BEYRUT’AN ISPARTA’YA
Ben ilkokuldayken televizyonda
haberlerin çoğu, Lübnan iç savaşı hakkında olurdu. Ülkedeki etnik gruplar sık
sık çatışırdı. Sünniler, Şiilerle, Müslümanlar, Hıristiyanlarla, Dürziler,
Hıristiyanlarla, çoğu kez de herkes, herkesle savaşırdı. Sık sık diplomatlar,
papazlar, misyonerler ve Beyrut Amerikan Üniversitesi profesörleri kaçırılırdı.
Olayların çoğu, nüfusun çoğunluğunun yaşadığı Beyrut şehrinde olurdu. Şehir
harabeydi, harap olmaya devam ediyordu, çünkü harbin merkezindeydi.
O Beyrut ki, bir zamanlar,
Ortadoğu'nun, Paris'i diye anılırdı ve Dünya zenginlerinin para harcadığı
turistlik merkezlerden birisiydi. Lübnan'da, yasalarındaki boşluklardan dolayı
kaçan vurguncular sayesinde, Ortadoğu'nun İsviçre'si olarak anılırdı. Tabi bir
de İsviçre meselesi vardı. Tam tarafsız olmak için, Birleşmiş Milletlere bile
üye olmayan, İsviçre, vurguncuların sığınağıydı. Banka hesaplarını, sahipleri
başkasına teslim ettirmiyorlar, kontrol de ettirmiyorlardı. Doksanlı yıllarda,
mafya örgütlenmelerine karşı uluslararası işbirliğinin yaygınlaşması ve yüz
ölçümü küçük, ekonomisi büyük bu ülkenin de bundan kaçamaması sebebiyle,
İsviçre'ye kaçma ve İsviçre'de banka hesabı olmak, demode oldu. İsviçre'nin
yerini, Karayib denizindeki ada ülkeleri aldı. Neyse biz Beyrut'a dönelim. Beyrut, iç savaş
çıkmadan evvel, zengin, lüks, ihtişamlı bir şehirdi. Ortadoğu'nun en büyük
havaalanına ve limanına sahipti. Geniş bulvarları, caddeleri, vardı. Dev alış
veriş merkezleri, lüks otelleri vardı. Ne yazık ki bu şehir ve bu ülke, ben bu
hikayeyi yazarken de, büyük bir kargaşalık içinde.
Lübnan, tabi ki Beyrut'tan ibaret
değildi. PKK başta olmak üzere hemen her terör örgütünün, Bekaa vadisinde kampı
vardı. Bu kamp, ülkenin doğusunda, Suriye sınırında ve Suriye kontrolündeydi.
1991'de Sovyetler Birliği dağılmadan evvel, sanki tüm dünyanın illegal komünist
örgütleri orada toplanmıştı. Hem İtalyan Kızıl tugayları, hem de Japon Kızıl
ordusunun kampı vardı. Bir de PKK’nın meşhur Mahzun Korkmaz akademisi vardı. Böleninin
yerli ahalisi de, bölgeyi terk etmiş değildi. Portakal bahçeleri ile, esrar
imalathaneleri iç içeydi. Geniş alanlarda haşhaş ekilirdi.
Güneyi, Şiilerin, Hıristiyanların ve İsrail’in
boks ringi gibiydi. Şiiler ise, bu günkü gibi Hizbullah’ın merinde yek vücut
değildi. Hizbullah ve Emel örgütleri vardı.
Ona rastladığımda 1996 yılıydı. Isparta
da Süleyman Demirel Üniversitesinde öğrenciydim. Çarşıda sürekli yemek yediğim,
küçük ve ucuz esnaf lokantalarından birisindeydim. Öğle yemeğim için
oturmuştum. Lokanta, çok küçük bir dükkândı. Mezun olduktan ve Isparta'dan
ayrıldıktan yıllar sonra gittiğimde terinde yoktu. O, hemen karşımda bir masaya
oturdu.
Bende bayağı genç cesareti varmış. Bu
gün böyle bir şey yapar mıyım, yapmaya cesaret edebilir miyim, bilmiyorum. Konuşması,
Araplar gibiydi. Arapça bir kelime söylemiyordu ama sanki bir Arap, Türkçe
konuşmaya çalışıyordu. Harflerin, kelimelerin ağzından çıkışı bir garipti.
Dayanamadım, sordum:
-Affedersiniz, siz Arap mısınız?
-Arap memleketlerinde kaldım, dedi.
-Hangisinde, diye sordum.
-Lübnan' da, dediğinde, çok
heyecanlandım.
-Savaş sırasında orada mıydınız?
Bu soru, onu da heyecanlandırdı. İçinde
kalan tüm sözleri döktü bana. O çatışmaların yoğun olduğu zamanları, tam içinde
yaşamıştı. Döktü bana içini. Her sorunu yanıtladı.
-Orda otuz altı ayrı etnik grup varmış
öyle mi?
-Yetmiş iki, yetmiş iki dedi. (Halk
arasında Dünya'da yetmiş iki millet var denir ya. Hatta annem yetmiş iki buçuk
derdi. Buçuğu, Çingenelermiş.) her milletten azıcık azıcık var orada.
-Hepsinin arasında husumet var mı?
-Ohoo. Hiç biri diğerini çekemez.
Müslüman'ı, Hıristiyan'ı, ayrı ayrı düşmandır; Marunî’si, Rum'u ayrı.
Müslüman'ının da, Şii'si, Sünni'si, Alevi'si ayrı kavga eder.
-Neden kavga ediyorlar? Sebep ne?
-İngilizler fitne sokuyor. Karınla
kavga etsen, İngiliz'den bileceksin derler, doğrudur.
-Peki, kavga ettiklerinde birbirleriyle
konuşmazlar mıydı?
-Yok, yok. Emelcilerle (Şii Emel
örgütü) ile Marunlar (Maruniler. Katolik Arap Hıristiyanlar) gündüz savaşırlar,
gece beraber yemek yerler.
-O kadar samimiyseler, neden
savaşıyorlar.
-Reisleri emrediyor.
-Kendileri düşünmüyorlar mı?
-Yok yok. Ne emredilirse, onu yaparlar.
-Peki, her etnik grup, aşiret, kendi
aralarında mı evlenir sadece?
-Evlenmezler. Öyle birbirlerine kız
alıp, vermezler. Kimin, kimle evleneceği bellidir.
-Bekaa vadisine gittin mi hiç?
Oradakiler nasıl insanlar.
-Git, pisler. Ahlaksızlar.
-Nasıl ahlaksızlar. Teröristleri
barındırdıkları için mi?
-Yok, öyle değil. Nasıl anlatsam. Ben
senin bacını yapıyorum, sen benim bacımı götürüyorsun.
-Cinsel serbestlik var yani.
-PKK (O zamanlar esas üssü oradaydı.),
Japon Kızılordusu falan. Tüm terör örgütlerinin kampı varmış orada.
-Var, var. Fazlası da var.
-Sen orada nasıl kaldı.
-Bizim şirket orada iş almıştı. Sonra
savaş çıktı. Ben evlenmiştim. Benim hanım Arap.
-Hiç çatışma gördün mü?
-Olmaz mı? Bir keresinde ben, el
arabasıyla banana satıyordum.
-Banana ne? Ne demek.
-Banana. Meyve. Hani çikita var ya.
-(İngilizce dersini hatırladım.)Ha,
muz.
-Muz ya. Arabamı itekliyordum. Bir anda
çatışmanın ortasında kaldım. Bir köşeye sığındım. Araba, çatışmanın ortasında
kalmıştı. Oradakilerden birine dedim; benin araba, bananalar orada kaldı. O da,
be alırım dedi. Atıldı ortaya. Taklalar ata ata, yuvarlana yuvarlana gitti.
Arabayı aldı. Başını eğip, ateş ede ede, arabayı oradan çıkardı bana verdi.
-Halen zenginlermiş öyle mi? O kadar
savaş, zenginliği yok etmemmiş.
Öyledirler. Halen zenginlerdir. Şimdi
Beyrut'ta sokakta çatışma olur. çok değil, iki saat sonra orada çatışma olsun
demezsiniz. Zengini tam zengindir. Orada en güzel elçilik, Türk elçiliğidir.
Öyle ki Isparta'nın otelinde (Süleyman Demirel heykelinin arkasındaki, Büyük
Isparta Otelini kast ediyordu. Benim öğrenciliğimde de, Isparta'da çok otel
vardı. Turistlik belgesi, yani yıldızı olan iki otel vardı. Biri İstanbul yolu
üzerindeki Bolat oteli, diğeri de mülkiyeti belediyeye ait, bu oteldi.) Neyse
ben çıkıyorum. Hanım bekler dedi ve çıktı.
Onun ardından, lokanta bayağı sessiz
kalmıştı.o, hem benle konuşup, yemeğini bitirtmeyi başarmıştı. Bense yemeğimi
soğutmuştum. Arada kendi aralarında konuştular.
-Çok kalmış oralarda. Arada anlatır.
-Ne dediği anlaşılmıyor. Gerçekten de,
harfleri çok garip telaffuz ediyordu.
-O anlıyor diye beni gösterdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder