Blogumda azınlık eksikliği duygusunu yazmıştım. Bu eksiklik, ne kadar dışlanır, ezilir iseniz o kadar sizde de o kadar çoğalıyor. Şoven duygular, siz ezildikçe çoğalıyor.
Bunu hem kendi öğrencilik hayatımdan, hem de öğretmen olarak gözlemlerimden edindim.
İlginç bir şekilde, şimdiki üniversite öğrencilerinin, Alevilik ve Kürtlük üzerine bizim kadar şoven duygulara sahip olmadıklarını fark ettim.
Sonra o zamanla, bu zaman arasındaki en büyük farkın, devlet yurdu ve Ülkücü egemenliği olduğunu fark ettim.
O meşhur doksanlı yıllarda tek güzel şey müzikti. Türkiye için bir çeşit müzik rönesansında yaşamak gibiydi. O dönem müziğini sadece popla ve Kral TV ile sınırlamak haksızlık olur. Radyoların, hele de yerel radyoların altın çağı gibiyddi. Rock, metal, halk müziği, arabesk,özgün müzik ve hatta Türk sanat müziği alanında da muhteşem eserler verildi.
Öte yandan PKK'nın Güney Doğuyu yaktığı, göz altında kaybolmaların, beyaz Torosların, Yugostlavya iç savaşını da dönemiydi.
Üniversitelerin çoğunda ise Ülkücülerin o sıkıcı egemenliği vardı. Sırf Kürt, Alevi veya Solcu olduğun için dövülebilir, aşağılanabilir, gene de suçlu sen olabilirdin. Hatta öldürülüp, sakat bırakılman bile çok normaldi.
Kredi ve Yurtlar Kurumu yurdunda bambaşka bir güçleri ve egemenliği vardı. Mesela kıredi yurtların yurdunda kalanların yarısı, Ülkücülerin yurt toplantısına katılırdı. Bir sürü de reis olurdu. Yurt, fakülte, bölüm reislerinin yanında koridor reisliği gibi tuhaf reislik makamları da vardı.
Ben de üniversitenin üçüncü yılının nisan ayında dayanamayıp, eve çıkmıştım.
Derken hemen ertesi yıl, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ve Yüksek Öğretim Kurumu, Üniversitelerdeki Ülkücü egemenliğini kırdı ve Ülkücü egemenliği yavaş yavaş azaldı.
O dönemde üniversite öğrencileri daha siyasi ve daha radikaldi. O zamanlar üniversiteyi terk edip PKK, DHKP-C gibi örgütlere katılım daha fazlaydı.
Son yıllarda sürekli yatılı okullarda çalışıyorum. Dört ayrı pansiyonlu okulda çalıştım. Üçüncü, yani geçen çalıştığım pansiyonda Kürt gençlerde şoven duygular daha güçlüydü çünkü o lisede bir kaç ihtiyar öğretmenin gayreti ile teşkilat kurmuştu ve kasabanın yerlisi (yirmi yıl kadar önce Kars'tan göçmüş) Kürtler ise, bu bir kaç öğretmene yalakalık olsun diye Ülkücü teşkilata çalışıyor; sonra daseçimlerde HDP' ye oy veriyordu. Ayrıca o gençler arasında Ateizm de yaygındı.
Daha önceki çalıştığım yatılı okullarda ve bu okulda da Kürt öğrencilerim oldu ama onlarda bu kadar güçlü şoven duygu yok.
Şimdi ki üniversitelerin durumuna bakıyorum ve anlıyorum ki, bizim nesli radikal yapan o faşist egemenlikti. (Ayrıca o egemenlik faşistlerin kendi marifeti değil, devletin marifetiydi)
İşin ilginci, size bu baskıyı yapanlar, bir de bol bol dini kullandığında, şoven duygularınız güçlenirken, metafizik duygularınız zayıflıyor.
Avrupa'nın 19. ve 20. yüz yıl Yahudi filozoflarının pek çoğunun Ateist olduğunu görürsünüz. O dönemi anlatan pek çok yazar da, Yahudilerin Ateistliğinden bahseder. ( Türkçe'ye genelde serbest düşünce denir)
Dönem, Napolyon savaşları sonrası Yahudilerin getto (Orta çağ Avrupa'sında getto, şehirlere sadece Yahudilerin yaşaması için duvarlar örülerek ayrılmış bölümü) ve stellerinden (stel, Avrupa'da, özellikle Almanya ve Polonya'da genelde sadece Yahudilerin veya çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı köy ve kasabalar) çıkmış ve genel kalabalığa karışmaya başladıkları dönemdir.
Günümüz Aleviliği de, pek çok açıdan o dönem Yahudiliğine benziyor. Biz de Cumhuriyet ve sanayileşme ile beraber köylerimizden çıkıp, genel kalabalığa karıştık.Biz de o dönemde progrom denen katliamlara (Maraş, Çorum, Sivas vs) uğradık ve bizden de pek çok kişi bu dönemde asimile oldu ve oluyor. Ayrıca karışık evlilikler de halen fazla ve sol sempatisi de Yahudilerle benzer.
Bizim ideolojimizde bir vaat edilmiş topraklar yok.
Yahudilik de başlangıçta öyle yekpare bir ırk ya da ırk iddiasında değilmiş. Zira bizzat Tevrat ve Zebur bile (Eski Ahit), Kenanlıların (Fenikeliler), Hititlerin ve diğer pek çok kavmin sonradan Yahudi olduğunu anlatır.
Yahudilerin, Filistin dışında kurduğu iki devlet vardır. Biri Kafkasya ve Rusya'da kurdukları Hazar devleti, diğeri de Yemen'de kurdukları Himyar krallığı.
Her iki devlet de, tebaalarını az da olsa asimile etmiştir. Hatta Hazarlar sonradan Yahudi olmuştur. Hatta Himyar krallığı bölge halkına Yahudi olması için baskı yapmıştır.
Alevilik de, Yahudilik gibi bir ırk-millet olmaya doğru gidiyor. Baskılar ve dışlamalar, tüm Yahudilerin İsrailoğlu soyundan gelme efsanesini doğurmuş.
İsrail demişken, ülkeye son otuz yıldır gelen göçmenlerin neredeyse üçte biri Yahudi değil. Ülke ayrıca göç aldığı kadar da veriyor gibi. Ha bire ülkesindeki askerlik sorunu yaşayan ve ülkeyi terk eden İsrailli haberi düşüyor basına. Her ne kadar sanayileşmiş bir refah ülkesi gibi de görünse, ömür boyu, üstelikte sürekli çatışmanın ve askerliğin olduğu bir ülkede yaşamak da zor.
İsrail'in fikir olarak kurucusu Teodor Herzl'de, Yahudi ülkesi adlı kitabında dini referanslarla konuşmaz. Tahminim İsrail'i kuranlar da çoğunluk ateistti.
Bir de Kürtler başta olmak üzere başka dil konuşan, milliyet anlamında kendisini azınlık sayan topluluklarda gelişen dinsizlik var.
Bu Ateizm de aslında Alevi dinsizliğine paralel. Zira size zorbalık edenlerle aynı din ya da tanrıya inanmak istemiyorsunuz. Birileri size dini kullanarak nefret kustuğunda, din kavramı da size saçma geliyor.
Türkiye'de son on yıldır artan dinsizlik ise, faşizan bir dinsizlik ve bunu daha sonra yazacağım.
Üniversitelerin çoğunda ise Ülkücülerin o sıkıcı egemenliği vardı. Sırf Kürt, Alevi veya Solcu olduğun için dövülebilir, aşağılanabilir, gene de suçlu sen olabilirdin. Hatta öldürülüp, sakat bırakılman bile çok normaldi.
Kredi ve Yurtlar Kurumu yurdunda bambaşka bir güçleri ve egemenliği vardı. Mesela kıredi yurtların yurdunda kalanların yarısı, Ülkücülerin yurt toplantısına katılırdı. Bir sürü de reis olurdu. Yurt, fakülte, bölüm reislerinin yanında koridor reisliği gibi tuhaf reislik makamları da vardı.
Ben de üniversitenin üçüncü yılının nisan ayında dayanamayıp, eve çıkmıştım.
Derken hemen ertesi yıl, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ve Yüksek Öğretim Kurumu, Üniversitelerdeki Ülkücü egemenliğini kırdı ve Ülkücü egemenliği yavaş yavaş azaldı.
O dönemde üniversite öğrencileri daha siyasi ve daha radikaldi. O zamanlar üniversiteyi terk edip PKK, DHKP-C gibi örgütlere katılım daha fazlaydı.
Son yıllarda sürekli yatılı okullarda çalışıyorum. Dört ayrı pansiyonlu okulda çalıştım. Üçüncü, yani geçen çalıştığım pansiyonda Kürt gençlerde şoven duygular daha güçlüydü çünkü o lisede bir kaç ihtiyar öğretmenin gayreti ile teşkilat kurmuştu ve kasabanın yerlisi (yirmi yıl kadar önce Kars'tan göçmüş) Kürtler ise, bu bir kaç öğretmene yalakalık olsun diye Ülkücü teşkilata çalışıyor; sonra daseçimlerde HDP' ye oy veriyordu. Ayrıca o gençler arasında Ateizm de yaygındı.
Daha önceki çalıştığım yatılı okullarda ve bu okulda da Kürt öğrencilerim oldu ama onlarda bu kadar güçlü şoven duygu yok.
Şimdi ki üniversitelerin durumuna bakıyorum ve anlıyorum ki, bizim nesli radikal yapan o faşist egemenlikti. (Ayrıca o egemenlik faşistlerin kendi marifeti değil, devletin marifetiydi)
İşin ilginci, size bu baskıyı yapanlar, bir de bol bol dini kullandığında, şoven duygularınız güçlenirken, metafizik duygularınız zayıflıyor.
Avrupa'nın 19. ve 20. yüz yıl Yahudi filozoflarının pek çoğunun Ateist olduğunu görürsünüz. O dönemi anlatan pek çok yazar da, Yahudilerin Ateistliğinden bahseder. ( Türkçe'ye genelde serbest düşünce denir)
Dönem, Napolyon savaşları sonrası Yahudilerin getto (Orta çağ Avrupa'sında getto, şehirlere sadece Yahudilerin yaşaması için duvarlar örülerek ayrılmış bölümü) ve stellerinden (stel, Avrupa'da, özellikle Almanya ve Polonya'da genelde sadece Yahudilerin veya çoğunlukla Yahudilerin yaşadığı köy ve kasabalar) çıkmış ve genel kalabalığa karışmaya başladıkları dönemdir.
Günümüz Aleviliği de, pek çok açıdan o dönem Yahudiliğine benziyor. Biz de Cumhuriyet ve sanayileşme ile beraber köylerimizden çıkıp, genel kalabalığa karıştık.Biz de o dönemde progrom denen katliamlara (Maraş, Çorum, Sivas vs) uğradık ve bizden de pek çok kişi bu dönemde asimile oldu ve oluyor. Ayrıca karışık evlilikler de halen fazla ve sol sempatisi de Yahudilerle benzer.
Bizim ideolojimizde bir vaat edilmiş topraklar yok.
Yahudilik de başlangıçta öyle yekpare bir ırk ya da ırk iddiasında değilmiş. Zira bizzat Tevrat ve Zebur bile (Eski Ahit), Kenanlıların (Fenikeliler), Hititlerin ve diğer pek çok kavmin sonradan Yahudi olduğunu anlatır.
Yahudilerin, Filistin dışında kurduğu iki devlet vardır. Biri Kafkasya ve Rusya'da kurdukları Hazar devleti, diğeri de Yemen'de kurdukları Himyar krallığı.
Her iki devlet de, tebaalarını az da olsa asimile etmiştir. Hatta Hazarlar sonradan Yahudi olmuştur. Hatta Himyar krallığı bölge halkına Yahudi olması için baskı yapmıştır.
Alevilik de, Yahudilik gibi bir ırk-millet olmaya doğru gidiyor. Baskılar ve dışlamalar, tüm Yahudilerin İsrailoğlu soyundan gelme efsanesini doğurmuş.
İsrail demişken, ülkeye son otuz yıldır gelen göçmenlerin neredeyse üçte biri Yahudi değil. Ülke ayrıca göç aldığı kadar da veriyor gibi. Ha bire ülkesindeki askerlik sorunu yaşayan ve ülkeyi terk eden İsrailli haberi düşüyor basına. Her ne kadar sanayileşmiş bir refah ülkesi gibi de görünse, ömür boyu, üstelikte sürekli çatışmanın ve askerliğin olduğu bir ülkede yaşamak da zor.
İsrail'in fikir olarak kurucusu Teodor Herzl'de, Yahudi ülkesi adlı kitabında dini referanslarla konuşmaz. Tahminim İsrail'i kuranlar da çoğunluk ateistti.
Bir de Kürtler başta olmak üzere başka dil konuşan, milliyet anlamında kendisini azınlık sayan topluluklarda gelişen dinsizlik var.
Bu Ateizm de aslında Alevi dinsizliğine paralel. Zira size zorbalık edenlerle aynı din ya da tanrıya inanmak istemiyorsunuz. Birileri size dini kullanarak nefret kustuğunda, din kavramı da size saçma geliyor.
Türkiye'de son on yıldır artan dinsizlik ise, faşizan bir dinsizlik ve bunu daha sonra yazacağım.