veli karaca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
veli karaca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Nisan 2025 Pazar

ARKADAŞIM VELİ KARACA



 Bitmeyen Yenişarbademli anılarımı anlatırken, orada kaldığım süre içerisinde en yakın arkadaşım olan, köy enstitüsü mezunu, emekli öğretmen Veli Karaca'dan bahsetmem lazım. Kendisi ben daha doğmadan, 1973'de emekli olmuştu. 25 sene öğretmenlik, üç sene de gezici başöğretmenlik denen, bir çeşit ilkokul müfettişliği yapmıştı. Bana anlattığı şeylerin çoğu aklımda da olsa, bayağı bir kısmı da palavra içeriyordu.  Kendisi normalde yirmi beş yıldır emekliydi ve emekli maaşı ile geçiniyordu, yani kağıt üstünde öyleydi.  Kendisi köyde (köyümsü ilçede) mütevazi bir hayat yaşıyordu. İlçe dışına nadiren çıkıyor, ilçe içinde küçük bir motorbisikleti ile geziyordu, beraberken arkasına beni de alıyordu. Servetini ara ara ağzından kaçırıyor yada bile bile sızdırıyordu. Antika belge-eşya toplayıcısıydı ve bayağı bir antika kitap ve belgeyi, Süleyman Demirel Üniversitesi, İlahiyat Fakültesinin kütüphanesine bağışlamıştı. (Bunu not edin, yazının sonunda lazım olacak.)

Onunla tanışmamız, Belgelerle Yenişar'ın Tarihi adlı kitabı üzerinden oldu. Okulun edebiyat öğretmeni Ülkübey Özsoy'a, kitabın düzeltmelerini yaptırtmaya çalılıyor, Ülkübey'de buna yanaşmıyordu ve ben ilgileniyordum. O da sürekki okula, benim yanıma gelir oldu. Sonra motorbisikletiyle beni evine götürdü, onun evinde çalıştık. Karısı da yanımızda olurdu. İlk eşi öldükten sonra, bir daha evlenmişti. Kendisi o sıralar yetmişlerindeydi, ikinci karısı da tahminim ellisine yakındı. İlçe halkı Veli Karaca'yı pek sevmiyor, ondan korkuyordu. Karaca'nın çocukları ve torunları, Bademli, hatta Isparta dışında yaşıyordu. Pardon, bir kızı, ilçe encümen meclisi üyesi de olan emekli astsubay damadı da ilçede yaşıyordu. Onlarla pek az görüştüm.

Karaca'nın geçmişi ile ilgili pek az şey öğrendim. İlçe halkı ve hatta Yenişarbademli'nin eskiden bağlı olduğu Şarkikaraağaç bile tanıyordu onu ve lakabı kedi Veli'ydi. Bu lakabı da çapkınlığı yüzünden aldığını, kadına gitmek için öğrencileri sınıfta tek başına bırakıp, camdan çıkarak, kadına gittiğini anlatmışlardı bana. Bunu ona sorduğumda, Yenişarbademli'nin o zamanlar köyü olan Yenice mahallesinde öğretmenken, eşinin üzerine kuma almaya çalıştığını, bu da öğrenilince şubat tatilinde Şarkikaraağaç'ın, Bademli'ye uzak bir köyüne atandığını anlattı. Tüm öğretmenlik ve memuriyet hayatı, Şarkikaraağaç'ın sınırları içerisinde geçmişti. İlçenin üç köyünde öğretmenlik yapmış, son üç yılında da o yıllarda gezici başöğretmenlik denen ilk öğretim müfettişliği yapmıştı.  1973 yılının aralğında, 1.4'ü olunca, muhtemelen o dönemin ilçe milli eğitim müdürünün baskısı ile emekli olmuştu; çünkü emekli olduğu dün, Şarkikaraağaç ilçe milli eğitim müdürünü dövdüğünü söylüyordu.

Bütün bu karanlık yönlerine rağmen, orada yaşadığım süre boyunca kendimin ve arada bir Bademli'ye gelen annemin en güvendiği bir kaç kişiden birisi oldu. Buraya kadar anlatılacak bir sürü ayrıntıyı pas geçeceğim. Asıl konu,, bu dostumdan nasıl ayrı düştüğüm, tayinimle olmadı, tayinimden önce oldu. Askerlşk dönüşümden sonra,  ev ortağımın askerden dönüşünden önceydi. 2000 yılının kasım yada aralık ayı, baca temizleme maceramdan sonraydı. (Ev ortağım asteğmenlik yapmış, on altı gün de askerliği uzatmıştı.) Ev ortağım 2001 martının sonlarına doğru ve galiba Nisan başında gelmişti Bademli'ye. 

Konu annemin Bademli'ye son gelişi ve Veli Karaca'nın bana kurmaya çalıştığı tuzak, bunu anlatayım. Annemle beraber, Veli Karaca'nın evine, o ve ailesi de bizim lojmana gelip, gidiyordu. Kendisi uzun süredir bize gelmeyip, bizi kendisine davet ediyordu. Anneme göre sıra Veli Karaca'nın ailesindeydi, onlarsa gelmemekte ısrar ediyordu. Nedeni de bir gün aniden ve tesadüfen ortaya çıktı. Annem hamur açmak için daha büyük bir oklaya yada merdane almaya, lojmana yakın bir köylünün evine gitti. Orada konuşulanları duydu.

-Lojmandaki h(oooğlan)'ın annesi gelicekmiş de, virivirceklermiş.

 Meğer annem ve ben, eve geldiğimizde, kız ve ailesi de evde olacakmış, kızı da bana vermiş olacaklarmış.  Söz konuusu kız, 1999 depreminden sonra Gölcük'ten memleketine ailesi ile memleketi olan Bademli'ye göç etmişti. Bademli'nin kızlarının pek çoğu gibi erken gelişmişti ve bayağı uzun boyluydu. (Ben 1,72'yim ve hatırkadığım kadarı ile benim kadar uzun yada benden çok az bir şey uzundu) Görseninz lise 2. sınıf öğrencisi ve 15-16 yaşlarında demezdiniz. İşin kötüsü ilçeye gelir gelmez, ilçede yeni kurulan polis teşkilatından bir biri ile işleri karıştırmıştı. Polis memuru ile evlenmek istiyor ama polis buna yanaşmıyordu. Benimle evlendirip, problemlerini çözmek istiyorlardı anlaşılan.  Annem aceleyle Ankara'ya döndü, ben de o eğitim-öğretim yılının sonuna kadar Karaca^'nın evine gitmedim. O yıl, iki bin yılından önce göreve başlayanlar için zorunlu hizmetin kalkmış oması, o dönemlerin tayin-atama yönetmeliği gereği il içinde 2-il dışında 3 yıl dolmadan tayim istenememesi, Yenişarbademli'nin o zamanlar zorunlu hizmet bölgesi olmaması (2005'de zorunlu hizmeti il ve ilçeler bazına ilçeler bazında ayrı bir değerlendirmeye tuttular) ve sekiz aylık kısa dönem askerliğimin görevden sayılmaması sebebi ile, Isparta il merkezinin yanında,  Yalvaç'ı da yazdım. Okulların kapandığı gün de Veli Karaca'nın evine gittim ve süpriz; kız, anası, babası ve okuldan sınıf arkadaşı başka bir kız. Ziyareti kısa kesip, Ankara'ya döndüm.

Yaz tatilinde Yalvaç'a tayinim çıktı ve çok da iyi oldu. Yalvaç uzak ve sapaydı, Bademli halkının yolu pek düşmüyordu. Isparta ise il merkeziydi ve herkesin illa bir bağlantısı vardı. O günlerde yolluk ve evi toplama meseleleri içe bir kaç gün geçirdim. İlçeden bir an önce kaçmak ve bir daha (en azından fiziken) geri dönmek istemiyordum. O günlerde sokakta Veli Karaca'yı gördüm ve kızı başıma bela etmesin diye selam vermedim, sonra bunu okulda arkadaşlara anlattım. Taşındığım gün,  özellikle yanıma geldi, Sinan, Sinan diye bağırdı herkesin içinde.Ben de ellerimle gitme işareti yaptım, ondan uzaklaştım. 

Bademli'den Yalvaç'da tayin olan tek ben değildim. Okulun fizik öğretmeni Veli Kitiş'te tayin olmuştu.  Sohbette benim bu selma vermemei de sordu, ben durumu anlatınca, o da, o kadar zaman Bademli'de anlatmadığı bazı gerçekleri anlattı. Kendisi yıllarca, ta gezici başöğretmenliğinden itibaren çevre köyleri dolaşıp, evlerdeki antikaları ucuza toplayıp, ulusları piyasada satıyormuş, servetinin kaynağı buymuş. Hatta Süleyman Demirel İlahiyat'a kitap bağışının sebebi de, böylesi bir satışın açığa çıkmasıymış.

Aradan yıllar geçti, Yenişarbademli'nin adını internette ararken, bir Facebook göndersinde, Belgelerle Yenişar'ın Tarihi adlı kitabından alıntılar ve çoktan öldüğünü öğrendim. Kitabı kendi parası ile bastırmak yerine, belediye veya diğer devlet kurumlarında bastırmak için çok uğraşmıştı. Kitap şimdi Google'da dijital kitap olarak var ama ben almayacağım, zaten tüm düzletmelerini ben yaptım, pek çok yerini de ben yazdım.

İyi arkadaştı Veli Karaca ama gerçek dost değildi. Sayesinde Halil Cibran, Arif Nihat Asya ve pek çok yazarı tanıdım ama bana kumpas kurmaya kalkmayacaktı. (O zamanlar intetnet, Nadirkitap.com yada Kitantik gibi siteler yoktu. Hak Erenler kitabını aramak için sahaf sahaf gezdiğimi hatırlarım. İstanbul'da, köy enstitüsü mezunu emekli bir dahaftan, kitabın adını Ermiş olduğunu öğrenmiştim.)

23 Ekim 2024 Çarşamba

KÖY ENSTİTÜLERİNE HALEN İHTİYACIMIZ VAR


Atatürkçü, sosyal demokrat, hatta solcu sohbetlerde, konu illa köy enstitülerine gelir. O zaman ortama bir hüzün çöker. Kapatılması bu günün pek çok sağcısını bile üzer. Fakat en ateşli savunucuları için bile köy ensittüleri bir nostaljidir, geri dönüşü imkansızdır. Burada tek haklı oldukları nokta,  köy enstitüleri kapatılmasa bile, o zamanki hailyle kalmayacaktı. Onlar da zamanla değişecekti. Köy enstitüleri, adları ile köy için kurulmuş da olsa, ülkemizin kasaba, şehir, hatta ilçelerinin de ihtiyacı olan bir şeydir halen. Olay sadece öğretmen okulu, köy öğretmeni yetiştirme meselesi değildir. Olay pratiğe yönelik, yaparak ve yaşayarak öğrenmedir. Bunun yolu da staj denen sömürü düzen değil, okuldaki atelyelerdir. Köy enstitüleri hep tarım ve hayvancılıkla hatırlanır. Oysa Kastamonu,  Gölköy köy enstitüsü, Türkiye'nin ilk modern tuğla fabrikasını kurmuştu. Daha evvel güneşte kurutulan biriket denen daha ilke tuğlalar üretiliyordu Türkiye'de. Yani köy enstitüleri, sanayileşmeye de destek olmuştu. Bu okullar sadeceöğretmen yetiştirmemiştir. Bu okularda demircilik, marangozluk be duvarcılık ustalıklarından biri de mutlaka öğretiliyordu. Bu okullar sağlık memurları da yetiştiriyodu.

Köy enstitülerinin kapatılmasının yegane bahanesi solculuktur. Ben 1998 yılında öğretmenliğe atandığımda, Gönen Köy Enstitüsü mezunu emekli bir öğretmenşe tanışmıştım. Kendisi benim doğumumdan bir sene sonra emeki omuştu, yaklaşık yirmi beş yıllık emekliydi. Kendisi gayet sağcı ve dindar  birisydi. Onun aracılığıyla halen sağ kalmış bazı köy enstitülü ve köy enstitüsü sonrası öğretmen okul mezunu emeklilerle tanıştım. Pek çoğuda sağcı ve muhafazakardı. Köy enstitülerine bu imajı, köy enstitülü yazarlar ( Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu, Pakize Türkoğlu,  Hatun Birsen Başaran vesaire) kazandırmıştı. Okuların sağcı mezunları genelde okularını sahiplenmemişti. Köy enstitülülere atılan diğer bir iftira da, kız-erkek ilişkileri üzerineydi ki ben bunun da yalan olduğunu gördüm. Benim tanıdıklarım erkekti ve hepsi de mezun olduktan sonra atandıkları köylerde evlenmiş, okuldayken sevgilileri olmamıştı. Bu süreçte köy enstitülerinin gerçek kapatılma nedenini öğrendim. Bu okulların mezunlarının hemen hepsi tayin oldukları köylerde toprak sahibi olmuşlardır. Pek çok toprak sahibi, o yıllarda vergiden kaçırmak için tarlalarını tapuya kaydetmemiştir. Çok iyi hukuk bilgisi sahibi olan enstitü mezunları, pek çok tarlayı üzerlerine yapmıştı. Sadece tapu konusunda değil, her konuda göz açık kimselerdi. Osmanlı'dan kalma, kolay ezilebilir memur isteyen zihniyet, halkın eğitim almasını da istemeyen tarikatlarla birleşince, köy enstitülerinin ömrü kısa olmuştu.

Köy enstitülerinin kapatılma sebebi, solculuk ve komünizm olsaydı, stadına eşek kadar harflerle DEVRİM yazısı  halen yerinde duran ODTÜ ya da tüm illegal sol örgütlerin kuruluşların doğum yeri olan Mülkiye Mektebi (Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilimler Fakültesi) falan kapatılırdı. Konu cinsel suçlar olsa, Ensar vakfı falan kapatılırdı. Bu okulların önce ktüphanelerinin kapatıldığını da herkes yazmaz. Bu okullardan örnek çiftçi ve zanaatkar yetiştirilme işine de parça parça son verildi. Bu okullar en son Anadolu Öğretmen Lisesi yapıldı, ardından da kapatıldı.

Bu okullardan almamız gereken ilk ilke, okulların meslek ve akademik eğitimin bir arada olması gerekliliği, yani politeknik okulların kurulması gerekliliğidir. Politeknik okullar akla hep Sovyetler Birliği gelirken, aslında bu okulları ilk kuranlar Almanlardır ve Köy Enstitülerinin rol modeli de daha çok Finlilerdir. Atatürk'ün meşhur Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitapçığını önermesi boşuna değildir. Bu çağda politeknik eğitim daha da gereklidir. Mina Urgan, Bir Dinazorun Anıları adlı kitabında,  üniversiteden uzaklaştırıldığı ve işsiz kaldığı yıllarda, çevirmenlik yaparak geçindiğini, bebek bakıcısı olmayı yeğleyeceğini yazmış  ve her eğitimli insanın bir el beceresi olması gerektiğini de eklemiştir. Bu  durum günümüz için daha bir gerçekliktir. Her meslek liseliye, bir şekilde üniversite yolu açmamız gerektiği gibi, en akademik liseye (bu isterse en ala fen lisesi olsun) bir el becerisi yada kendi işini kuracak bir  ustalık (yazılım, spor  yada sanat alanı olabilir) becerisi verilmelidir. Bu da devletin öğretmenleri gözetiminde olmalıdır, ticaret ve sanayi odalarının değil. Ticaret ve sanayi odaları, stajyer adı altında bedava işçi aramaktadır. Çok kere meslek lisesileri yarı kalifiye eleman yetiştiriyor. Yarı kalifiye eleman, işverenlere işçi yetiştirir. Kalifiye eleman derken, az bir sermaye ile kendi işini kurmaya da yetkili bireydir. Ülkemizde mesleki eğitim, son yılarda ticaret ve sanayi odalarının da iyice devreye girmesiyle yarı kalifiye eleman yetiştirmeye yoğunlaştı. Staj programları da iş öğretmek yerine, iş yerinde kimsenin yapmak istemediğ getir-götür yada sabun işleri yapmaya yöneldi. Sigortayı zaten okul yapıyorken, pek çoğu öğrenci fazlası var diye, öğrencilere maaş da vermez oldu. Hatta sırf öğrencilere öğle yemeği vermemek için stajı öğleden sonra başlatan işletmeler var.  Öğrenciyi avukatın yerine staja gönderiyoruz. Avukat bey en pahalı lokantadan her öğün kendisine ziyafet çekiyor, masayı da stajyerlere hazırlatıyor,  stajyerleri de aç bırakıyor. Ertesi yıl o avukata stajyer göndermeyince de, neden göndermediğimizi soruyor. (Sonra bu avukatlar hakim ve savcı oldukarında, onlardan adalet arıyoruz.) Okullar, öğrencilerin haklarını korumalı, stajda eğitimin yanı sıra sosyal faaliyetler de olmaı, şirket içi sosyal faaliyetlere öğrenciler de katılmalıdır. Akademik liselerde de öğrenciler kendi başına ürünler vermeyi öğrenmelidir.

Bunlardan daha önemlisi, daha doğrusu en önemlisi, öğretmenliğe itibar verilmelidir. Bu sadece maaş ve özlük hakları değildir (onlar da var).  Eğitim fakültesi mezunlarının  yıllarca işsiz bırakılması, ücretli öğretmenlik adı altında süründürülmesi yada özel sektörde çok düşük maaşlarla çalıştırılmasının önüne geçilmeli, asgari öğretmen maaşı uygulamasına geçilmelidir. Bunun için de eğitim fakültelerini kapatmak yada azaltmak yerine, eğitim fakültesi mezunlarına farklı kariyer alanlarını da açmak gereklidir. Örneğin fizik öğretmenliği mezunu, eksik derslerini tamamlayıp, fizik mühendisi yada malzeme mühendisi olabilmelidir.

Öğretmenlerin diğer idareciler tarafından itilip, kakılmasına engel olunmalı, CİMER 'e yapılan asılsız ihbar ve şikayetler cezalandırılmaıdır. Öğretmenler, özellikle performans notu vermede özgür bırakılmalı, veli yada amirlerin baskılarından uzak tutulmalıdır.

Öğretmenliğini itibar ve cazibesi, en önemli olanıdır. İstediğiniz kadar teknooji kullanın, sonuçta iş öğrenci-öğretmen ilişkisindedir. Öğretmenin itibarı olmazsa, öğrenciye rol model olamaz. Rol model olamazsa çğretemenz, sadece bakılıcılık yapar.