6 Nisan 2017 Perşembe

BATI DÜŞÜNCESİNDE DÖNÜM NOKTASI  
Bu kitaptan bana ilk bahseden, üniversitede lisans dönemindeki hoca Yardımcı doçent Yılmaz Soyer olmuştu. Sınıfta ders anlatırken, gençliğin kitapları okumaktan ziyade, koltuk altında gezdirmesinden şikâyet etmişti. Saydığı kitaplar arasında Fritjof Capra’nın Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası kitabı da vardı. O kitap okunsa, Türkiye’nin çok değişeceğini söylemişti. Kitaba bir kasaba kütüphanesinde denk geldim ve okudum.
Kitap, Avrupa’nın gelişiminde kilisenin, özellikle de her türlü gerilemeden sorumlu tutulan Roma Katolik kilisesinin, gelişmeye katkılarını konu edinmiş.  Düz tarih okuyan birine bu komik gelecektir. Galile’ye zorla dünya düzdür dedirten, Buruno’yu diri diri yakan Roma kilisesinin Rönesans, Reform ve Aydınlanmaya ne katkısı olabilir? Oysa gerçek, Platon’un idea evreni gibi düşünce ile anlaşılabilir.
Mesela Rönesans’ın 4 büyük sanatçısı (Leonardo, Mikelangelo, Rafael, Donatello, ayrıca evet, Ninja kaplumbağalar), en önemli işlerini kilise adına yapmışlardı. Hatta Vatikan askerleri halen Mikelangelo’nun çizdiği elbiseleri giymekte. Kapitalizmin gelişmesinde de Vatikan’ın ve kilisenin etkileri göz önüne alınmalı. Modern havale sistemini kuran Tapınak şövalyeleri, 1314’de yok edilene kadar Roma’ya bağlıydı. Vatikan bankası, halen dünyanın en büyük bankalarındandır. Oxford, Cambridge, Sorbon gibi ünlü üniversiteler de, kilise okulu olarak eğitim hayatlarına başladılar. Descartes gibi aydınlanma dehaları, Cizvit koleji mezunudur. Gutenberg’in matbaasının gelişmesi, kilisenin incili çoğaltma ihtiyacı sayesinde olmuştur. MBA mastırını halen Vatikan verir. Genetiğin kurucusu Mendel’de bir papazdı. Pek çok icat, gene papazların icadıdır. Bir toplum ilerlerken, en gerici kurum da kendisinden bir katkıda bulunur.
Bu kitabı okuyan Türk sağcısının sonucu bellidir. Din, ilerlemeye engel değildir. Hem softa, hem de âlim olabiliriz, Japonya misali özümüzü kaybetmeden kalkınabiliriz vs vs. buraya bir parantez açayım. Özellikle 12 Eylül rejimi biz 70’li yılarda doğanlara Japonya’yı örnek model olarak beynimize kazıdılar. Geyşalık adı altında fahişeliği yücelten, dünyanın en büyük porno film sanayilerinden birine sahip, hele de hentai adı altında çizgi pornolarıı üreten tek ülkedir. Bakirelik dâhil, bizim cinsel tabularımızın hiç biri Japonlarda yoktur. Kadın ve erkelerin beraber yıkandıkları hamamları vardır. Yakuza denen devasa ve devlet destekli mafya grupları vardır. Japonların 1868’den sonra kabak çiçeği gibi açılıp, Batılılaşıp, sanayileştiği ise bir yanılgıdır. Portekizliler, ülkeye Hristiyanlığı yayınca, ülkedeki yabancıları kovmuşlar,  Japonların ülke dışına gitmesini, ülke dışındaki Japonların da ülkelerine dönmelerini yasaklamıştır. Japonlar, birkaç limandan ve sadece Hollandalılarla da olsa, Avrupa bilim ve tekniğini alıyor; porselen, pirinç şekerlemesi ve ipek olmak üzere önemli bir ihracat yapmaktaydılar. Hollandaca öğrenerek, batı sanat, felsefe ve bilimini takip etmekteydiler. Öyle ki Kant’ı Ruslardan ve Osmanlıdan evvel tanımışlardı. 1868’de, Türkiye’e kadar, hatta Türkiye’den büyük bir harf inkılabı yaptılar. Beş binden fazla karakteri yazılarından attılar. Avrupa dillerinden bazı sesleri alabilmek için yeni karakterler ürettiler. Öyle orta çağ yazılarını aynen korumadılar. Yani onlarda da atalarının mezar taşlarını okuyamama durumu var. Okuma demişken, Japonya’da tarih boyunca okuma yazma, erkekler arasında askla %40’ın altına düşmemiş. Japonlar kendilerine özgü bir sürü akıl hastalığı olan, 15-45 arası erkeklerde intiharın 1. neden olduğu, nüfusuna oranla en fazla intiharda 10. sırada olan bir ülke. Sağcılar, sırf devasa bir sanayisi var diye, bize ancak bu ülkeyi örnek gösterebiliyorlar. Çünkü örnek gösterebilecekleri bir Müslüman ülkeleri yok. Japonya parantezini burada kapatıyorum.
Peki, çıkarılması gereken sonuç ne olmalıdır, naçizane fikrimi, kitabı da anlatarak devam edeyim. Kitaptan anladığım kadarı ile Vatikan, bilim ilerledikçe, bilime karşı direnişi zayıflamış. Bir de mezhep kavgasını kaybettikçe, mezheplerle barışmaya çalışmış. Kitapta en fazla bahsedilen kişi Leibniz. Filozof, matematikçi, fizikçi ve biyolog olan Leibniz’in,  Hristiyan ilahiyatı için de önemli biri olduğunu anlıyoruz. Devrinin hemen her bilimiyle ilgilenmiş ve dokunduğu her bilime önemli katkılarda bulunmuş birisi. Katolik ve Protestan ilahiyatlarını uzlaştırmak ve ortak noktalarını bulmak için uğraşmış.

Bu kitap niye okunmalı? Sağcılar tamam da solcular neden okumalı sorularını cevaplamaya çalışacağım. İyi bir kitabı okumanın sağı-solu yoktur. Avrupa aydınlanmasını her yönü ile anlamak zorundayız. Bizim halen her alanda geri kalmamızın sebebi, bu aydınlanmayı başaramamış olmamızdır. Bu aydınlanma, sanayileşme sürecinde din kurumunun hep muhalif ya da pasif olduğunu düşünmek, ahmaklıktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder