Gelecek korkunç depremleri, Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi romanın okur gibi beklemekteyiz.
Bu romanda olacaklar önceden bellidir ve okur bazı insanların bu olacakları engelleme, bazılarınınsa seyretme eylemini okur. Roman 19.yy Kolombiyasında , küçük bir köyde geçer. O yüzyılın Kolombiyası, Anadolu gibi bakireliğe önem vermektedir ve gerdekte kız çıkmayan gelin, baba evine gönderilir. Burada bir fark var ki, aile bakire çıkmayan kızlarını değil, onu kızken kandıran toprak beyinin oğlunu öldürecektir. Beyin oğlu evinde uyumaktadır. Sabit telefonun da olmadığı çağda, evde kapı altına bir pusula (kısa not yazılı küçük kağıt) atılır. Bütün köy oğlanın öldürülmemesi için uğraşır, hatta belediye başkanı (Bizdeki muhtar diyebiliriz. Orada büyüklüğü ne olursa olsun yerel yönetici belediye başkanıdır.) bile araya girer ama delikanlı kaçınılmaz olarak ölecektir.
Sonra öykü geriye döner. Zengin oğlan ile fakir kız aşkını okuruz. Kıza, o oğlandan hayır gelmeyeceğini söylerler ama kız, oğlana kapılır. Kız, oğlanı evlenmeye ikna etmeye çalışır ama bu bir masal değildir. Sonra başarısız düğünden sonra kız, kocası ile barışmak ister, yıllarca ona mektup yazar lakin kız çıkmamış geline kimse dönmeyecektir.
Bütün bunların kaçınılmaz olmasına rağmen insanların olayları değiştirme çabası, bu kısa romanı okunur yapar.
Bu kadar çürük bina ve plansız şehirleşme ile deprem felaketini önleme çabamız aynen buna benziyor.
Şu an dende ki 5 sene sonra ağustosun beşinde, saat beş buçukta İstanbul'da deprem olacak, bunu da biliyoruz; gene de felaketi engelleyemeyiz. Aklı başında bir bireyin yapması gereken bir şekilde İstanbul dışına taşınıp, felaketi azaltmaya çalışmak.
Pek çok kişi deprem ile ilgili konuşsa da unutulan başka bir şey var; Kaçak yapılar ve imar afları.
Önce en başta imarlı-planlı yapılarımızın da çok sağlam olmadığı gerçeğini bir kenara koyalım.
İmarsız, kaçak, imar affı ile kurtulmuş binalar ise esas tehlike. Son imar affı olmak üzere bu afları pek çok kişi önceden haber aldı ve derme-çatma yapılarına ruhsat aldı.
Devlet bundan büyük bir gelir elde ettiyse de, daha büyüğünü de götürecek.
Bu tıpkı tuzlu su içmenin daha çok su kaybına sebep olması gibi. Dünya yüzeyinin üçte ikisinden fazlası sudan oluşsa bile, kaliteli içme suyu çok az.
Vergi afları, vergi ödeme alışkanlığını aksatacağı için tuzlu sudur.
İmar afları ise yaratacağı yıkımlar yüzünden devlete kazandırdığından daha çok kaybettirebilir.
İmar affı derken aklınıza tek katlı gecekondular deryası mahalleleri falan anlamayın. Ankara'nın Demetevler semti on ve daha fazla katlı kaçak binalarla dolu. Daha fazla kata imar izni verilmediğinden, kentsel dönüşüm için müteahhitler de uğramıyor. Zira fazladan ev yapılacak ki, para kazanılsın. Bölgede belki de elli-altmış bin ve daha fazla insan yaşıyor.
Demetevler en çarpıcı ve en korkunç örnek. Ankara'da ve Türkiye'de nice örnekler var.
Ankara birinci dereceden deprem bölgesi değil, demeyin. Yanı başında Kaman-Keskin fayı var ki, 1938'de şiddetli bir depremi Ankara'yı ve böyle çürük binaları yıkabilir.
Manisa'da daha bir kaç gün önce 5.2'lik deprem yıkıma ve ölüme sebep oldu.
Oysa sağcıların geri kalmış diye örnek gösterdiği Küba 7.7'lik depremde hiç yıkım yaşamadığı gibi, hayatta hiç aksamaya uğramadı. (Japonya gibi örnekleri saymıyorum bile)
Turgut Özal'dan beri hemen her iktidar, özellikle seçim öncesinde imar affı çıkardı. Öyle ki İstanbul, çatısında beton demirleri açıkta, olası bir imar affında kat çıkmak için fırsat bilen sahipleri ile dolu yapılar adım başı. Hatta bu yüzden her katı farklı (bir kat gazbeton, bir kat biriket, bir kat tuğla vs) binaları görmek bile çok olağan.
Üstelik bu kaçak yapılar, köylerde ve yaylalarda da yaygın. Yok yayla evi, yok göl manzaralı diye fahiş fiyata satılıyor. Deprem başta olmak üzere afetlerde ise küçük yerleşim birimleri, hem arama- kurtarma, hem yaşamsal (yiyecek, çadır vs) yardım, hem de sonrasındaki yeniden inşa sürecinde en son yardım alıyor
Ülkemizin beşik gibi sallandığı şu günlerde, en azından okuyan olur diye bunları yazmak istedim. Devlet yetkililerinden umudum yok. Onlar artık vergilerimize ne oldu sorusunu bile küfür sanacak kadar kibirli.
Halk nasılsa, devlette ona benziyor. 1999 depreminin simge ismi Veli Göçer, hapis cezasını çektikten sonra Yalova'ya da yeniden emlak bürosun kurmuş Şaşırtıcı olan halen müşteri bulabilmesi.
Ben ise belki bir kaç kişiyi bu konuda uyandırabilirim diye yazıyorum.
Pek çok kişi deprem ile ilgili konuşsa da unutulan başka bir şey var; Kaçak yapılar ve imar afları.
Önce en başta imarlı-planlı yapılarımızın da çok sağlam olmadığı gerçeğini bir kenara koyalım.
İmarsız, kaçak, imar affı ile kurtulmuş binalar ise esas tehlike. Son imar affı olmak üzere bu afları pek çok kişi önceden haber aldı ve derme-çatma yapılarına ruhsat aldı.
Devlet bundan büyük bir gelir elde ettiyse de, daha büyüğünü de götürecek.
Bu tıpkı tuzlu su içmenin daha çok su kaybına sebep olması gibi. Dünya yüzeyinin üçte ikisinden fazlası sudan oluşsa bile, kaliteli içme suyu çok az.
Vergi afları, vergi ödeme alışkanlığını aksatacağı için tuzlu sudur.
İmar afları ise yaratacağı yıkımlar yüzünden devlete kazandırdığından daha çok kaybettirebilir.
İmar affı derken aklınıza tek katlı gecekondular deryası mahalleleri falan anlamayın. Ankara'nın Demetevler semti on ve daha fazla katlı kaçak binalarla dolu. Daha fazla kata imar izni verilmediğinden, kentsel dönüşüm için müteahhitler de uğramıyor. Zira fazladan ev yapılacak ki, para kazanılsın. Bölgede belki de elli-altmış bin ve daha fazla insan yaşıyor.
Demetevler en çarpıcı ve en korkunç örnek. Ankara'da ve Türkiye'de nice örnekler var.
Ankara birinci dereceden deprem bölgesi değil, demeyin. Yanı başında Kaman-Keskin fayı var ki, 1938'de şiddetli bir depremi Ankara'yı ve böyle çürük binaları yıkabilir.
Manisa'da daha bir kaç gün önce 5.2'lik deprem yıkıma ve ölüme sebep oldu.
Oysa sağcıların geri kalmış diye örnek gösterdiği Küba 7.7'lik depremde hiç yıkım yaşamadığı gibi, hayatta hiç aksamaya uğramadı. (Japonya gibi örnekleri saymıyorum bile)
Turgut Özal'dan beri hemen her iktidar, özellikle seçim öncesinde imar affı çıkardı. Öyle ki İstanbul, çatısında beton demirleri açıkta, olası bir imar affında kat çıkmak için fırsat bilen sahipleri ile dolu yapılar adım başı. Hatta bu yüzden her katı farklı (bir kat gazbeton, bir kat biriket, bir kat tuğla vs) binaları görmek bile çok olağan.
Üstelik bu kaçak yapılar, köylerde ve yaylalarda da yaygın. Yok yayla evi, yok göl manzaralı diye fahiş fiyata satılıyor. Deprem başta olmak üzere afetlerde ise küçük yerleşim birimleri, hem arama- kurtarma, hem yaşamsal (yiyecek, çadır vs) yardım, hem de sonrasındaki yeniden inşa sürecinde en son yardım alıyor
Ülkemizin beşik gibi sallandığı şu günlerde, en azından okuyan olur diye bunları yazmak istedim. Devlet yetkililerinden umudum yok. Onlar artık vergilerimize ne oldu sorusunu bile küfür sanacak kadar kibirli.
Halk nasılsa, devlette ona benziyor. 1999 depreminin simge ismi Veli Göçer, hapis cezasını çektikten sonra Yalova'ya da yeniden emlak bürosun kurmuş Şaşırtıcı olan halen müşteri bulabilmesi.
Ben ise belki bir kaç kişiyi bu konuda uyandırabilirim diye yazıyorum.