Mevlit Yalçın, benim ilk müdürümdü. Malum darbeci tarikatın en tipik elemanıydı, hatta karikatürüydü.
Önce bu karikatürü konusunu açayım. Kafamızda kavramların imgeleri vardır ama bu imgeler, kavramların yani ideaların kendisi değildir. Mesela bir kişiye armut çiz derseniz, evrensel bir armut çizer ve bu çizim, kaba şekil olarak avokadoya çok benzer. Oysa Ankara armudu, tad ve koku olarak armuda benzer ama şekil olarak armuda benzemez. Bu insanlar ve ait oldukları gruplar için de böyledir. Mesela kafamızda bir Alman imajı vardır, sarışın, bira düşkünü, teknolojiden anlayan. Bir de bu ırk-millet-kültür tiplemelerinin karikatürü vardır. Örneğin popüler dizi Kurtlar Vadisi'nde Samuel Vanunu karakteri, tipik Yahudi'dir, sinsi, kumpas kuran, sır tutan bir tiptir. Aynı dizideki İplikçi Nedim, Yahudi karikatürüdür. Sadece aksanıyla değil, cimriliği, korkaklığı ve her önüne gelene yaltaklanmasıyla, Yahudi tipinden öte, Yahudi karikatürüdür.
Yenişarbademlideki ilk iki müdürümğn biri tipikti, diğeri de karikatür. Tipik Föcöcü diyeceğim ama değildi, yazıcı Nurcu'ydu. Nurcular, daha o yıllarda bile bir sürü gruba ayrılmıştı ve o zaman bile en büyükkeri FÖCÖ'tdü. Nurculuk da köken olarak Nakşibendi'ydi, çünkü Said-i Nursi, Nakşi olarak yetişmişti. Sonra ilahi ilhamla ve Kur'anla pek çok yerde çelişen risalelerini (kitapçık) yazmış ve yazdırmıştır (katibi Enver'e). Bir sürü gruba ayrılan Nurcular, bu kitabın yazılması ve okuması ile ilgili olarak da ikiye bölünmüştü. FÖCÖ'nünde içinde olduğu grup, okuyucuydu, bunlar risale denen ikinci Kuranlarını durmadan okuyorlardı. Bazı gruplar ölülerin arkasından bile kuran değil, risale okuyordu; ara ara risale okuma geceleri yapıyordu. Yazıcılarsa bu risaleleri elleriyle yazıyorlardı. Şahin Özbudak'da üç ablasının çeyizi için üç kopya risaleyi elleriyle yazmıştı. Şahin hoca, Föcöcüleri sevmiyordu. Zaman gazetesine abone olmuş, bir hafta sonra da iptal etmişti. Föcyü zerre kadar sevmiyordu ama colormatic camlı gözlüğü, badem bıyıkları, süveter denilen, kilim desenli kolsuz kazağı , ses tonu ve konuşma tarzıya, Föcülerden daha föcöcü gibi görünüyordu.
Tabi bütün bunlar olduğunda 1998 Eylül-2001 Eylül arasındaki dönemdi. FÖCÖ gene çok güçlüydü ama dokunan yanar konumuna gelmemişti henüz. DSP-MHP-ANAP koalisyonu vardı ve 1950'den beri Türkiye'yi fiilen yöneten merkez sağ, son nefesini vermek üzereydi. 2002'de Devlet Bahçeli, birdenbire koalisyona son verip, şu anki parti iktidarını başlatınca, föcö çok kuvvetlendi. Yıllar sonra sosyal medyadan, internetten, tanıdklardan, Föcö'den nefret eden pek çok kişimnin, örgüte katıldığını öğrendim. Bazıları 15 temmuz'dan sonra KHK'lı bile oldu. Buaraları uzun uzun anlatıyorum çünkü arama motorları ve yapay zekayla bile kolay kolay öğrenemeyeceğiniz ayrıntılar. Bunlar olmadan hikaye eksik kalıyor.
29 Eylül 1998'de, Isparta'nın Yenişarbademli ilçesinin lisesine felsefe öğretmeni olarak atandığımda Mevlüt Yalçın müdürdü. Ailemde hiç devlet memuru yoktu ve usul-erkan, hiç bilmiyordum. Kimliğimle Isparta'ya gittim. O yıl yedi yüz felsefe öğretmeni atanmıştı. O yıl mezun olanlardan aldığım bilgiyle, Isparta il milli eğitim müdürlüğüne gittim. Orara Yenişarbademli lisesi adını öğrendiğimde ilk tepkim>:
-Orası neresi ya? demek olmuştu. İl milli eğitimde çalışa Bademlili bir memur, beni daha önce sadece bir kaç kere Eğirdir'e (göle) gitmek için uğradığım ilçe otogarına götürdü. İlçenin tek toplu taşıma aracı, ilçe merkezi ile il merkezi arasında gelip-giden bu dolmuştu. O dolmuşla Bademli'ye geldiğimde akşam beş gibiydi ve resmi kurumlar kapanmış yada kacpanmak üzereydi. Tek katlı, gecekonduya benzeyen binada, Mevlüt Yalçın ve memuru Selahattin beyi buldum. Bir kaç kağıda imza attırdıysa da, pek çok iş yarına kaldı. Sonra evinde gitmiştik. Klasik Föcöcülerin aksine soğuk, birilerini kazanma gayreti olmayan birisiydi. Evi, üç katlı lojmanın en üst katındaydı. Çay içitiğimizi, konuşkan olmadığını, evin günümüz iktidar zenginlerinin evine benzediğini, duvarda, sürgündeki hoca efendisinin iki çelenk arasındaki fotoğrafını anımsıyorum. Onunla konuştuklarım arasında da, konu bir şekilde dine gelmişti galiba, namaz-oruç derken, şu sözleri aklımda kalmıştı:
-İbadet yeterli değil, hizmet etmeli, hizmer, Gazete (Zaman gazetesi) satıyoruz biz burda.
Sonra prefabriklerden kurulu öğretmenevine gittik, orada diğer öğretmenler ve devlet memurlarıyla tanıştım. Beni gece misafir etmek istemedi, Ülkübey Özsoy isimli edebiyat öğretmeni arkadaşın evinde kaldım. Ertesi gün köyümsü ilçede, okul-ilçe milli eğitim- mal müdürlüğü- banka arasında gelip, gittiğimi hatırlıyorum. İlçedeki ikinci gecemi öğretmenevinde geçirmiş, sabah sekiz gibi de köy dolmuşuyla ilk merkezi üzerinden Ankara'ya dönmüştüm. Haftanın hangi günüydü hatırlamıyorum ama pazartesi, eşyaları alıp, geleceğimi söyleyip gitmiştim. İlk ev ortağım olacak olan beden eğitimi öğretmeni Kemal Melih İzci'ye, buzdolabı müjdesini vermiştim. Hatam şuydu ki izin dilekçesi vermemiş, resmi izin almamıştım. Geldikten sonra bu çok konuşuldu.
Biz önce Mevlüt Yalçın'a odaklanalım. Kendisi o kadar problemdi ki öğretmenlerin büyünleme parasını vermiyordu. O zamanlar lise öğrencileri, yıl sonunda, kaldıkları derslerden sınav olurlar ve bu sınavlara bütünleme sınavları denilirdi. Bu sınavlarda da öğretmenlere ek ders ücreti verilirdi. O yıllada bir öğretmen, tek görevi alsanız bile, o eğitim yılının en çok iş günü olan ayı (çoğunlukla Mart) süresince alabileceğiniz ful ek ders kadar, ek ders ücreti alıyordunuz, yani öyle imiş. Benim atandığım 1998 yılında, önce ek ders ücretleri arttırıldı (sonra 2005'de gene arttırıldı), sonra sınav başı ücret (her göreve 3 ek ders saati) olarak değiştirildi.2011 yılında da bütünleme sınavları tamamen kalktı. Bu sınavlarda o zamanlar idareciler (müdür ve müdür yardımcıları) bu parayı, sınavda görev alsalar da alamıyorlardı. Sonra girdikleri sınav kadar da olsa alma hakkı kazandılar. Mevlüt Yalçın'da, idareciler almıyor diye, bu parayı öğretmenlere vermiyor, daha doğrusu verilmesine engel oluyor, bunun için de bu ek derslerin bodrosunu yapmıyordu. O yıllarda bu ek dersler, öğretmen maaşını yüzde beşi-onu kadardı ama bodroyu yapmamakta inat ediyordu. Gene o yıllarda henüz edevlet-eokul falan yoktu.
Bu tür mobbing hareketleri, Yenişarbademli'de yaygındı ve oraya atanan herkes, oradan ayrılmanın yoluna bakardı. Ben ve ikinci ev arkadaşım Ahmet Salih Kutlu'nun ilk atama yollukları, kasten duyuna bırakıldı ve biz yolluğumuzu 1999 Mart ayı gibi aldık. 29 Eylül ve öncesinde başlayanların, kırtasiye yardımı dene sene başı destek ücretini ( o zamanlar bayağı bir paraydı, o parayla iki ton, torbalanmış ve yerli kömür aldığımı hatırlıyorum) alma hakkım vardı ve bana verilmeyeceğini söylediler. Ben de, üniversitede derslerimize de girmiş olan, sonradan sosyoloji bölümüne öğretim görevlisi olan, ilçe milli eğitim, şube müdürü Bilal Duman'ı aradım. (Beni Bademli'den kurtarması için yanına çok gitmiştim, en büyük pişmanlıklarımdandır.) Benle biraz konuştu ve Sinan, ben Bademli'ye bir telefon edeyim dedi ve bir hafta sonra beni mal müdürlüğünden aradılar ve çekimi takdim ettiler. İlçe zaten mahrumiyet bölgesi, mesela berber yoktu ve ben ilçe dışına bir kaç kere sırf traş olmak için çıktım. Henüz üç harfli marketler yoktu ( ilk defa 2001 yada 2002'de Yalvaç'da BİM'den alış-veriş yapmıştım.), alış veriş için Halil Altınışık'ın bakkalından başka bir yer yoktu. Bu şartlara rağmen böyle şeylere maruz kaldığımız gibi bir de herkesin illa her partiden tanıdığı olduğu yerde, bol bol sürgün tehdidi alıyorduk (en azından ben alıyordum) Suyunu Şırnak da içen (içersin), Kars'a gidersin falan. Isparta ilinde ise buradan kötü olarak lise olan yer, Sütçüler ilçesinin Kesme kasabasıydı. O sene seçilen belediye başkanı, seçimi kaybedince, oraya atanmış, iki sene sonra da geçici görevle Isparta merkeze gelmiş ve oradn emekli olmuştu.
Bütün bu şartlara Mevlüt Yalçın'ın abartılı ve saçma icraatleri ekleniyordu. Mesela okul gündüzlüydü ve öğlen bir buçuk saat kapanıyordu.Nöbetçi öğretmenleri bu süre içinde okulda kalmasına karar verdi Mevlüt müdür. Üstelik nöbetler sıraylaydı, yani haftanın belli bir günü değildi ve bazı günler, bazı öğretmenlerin, karşımızdaki ilköğretim (ortaokul ve lise, 28 şubat uygulaması) okulunda da dersleri vardı.Ben ve Kemal Melih, biz iki stajyeri, illa pazartesi ve cuma günü İstiklal marşına, dersi olmasa da çağırdı. Kemal Melih'le işi kan davasına vardırmıştı. Benin 12 saatli dersimi, haftanın beş günü ve tam öğle saatlerine güzelce yerleştirmişti. Sık sık toplantı yapıyor, toplantıda da herkesi hor görüp, hakaret ediyordu. Bir toplantıda Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya fakültesinden mezun oluşundan, bu fakültenin Atatürk'ün emri ile kurulmasından, kendisinin hafife alınmaması gerektiğinden bahsetti. Okuldaki diğer öğretmenler, yeni kurulan üniversitelerden mezunduk. Ben, Süleyman Demirel üniversitesi, Ülkübey ve Mustafa Korkmaz, Selçuk üniversitesi, Şahin Özbudak, Samsun 19 Mayıs, Veli Kitiş, Atatürk Üniversitesi, Burhan Gündüz'de, Sivas, Cumhuriyet üniversitesi mezunuydu. Allah korumuş ya ODTÜ-Boğaziçi-Hacettepe mezunu olsaydı, demek o zaman tanrısallığını falan ilan edecekti. Sonraki yıllarda, bu üniversitelerden mezun öğretmen arkadaşlarım oldu. Boğaziçi, ilköğretim matematik mezunu bir arkadaşım, sonradan Süleyman Demirel'e araştırma görevlisi oldu. Son çalıştığım fen lisesinde, Hacettepe'li arkadaşım oldu. En fazla ODTÜ'lü arkadaşım oldu, hemen hemen hepsi de İngilizce öğretmeniydi. Dil Tarih Coğrafya mezunu felsefe zümre arkadaşım da çok oldu, hiç böyle kibire rastlamadım. İşin kötüsü, bir de öğrencileri bize karşı kışkırttıi öğrencşler derste Kemal Melih'e, biz Mevlüt Yalçın'ı çok seviyoruz diye diklendiler falan.
Atatürk'ün emri ile kurulan Dil Tarih Coğrafya'dan mezun olması ile övünen müdürümüz, onun eseri olan cumhuriyetin 75. yıl dönümünü kutlamaya hevesli olmadı. İki yada üç hafta kala sağlık raporu aldı, hiç kimseye haber vermeden. Okul müdürlüğü Ülkübey hocaya kaldı, üstelik bazı çekmeceler kilitliyken. Biz hem okulun işleri, hem de cumhuriyetin 75. yılı kutlamaları için uğraşırken, Mevlüt Yalçık elleri arkada okulun etrafında dolaştı durdu. Hatta bir kere okula, önceden sipariş edilen bando takımları geldi. Bu küçücük okulun bando takımı da vardı. Davulları, boruları, kostümleri tek tek çıkardı, öğrencilere dağııtı, gösterisini de yaptı. Otuz ekimde geri geldi ve terör estirmeye devam etti. Fecöcü kaymakam da ona desteğini gizlemiyordu. Benim olmadığım bir saatte okula gelmiş, öğretmenler odasına bir girmiş, dumanı görünce, burası köfteci dükkanı mı deyip gitmiş. O zamanlar henüz sigara yasağı yoktu., hatta sigara odaları da yoktu. Ülkübey ve Veli hoca, termik santral bacası gibi tütüyordu durmadan.
Mevlüt Yalçın'ın konumu, bir tenefüsle ve kaymakamın, ilçe milli eğitim müdürüyle gelmesiyle bozuldu. Nçnetçi öğretmenler dahil, tüm öğretmenler, öğretmenler odasındaydık, okulda öğrenciler ciyak ciyak bağırıyor, Mevlüt Yalçın'da odasında, memuruyla uyuyordu. Uyandı, kaymakama okulu gezdirdi (o tek katlı gecekondumsu yerin ney,ni gezdirecekse) ve öğretmenleri suçlamaya devam etti. Fakar ipi çekilmişti artık. Sonuçta istifa etti zira görevden alınırsa, bir daha idareci-yönetici olamayacaktı, hakkında soruşturma açılacak, pek çok göreve (mesela yurt dışı görevlendirme) gidemeyecekti. İlköğretim okulunda sosyal bilgiler öğretmeniydi, görevine geri döndü. Onun yerine tahmin edersiniz ki Şahin Özbudak geldi.
Şahin Özbudak'ın müdürlüğü beklenen bir şeydi, Föcöcü kaymakam için başka aday yoktu. Diğer yandan bizim yazıcı-Nurcu'da kendi kulisini yapmıştı. Mevlüt Yalçın'ın asıl öfkesi galiba bunaydı. Bir kere apartman girişinde tartıştıklarını duymuştu. Yalçın, Özbudak'a altı buçuk yıllık düzenimi bozdun diye bağırıyordu.
Şahin Özbudak'ın da tarikat abileri vardı ve imam hatip lisesi bittikten sonra, artk dini konular istemiyorum, iktisat, işletme istiyorum demiş ama tarikat abileri ona zorla 19 Mayıs İlahiyat fakültesini birinci tercih olarak yazdırmış. Onların tarikat da Föcö'ye bayağı benziyormuş.
Mevlü Yalçın gibi kibirli bir adam, müdürlükten alındıktan sonra artık Yenişarbademli'de kalamazdı. O da il merkezine yakın bir yere gitmeli, il merkezi diye inaat etmemeliydi. Bunun için de müftülükte kuran hocası olan karısını il merkezine gönderdi. Ertesi yıl da önce bir kaç hafta üst üste rapor aldı, sonra Atabey ilçesine tayini çıktı, onun dersleri, lisenin coğrafya öğretmeni olan Mustafa Korkmaz'a verildi. O da, vatandaşlık bilgisi dersi de Sinan hocanın maaş karşılığı, ona verin dedi. Bense zaten Kasım ayında askere gidecekti. ama üç haftalığına vatandaşlık bilgisi derslerine girdim.
Mevlüt Yalçın'la, Şahin Özbudak kavgası daha sonra, Isparta Merkezdeki IYAŞ alış veriş merkezinde (halen var mı bilmiyorum, belki de adı değişmiştir), Mevlüt Yalçın'ın saldırısı ve yaka-paça birbirlerine girmeleri ile devam etmiş ve galiba son kavgaları olmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder