14 Şubat 2023 Salı

SAĞIN YIKILAN KULESİ-DİYANET VE TARİKATLAR

 


William Golding'in kule adlı kısa romanı, bir kaç ay önce, kütüphane raflarında tesadüfen gördüğüm için alıp, okumuştum. Yazarı hemen herkes gigi efsaenvi Sineklerin Tanrısı romanından tanıyordum. Kendisi gibi tek romanı ile ünlenen efsane yazarların, az bilinen eserlerinin, gizli hazineler olduğunu, bir kitap kurdu olarak tecrübelerimden biliyordum. Depremle beraber, yıkılan minareleri görünce, bu roman aklıma geldi çünkü romandaki kule de, bir kilisenin çan kulesi ile ilgili. Romanda bir kilisenin papazı, kiliseye yeni ve devasa bir çan kulesi yapmaya karar veriyor. İnşaat ustası ve cemaat ne dese de dinletemiyor. Papazın kule ile ilgili mistik-metafizik bir inancı var, kulenin ne kadar uzun olursa olsun yıkılmayacağına inanıyor. Okurken size bu inanç bulaşır gibi oluyor ama siz de kulenin yıkılacağını biliyorsunuz. Olay büyük ölçüde Kırmızı Pazartesi ile benzerlikler gösteriyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/08/krmz-pazartesi-krizleri.html ) O romanda bir tek kurban öleceğini bilmiyordu, burada da bir tek papaz kulenin yıkılacağını bilmiyor. Mesela bakın şubat 2020'de  imar affı ile ilgili ne yazmışım, bakalım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/tuzlu-su-imar-affi.html ) Bu imar afları, bu depremden önce de birilerini öldürdü ve bir yerleri yıktı; daha bu depremin yıkıntıları kalkmadan yıkmaya ve öldürmeye devam edecek. Oysa ülkemiz deprem ülkesi ve en son yapılması gereken şey imar affı ve ben bunu  (bu blogun okuru pek olmasa da ) yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/tuzlu-su-imar-affi.html ) Bakın gene burada deprem ile ilgili neler yazmışım: ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/01/deprem-artik-panige-kapilalim.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/aklimiza-gelmeyen-felaketler.html ) (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/barbarlari-beklercesine-depremi.html ) İktidar yanlısı kanallar depremin büyüklüğü üzerine abartılı tanımlamalar yapıyor ama tedbirsizliğin küçüklüğü üzerine bir şey demiyor. Deprem ülkesi olmamız bir yana, büyük İstanbul depremi ciddi ciddi bekleniyorken, imar affı düpedüz ihanettir.

Bu ben zaten demiştim girizgahından sonra,  asıl konuya gireyim. Şu günlerde yazılacak konu çok ama ben bu depremde diyaneti ve tarikatları pek göremediğimizi yazacağım, özellikle ölüler, topluca gömülürken. Bu diyanet hemen her konuya, ölüleri yıkıyacak adam yok diye başlar. Bu ölü yıkayama davası 1930'larda başlandı. Bunun için ilk önce sekiz aylık imam kursları falan açıldı. Uzun süre bu ölü yıkama konusu konuşuldu, her seferinde dincilerin savunması oldu. Diyanet'in 178 bin civarı personeli var. Ankara'da onlarca caminin yanında bir sürü cami altı ya da bodrum katı cami var. Sorsanız vatandaş ölüsünü yıkıyamıyor. Oysa Ankara'da mezarlıklarda, özellikle Karşıyaka mezarlığında büyük bir cami var ve her cenaze namazı orada kılınıyor çünkü Melih Gökçek, cemevlerinde kılınan cenaze namazlarına güvenmiyordu. O bodrum kat yada dükkan camilerinin amacı, köylerde kalmaktan sıkılan personelinize kadro bulmak. Bu amaçla Zonguldak'da AVM mescidine bile personel atandı ama deprem bölgesinde ölüler, battaniyeye sarılarak, topluca gömüldü. Diyanetin bölgeye gönderdiği sadece seyyar mescit oldu. Sahi, depremde ne çok cami yıkıldı, özellikle de minareleri. Diğer yandan diyanetin sadece camileri yok. Cami altı bir sürü dükkanı ve gene bir sürü sosyal tesisi var. Cami altı dükkan demişken, bunların en büyüğü Ankara'da Kocatepe altındakiydi. Orada sadece AVM yoktu. Konferans salonları, devasa bir matbaa, nikah-düğün ve kına için balo salonları da vardı. Geçenlerde bir uğradım, sadece market kalmış, o da Beğendik'ken Çağdaş olmuş ve eskisinin yarısı kadar. Matbaa ve konferans salonu muhtemelen bazı resmi işler için ayaktadır ama balo salonları ile avm artık yok. Gene de diyanetin geliri, bütçeden kendisine ayrılan bir yana, devasa. Hadi camiler kutsal, o misafirhaneler ve işlettiği kurumlar, depremzedeler için açılamaz mı? Diyanetin böyle zor günleriçin hazrılığı nasıl olmaz? O devasa bütçe payı ve gelirleri olan diyanet, neden kefen bezi ihtiyacı karşısında sus pus olur.



Açamaz, çünkü rahatları bozulur. Yıllardır şehit edebiyatı yapılır ama ünlü politikacıların çocukları ya da önemli tarikat liderleri ve çocukları ya çürüktür, ya bedelli. Askerlik yapsalar bile, olası çatışma bölgelerinden uzak, çoğu kezde karargahta, sakin işler yaparlar. Şehitlere vaat edilen cennet makamı gerçek olsaydı, fakirlerin askerlik yapması yasaklanırdı. Son on-on beş yıldır felaketlerde ölenlere şehit diyorlar. Slogan atarken şahanedirler, Afrin'e, Kerkük'e, Moskova'ya girerler. Gerçekte depremden sonra seçim bölgesi olan Osmaniye'ye bile gidemezler. Hadi seçim bölgen olmayı geçtim, ailene, akrabalarına, çocukluk arkadaşlarına bir geçmiş olsun demeye de mi gitmiyorsun? Memleketinde yıllardır kullanmadığıb aile konağın sapasağlam. Neden boş duran konağını ya da bahçesini bile depremzedelere açmazken,  depremzedelere yardım edenlere laf sayıyorsun. Kendisnin yıllardan beri her salı birilerine çık kızarak, öfke ve nefret nöbetleri geçirmek ve böylece bazı gazete ve yayın araçlarının manşet ihtiyacını karşılamaktan başka bir şey yapmıyor.Türkiye'de sağ, yıllarca İsmet İnönü'yü diline doladı. Şu fotoğrafı bugünün iktidarının hangi politikacısı verebilir. Dikkat ettiniz mi, iktidar partisi ve ortaklarının politikacıları depremzedeleri dinlemiyor, bir sürü koruma ile geziyor. Bir de ara ara pozlar veriyor.







Atatürk'ün pek çok pozu var, halkı nasıl dikkatle dinlediği ile ilgili. Şu anki pek çok politikacı, öylesime kibirli ki, kendi parti üyeleri ile ve planlayarak bile bu pozu veremez. Şimdi o insanlar felaket yaşamış. Senin geciktiğin her saniyenin, hatta salisenin hesabını soracaktır. Bu kadar çok acı çeken insanın öfkelenmeye, öfke krizi gerçimeye hakkı vardır. Bu insan sen, haksız yere suçlasa bile, sen sakin olup, ona sakin cevap vereceksin.



 Bu konunun bir de tarikatlar ayağı var. Bu tarikatlar, Afrika'da su kuyusu açıyor ama depremzelere çadır kent açmıyor. (Bu bahane ile tekrar para topluyorlar. ) Benim bildiğim sadece Süleymancılar denen  (kurucuları Süleyman Hilmi Tunahan'dan dolayı) tarikatın bile, depremzedeleri misafir edecek kadar yurdu var. 2003'de Isparta'da sadece bir ilçede Süleymancı yurdu yoktu. 2010 yılında Kırıkkale il genelinde on üç yurtları vardı. Halen öyle mi bilemeyeceğim. Kocatepe AVM'nin terk edilmesi gibi bu tarikatın da eski gücü pek kalmadı. Üst  düzey Süleymancı bürokratlar iyice azaltıldı. AKP önce ülkede diyanetten fazla Kuran kursu ve ilk on büyük üniversiteden büyük pansiyonu olan tarikat güçten düşse de, tüm o binalar muhtemelen başka tarikatların elindedir. Şu anan kadar Alevi dernekleri cemevleri, Hristiyanlar kiliselerini açtı ama yurtlarını açan tarikat var mı?

En başa, bu yazının ilham kaynağı olan Kule romanına dönelim. Romanda, en azından benim okuduğum çeviride, papaza şansölye diye hitap ediliyor. Benim nildiğim Almanya başbakanlarına şansölye denir, meğer bu kelimenin papaz ya da kilisedeki en yüksek rütbeli papaz anlamı da varmış. Romanda kule yıkılmadan evvel, cemaat önce yavaş yavaş, sonra hızla kiliseyi terk ediyor. Ülkemizde 12 Eylül rejiminin zorunlu din dersleri ve Alevi köylerine yapılan camiler ile diktiği din kulesi de göz göre göre yıkılıyor. Bugün depremin 9. günü, halen çadır ihtiyacı var.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder