17 Aralık 2023 Pazar

DİYALEKTİK MATERYALİZİMİN ZORLUĞU VE BELKİ DE İMKANSIZLIĞI

 


1997-98'de Isparta'da, Süleyman Demirel Üniversitenide sosyoloji okurken, ders görevi olaraka anketörlük yapıyorduk. Sorulardan biri de kendinizi hangi sınıfa ait olduğunuzu hissediyorsunuz sorusuydu. Üç seçenek vardı, alti orta ve üst. Neredeyse tamamı  ortayı işaretlemişti. Türkiye'de anketler hep böyle çıkıyordu. Halkımız orta halli yada ortalama olmakla, orta sınıfı karıştırıyordu. Daha ilginci ise, tek tük kendisini alt sınıf olarak görenlerin tamamının ortalamanın üzerinde gelire sahip olmasıydı.  Bazı ortalama altı gelir sahipleri de kendilerini üst sınıf olarak görüyordu.

Bunun yanında uzun yıllar gözlemledim ki sınıf sadece gelirimiz değildir. Ne zamandır yada kaç nesildir zengin olduğunuzun yanında, etnik kökeniniz, cinsiyetiniz, cinsel zevk yönelimiz gibi şeylerle de ilgilidir. Üst sınıf, yani burjuva olmanız için o ekonomik konumda yada üretim aracı üzerinizdeki kontrolünüzden emin olmalısınız. Sırf azınlık olduğunuz için katledilebilir yada müseddereye (mala el koyma) uğrayabilirsiniz. Bu korkular sizde varsa, burjuva olamazsınız.

Uzun süre fark ettim ki, gerçek bir diyalektik değişim için, varlıkların yeterince saf olması lazım. Bu da çoğu kez insan düşüncesi veya çabasında olabiliyor. Mesela demir, doğada mineral olarak olarak ve çoğu kez oksitlenmiş olarak bulunur. Bildiğimiz bıçak-korkuluk yapmaya uygun değildir. Üç bin beş yüz derecede eritilmesi gerekir. Bir şeyin gerçekten saf şey olması, Aristo mantığının ilkelerine uygundur. Bu ilkeleri hatırlarsakİ

1)Bir şey ne ise odur. ( A, A'dır,)

2)Bir şey kendisi olmayan olamaz. (A,  Aolmayan olamaz.)

3)Bir şey hem kendisi, hem kendisi olmayan olamaz. (Hem A, hem A olmayan olunmaz.)

Bu mantık pek çok açıdan kullanışlıdır. Mesela azıcık hamile kalamazsınız, ya hamilesinizdir yada değilsinizdir. Azıcık paraşütle atlayamaz, azıcık ölemezsiniz. Ölmek demişken, bu mantık ilk krizini tıp konusunda yaşar. Sağlıkçılar birisi için öldü demez EX OLDU (çıkış yaptı) derler. Bunun iki nedeni vardır. İlki öldü dediğimiz kişi aniden ve yeniden yaşam belirtileri gösterebilir. Bu vakaların en ünlüsü, müzisyen Müslüm Gürses'tir. Kendisi 1979'da yaşadığı kazadan sonra öldü diye morga gönderilmiş, morg görevlisinin ayak parmaklarının oynadığını fark etmesi ile tekrar müdahale ile kurtarılmış ve 2013'e kadar yaşamaya devam etmiştir. Bu iki değerli mantığın tıptaki diğer bir sorunu da ölü organlar meselesidir. Bu yüzden tıpta, beyin ölümü gerçekleşmesi kavramı, nihai ölüm kavramıdır.

Bir şey ne ise odur mantığı pek çok yerde işlemez. Bu yüzden çok değerli mantık, bulanık mantık gibi mantıklar icat edilmiştir. İnsanlar arası ilişkilerde de sık sık kesintiye uğrar. Çünkü insanlar sık sık ne ise o olmaktan çıkarlar. Yahudi kökenli Türk Yahudisi Munis Tekinalp ile ilgili bir yazıyı okuyordum. Yazıyı yazan başka bir Türk Yahudisiydi. Bir ara onunla ilgili bir yazısında, onuna Sebatayist yada Türk olan Müslüman dostları vardı diye yazıyordu. Garip bir aydınlanma anı yaşadım. Sabatay Sevi'nin takipçileri, Müslümanlar için Yahudi, Yahudiler için Müslüman'dı. Sabataycılık sadece bir Yahudi olarak kendinizi Müslüman gibi göstermeniz değildi, bunun Yahudiliğin bir gereği olduğuna inanmanızdı. Diğer taraftan Osmanlı ortaçağında, 1492'deki İspanya'dan büyük göçün ardından, Selanik'in nüfsunun çoğu Yahudi olmuştu. Şehir Yunanistan tarafından işgal edilinceye, hatta Yunanistan, Nazilerce işgal edilinceye kadar öyle oldu. Yahudiler, ölün korkusundan falan değil, Sabatay Sevi öyle istediği için Müslüman gibi yaşıyordu. Bu açıdan Sabataycılar neyse o değillerdi.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/sabataycilar-ve-fasizm.html). y

Bu durum, hangi sınıftan olduğumuzla da ilgilidir. Yıllar geçtikçe halkımızın kendisini hep orta sınıf olarak görmesinin tek sebebinin orta halli yada ortalama ile orta sınıfı karıştırmalarının olmadığını anladım. Kendilerini alt veya üst sınıf hissetmelerinin başka sebepleri de vardı. Beyaz yakalılar, gelirlerinin düşmelerini fark ettikleri için eskisi kadar küçük burjuva değillerdi. O yüzden sola meyilliydiler.  Sınıf konumu, aynı kişinin nerede olduğu ile de ilgilidir.  Almanya'da Türkler işçi sınıfıdır ve sola oy verirler. Türkiye'de ise geniş mülkleri olan burjuvalrdır ve sağa oy verirler. Kürtler de büyük şehirlerde yada kıyı Ege bölgelerinde sola, kendi memleketlerinde DEM (HADEP, DEP vs) veya sağ partilere oy verirler. Çünkü gurbette alt sınıftırlar.

İnsanların kendilerini alt sınıf  hissedip, devrimci olmaları için yoksul, hatta aç olması (proletarya) olması yetmez, bu durumdan bir kurtulma umudu da olmaması gerekir. En ufak bir umudu varsa, devrimi yarım burakır. Lenin; Devrimde son kararınızın ne olacağı, hangi sınıftan olduğunuza bağlıdır demişti. Rusya, kapitalizmle beraber aristokrasi yaşıyordu. Ekim devrimi olduğunda, Rusya'da kölelik, resmi olaak kalkalı yüz yıl bile olmamıştı. İflas ederek yada Çarlık ailesi-çevresi tarafından gözden düşerek sınıftan düşebil,yordunuz (Boris Pasternak'ın Doktor Jivago'su böyledir) ama sınıf atlayamıyordunuz. Dostoviyetski'nin Raskolnikov'u neden çevresindekilere tıp okudunuğunu söylemez? Ülkemizde tıp ve hukuk okuyanlar, genelde bunu konuşmalarının ilk beş on cümlesinde söylerler. Bu, sınıf atalayacağının göstergesidir yada öyle zanneder. (Bu branşlarda giderek fakirleşiyor) Oysa 19.yüz yıl Rusya'sında, soylu sınıftan değilsen, tıp mezunu olarak ancak bir kasaba hekimi olabilirdiniz. Beyin göçü yaparak, zengin bir Avrupa ülkesine göçseniz bile, tıp okumuş bir Mujik olarak ancak hasta bakıcı falan  olurdunuz.

Buradan da anlayacağımız gibi insanlar, sınıfsız bir toplumdan çok, üst sınıfa çıkmak isterler. Konfiçyüs'ün dediği gibi, bir kölenin rüyası özgür olmak değil, bir köle sahibi olabilmektir. İnsanların devrime katılma, hatta devrimci olma arzularının temelinde de bu yatar. Bir dolar milyarderi, sosyalist, hatta komünist bir devrimci olabilir. Yeterki komiternde üst düzey bir mevkide olacağını bilsin. Karl Marks, eğer o kominist işçi örgütlerine üye olmasa ve onlara uzaktan baksaydı, halkın gözündeki sınıf atlama hırsını görebilirdi.

Sınıf bilinci, etnik kimliğimizle de ilintilidir. Azınlıklar daima kendilerini alt sınıf hissetmeye meyillidirler. Servetleri her an bir progrom yada Varlık vergisi gibi bir saldırı ile ellerinden alınabilir. (Mesela bakınız: https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/1934-trakya-progromu.html) Maraş-Çorum ve benzeri olaylar aslında birer yağma girişimidir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html) Karl Marks'ın da, aslında burjuva bir aileden geldiği halde, sosyalist olması da Yahudi kökleri ile ilgiliydi bence. (Kendisi beş yaşındaylen ailesi vaftiz olup, din değiştirmişti.) Diğer yandan kitlelerin sağa yönelmesinde de faşizan üstünlük duygusunun etkisi büyüktür. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/fasizan-ustunluk-duygusu.html) Faşizm halka şöyle der: Sen Sünni ve Türksün ve bu sistemde üstün kişisin. CHP iktidara gelince bunu  kaybedeceksin, der. Bunu doğrudan böyle demez. Aleviler cami yaktı der. Ahali caminin yerinde olduğunu görür ama gene de saldırmaya devam eder. Çünkü en baştan camiye bir şey olmadığını, Alevilere saldırmaları gerektiğini duymuşlardır. Gezi'de camide içki içilmediğini, türbanlı bacının üzerine işenmediğini falan da biliyorlardır. Hatta bence çözüm sürecinin,  çözüm olmayacağını da bal gibi biliyorlardı. Faşist mitomani histeri gibidir. Histerik öfke yada bayılma krizleri gib yeri ve zamanı bellidir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/fasist-mitomani.html) Son olarak, Kılıçdaroğlu'nu PKK ile ilişkilendiren videonun montaj olduğunu da biliyorlardı hatta Reisleri şantaj-montaj ne olmuş yani dedi. Yani bir Aleviyi, hele de Kürt bir Aleviyi seçerseniz, faşizan üstünlük duygunuz yıkılır demek istedi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/neden-kilicdaroglu-istifasini-istemek.html)

Şimdi ise iktidar bu üstünlük duygusunu, sezdirmeden Araplara verme derdinde. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/turk-ve-arap-fasizan-ustunluk-duygusu.html

1 yorum: