Nasıl ki uçaklar havada, gemiler denizde ve araçlar yolda sonsuza kadar kalmazsa, iktidarlar da iktidarda sonsuza kaldar kalmayacaktır.Düşmek kaçınılmazdır ama kimse kolay kolay kendisi inmez. Pek çok demokraside inmek kanuna-kurala bağlanmıştır. İnmek her durumda zordur. En başta devletin imkanları veya makamın imkanları ile yaşanan bir lüks yaşam vardır. Bu lüks bazen gözle görünür bazen de gözlerden saklanır. Mesela Hitler daha iktidara gelmeden evvel Eva Braun'un sadece mutfağına 10-15 kişi çalışıyordu ama Almanların büyük çoğunluğu, Hitler'in ölmeden evvel evlendiğini öğrenince çok şaşırmıştı. Çünkü onun kendini halkına adadığını ve kadınlarla ilgilenmediği falan duymuşlardı. Oysa Nazi devleti führerini muhteşem bir lüks hayat yaşatıyordu.
İkinci sorun da, lider ya da partiden ziyade, ondan geçinen ve ondan zengin olanlardır. Bunlar, kraldan çok kralcıdır. Çünkü kral tahttan düştüğünde bir şekilde geçinir ama bunlar aç kalır. Lider ya da parti inmek istese de bunlar indirmez ancak düşme kaçınılmaz olduğunda ilk bunlar sırt çevirir ve yeni iktidardan nimet ummaya başlar.
Üçüncü sorun da sosyal mevkiden düşmedir. Bir zamanlar sizin gözünüze girmek için bin bir takla atanlar, sizi görmezden gelir. Pek çok insan için sosyal konum, birilerinin hayranlığı, hayati önemdedir. Anoreksiya olan kızları düşünün, bu kızlar ne için kendilerini aç bırakmaktadır? Demek ki uzun ve yorucu oruçların, açlık grevlerinin tek amacı ideolojik ya da dinsel adanmışlık değildir. Din adamları da (hemen her dinde vardır bu bedeni zorlayanibadet ve zikirler) pek çok kere tanrısal sebeplerden değil, kamu oyuna dşndarlığını göstermek için kendisini aç bırakır. Pek çok için toplumsal konum, hayatından da önemli olabilir. Bu yüzden pek çok kişi, yaşadığı lüksü gizleme çabasındadır.
Dördüncü sorun da, indikten sonra geri çıkmanın zorluğudur. Düşene kimse acımaz. 1950'de seçimler öncesinde Milli Şef ünvanlı İsmet İnönü, her yerde törenler, hatta kurbanlar kesilerek karşılanırken, 1952-53 gibi bazı ilçelere sokulmuyor, atılan taşlardan başı kanıyordu. CHP, 1950'den beri tek balına iktidar olamadı. 1991'den sonra Macaristan ve Polonya'da Komünist parti, sosyal demokratlaşarak, 1995-96 gibi tekrar iktidara geldiyse de, bu iki ülke şu anda Avrupa birliğinin en sağcı ve en dikta iki ülkesi. Yani inince, geri yükselmek, başlangıçtan yükselmekten daha zor. Eski politikacılardan Süleyman Demirel, sürekli kendisine oy veren köylü kitlesi sayesinde yedi kere gitti, sekiz kere geldi. En sonunda 1997 28 Şubatından evvel bu kitleyi kaybettiğini anladı. Yıllarca sırtını dayadığu muhafazakar kitleye sırt çevirdi.
Beşinci neden de, uzun süre iktidarda kalmanın oluşturduğu kibirdir. Ben bunu okul ya da kurum müdürlerinde çok gördüm. Okullarda son bir kaç yıldır müdür rotasyonu var. O zamanlar pek çok müdür, ben şu kadar yıldır buranın müdürüyüm diye söze başlardı. Şimdilerde de şu kadar yıllık müdürüm diye söze başlıyorlar. Pek çok yönetici, sadece politikacılar ya da diktatörler değil, alt kademe yöneticiler de, bulundukları kurumu kimse kendilerinden iyi yönetemez diye düşünmeye başlıyorlar. Bir de, bir makamı uzun süre işgal eden kişi, zamanla çok şey öğrendiği ve çok fazla tecrübeli olduğunu falan sanıyor. Makamı altındakileri ya da makamından hizmet alanları, çocuğu gibi görüyor.
Bütün bunlara rağmen gitmesini bilmeli. Önce kendiniz için. Emre Kongar'ın bir yazısında dediği gibi, güç tehlikelidir, mutlak güç, mutlaka tehlikelidir. Uzun süre güç sahibi olmanız, sizden başka herkesin size düşman olmasına sebep olabilir. Siz ölseniz de aileniz ve sevdiklerinize, mutlak gücünüz ve bundan dolayı düşman olabilirler. Bunun için pek çok diktatör, kaçış planları yapar. Kaçsalar da, İran Şahı ya da Vahdettin gibi paraları çabucak biter. Vahdettin, hicret etti diyenler, kendisi 39 Ağustos zaferi için, İstanbulluların bütün ısrarlarına rağmen bir kutlama telgrafı çekmemiştir. İdi Amin, sığındığı Suudi Arabistan'da, telefonlarının kesilmesi ile aşağılanmıştır.
Diğer yandan zamanında makamdan inmek, ideolojiniz ve ülkeniz için de gereklidir. Eğer Sovyetler Birliğine, Komünist parti zamanında iktidarı muhalefete bıraksaydı, birlik böylesine dağılmazdı. Ülkelerde tek parti, tek adam ya da saltanat değişimleri sancılık ve kargaşalıklarla dolu olur. İktidarı devretmek ya da kaybetmek kaçınılmaz olduğuna göre, bunu ideolojinize ve ülkenize en az zarar verecek şekilde olmasını sağlamalısınız. Bu, bir daha iktidara gelmenize sebep olsa bile.
Tarihte bunu, en azından benim bilebildiğim tek yapan Türkşye'de CHP oldu. 1946 seçimleri üzerince CHP'yi eleştirenler bilmelidir ki, o zamanlar ne patlayan bombalar ve bombalar patladıkça oy oranımız arttı diyen yüzsüzler oldu, ne de Demokrat Partinin malları kamulaştırıldı. Demokrat parti, seçimlerdeki şüpheleri de kullanarak, özgürce propagandaya devam etti. Pek çok kişi, CHP'nin iktidarı erken devrettiğini söylese de, bence 1946'da devretmiş olsa daha iyi olurdu.
CHP dışındaki örnekler, Amerikan destelkli paramiliter grupların desteği ile iktidarı bırakan Nikaragua'daki Sandilistler (on sene sonra seçimle iktidara geldiler) ve Sovyetler birliği dağılınca iktidarda kalamayacağını anlayan Doğu Avrupa'nın komprador iktidarları oldu. Onlarda da Romanya direndi. Ukrayna ve Gürcistan'ın Rusya yanlısı partileri de isyanlar sonucu yıkıldı.
Acı gerçek şu ki, bir iktidarın ilk bilmesi gereken, bir sonraki iktidara iktidarı nasıl ve kime bırakacağıdır. Bu bazen nasıl geldiği bir yana, neler yaptığından bile önemlidir. Sovyetlerin dağılışı, Libya ve Irak'ın hali buna örnek olmalıdır. Sovyetler Birliği Komünist partisi, iktidarını seçimle devretseydi, ülkede sosylaizm halen ya da en azından umut olarak yaşıyor olabilirdi.Bir iktidarın demokratlığı, nasıl geldiğiyle değil, nasıl gittiği ile ilgilidir.
(Bu yazıyı depremden evvel başlamış ve bayağı ilerletmiştim. Bitirmesem olmazdı. Onunla ilgili de zaten defalarca yazmıştım, gene yazacağım)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder