kayyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kayyum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2024 Salı

ESENYURT BELEDİYE BAŞKANI AHMET ÖZER'İN SAVUNMASI

 


CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 30 Ekim’de tutuklandıktan sonra yerine kayyım atanan Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer‘i cezaevinde ziyaret etti.

CHP lideri Özel, “Ahmet Özer’in tutukluluğunun birinci ayında düzenlenen duruşmada hakim, Özer’in 4 sayfalık savunmasını dinlemeden tutukluluğa devam kararı verdi” dedİ

Özel'in bahsettiği ve mahkeme heyeti tarafından okunmasına izin verilmeyen Ahmet Özer’in 4 sayfalık savunması şöyle:

SEÇİLMİŞ BİR SİYASİYİM: Sayın Hakim, Huzurunuzda, oldukça haksız ve dayanaksız bir şekilde, güya bir terör örgütüne üye olma isnadı dolayısıyla tutuklu olarak bulunmaktayım. Ben, Avukatlarımın size sunduğu dilekçe ekindeki belgelerden de göreceğiniz üzere; “GAP’ın Sosyoekonomik ve Politik Boyutları” tezi ile Sosyoloji Doktoru unvanı alan, DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) bünyesinde sürdürülen GAP Projesi’nde uzman sosyolog olarak çalışan, GAP Belediyeler Birliği’nin kuruluşunu gerçekleştirerek yedi yıl Genel Sekreterliğini ve Yönetim Kurulu üyeliğini yürüten ve Birleşmiş Milletler (BM) Habitat II Zirvesi’ne Türkiye delegesi olarak katılan bir bilim insanıyım. Türkiye’nin en büyük ve hatta 7 büyükşehirden bile daha kalabalık bir ilçesinin belediye başkanlığına, ülkenin kurucu partisi olan ve benim de çok uzun yıllardır üyesi olduğum CHP’den, rekor sayılabilecek bir oyla belediye başkanı seçilmiş bir siyasiyim.,

İÇİME SİNDİREMİYORUM: Bu sıfatları haiz, hayatı boyunca barış ve demokrasiden yana olan, tüm akademik yaşamını “müreffeh, barış içinde ve huzurlu bir Türkiye'nin nasıl inşa edilebileceğine vakfetmiş bir bilim insanı ve halkı tarafından teveccüh gösterilmiş bir belediye başkanı olarak, ismimin terör ile birlikte anılmasından çok büyük bir ızdırap duymaktayım. Hayatım boyunca hiçbir terör örgütüne üye olmadım, fikir ve yöntemlerini asla benimsemedim, barış ve insan haklarından yana biri olarak, terör dahil her türlü şiddetin,fikren her zaman karşısında oldum. Bugün de bu fikirlerimden vazgeçmiş değilim, hayatım boyunca da her koşulda barış ve kardeşliği savunmaya devam edeceğim. Tüm bu hususlara rağmen, sabaha karşı daha güneş bile doğmadan, evime, sanki eli silahlı bir teröristmişim gibi baskın yapılmasını, apar topar adliyeye getirilmeyi ve tamamen soyut, dayanaksız ve mantıksız isnatlarla tutuklu bulunmayı içime sindiremiyorum.

DELİLLERİN EKLE TUTULUR YANI YOK: Hakkımda ileri sürülen bu isnatları bir kez dahi gözden geçirmeniz durumunda, sizin de asla içinize sinmeyeceğine, müdafilerimin sunduğu dilekçeyi ve eklerini incelediğinizde suçsuz olduğuma kanaat getireceğinize, hakkımda tamamen afaki ve zorlama yorumlarla suçlamada bulunulduğu sonucuna kolaylıkla varacağınıza da inanıyorum. Zaten hakkımda delil olarak ileri sürülen hususların hiçbir suretle elle tutulur bir yanı olmadığını, sadece bana soru olarak yöneltilen hususlara bakmanız durumunda dahi rahatça görebileceğiniz düşüncesindeyim. Örneğin Diyarbakır D tipi yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumunda yapılan aramada ele geçirildiği iddia edilen birtakım dijital veri içeriklerinde güya hükümlü Abdullah Öcalan ile onu ziyarete giden heyet arasında yapılan görüşmelerde heyetin “bazı akademisyenlerin demokratik özerkliğe katkı sağlamak istediklerini” ilettikleri, Abdullah Öcalan’ın “bir isim söyleyebilir misiniz” şeklindeki sorusuna da “Mersin Üniversitesinden Ahmet Özer var” şeklinde cevap verildiği iddia edilmiş ve buna ilişkin olarak polis bana ifadem sırasında “yukarıda size okunan Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmede sizin demokratik özerklik hakkında katkı sağlamak istediğiniz anlaşılmış olup…” şeklinde bir soru yönetmiştir. Sadece bu soru içeriği bile soruşturmanın ne derece ağır bir ön yargıyla yürütüldüğünü göstermeye yetmektedir. Zira görüleceği üzere polis, tarafı bile olmadığım bir konuşmada, gıyabımda söylenen şeylerden yola çıkarak, benim, güya demokratik özerklik hakkında katkı sağlamak istediğimin “anlaşıldığını” ileri sürmektedir. Benim tarafı bile olmadığım bir konuşmada, haberim bile olmadan ismimin zikredilmesi, nasıl aleyhime delil olarak gösterilebilir?

TELEFON GÖRÜŞMESİNİ HATIRLAMIYORUM: Benim hayatım boyunca demokratik özerklik ile ilgili hiçbir çalışmam olmadı, kimseye de bu yönde çalışma isteği dile getirmedim, böyle bir arzu ve düşüncem de hiçbir zaman mevcut olmadı. Birilerinin gıyabımda böyle bir konuşma yapması, bundan haberim olduğuna dair en ufak bir delil dahi yokken, nasıl bana isnat edilebilir? Keza, yaptığım iddia edilen bir telefon görüşmesi de örgüt üyeliği iddiasına dayanak yapılmaya çalışılmaktadır. Evvela ben böyle bir telefon görülmesi yaptığımı hatırlamıyorum. Fakat söz konusu telefon konuşmalarının tarafımca yapıldığı ve belirtilen cümlelerin de benim tarafımdan söylendiği kabul edildiğinde dahi bu konuşmaların bir terör örgütüne mensubiyete delalet ettiğini söylemek akla ve mantığa tamamen aykırıdır. Bu konuşma tapeden de açıkça anlaşılacağı üzere tamamen insani mülazahalarla yapıldığı bariz olan bir taziye görüşmesidir. Bu konuşmada geçtiği iddia edilen tek bir cümleye, bağlamından tamamen kopuk bir anlam yüklenerek, bana terör örgütü üyeliği isnat edilmesi asla kabul edilebilir değildir. Bir vefat haberi üzerine, ölen kişinin sadece annelik sıfatına atıf yapan ve insani düşüncelerle nezaketen sarf edildiği gayet açık olan bir cümlenin, örgüt üyeliğine delil olarak değerlendirilip, bu cümle yüzünden birinin özgürlüğünden mahrum bırakılması asla kabul edilebilir değildir.

DAYANAK OLMAKTAN UZAK: Kaldı ki C. Savcısının tutuklama talebinden anlaşıldığı üzere hakkımda yaklaşık 2 ay boyunca dinleme yapılmasına rağmen sadece 2 görüşmenin şüpheli olduğu söylenmiştir ki bunların da içeriklerinde aslında iddialara dayanak hiçbir şey barındırmadıkları, tamamen insani mülahazalarla yapılan olağan görüşmeler oldukları gayet açıktır. Oysa, dinlenildiğinden haberdar dahi olmayan bir kimsenin, 2 ay boyunca yaptığı yüzlerce görüşme içinde, örgüt üyeliği iddiasına dayanak yapılabilecek hiçbir konuşmanın bulunmaması, o kişinin örgüt üyesi olmadığının açık bir delilidir. Sayın Savcılık, bir telefon görüşmesinden zorlama yorumlarla cımbızla bir sözcük çekeceğine, tapelerin tamamına baksaydı, asla bir örgüt üyeliğinden söz edilemeyeceğini kolayca anlayabilirdi. Zira 2 ay boyunca hakkımda telefon dinelmesi yapılmasına rağmen sadece 2 tapenin şüpheli görünmesi ve bunların da aslında iddialara dayanak olmaktan uzak olması dahi aslında asla bir terör örgütü üyesi olarak suçlanamayacağımı açıkça göstermektedir.

TELEFON GÖRÜŞMELERİ: Değinmek istediğim bir mesele de teknik takip sonucu elde edilen sözde delillerdir. Bu teknik takipte anladığım kadarıyla Van iline yaptığım seçim gezim adım adım takip edilmiş ancak bu gezide sözde örgütsel bağ iddiasına dayanak olabilecek hiçbir delil bulunamayınca, bu sefer bir avukatla hatta kendi öz yeğenimle olan görüşmem bile oldukça dolaylı ve afaki yorumlarla örgüt üyeliği iddiasına dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Örneğin C. Savcısının tutuklanmama dair talep yazısında Şevket Tuci isimli avukat ile görüştüğüm ve bu kişinin de avukat olması sebebiyle PKK mensubu kişilerle irtibatlı olabileceği iddia edilmiştir. Yahut kendi öz yeğenimle olan görüşmem bu kişinin güya bir akrabası hakkında örgüt üyeliğinden işlem yapıldığı gerekçesiyle hakkımdaki suçlamaya dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Oysa sorarım size; bir insanın avukatı veya öz yeğeni ile olağan bir şekilde görüşmesi nasıl olurda örgütsel bağ olarak yorumlanarak tutuklamaya gerekçe kabul edilir? Bu kişiler hakkındaki varsayımlar nasıl olur da şahsıma isnat olarak yöneltilir? Seçim gezisi sırasında görüştüğüm binlerce kişi içinden cımbızla birkaç kişi çekilip o kişilerin akrabaları gerekçe gösterilerek bana örgüt üyeliği isnadında bulunulması ciddiye alınmaktan dahi uzaktır. Bu durum bile aslında soruşturmanın zaten en baştan şahsımı suçlu göstermek üzere tasarlandığını, peşinen mahkum edilmeye çalışıldığımı, buna delil bulunmaya gayret edildiğini, böyle bir delil bulunamayınca bu sefer de zorlama yorumlarla delil icat edilmeye çalışıldığını açıkça göstermektedir.

ORDU İLE GÖRÜŞTÜM: Az evvel bahsettiğim gibi içeriği bile belli olmayan hatta gerçekleştiği hususunda da yoğun şüpheler bulunan çeşitli konuşma ve görüşmeler güya terör örgütüne mensup olduğum şeklinde lanse edilmiştir. Fakat atlanan husus şudur ki; bu varlığı şüpheli görüşmelerin dışında, şahsımın, döneminin Cumhurbaşkanı, bakanları, valileri, belediye başkanları, yazar ile sanatçıları ve hatta ordu mensupları ile gerek varlığı gerekse de içeriği belirlenebilir çok sayıda görüşmem de vardır. Bu husus neden nazara alınmamaktadır? Örneğin sonradan Mehmetçik Vakfı Genel Başkanlığı görevini de yürüten Tümgeneral Yaşar Bal tarafından adıma gönderilen yeni yıl tebriği dosyaya sunulmuştur. Bu manada terör örgütü üyesi olduğu iddia edilen bir kişinin, ordu mensubu olan ve hatta bunun da ötesinde şehit yakınlarına en büyük destekleri sunan bir vakfın başkanlığını da yöneten biri ile yeni yıl tebriği alacak kadar yakın temas halinde bulunması mümkün müdür? Bu durum bile tek başına örgüt üyeliği iddiasının gerçekdışı olduğunu göstermeye yetmektedir. Keza, her nasılsa 13 yıllık HTS kayıtlarım çıkarılmış ve şahsıma yapılan suçlamalara dayanak gösterilmeye çalışılmıştır. Güya HTS kayıtlarında hakkında örgüt üyeliğinden işlem yapıldığı iddia edilen kişilerle görüşmelerim olduğu ileri sürülmüştür. Oysa bu konuda hiçbir detay verilmemiştir. Bu kişiler kimlerdir? Ne zaman görüşmüşüm? Onlar mı beni, ben mi onları aramışım? Bu kişilerle ne konuşmuşum? Bunların hiçbiri belli değildir. Ancak takdir edersiniz ki ben güneydoğu üzerine çalışan bir akademisyenim, Vanlıyım ve siyasetçiyim. Beni her gün tanımadığım onlarca kişi arar. Ben bu kişilerin çoğu kimdir, necidir bilmem. Arayan kişi tanıdığım bir kişi bile olsa örgüt üyesi midir, değil midir bunu bilemem. Her telefon görüşmesi öncesinde arayan kişi hakkında GBT incelemesi yaptırmam da takdir edersiniz ki olanaksızdır; hem böyle bir yetkim yoktur hem de bu zaten teknik olarak da mümkün değildir. Bu koşullarda, içeriği belirsiz HTS kayıtları nedeniyle nasıl olur da hakkımda suçlamada bulunulabilir? Bugün sokaktan çevirdiğiniz herhangi bir kişinin 13 yıllık HTS kayıtlarına baksanız pek çok farklı suçtan sabıkası olan yüzlerce kişi ile görüştüğü söylenebilir. Bu hakikat bile iddiaların ne derece afaki olduğunu ortaya koymaktadır. Böyle bir iddia ile tutuklu olmam, akla aykırı ve izahı mümkün olmayan bir durumdur. Bir başka zorlama delil ise hesap hareketlerimdir. Her nasılsa kira sözleşmesi ile kiraladığım evim dolayısıyla hesabıma gelen kira ödemeleri ve seçim kampanyası sırasında gelen seçim yardımları bile şüpheli görülmüş ve tutuklanmam için delil olarak gösterilmiştir. Kaynağı belli olan ve açıkladığım amaçlar dışında elde edildiğine yönelik tek bir şüphe bulunmayan bu ödemelerin bile sözde örgütsel bağlantı iddiasına dayanak yapılması tutukluluğumun ne derece hukuka aykırı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Hatta 2016’da yayınlanmış ve halen dahi internet üzerinden satın alınabilen bir kurmaca roman dahi örgüt üyeliği iddialarına dayanak gösterilmeye çalışılmıştır. Oysa bu roman kan davalarını konu alan, tamamıyla kurmaca, gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi olmayan bir edebi esedir.

TUTUKLANMAM YARGISIZ İNFAZDIR: İçeriğine konu olan hikayenin geçtiği yer ya da roman kahramanlarının konuşmalarından cımbızla çekilen ve bağlamından kopuk yorumlanan birkaç sözcük gerekçe gösterilerek, hakkımda suçlamada bulunulmasını anlamakta dahi güçlük çekiyorum. Hakkımdaki isnatların ne derece haksız olduğuna başkaca örnekler de verebilirim. Ama zaten avukatlarım dilekçelerinde tüm delilleri tek tek inceleyip bunları gayet açık bir şekilde çürütüyorlar. Bununla birlikte şunu da eklemek isterim ki ne kolluk ne savcılık ne de tutuklama sorgusu esnasında şahsıma sorulmamasına rağmen sonradan öğrendiğim kadarıyla hakkımda tutukluluğun itirazının reddine yönelik kararın yegane gerekçesi olarak bir gizli tanık ifadesi dayanak gösterilmiştir. Evimde yapılan aramadan tutuklandığım dakikaya kadar ve hatta bugün huzurunuzda savunma yaparken bile bu tanığın hakkımda ne tür iddialarda bulunduğunu bilmemekteyim. Haliyle bilmediğim bir iddiaya da cevap vermem mümkün değildir. Ve gördüğünüz üzere esasen bu durum bile tek başına tutuklanmamın ne derece hukuka aykırı ve tarafımın savunma hakkından ne derece yoksun olduğumu göstermektedir. İçeriğine dair en ufak bir bilgim dahi olmayan ve fakat tek başına tutuklanmama sebebiyet verebilecek kadar önemli olduğu iddia edilen bu beyan hakkında bilgilendirilmeden tutuklanmam açıkça bir yargısız infazdır.

TUTUKLAMA KARARI KALDIRILSIN: Sözlerimi toparlamam gerekirse, İfade ettiğim gibi hakkımda tutuklamaya gerekçe gösterilen delillerin hiç biri herhangi bir suç isnadına dayanak yapılabilecek hususlar değildir. Maalesef tamamen afaki ve zorlama yorumlarla hakkımda delil icat edilmeye çalışılmıştır. Halbuki hayatım boyunca hiçbir terör örgütüne üye olmadım, fikir ve yöntemlerini asla benimsemedim, barış ve insan haklarından yana biri olarak terör dahil her türlü şiddetin fikren her zaman karşısında oldum. Senelerce şiddetin bir çözüm olmadığını her yerde ve hatta TBMM komisyonlarında anlattım, her açıklamamda dile getirdim hala da getirmeye devam ediyorum. Bitmesi için yıllardır mücadele etmeme rağmen bugün terör ile ilişkilendirmeyi bir zül olarak kabul ediyorum. Belirtmek isterim ki akademik camia ve üyesi olduğum CHP dışında hiçbir aidiyetim yoktur. Hiçbir terör örgütüne üye ya da mensup veya sempatizan değilim hiçbir zaman da olmadım. İrademi kimseye, hiçbir örgüte teslim etmedim, asla da etmem. Açıkladığım sebeplerden hukuka aykırı bu tutuklama kararının kaldırılmasını ve tahliyemi talep ediyorum.

KAYNAK:https://www.gazeteduvar.com.tr/ahmet-ozerin-mahkemede-okumasina-izin-verilmeyen-4-sayfalik-savunmasi-ordu-mensuplari-ile-gorustum-haber-1741128

Ferhat Yaşar'ın haberi

 

10 Mayıs 2024 Cuma

İKTİDARLARIN TRAVMA SONRASI STRESİNDE İNKAR VE ÖFKE AŞAMASI

 


Travma Sonrası Stres bozukluğu yada Posttravmatik Stres bozukluğu, insan dahil tüm  canlıların, büyük felaketler sonrasında (gerçi her felaket büyüktür) yaşadığı psikoloji durumudur. Bu durumun aşamaları, inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul olarak sıralanır. Bunun geri kalanını psikologlara sorarsınız. Ben inkar ve öfke aşamasından bahsedeceğim, o da siyasi olarak.

Birebir diyemeyeceğim ama kitleler, partiler, devletler ve benzeri toplumsal oluşumlarda şoklara benzer tepkiler veriyor. Önce inkar ve öfke aşamasında oluyorlar ve cahil bir topluluksalar, uzun süre o aşamada kalıyorlar. Sürekli bir inkar, sürekli bir kendini büyük görme çabasında oluyorlar. Yer yer depresyon da uzun sürüyor. Biz adam olmayız, böyle gelmiş, böyle gider söylemleri sürüp, gidiuyor.

Osmanlı tarihini ele alalım. İlk büyük yenilgisi olan 1571, İnebahtı (Avrupalılar Lepanto) 'dan sonra, dönemin kudretli sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, gerçek bir devlet adamı tepkisiyle, yakılan donanmanın yenisini yaptırmış, bunun içinde hem devlet hazinesini, hem de devlet kademesini seferber etmiştir. Tüm şehzadeler, hanedan üyeleri, şehzadeler, vezirler, valiler, kısaca tüm has ve zeamet denen büyük tımar sahipleri, büyük servet sahiplerini, devlete en az birer gemi vermesini istemiştir. Sonrasında o meşhur sözünü söylemiştir.

Biz onların kolunu (Kıbrıs'ın fethini kastediyor) kestik, onlar bizim sakalımızı traş etti. Kesilen sakalın yerine, yenisi daha gür çıkar ama kesilen kolun yenisi çıkmaz.

Oysa asıl kolu kesilen, Osmanlı'ydı. Osmanlı, ölü ve esir olarak kaybettiği on binlerce denizcinin yerine yenisini yetiştiremedi. Ticaret rotalarının değişmesi, mini buzul çağının ürettiği kuraklık ve seller, Celali isyanları ve benzeri olaylar yüzünden ekonomi krizde olan Osmanlı; Hint okyanusu donanması ve Tuna- İdil gibi nehirlerde savaşacak ince donanmasına önem veremedi. Yani aslında kolu kesilen Osmanlı oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/inebahtida-kesilen-kolumuz.html

Oysa bu zafer, Haçlı ittifakı açısından da pahalı olmuş, hatta bir ara Osmanlı kazanıyor gibi olmuştu. Osmanlı, Uluç Ali Reis önderliğinde donanmasının bir kısmını kurtarmıştı. Fakat Osmanlı, denizci bir millet olamamıştı. Tüccar bir millet de değildi Osmanlı.Ticaret büyük ölçüde gayrı Müslümlerin, çoğu kez de Yunan ve Yahudilerin işiydi. Osmanlı, dini hukuk gereği Müslüman olmayanlardan daha fazla vergi alıyor, Hristiyanların da (devşirilmesi elzem olan kalifiye kişiler dışında) Müslüman olmasını engelliyordu. Kanuni, sırf bu yüzden Balkanlarda, Millet sistemi denen düzeni kurmuştu. Sokullu Mehmrt Paşa ise, istersek direklerini altından, iplerini sırmdan, yelkenlerini atlastan yaparız bu gemilerin diyerek, inkar tepkisi göstermiştir. 

Oysa İnebahtı yüzünden Osmanlı, Hint filosuna önem verememiş, Endonezya'daki Açe sultanlığına gerekli yardımı gönderememiştir.  İleride Rus imparatorluğu olacak Moskova knezliği ile mücadele eden Kazan ve Astargan hanlıklarına ince donanmayla (nehir donanması) yardım da gönderemedi. Yani bu yenilgi, Moskova'dan, Jakarta'ya, geniş bir dünyayı doğrudan etkiledi.

Osmanlı, bu inkar ve öfke durumunu hep sürdürdü. Uzun duraklama yılları boyunca , okul tarih kitaplarında anlatılmayan veya pek az anlatılan yenilgiler yaşadı. Girit adasının fethi ise 24 yıl sürdü.  Yayla İmamı tarihi tarihi diye döneminde yazılmış bir kitap vardır. Bir kaç yerde bu savaşa da değinir. Savaşa, Kalenderoğlu başta olmak üzere pek çok Celali elebaşı asker olarak gönderilir. Onlarda savaştan kaçarlar, askersiz kalan gemiler, kolayca Venediklilerin elinne geçer. Böyle nice olaylar olur. Savaş daha ziyade adanı  merkezindeki Kandiye şehrinin kalesinin kuşatması merkezli de olsa, Adriyatit ve Ege kıyıları da çatışma alanı olmuştur. 1939-40, Fin Sovyet savaşından sonra,  rivayet odur ki Fin delegesinden bir kişi Rus delegesine, Umarım aldığınız topraklar, ölülerinizi gömmeye yeter demiştir. (Rus kayıplarını internetten siz araştırın) Aynısını Venedikliler, Osmanlı için de söyleyebilirdi.  Karlofça antlaşmasına bir günde gelinmedi. Osmanlı, duraklama dönemi streslerinde (özellikle zafer gibi görünen bir yenilgi olan Haçova savaşına) inkar ve öfkeden öteye gidemedi. Sonuçta Karolfça antlaşması gümbür gümbür geldi.

Karlofça'dan sonra da Lale devri ile inkar dönemi başladı. Bu dönemim boş vermişliği ve yaşanan lüks de inkarın başka bir türüydü. Sonra bir öfke eylemi olan Patrona Halil isyanı ile sona erdi. Bu inkar dönemi, Rusların, Kafkasya'ya girmesi ve bugün adı Azerbaycan olan, İran'ın Kuzey Hazar kıyılarını ele geçirmesine sebep oldu.

İşin doğrusu Lale devrimde kabullenme de vardır. İlk defa müziğin notalara alınması, batı tarzı kesimde elbiselerin yavaş yavaş yaygınlaşması, Türk rokokosu ile mimaride batılılaşma gibi inceden pazarlık ve kabullenme başlamıştı. Ancak bu kabulleniş çok yavaş oldu. Sadece devlette değil, aydınlarda da vardı bu inkar ve öfke. Şinasi'nin tüm eserlerini içeren bir kitap elime geçti.

Şinasi, ülkemizde bugün herkesin bildiği bir isimdir çünkü ülkemizdeki ilk Türkçe tiyatro oyununu yazmış, Tazminat döneminin ilk ciddi sözlük yapıcısıdır. Bu kişinin şiirlerinde aydınlanma bekleriz. Oysa kendisi bir Skolastik ve Tasavvuf meraklısı. Şiirlerinde Newton, Farabi, Eflatın (Platon) ve El Kındi'ye laf atıyor, bunlar sırra eremez diye. Belki de Newton'dan bahseden ilk Türk ve Osmanlıdır zira daha öncesine rastlamadım. O da Newton'u hor görüyor. Birincisi o övdüğü sufilerin hepsini topla, dünyaya bu üç kişi,den herhangi birinin tırnağı kadar faydaları yoktur. Newton'u bilmem anlatmama gerek var mı? Mühendislik eğitiminde halen Newton fiziği okutulur. Akışkanlar mekaniği, statik, mekanik, aerodinamik gibi fizik alt dallarında halen Einstein fiziği yada kuantum fiziğinden çok, Newton fiziği geçerlidir (hesaplaması daha pratik diye.) Newton ayrıca son genelgeye müfredattan kaldrıılan integral dahil, pek çok matematiksel buluşun da sahibidir. Farabi, mantık ve kelamda o kadar önemli bir isimdir ki, Gazali gibi onu tekfir edenler (din dışı ilan edenler) bile, kelam ve mantıkta onun izinden gitmiştir. Mantık bilimine katkılarınan dolayı Muallim-i Sani (ikinci öğretmen, Muallim-i Evvel, yani birinci öğretmen, mantık biliminin kurucusu Aristo'dur) ünvanını almıştır. Descartes'e kadar mantık, onun izinden gitmiştir. Türk halkının adını pek bilmediği El Kındi ise, meşhur Beyt-ül Hikme'nin kucularından, ilk Arap ve İlk Müslüman filozoftur. Meşailik diye bilinen İslam Aristoculuğunun kurucularındandır. İbni Sina ve Farabi dahil tüm Meşailerin hocası sayılır ve İslam orta çağındaki önemli fizik-kimya-tıb ve matematik alanındaki tüm önemli buluş ve icatlar, meşailerin eseridir. Tasavvufçuların pozitif bilmlere katkıları sıfırdı. El kındi, tıpta İbni Sina, kelamda Farabi, matematikte Harezmi kadar öneml bir kişidir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/farabi-tipi-baskanlik-sistemine-gazali.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/ibni-sinanin-muslumandir.html

O sırra eren sufiler, tasavvufçular ne yapmıştır? Medrese müfredatından mantık dahil müfredattan kaldırmıştır. (oysa Gazali, mantık olmadan hiç bir şey olmaz demiştir. Tasavvufçu medereselerin Gazali'yi okuduklarından da şüpheliyim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html) Gerçi bence Gazali, filozoftan çok, Şia kültürüne saldıran ve insanlara devlete itaati emreden bir propagandacıdır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/dini-inanclarimi-kaybetmem-3-imam-gazali.html) Osmanlı, meleklerin eteklerinin atlından delikli borularla bakılıyor gerekçesiyle rasathaneyi top atışlarıyla yıkmıştır. Humbaracı (havan topu) Ahmet Paşa bile bu cahilliğe hayret etmiştir. (Aslında kendisi bir Fransız soylusuydu. Müslüman olup, Osmanlı hizmetine girmişti) Medrese müderrislerine, bir üçgenimn iç açılarının toplamını sormuş, üçgenine göre değişir cevabı almıştır. Bu ve benzeri cahillikler, tasavvuf  sayesinde ülkede kökleşmiştir.

Şairinen tek tiyatro esesri de böyle bir softalığın, toplumdaki sonuçlarını anlatır. Oyunun tam adı, Kuyruklu Yıldız Altında, Bir Şair Evlenmesi'dir. Oyunda hem yetmiş altı yılda bir dünyamızın yakınından geçen Halley kuyruklu yıldızı üzerinden dönen kıyamet iddaları ve dedikoduları, hem de vekil ile nikah kıyma hicvedilir. Bu vekil ile nikah kıymayı bilmiyor olabilirsiniz, neyse ki untulumuş bir  Osmanlı adeti. Nikahta çiftler değil de, çiftleri temsilen başka birileri ile nikah kıyılıyor, üstelik de gelinin yüzü duvakla tamamen kapalıyken. Bu numara ile kimbiliri kaç çift, başka başka kişilerle evlendirildi. Oyunda da şairimiz, kızın ablası ile evlendiriliyor. Bu geleneği ilk yıkan kişi Atatürk'dür. Latife hanımla meşhur evliliğinde vekil kullanmamış, ondan cesaretle bu adet kalkmıştır. Muhtemelen artık tamamen untulan bu adet ve oyundaki diğer cahilce alışkanlıklar, o şiirleri ile övdüğü sufilerin işiydi.

Osmanlı aydını, batı karşısındaki yenilgi travmasını yavaş yavaş kabullenmiştir. Şinasi'ye hitaben, Ben Felatun'u beğenmez ne salaklar gördüm denmiştir. Atatürk, Türklerin travmasını tam olarak kabul edip, gerçek bir çağdaşlaşma ve devrimler yapma işine girmiştir. İzmir'in kurtarılmasından sonra önceliği Türkiye'yi güçlendirmeye ayırdı.

Yenilgi, en büyük travmadır. Bu yüzden yenilginin sebeplerini tahlil etmek zordur. İngilizleri, o devasa imparatorluklarını kurmalarının değil, yıkmalarının hayranı olmuşumdur. Dünya yüz ölçümünün üçte biri ve hatta daha fazlası olan o devasa imparatorluklarını, 1945'den itibaren sürdüremeyeceklerini anlayıp, 1980'e kadar adım adım tahliye etmişlerdir. İmparatorluklarını kurarken de, deniz savaşları hariç, çok fazla kan dökmemişlerdir. Napolyon savaşları ile, birinci dünya savaşı arasında, İngilizlerin en çok ölü verdiği savaş, Güney Afrika'daki Hollanda kökenli bezaların isyanı olan Boer savaşıdır. İngilizler koca Hindistan'ı (ki o zamanların Hindistan'ına, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Maldiv adaları, hatta Myanmar bile dahildir), ki nüfusu 20. yüzyıl başında bile yüz milyon kadardır,  İngilizler bu devasa ülkeyi, daha doğrusu kıtayı, yüz bin kadar subayla yönetir, birbirine düşman kabileleri kendisine asker yapar. Ancak ikinci dünya savaşı itibarıyla,  küçük ada devletlerinin bu imparatorluğu taşıyamayacağını anlamışlardır.

İngilizlerin, Türkler yada diğer düşmanları ile ilgili anlatılara bakıldığında öyle kör bir nefret yoktur. Hatta bir parça sempati duyduklarını fark edersiniz. Gerçek düşmanlık, kör bir öfke ve nefretten ibaret değildir. Düşmanı gerçekten tanımak için, ona az da olsa sempati duymalısınız. Rakibini tartan sporcu gibi, düşmanı gerçek anlamda tanımalısınız. Meşhur İngiliz soğuk kanlılığı da buradan geliyor.

CHP'nin de, genel seçim yenilgisinden on ay sonra gelen yerel seçim zaferinin ardında yenilgiyi kabullenmesi ve travmayı atlatması yatıyor. İktidar  partimiz ise halen biz bitti bitmeden, bitmez, yeni anayasa, yeni müfredat derdinde. İktidarların asıl muhalefeti,  yaptıkları icraatlardan oluşan hoşnutsuzluktur. İktidarın mücadele etmesi gereken muhalefet partileri değil, halkın muhalefete yönelmesine sebep olan kendi kötü icraatleridir. Yapması gereken icraatlerini düzeltmek  yada iktidarını kime devredeceklerini tespit etmektir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/gitmenin-siyaseti.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/dusecegini-hatirla-memento-cades-1.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/dusecegini-hatirla-memento-cades-2.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/kendin-inmek-zordur-ama-gene-de.html,

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/memento-cades-dusmeme-tedbirleri-2.html