14 Aralık 2019 Cumartesi

KURU KURU KURBAN OLAYIM

Kuru Kuru Kurban Olayım
İnternet garip bir dünya. Aklınıza hiç gelmeyecek şeyleri öğreniyor, hatta çok seviyorsunuz.
Rus flok müzik grubu Beloe Zlato grubu da benim için bunlardan biri. Gerçi internet ortamlarında insanın ilgi alanı çeşitleniyor ve bu çeşitlilikte de ara ara bazı şeylere bakmayı uzun süre unutabiliyorsunuz.
Bu grubu da ne zamandır dinlemiyordum. Bir kaç gün önce youtube bana tekrar hatırlattı. Aslında youtube'a o kadar çok video ekleyen bir grup değil. Gene de bir kaç video eklemişler.
Bir videoları da Suriye'de çekilmiş. Video'dan ve video altında yazılan açıklamalardan anladığım kadarı ile iki kere Suriye'ye gitmişler. Oradaki Rus askerlerine moral konserleri vermişler. Beş kız, küçücük bir konteyner odada kalmışlar. Bir kaç kere de zırhlı personel taşıyıcıları ile gitmişler. Askeri aracın içinde çelik yelek ve kask takmışlar. Süslü püslü, bol makyajlı şarkıcı kızların kask ve çelik yelek giymesi sanki gülünç olmuş ama sonuçta gerekli olmuş.
marilyn monroe kore ile ilgili görsel sonucu"
Geçen sene de, basına habersiz bir şekilde İncirlik'e gelen bir Holivud sanatçısı da, araya sızmış bir Türk'ün çektiği fotoğrafları yüzünden zor durumda kalmıştı. Marlin Moonre, Kore'de moral konserleri vermişti. Elvis Presley Almanya'da askerlik yapmıştı. İngiliz tacının veliaht prensi,  rahmetli Diana'nın  oğlu Albert'da bir ara Afganistan'da helikopter pilotu olarak askerlik yapmıştı
Türkiye'den de örnekler var diyeceksiniz. Pek çok sanatçı (Komedyen Cem Yılmaz ve pop şarkıcısı Ege örneği gibi), itiraz etmeden vatani hizmeti olan askerliği yaptı. Lakin büyük çoğunluğu, bir zamanlar her Türk gencinin vatani görev olarak yaptığı askerlikte bedelli uygulamasının kalıcılaşmasına rol oynadı.
elvis presley askerlik ile ilgili görsel sonucu"
Ayrıca Ege ya da Cem Uzan gibi çok az olan örnekler de iktidar yanlısı değil, muhalif ya da apolitik örnekler. İktidar yanlılığı ile bilinenler anca reislerinin yanında gezilere katılıyorlar cümbür cemaat, bir de bol bol kamu spotları ile siyasi reklamlarda rol alıyorlar.
Bir de bol bol, tercihen  ülkemizin batısının zengin illerinde festivallerde, şenliklerde, bol ücretli konserler verip, iktidar yanlısı tweet'ler atıyorlar.
Annem bu gibi durumlara, kuru kuru kurban olayım, takır takır yollarında öleyim, der. Yani lafta olan bir fedakarlıktır. Kız babalarının dediği gibi evlenmeden evvel Roma'yı yakarım deyip, evlenince kombiyi yakmamaktır.
Kore demişken, Kore'ye giden bir Türk sanatçısı olmamış. Mesela Zeki Müren, şöhretini Demokrat Parti ve Adnan Menderes'e borçludur. O zamanların tek kitle iletişim araçları, Demokrat Parti yılları boyunca sonuna kadar açıktı. O zamanlar BESLEME BASIN denen Menderes'in yandaş medyası ise sürekli Zeki Müren'i övmekle meşguldü. O da Kore harekatını uzaktan desteklemekle yetindi.
Şu anda cumhurbaşkanının yanındaki sanatçılar, eskiden Tansu Çiller ve Turgut Özal'ın da çevresinde pervane olan sanatçılardı.
Bizde muhalif sanatçılarda en azında muhalif olmaları yanları ile samimi. Gerçi samimiyet, hamsi balığından daha çok çürür. Baskılar ve para kazanma imkanları azalınca, muhalif sanatçı sayısı da azalıyor.
Konuşunca tüm sanatçılar  vatansever. Peki en azından üç defa terörist Dağlıca karakolunda veya Suriye'de güvenliği alınmış bir köşede askerlere sürpriz yapsalar fena olmaz mı?
zeki müren adnan menderes ile ilgili görsel sonucu"Bunu tavsiye etmek için yazmadım zira bunu ilk akıl eden ben değilimdir muhtemelen. Eminim bunu daha önce yazanlar olmuştur.
Onlar da reisleri isteseydi çoktan gitmişti. Ülkemizde politikacıların reklamı, askerin moralinden daha önemli demek ki.

7 Aralık 2019 Cumartesi

MARAŞ ,ÇORUM, SİVAS VE DİĞER KATLİAMLAR HAKKINDA YANLIŞ ANLATILANLAR 1

maraş katliamı ile ilgili görsel sonucu"
Ülkemizde ara ara ev işaretlemesi ve nefret içerikli duvar yazılarının haberleri çıkıyor. Ev işaretlemesi ya da duvar yazısı,  1978 Aralık ayında MHP ve Ülkü Ocaklarının öncülüğünde yapılmış olan Kahtamanmaraş katliamı ve 1980'in Mayıs ve Temmuz ayında gene Ülkü Ocakları ve MHP öncülüğünde yapılmış olan Çorum katliamına atıftır. Alevilere sizi gene böyle yaparız demektir.
Bu ve benzeri Alevi katliamları ile ilgili olarak google'dan arama yapabilir ve pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz.
Ben bu bilgilerden yanlış anlatılanları maddeler halinde sıralayacağım:
maraş katliamı ile ilgili görsel sonucu"1)Ölen sayısı, genelde her iki katliamda da yüz küsurlarda bırakılır. Gerçekte ölü sayısı binin çok üzerindedir. 1999 Körfez depreminde ölen sayısı 17 bin civarı olmadığı gibi, bu katliamlarda da rakamlar resmi açıklamanın çok üzerindedir.

2)Katliamlar sadece şehir merkezi ile sınırlı değildir. Daha sonraki maddelerde sayacağımız kışkırtılmışlık ve ani gelişme tezlerini desteklemek için bu katliamlara dair sağcı-faşizan anlatılar, katliamın sadece şehir merkezleri ile sınırlıymış gibi sunulur. Maraş'ya Elbistan ve Afşin'de büyük katliamlar yapılmıştır. Çorum'da ölenlerin çoğu tarlalara atılmıştır. Yani asıl katliam şehir merkezinde değil, köylerde olmuştur.

aleviler artık burada oturmuyor ile ilgili görsel sonucu"3)Katliamların ani bir infial ile olduğu iddiası düpedüz yalan iken, katilleri aklamak için sürekli tekrarlanır. Oysa Maraş katliamının ilk hazırlıkları iki yıl öncesine kadar dayanır.  Çorum katliamından önce solcu polislerin örgütlendiği POL-DER üyeleri topluca Kayseri'ye sürüldü. Mayıs ayında barikatlar yüzünden katliam yapılamayınca, temmuz ayında tekrarlandı. Sivas katliamından önce bir sürü şeriatçı, Hicret koşusu etkinliği altında şehre yerleşti. Şehrin camilerinde cemaatler elinde benzin bidonları ile çıktılar. Zaten Müslüman dediğin camiye benzinsiz girmez, değil mi?
4)Katliamların sebebi sağ-sol kavgası, sık söylenen en büyük yalandır. Sağ-sol kavgası o zamanlar ülkenin her yerinde vardı. Kadın, çocuk ve hatta bebeklerin kitleler halinde katledilmesi, Alevilere karşı nefretten oluşan bir şeydir.
çorum katliamı ile ilgili görsel sonucu"

Ben Maraşlı sosyal demokrat-solcu Sünnilerle tanıştım. Pek  çoğu olaylardan sonra orada yaşamaya devam etti ama Alevilerden oralarda yaşamaya devam eden olmadı. Ayrıca katliamdan sonra duvarlara ALEVİLER ARTIK BURADA OTURMUYOR diye yazılar yazıldı, Solcular oturmuyor diye yazılmadı.
malatya katliamı ile ilgili görsel sonucu"
Üniversitedeyken Sağcı, hatta Ülkücü ve Alevi oda arkadaşım vardı. Namazına, orucuna Sünnilerden daha düşkündü. Doksanlı yılların ortalarıydı ve üniversitelerde, hele de taşra üniversitelerinde Ülkücülerin en güçlü olduğu zamanlardı. İlk sene hevesle Ülkücülerin arasına girdi ve bütün o hevesliler gibi yaşadığı hayal kırıklığı olmuştu. Lakin onun hayal kırıklığı daha fazlaydı. O arkadaşım, solculardan daha fazla ezildi. O kadar ki, büyük heveslerle girdiği Ülkü ocağına, ikinci sene ve üniversitedeki sonraki yıllarında uğramadı bile. Üstelik ailesi ve akrabalarının çoğu da MHP'liydi.
sivas katliamı ile ilgili görsel sonucu"
Ona benzer birisi yıllar sonra tanıyacak daha doğrusu  tanıştırılacaktım. Kendisi hemşireydi ve müdür yardımcımın tanıdığıydı. Onu gibi birinin, bana nereden bir kız bulacağını şaşırmıştım. Meğer sağcı Aleviymiş ve benle ilk iş politika tartıştı. Ben de oracıkta işi bitirdim, ikinci buluşma olmadı.Aynı eziklik onda da vardı. Yani beş vakit namaz, Ramazan orucu, siyasi tercih falan, nefreti dizginlemiyor bile.
İlk atandığım ilçede de başka bir gerçeğin farkına vardım. Sünniler kendi içlerindeki solculara, radikal solculara ve hatta Ateistlere karşı öyle çok fazla kin duymuyorlardı. Orası çok küçük bir ilçeydi, daha doğrusu kaymakam atanmış bir köydü. Köyde ne namaza itibar vardı, ne de oruca. Ramazanda sokakta rahatça yemek yenebilecek nadir köylerden  idi.
Öte yandan köylüler Alevilerden nefret ediyordu, tabi benden de. Daha ilginç olansa,  hem nefretlerini kusuyorlar, hem de beni evlendirmeye çalışıyorlardı. O ilçede çalıştığım için, o ilçe sayesinde para kazanıyormuşum ve bu parayı tek başına yiyemezmişim.
gazi mahallesi olayları 1995 ile ilgili görsel sonucu"
( O ilçede yaşadıklarımı yazarsam, ölümden sonra yayımlanabilir. Zira yüzlerine karşı ispat edemem.)
Sonra başka ve daha büyük ilçeler ve şehirlerde de çalıştım. Benzer durumu oralarda da gördüm ve yaşadım. Benden çok daha radikal, gençliği örgütlerde geçmiş solculara karşı değil de, Alevilere karşı bir nefret vardı.
İnternet okuyucusu uzun yazıyı sevmiyor. Ben de diğer işlerim yüzünden de hızlı yazamıyorum. Konuya daha sonra devam edeceğim.

3 Aralık 2019 Salı

İSTİKLAL MARŞI VE ORHUN YAZITLARI KARŞILAŞTIRILMASI

İstiklal Marşı ve Orhun Yazıtları Karşılaştırılması
Malumunuz doğada  her şey arz ve talep meselesidir. Bu benim küçük blogum için de geçerli. Atatürk'ün nutku ile Orhun yazıtları, özellikle Bilge Kağan yazıtı arasındaki alaka ile ilgili yazım özellikle son 2 aydır sık sık okununca, ben de ilk yazımda eksik bıraktığımı düşündüğüm bazı şeyleri de ekleyerek, 2. bir yazı yazdım.  Yazım epey okuyanları etkilemiş olmalı ki, özellikle twitter'da Orhun yazıtlarını, Nutuk ile ilişkilendiren yazı gördüm.
Atatürk'ün Orhun abideleri, özellikle de Bilge Kağan anıtından etkilenmesi çok barizdir. Bundan üçüncü bir yazı yazmam, tavşanın suyunun suyu öyküsüne döner.
Öte yandan Mehmet Akif Ersoy, Orhun Abidelerinden en son etkilenecek şair gibi görünüz. Zira İstiklal Marşı dahil her şiiri aruz veznindedir.
Lafın burasında değinmeliyim ki, İstiklal Marşının okunuşunun zor olma sebebi besteciler değil, şiirin aruz vezninde olmasıdır. Şimdiki nesil için şiir içten okuna bir şey gibi. Oysa şiir, yüksek sesle okunur ve şiirinde bir ses ahengi vardır. Bu bestelenme değilidir. Bu yüzden bazı meşhur şiirler bestelense de, öyle dile dolanmaz.
ergenekon destanı ile ilgili görsel sonucuMehmet Akif Ersoy'un istisnasız tüm şiirlerinde aruz vezni vardı. Gene de İstiklal marşının, Ersoy'un diğer şiirlerinden ayrılır. Zira bu şiir, nutuk çeker tarzı ile dikkat çekicidir. Ersoy'un diğer şiirlerinde böyle emredici-nutuk çekici bir tarz yoktur. Pek çok şiiri de aslında aruz vezni ile yazılmış hikayedir ve tüm şiirlerinin yer aldığı Safahat kitabı bütününe bakarsanız, Mevlana'nın mesnevisine daha çok benzer.
İstiklal marşının ilk sözlerini hatırlayalım:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdunun üstünde tüten en son ocak
Burada Bilge Kağan anıtındaki;

Ey Türk, titre (sarsıl, silkin) kendine dön. Altta yer yarılmasa, üstte gök delinmese, yurdunu, töreni kim yıkabilir; sözleri arasında benzerlik vardır. Her ikisi de cesaret veren emir kipi, kısa bir cümle ile başlar, sonra da verdiği cesaretin nedenini açıklar.
O benimdir milletimin yıldızıdır ancak
O benimdir o benim milletimindir ancak
diye bildiğimiz bu günkü anlamda milliyetçiliğe vurgu yapar. O vakte kadar bu günkü anlamda milliyetçiliği yapanlara Türkçüler denilirdi. Bu kelimeyi ilk kullanan Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi yazar ve şairler, daha çok dindaşlık anlamında kullanmıştı ki, Arapça köken olarak da bu anlama gelir. Hatta Erbakan ve arkadaşlarının bir sürü parti kurduran Milli görüş geleneğinin kökeni de dindaşlık ideolojisidir.
İstiklal marşında Göktürklere ait en doğrudan sözler, Yırtarım Dağları Engimlere Sığmam Taşarım sözleridir. Bu sözler, Göktürklerin demir dağı erittiklerini söyledikleri Ergenekon destanına doğrudan atıftır.
İlginçtir, İstiklal marşında Türk kelimesi hiç geçmez. İstiklal marşında her şey mecazdır. Bu daha çok divan edebiyatının gereğidir.Türk sözü yerine: Kahraman IRKIMA bir gül, ne bu şiddet bu celal sözü vardır.
Orhun Abidelerinde Ötüken'i terk etmeyin, Çin'e kervanlar gönderin der, İstiklal Marşında; Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı, der.
Orhun Abidelerinde doğrudan Çin hedef alınırken, İstiklal marşında dolaylı olarak İngilizler hedef alınır:
Ulusun korkma, nasıl böyle bir cihanı boğar; Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Burada Ulusum demiyor, sonda m harfi yok, n harfi var. Yani ulumaktan bahsediyor. Tek dişi derken de dişten bahsetmiyor, dişi, yani kadın demek istiyor. Tek dişi kalmış canavar, dönemin süper gücü İngiltere ya da Büyük Britanya imparatorluğudur.. Anadolu'nun çok yerinde kurda, canavar derler ve kurt Anadolu halkının kafasında yağma, soygun ve katliamla ilişkilendirilir.  Şiirde Türkler ise, Kükremiş sel gibiyim, enginlere sığmam taşarım sözleri ile aslanla özdeşleştirilmektedir.
İstiklal Marşının on kıtası boyunca bir dinsel hava vardır, sürekli dini kavramlara atıf vardır. Aynı şey Orhun Abidelerinde de vardır. Sürekli Gök Tanrıya atıf buluruz.
Orhun Abidelerinde, İslamın Allah'ına benzer bir her şeye hakim ve kendisinden başka bir tanrı tanımayan tanrı vardır.
safahat ile ilgili görsel sonucuOysa Sibiryayı gezen antropologlar (Radlof, Aralof vs) ve benzeri yazarlar, böylesi bir tek tanrıdan pek bahsetmez. Gerçi Tanrı Kayra han vardır, hatta o bazı Altay destanlarında diğer tanrıları da yaratmıştır. Lakin gene de bence, yazıtlardaki gibi Gök Tanrı pek görülmez.
Gene bence bu yazıtlarda İslam ve Hristiyanlığa karşı da mücadele vardır. Zira o tarihlerde Türkler, Araplarla savaşmakta, misyonerlerde Asya'nın uzak köşelerine kadar dolaşmaktaydı. (Henüz Talas savaşı olmamıştı ve çok az Türk boyu Müslüman olmuştu)
Mehmet Akif'in de İstiklal Marşına bu kadar çok dini öge yerleştirmesi,  Osmanlı'da cirit atan misyonerlere karşı bir tepkisidir. Ahmet Vefik Paşanın kızı, Tevfik Fikret'in oğlu gibi pek çok önemli Türk'ü Hristiyan etmeyi başarmışlardı.

Mehmet Akif'in Orhun Abidelerini okuduğu ve ondan etkilendiği açıktır. Bunu ilk defa bir öğrencilere felsefi metin incelemesinden bahsederken, İstiklal Marşını örnek gösterirken fark ettim. Sonra neden o vakte kadar fark etmediğim üzerine kendimi sorguladım.
İşin doğrusu onun İslamcılığı ya da ona bu gözlükle ona bakmamız, bunu fark etmemize engel olmaktadır. Yazarları incelemek için ön yargılarımızı bırakmamız işte bu kadar zor olmaktadır.

25 Kasım 2019 Pazartesi

DEMOKRASİ HERKESİN SİYASET YAPMASIDIR.

platon ile ilgili görsel sonucu
Platon, Siyasetle ilgilenmeyen aydınları  bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye mahkum olmaktır, demiştir. Bir Rus atasözü de, Siyasetle ilgilenmezseniz, bir gün siyaset sizinle ilgilenir, der.
Ben de çok özürle, siyaset  yapmazsanız, bir gün siyaset sizi yapar diyeceğim. Yapmadığınız siyaset sizi bir gün köle yapar, alt sınıf yapar, azınlık yapar, yoksul yapar, yani sizi iyi bir şey yapmaz.
Siyaset yapmama ve siyasetten uzak durma alt sınıftan ve bu alt sınıftan olmayı  kabullenen kişilere özgüdür. Zenginler bir yana, azıcık hali vakti yerinde olan esnaf bile siyaset yapar, siyaset üzerine düşünür.
Siyaset yapma, konuşma diyenler,  ya kendileri siyaset yapan ve sizin yapmanızı istemeyen kişilerdir, ya da kendi alt sınıf olmasını kabul etmiş kişidir. Siyaset yapan, konuşan kişilerde sizi bir şekilde kendi safına kazanmaya çalışan kişilerdir.
Siyaset yapma, işini yap ya da siyasetten evvel işini yap derler. Oysa her iş siyasetle beraber yapılır. Pazarda limon satmak bile buna dahildir. Belediye veya tarım bakanlığı ya da başka bir kurum, etiketsiz, seri numarasız limon satamazsın der ve olur biter.
İllegal işlerde bile siyaset vardır. İddia oranlarını düşürürseniz, illegal bahis patlar, alkol vergisi artarsa sahte alkol vs vs.
Ülkeye apolitiklik propagandası veriliyorsa ya dikta vardır, ya da diktanın hazırlığı yapılıyordur.
birand emret komutanım ile ilgili görsel sonucuMesela Mehmet Ali Birand, 1991'de yayımlanan ve Türk Silahlı Kuvvetlerini anlattığı Emret Komutanım, adlı kitapta,  Askeri liselerin kapatılmasından, Harbiye'nin üniversiteye dönüştürülmesinden ve subayların apolitikleşmesinden bahsetmiş ve bu görüşleri devletin görüşü gibi anlatmıştır.

Siz 15 Temmuzdan sonra olacakların daha önce bir yerlerde yazmadığını mı sanıyordunuz, ya da daha önce hazırlanmadığını?
Gene o yıllardan itibaren pop müzik de kullanılarak, bir apolitik gençlik hazırlığı yapıldığını unutmayalım.
Apolitik gençlik aslında kökeninde 12 Eylül projesidir. Gençlere önce siyasetin sadece sokakta kavga  ile yapılacağını öğrettiler; sonra da siyasetin kötü bir şey olduğunu.
Rock ve metal müzik siyasi, hele de antikapitalist hal almaya başlayınca, hem ülkemizde, hem de dünyada lince uğradı. Şehriban Coşkunfırat cinayeti ve ardından gelen Akmar pasajı baskını, tüm rock ve metal müzik dinleyenleri uyuşturucu müptelası ve satanist ilan etti.
Derken doksanlarda önce apolitik pop müzik, ardından da apolitik Cem Yılmaz mizahı patladı.
Siyaset yapma emrinin anlamı, muhalefetli yapmadır.
Muhalefetin yükseldiği zamanlarda iktidar sahipleri yandaşlarını siyasete, hatta sokağa çağırır.
Pek çok işçi ya da memurdan, sendikaya üye olmaya gerek yok, sendikalar ne işe yarıyor sözünü duyarsınız.
Oysa işveren sendikaları da vardır ve hiç biri bu sendikaya ne gerek var, demez. Hatta, Tüsiad, Müsiad sadece dernektir, gereği yok deyip, üyelikten çıkmaz.
(Aklıma gelmişken, TÜSİAD bir zamanlar bir açıklama ile hükumeti sallardı, şimdilerde TÜSİAD'ı sallayan yok, gene de TÜSİAD, üye kaybına uğramıyor)
Ezilmeyi kabul etmemeliyiz. Modern gelişmiş demokrasi ülkelerinde de kimse ben siyasete karışmam, sadece dört- beş yılda bir oyu da ya atarım, ya atma demiyor. Hükumetin en ufak yanlışında meydanlara dökülmekten çekinmiyor.
Gerçek demokrasi, herkesin siyaset yapması, siyaseti takip etmesidir. Siyaset yapmamak, başkalarının siyasetine teslim olmaktır.

21 Kasım 2019 Perşembe

Komedi filmi yapmayı unutmuşuz (Cinayet Süsü-Spolyer içerir)

Komedi Filmi Yapmayı Unutmuşuz
Aslında uzun zamandır, özellikle cips-bilet kavgası olayı ve indirimlerin kalkmasından beri sinemaya küs sayılırım. Zira ortalıkta sinemaya zahmet edeceğime değecek bir film çıkmıyor.
Bu son filmi de, Youtube'da çok iyi film ve dizi eleştirileri yapan Murat Soner'in önerisi üzerine sinemada izledim ve pişman oldum.
Filmde küfür, bel altı çok az dediler ama bence yeteri kadar var. Özellikle sonlara doğru çoğalmakta.
Film, hasbelkader polis olmuş dört salağın (evet salak) cinayet büroda çalışmasını anlatıyor. Filmin içeriği büyük ölçüde bu dörtlünün ahmaklıklarından oluşuyor.
Dörtlüye sonradan katılan Dizdar, sözüm ona Amerika'da yaşamış, tecrübeli ve başarılı, işin doğrusu en aptalı. Daha bir kadının evine davet edildiğinde nasıl konuşacağını bilmiyor.
Dizdar en aptalı dedim ama pişman oldum, Cengiz Bozkurt daha aptal. Karısı sürekli gün düzenlediğinden sürekli uyukluyor ve bir yerde de komiklik olsun diye zanlıyı elinden kaçırıyor.
Dörtlüde idrak problemleri var, daha iş arkadaşlarının ne dediklerini anlamıyorlar. Lafı anlaşılmayan, lafını tekrar ediyor, anlamayan da anlamadığını, derken biri (genelde komiserleri olan Uğur Yücel), YETEERRRR diye bağırıyor.
Hasibe Eren'de iyice emekli, kedi düşkünü teyzelere dönmüş durumda. Filmde Dizdar'la aşkı ana görevi gibi.
Bu aptal sohbetler o kadar uzuyor ki, katili merak bile etmiyorsunuz. Filmde polis teşkilatı komple ahmaklıklar silsilesine imza atıyor. Polisin baskın için güvenlik önlemi aldığı yere bir Trakya düğün alayının doluşması da hiç olacak iş değil.
Film, yıllar önce TRT'de yayımlanmış ve İngiltere'den ithal bir diziden arak. Hasibe Eren'in perma yaptırıp, ıslak yattım, elektiriklenip,  kabarmış demesi de, diziden araklanma. Bunu da neden yaptılar anlamadım. Ben de filmin finalinde Hasibe Erek calk, culk diye abartılı seslerle sakız çiğneyince hatırladım. Doksanlarda bile böyle abartılı sakız çiğneyen kalmamıştı.
Ah o final. Sorgulamaya üç kere öfke ile dalan Cengiz Bozkurt'da, Arka Sokaklar'ın Mesut Komiserine salakça bir gönderme.
Biz millet olarak komedi yapmayı unutmuşuz, bunu anladım.
Polisiye komedi deyince bir Polis Akademisi veya Pembe Panter serisi hayal etmiştim halbuki.
Yerli komediler ve korku  filmler, resmen hayal kırıklığının dibi.

18 Kasım 2019 Pazartesi

İKLİM AKTİVİSTİ GRETA THUNBERG'E AÇIK MEKTUP

İklim Aktivisti Greta Thunberge Açık Mektup
Sevgili Greta,
İklim konusunda çabalarını görüyorum ve kusura bakma da samimi bulmuyorum.
En başta bu mektubu her ne kadar sana hitaben yazıyorsam da, blogumdaki okurlarım için yazıyorum. Bu yazdıklarımı birilerinin sana ulaştıracağına pek ihtimal vermiyorum. 
Senin samimiyetine inanmamam için ilk neden, dünya basının sana olan ani ilgisi. Senden önce de iklim için eylem yapan çocuklar-gençler oldu. Hatta onlar bizzat evlerini, köylerini, tarlalarını, ormanlarını, göllerini, denizlerini ve doğalarını savunuyordu. 
Basının ani ilgi gösterdiği çevreciler, genelde çevrenin dost görünümlü düşmanları oluyor. Bana TEMA vakfı kurucusu Hayrettin Karaca'yı hatırlatıyorsunuz. Erezyon diye diye 90'larda yeri-göğü inletiyor, çayırlara-meralara ot ekiyor,  yamaçları taraçalandıyor, siyasilere lafını esirgemiyor, geniş alanlarda ağaçlandırma yapıyordu.
tema ile ilgili görsel sonucu
Lakin Hayrettin Karaca ve Tema, şirketlere, holdinglere hiç laf etmiyordu. Sonuçta meraları bir avuç ot parasına yağmalayan yasayı ve ormanlara hançer vuran yasayı çıkarmayı başardı. Hayrettin Karaca bir kere Isparta'ya, üniversitemiz Süleyman Demirel'e gelmişti. Herkese laf giydirmiş, ben İstanbul'un kuzey ormanlarına ilk hançeri vuran Koç Üniversitesini sorduğumda beni azarlamıştı.
Sen de Greta, devletlere, politikacılara lafını esirgemiyor, ama şirketlere laf etmiyorsun.
Ülkemizin en büyük tekstil patronlarından birinin gerçekten doğa aşkı adına bu işe girdiğini düşünmek, ancak basının toplu propagandası ile inanılacak bir saçmalıktır. Sen de Greta, sanayileşmiş bir refah ülkesinin bireyi olarak senin bütün bunları doğa aşkına yaptığına inanmıyorum.
Lenin'in dediği gibi, son adımda devrimden yana olup, olmamanız, sadece bulunduğunuz sınıfla ilgilidir. Yani hiç gitmediği Britanya adasının gelirlerinin tamamına yakınını kendi kesesine aktaran Roma senatörü Seneca gibi yazılarınızda gerçek bir sosyalist olabilirsiniz ama o devrim anında Bolşeviklerin karşısında olacaksınızdır.
Greta, sen belki bir dolar milyoneri veya milyarderi değilsin lakin pek çok ülkenin halkı için süper bir refah seviyesindesin ve sen toprağını maden kartellerinden korumaya çalışan köylü çocuklarının tırnağı bile olamazsın.
iklim türk ile ilgili görsel sonucu
Sana sorarım Greta, hangi ayakkabına pençe yaptın ya da iyice yırtılana kadar giydin? O elbise ve ayakkabıları, Türkiye, Mısır, Bangladeş ve benzeri ülkelerdeki üç kuruş maaşlı işçiler üretiyor. Aynı sefil atölyede en ucuz elbiseler ile en lüks markalar yan yana üretiliyor.
Ama o lüks markaları tasarımcılar tasarlıyorlar diyeceksin. Tasarımı da gene üç kuruş maaşlı desen ressamları ile stilistler yapmakta. Modacılar, muhteşem eserlerle aklımızı baştan almak isteyen sanatçılar değil, ucuza mal ettikleri malları bize kakalamaya çalışan sahtekar tüccarlardır.
Sonra Greta, elektronik eşyalarını, özellikle cep telefonunu ne sıklıkla değiştiriyorsun? Ben dikiş tutmaz derecede eskiyene ya da çalınana kadar kullanıyorum. Akıllı telefonlar çoğunlukla 4 sene dolunca kullanılamaz oluyorlar.
O elektronik eşyalarda kullanılan değerli madenler yüzünden Sahra Altı Afrika'da özellikle Kongo Demokratik Cumhuriyetinde şiddeti sık sık şiddeti değişen çatışmalar oluyor, Kongo Yağmur ormanları tahrip ediliyor.
Yağmur ormanları demişken, o bol bol yediğin çikolata ve hatta banyo yağlarında kullanılan palmiye yağları yüzünden Endonezya ormanları yağmalanıyor, orangutanlar evsiz kalıyor.
Evsiz kalanlar demişken, şiddeti hiç azalmayan Suriye ve Yemen iç savaşları için de bir şey demeyecek misin Greta? O savaşta doğa zarar görmüyor mu sanıyorsun?
Sonra her yaz güneşlendiğin, Araplar gibi bronzlaşıp,  karardığınız ve yüzdüğünüz o oteller uğruna nice orman yakılıyor biliyor musunuz?
Ayrıca yazları kararıp, yüzmekten ibaret tatil anlayışınız da saçma. Benim öyle her sene bir yerlere gitme imkanım olsa her sene başka bir ülkeye, şehre veya denize giderim. Yeni dünyalar keşfederim.
Gençken turizm sektörünün ülke ekonomisini kurtaracağını düşünürdüm. Çünkü basın böyle propaganda yapıyordu. Bu gün ise görüyorum ki sahil boyunca o oteller yıkılsa, yerine zeytin, portakal, mandalina bahçeleri, susam, pamuk, kereviz tarlaları olsa, ekonomi için daha iyi olur. Ayrıca o koylardaki beton binaları yıkıp, tekrar ağaç dikmeli. Sizden de rica ediyorum, o İngiliz usulü kum-güneş-deniz üçgenli tatil anlayışınızı değiştirin. Öyle yapmayacaksınız biliyorum ama ben istemiş olayım.
Son olarak Greta, senden de, bu büyük şirketlerin çıkarına bir şeyler çıkacak diye düşünüyorum, tıpkı TEMA gibi.
Son olarak Greta, insan hangi sınıftan olursa olsun, Atatürk'ün dediği gibi, gerçekleri söylemekten korkmamalı.

7 Kasım 2019 Perşembe

NUTUK VE ORHUN YAZITLARI KARŞILAŞTIRMASI 2

orhun yazıtları ile ilgili görsel sonucu
Nutuk ve Orhun kitabelerini, özellikle bloguma epey bir zaman önce yazdığım ilk yazı ilgi çekince, o  zamanlar atladığım bazı şeyleri de eklemek istedim. O ilk yazıda eksik kalan bir şeyler vardı.
En başta Twitter'da birisi bana, Atatürk'ün meşhur Hattı Müdafa Yoktur, Sathı Müdafa Vardır, O Satır Bütün Vatandır diye özetlediği savaş taktiğini, Orhun Kitabelerinde anlatılan ve düşmanı yayılarak savaşma olarak geçtiğini ve ilhamını buradan aldığını yazıyor. Doğrudur ve benim anlamam da normaldir. Benim bütün askerliğim, altı ayı çavuş olarak geçen, sekiz aylık askerliğimden ibarettir. Bunu da yazmasam  olmazdı.
Bence Atatürk belli ki Samsun'a çıkmadan çok önce Orhun kitabelerini okumuştu. Kitabelerde Bilge Kağan'ın ilk önce Türk boyları arasında birlik sağlama ve bir çeşit boylar arası meclis kurma çabası olduğunu görürsünüz. Özellikle Bilge Kağan yazıtının, tıpkı Nutuk gibi, çok azı yapılan savaşlara ayrılmıştır. Orhun yazıtlarının ve Bilge Kağan yazıtının büyük bölümü, diğer boylarla uzlaşma çabası görürsünüz. Nutuk'un da en büyük kısmı, 27 Aralık 1919'da Atatürk'ün Ankara'ya gelişi ile, 23 Nisan 1920'de meclisinin açılışı arasındaki süreyi anlatır.
Her iki yazıtta da, düşmanı sadece oyalayan gerilla savaşı yerine, düzenli ordu oluşturma çabaları içerir.
Yurtta sulh, cihanda sulh ilkesinin de Orhun yazıtlarında olduğunu görürsünüz. İslam öncesi çağdaki Türkler, şimdilerin Turancıları gibi sürekli savaş ve yağma meraklısı değildi.
Kaldı ki böyle Karaib korsanları gibi sadece ya da parasız kaldıkça yağma yapan bir topluma dayalı devlet düşüncesi çok mantıksızdır. Bilge Kağan yazıtında Çinlilerle ticaret yapalım, oradan kervanlar gelsin, biz onlara kervan gönderelim, der.
izmir iktisat kongresi ile ilgili görsel sonucuCengiz Han ile ilgili, Moğolların Gizli Tarihi adlı kitap, böyle bir devlet fikrinden bahseder. Cengiz'in vasiyeti olan Altın Defter'de ise pek çok boya toprağa yerleşme yasağı getirilmiş, atlar ve bakımı ile ilgili işler kölelere yasaklanmıştır. Oysa daha Cengiz'in ölümünün ardından elli sene geçmeden çoğu Moğol, çoktan şehirlileşmiştir bile.
Bu yüzden Atatürk, İzmir iktisat Kongresinde: Kılıç sallayan el, zamanla zayıflar, saban tutan el ise gittikçe güçlenir. Biz Anadolu'yu saban tutan bir avuç köylü sayesinde elimizde tuttuk, demiştir.
Son bir husus da, Atatürk ve İnönü arasındaki arkadaşlığı, Bilge Kağan ile Tonyukuk arasındaki ilişkiye benzetirim. Bilge Kağan'a baş veziri ve kayın pederi Tonyukuk'a her zaman güvenmiş, dargın olduğu, görevden uzaklaştırdığı (Anıtları arasındaki mesafenin uzaklığını buna yorumluyorlar) halde her zaman ikinci adamı yapmıştır.
Lenin'in ikinci adamı görünüşte Troçki'ydi. Ama Troçki, Bolşeviklere, Şubat devriminden sonra katılmıştı ve daha öncesinde bir Menşevikti. Lenin onun için; Troçki aramıza en son katılan Bolşeviktir ve şüphesizdir ki en yetenekli Bolşeviktir, demiştir.
tonyukuk heykeli ile ilgili görsel sonucu
İkinci adamı olmaması, devlet adamlarına hep dert olmuştur. Kendilerinden sonra ideoljilerinin hatta devletlerinin yıkılma, demokrasiye geçememe tehlikeleri hep vardır.  Yugostlavya, Tito'dan sonra kendisine lider bulamadı ve 1990'da Sovyetlerin yıkılışından sonra iç savaşa sürüklendi.
Atatürk, şoven duyguları kuvvetli birisiydi. Yazıtları okuduğunda muhtemelen çok etkilendi. Belki de Göktürk alfabesini de denemek istedi. Lakin arada pek çok engel vardı.
Bir kere bu alfabe, taş ya da ağaca kazınmaya uygundu, yazımında arada boşluklar yoktu. Ayrıca aradan geçen bin yıldan uzun süre, bazı yeni sesleri Türkçe'ye girmesi ve bazı seslerinde Türkçe'den (en azından Türkiye Türkçesinden) çıkması, bu alfabeyi günümüz için kullanılamaz hale getirmişti.
Latin harfleri ile yazılan Türkçe'nin noktalı harfleri (hani internette kullanılamayan ş, ü (büyük), u (küçük), ğ gibi harflerin eklenmesi de, Latin alfabesi ile Göktürk alfabesi arasında ortak nokta bulma çabası olarak görülebilir.
Son olarak ilk yazı için: http://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/nutuktan-akildakalanlar-ve-orhun.html