Aslında Türk vatandaşlarının yurt dışındaki başarıları üzerine çok hassasız. Bir Türk öğrenci, yurt dışında sınıf birincisi olsa, sosyal medya dalgalanıyor. Ampüte yüzücü Sümeyye Boyacı, jimnastikçi Ayşe Begüm Onbaşı ve okçu Mete Gazoz'u neredeyse komşum kadar sık görür oldum.
Öte yandan ülkemizin pek çok değeri bilinmiyor. Mesela solcu diye görevden alınan, Mc Charthy'in her delikte komünist avladığı dönemde Amerika'ya giden, Hırsızlar Mağarası deneyi ile Sosyal Psikolojini değiştiren Muzaffer Şerif, bunlardan biri ama o, ayrı bir yazı konusu. Bu yazının konusu, adı anılmadan opera tarihi yazılmayacak olan Leyla Gencer.
Leyla hanım, maşallah Türkiye'de sağcıların tüm nefret özelliklerini kendisinde toplamış. Hristiyan (Polonezköylü ve Polonyalı) bir anne, zengin ve Alevi-Bektaşi bir baba, üzerine de soyadını aldığı ve tüm internet medyasının Sabataycı olduğunda hemfikir bir koca. Kendisi her zaman ben Türküm demiş, Leyla de Turka ya da Diva Turka diye anılmış. Oysa hayatının önemli bir bölümünün geçtiği İtalya'da, annesinin Katolik kökenlerine atıf yapsa, daha çok popüler olabilir ve New York, Metropolitan başta olmak üzere aforoz edildiği pek çok sahnede kendisini gösterebilirdi. Tüm uluslar arası şöhretine rağmen, Amerika'da çok az sahne almış ve kendisine gizli bir sansür uygulanmış.
Ülkemizde, Leyla Gencer gibi bir efsane yetişmesine rağmen operaya ilginin düşük olduğu bir gerçek. Opera meraklıları da Gencer'den çok Maria Callas'ı biliyor. Callas ise, aşk ilişkileri sebebiyle magazinsel bir kişilik olmuş. Bir de Yıldız Kenter'in, Callas'ın hayat hikâyesini sahneye koymasının etkisi de var. Gencer'in düzenli ve istikrarlı bir aile hayatı olmuş, magazinsel bir kişi olmamış. Hayatı boyunca Callas ile kıyaslanmış ve onu geçmiş. Operada Gencerate denen bir şarkı söyleme tarzı var. Şarkıcı sesini bir çığlıkmışçasına yükseltiyor, tam çığlık olacakken, şarkıya devam ediyor. Bunu ilk defa yapan Leyla Gencer olduğu için, bu tekniğin adı gencerate.
Gencer ile ilgili Zeynep Oral'ın kitabını ve İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 'ın belgeselini izledim (Belgeseli de Zeynep Oral hazırlamış). Zeynep Oral, kitabı Leyla Gencer hayattayken ve onunla beraber yazmış. Kitap, baştan aşağıya övgü, bir noktadan sonra olayları anlatmayı bırakıp, sadece övgüye dönüyor, pek çok konuyu da açıkta bırakıyor. İşin kötü tarafı da Gencer ile ilgili tek derli toplu kaynakta bu kitap. Kitabı da, Gencer'in kendisi yazdırmış. İKSV'nin ödülünün de Gencer'in vasiyeti ile veriliyor gibi.
Kendisi, özellikle siyasiler tarafından görmezlikten gelinmiş. Ailesinin kökenleri bile bunu anlamamıza yeterli. Gencer, siyasi açıdan Menderes'i ve Demokrat partisini desteklemiş, Türkiye'yi temelli terk etmesinde de bu etkili olmuş. 27 Mayıs sonrasında, Zeki Müren gibi Demokrat partiye en çok bağlı sanatçılar bile onu terk ederken, Gencer, Türkiye'yi terk etmiş. (Aslında Türkiye'yi terk ediş hikayesi daha uzun ve karmaşık ama ben kitabın yerine geçmek istemedim.
Öte yandan da, 1940'lar Türkiye'sinde, 16 yaşında, konservatuara ilk adım attığında, ya La Skala'da (Milano'daki meşhur sahne, dünya operasının merkezi sayılır) söylerim ya da ölürüm diyecek kadar gözü pek; New York, Metropolitan'da ve pek çok yerde sahne almasının engellenmesini göze alacak kadar vatansever; 20. yüzyıl operasında, Maria Callas'dan bile daha fazla anılacak kadar önemli; daha da pek çok niteliği olan Leyla Turka'nın ülkemizde yeterince bilinmemesi, kültürel bir utançtır.