü) koalisyonlarla olmaz. İttifaklarla iktidar düşürülebilir ama düzen değiştirilemez. Hitler, Almanya'da ki tek faşist lider olmadığı gibi, tek antisemitist ve ırkçı örgütte değildir. Koalisyon öneren diğer ırkçı gruplarla bile işbirliğini ret etmişti.
İşbirliği ile iktidar düşürme, tüm muhalefeti bir çatı altında toplama, iktidar tarafında da safları sıklaştıracağı gibi, iktidarın alterneitfsiz olduğu düşüncesini de yayabilir. Diğer bir olay da bu tip ittifakların ilk yenilgide kolay dağılması ve iktidar değişikliğinden sonra kavgaya sebep olmasıdır.
Ayrıca da Kavgam'da, maceraperstlerin partiden uzak tutulması gerektiğinden bahsetmiş. Bu sol devrimci örgütlerin en büyük sorunu, ortalığın profesyonel devrimciden geçilmemesi, bu profesyonellerin de ilk krizde partiden ya da örgütten ayrılıp, kendi örgütlerini kurması da ayrı bir garabet. Marksist Leninist örgütlerde bu kadar parçalanma olmasının sebebi fikir ayrılıkları değil, örgütlerin maceraperestlerce doldurulmasıdır. Örgütün ortak aklı işlemeli, söz dinlenmeyenler de usulca uzaklaştırılmalıdır.
Lenin 1917'de Yüz milyonluk Rusya'da, on altı bin kişiyle devrim yaparken, Dev-Yol, 1980 darbesi sırasında kırk milyonluk Türkiye' de, kendi iddialarına göre beş yüz bin kadar üyesi ile hiç bir varlık gösterememiştir. Üstelik Dev Yol, 12 Eylül öncesi sol örgütlerin en büyüğü olmakla beraber, onlarcasından bir tanesidir. (Örgütlerin iç fraksiyon sayılarını polis bile bilmiyordu, o kadar bölünmüştü)
Sadece Naziler değil, genelde faşist partilerin, kurucu liderleri ölene kadar kolay kolay bölünmeme özelliği vardır. Örneğin Muhsin Yazıcıoğlu, MHP 'de oy falan koparamamıştır. Bunun da temelinde, bir önceki yazımda söylediğim gibi pek çok Marksist'in gerçek bir proleterya olmaması (aslında maceraperest olmaları), faşizmin ise en samimi duygu olan öfke kökenli olmasıdır.
Kaldı ki 1945 sonrası pek çok faşist grubun amacı iktidara gelmek değil, solu iktidara getirmemek, göçmenleri ve azınlıkları ezmek olmuştur. Bu yüzden de parti etrafından çok, devlet kadroları içinde örgütlenmişlerdir. Partileri de, devlet teşkilatının gayrı resmi uzantısı haline gelmiştir.
Faşizmin genelde ilk hayran olunan yanı, teşkilatçılığıdır. İktidarı hedefleyenler önce iyi bir teşkilatçı olmalı, teşkilatçılığı öğrenmelidir. Düzeni değiştirmek içinse kendisini yeni bir ideoloji çizmeli veya en azından o ideolojinin kendi ülkesine yönelik versiyonunu yazmalıdır.
Hitler ise Kavgam'da anlatıldığına göre bunun için bizzat tedbir almıştır. Nazi partisinin en parlak günlerinde bile üye sayısı 35 binin altındaydı. ( O yıllarda Almanya 67, Avusturya 8-10 milyon kadardı. Polonya, Çekoslovakya (Südet bölgesi) ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerindeki Alman ya da Almanca konuşan azınlıklar arasında da Nazi üyeleri olduğunu da düşünürsek, ne kadar dar bir kadro ile iş yaptığını görürsünüz.
Gerçekte de devrimler, böyle çelik çekirdekle oluşur. Bolşevikler iktidara geldiğinde, bizzat Lenin'in söylediğine göre, yüz milyonu aşmış Rusya'da on altı bin civarındaydılar. Fidel Castro, seksen üç kişi ile devrim yaptı. O yıllarda başkent Havana bile bir milyondan fazla nüfuzu vardı. Nikaragua'da Sandilistler ise tam üç yüz kişi ile devrimlerini yaptı.
Hitler Kavgam'da, parti büyüdükçe, sırf yalnız kalmamak ya da destek aramak için partiye yanaşanların üye yapılmamasına dikkat edilmesi gerektiğini yazıyor. Partiye üye yapılmayan sempatizanların da propaganda için kullanılması gerekliliğini söylüyor.
Pek çok illegal oluşumun bile bir şey yapamamasının nedeni, sırf çıkar için kendisine kapağı atmış kalabalıklardır. Doksanlarda üniversite okurken tanıdığım pek çok PKK, DHKP-C sempatizanının hedefine dağa çıkmak değil, Almanya ya da İsveç'e mülteci olmak vardı. Bir kaç belediye başkanlığı bile, muhalif partilere ayak bağı olur. Kendisi belediye seçimleri önemsemediğini bizzat yazmıştır.
Fetö'nün başarısızlığını anlatırken (gene bu blogun içinde başka bir yazımda) aşırı kalabalıklaşmasını ve sırf çıkar için doluşanları yazmıştım. Aslında bu ülkemizde her grup için geçerlidir. Mesela 2002 öncesinde ortalık Ülkücüden geçilmezdi. Polis teşkilatına girmenin, hele de Özel Harekat Timine gibi güvenlik kurumlarına katılmanın en sağlam yolu Ülkücü olmaktı. Üniversite yurtlarının çoğu, Ülkücülerin egemenliğindeydi.
Sistemden beslenen kurum, kuruluş, ne ve ne kadar olursa olsun, devrimci olamaz. Ana hedefe doğru, tali yollara sapmadan ilerlemeli. Sistemden faydalanacağını da gene sistemi yıkmaya ayırmalı, kendisini ve yandaşlarını zengin etmeye çalışmamalıdır.
Düzeni değiştirmek (iyi ya da kötü) koalisyonlarla olmaz. İttifaklarla iktidar düşürülebilir ama düzen değiştirilemez. Hitler, Almanya'da ki tek faşist lider olmadığı gibi, tek antisemitist ve ırkçı örgütte değildir. Koalisyon öneren diğer ırkçı gruplarla bile işbirliğini ret etmişti.
İşbirliği ile iktidar düşürme, tüm muhalefeti bir çatı altında toplama, iktidar tarafında da safları sıklaştıracağı gibi, iktidarın alterneitfsiz olduğu düşüncesini de yayabilir. Diğer bir olay da bu tip ittifakların ilk yenilgide kolay dağılması ve iktidar değişikliğinden sonra kavgaya sebep olmasıdır.
Ayrıca da Kavgam'da, maceraperstlerin partiden uzak tutulması gerektiğinden bahsetmiş. Bu sol devrimci örgütlerin en büyük sorunu, ortalığın profesyonel devrimciden geçilmemesi, bu profesyonellerin de ilk krizde partiden ya da örgütten ayrılıp, kendi örgütlerini kurması da ayrı bir garabet. Marksist Leninist örgütlerde bu kadar parçalanma olmasının sebebi fikir ayrılıkları değil, örgütlerin maceraperestlerce doldurulmasıdır. Örgütün ortak aklı işlemeli, söz dinlenmeyenler de usulca uzaklaştırılmalıdır.
Lenin 1917'de Yüz milyonluk Rusya'da, on altı bin kişiyle devrim yaparken, Dev-Yol, 1980 darbesi sırasında kırk milyonluk Türkiye' de, kendi iddialarına göre beş yüz bin kadar üyesi ile hiç bir varlık gösterememiştir. Üstelik Dev Yol, 12 Eylül öncesi sol örgütlerin en büyüğü olmakla beraber, onlarcasından bir tanesidir. (Örgütlerin iç fraksiyon sayılarını polis bile bilmiyordu, o kadar bölünmüştü)
Sadece Naziler değil, genelde faşist partilerin, kurucu liderleri ölene kadar kolay kolay bölünmeme özelliği vardır. Örneğin Muhsin Yazıcıoğlu, MHP 'de oy falan koparamamıştır. Bunun da temelinde, bir önceki yazımda söylediğim gibi pek çok Marksist'in gerçek bir proleterya olmaması (aslında maceraperest olmaları), faşizmin ise en samimi duygu olan öfke kökenli olmasıdır.
Kaldı ki 1945 sonrası pek çok faşist grubun amacı iktidara gelmek değil, solu iktidara getirmemek, göçmenleri ve azınlıkları ezmek olmuştur. Bu yüzden de parti etrafından çok, devlet kadroları içinde örgütlenmişlerdir. Partileri de, devlet teşkilatının gayrı resmi uzantısı haline gelmiştir.
Faşizmin genelde ilk hayran olunan yanı, teşkilatçılığıdır. İktidarı hedefleyenler önce iyi bir teşkilatçı olmalı, teşkilatçılığı öğrenmelidir. Düzeni değiştirmek içinse kendisini yeni bir ideoloji çizmeli veya en azından o ideolojinin kendi ülkesine yönelik versiyonunu yazmalıdır.