rekabet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rekabet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Kasım 2025 Salı

KOMŞUMUZ YUNANİSTAN'IN TARİHSEL EZİKLİĞİ

 


Tarihsel olarak iki millet, biz zamanlar devken, şimdi minicik olmuştur. Biri Moğolistan'dır, diğeri de Yunanistan'dır. Avrasya'nın çoğunu işgal eden devasa Moğol imparatorluğundan geriye, denize çıkışı olmayan, üç milyonluk nüfusunun yarısı başkentte, dier yarısı da göçebe yaşayan, Türkiye'nin dört katı bir devlet kaldı. Çin'in İç Moğolistan bölgesinde, Moğolistan'dan daha çok Moğol var. Yunanlılar ise, tarihte uzun süre deniz kenarında yaşayan şehir devletleri olarak yaşadılar. Bu  şehir devletleri, Atina önderliğinde Persleri Ege kıyılarından kovdu ama Atina, Pelepones savaşlarında Sparta'ya yenilince, bu birlik dağıldı. Yunanlıları birleştiren, Yunanlılaşmış bir Balkan halkı olan Makedonlar oldu. Büyük İskender, emsali görülmemiş ve daha sonra da görülmeyecek bir şekilde,  dünyanın en büyük devleti olan Pers imparatorluğunu üç meydan savaşı ve bir kaç şehir kuşatmasıyla altı yılda yıktı; İskender'in erken ölümü de bu imparatorluğun İskender'in generalleri arasında önce paylaşılmasınaa, sonra da yüz yıllar süren savaşlarla yıkılmasına sebep oldu. Yunanlıların ikinci defa dev olması, Doğu Roma imparatorluğunun Yunanlılaşması ile oldu. Yunanların bu altın çağı da, önce Arap, ardından Türk fetihleri ile azalarak, 1453'de bitti.

Hani Türklerin bir yazıklanması vardır ya; İkinci Dünya Savaşında Almanya ve Japonya ne biçim yıkılmıştı, şimdi onlar ne halde, biz ne haldeyiz, diye. Türkiye nüfusu, 1927 nüfus sayımında 13 milyon 648 bin olduğuna göre, 1922'de 10 milyon bile değildi, 1924 mübadelesi ile iyice azalacak, üç milyondan fazla Rum, Yunanistan'a göç edecek,  Karadeniz ve Ege'de, özellikle kıyı kesimleri iyice tenhalaşacaktı. Buna karşılık Yunanistan'dan sekiz yüz binden fazla Türk ve Müslüman, Türkiye'ye göç edecekti. Türkiye daha sonra Balkanlar, Sovyetler Birliği ve çevresindeki pek çok ülkeden gizli yada açık göç alacaktı. Gene de Yunanistan gibi bir anda nüfusunun yüzde yetmişi kadar bir göç almayacaktı. Bu göçü kaldıramayacak, üzerine bir de kaybedilen savaşın borçları da eklenince, derin bir bunalıma girecekti. Bunun sonucunda bek çok Mübadil, Yunanistan'a yerleşemeyecek, Yunanistan'dan, Avusturalya başta olmak üzere başka ülkelere göç edecekti. Ardından demokrasinin ilk kurulduğu ülke, demokrasiyi bir türlü yerleştiremeyecek,  darbeler, Meteksaz diktatörlüğü, iç savaş, albaylar cuntası derken,  tipik bir Balkan ülkesi olacaktı.

Oysa 1923 yada 1924'de,  hatta çok sonralarında bile Yunanistan, pek çok açıdan Türkiye'den daha avantajlıydı. Nüfüsu Türkiye'ye yakındı; 13'e 8. Türkiye'de okuma-yazma ve eğitim oranları, acınacak düzeydeydi, kadınlarda binde dört.  Koca ülkede elli tane traktör ya vardı, ya yoktu. Nüfusun yüzde doksanı köylü olan ülkede, çoğu yerde sulama bile yapılmıyordu. Ülkede nüfusun ciddi bir oranı Türkçe bilmiyordu; cumhuriyetten yetmiş yıl sonra 1990'lar başında bile, çoğunluğu kadın, iki milyon kadar insanın, Kürtçe'den başka bir dil bilmediği varsayılıyordu.  Halkın önemli bir kısmı, Kurtuluş Savaşı sırasında isyan etmişti ve sonraki yıllarda isyan edecekti.  Genç devlet, Şeyh Sait, Dersim, Ağrı gibi geniş alana yayılan, uzun yıllar süren isyanlarla mücadele edecek; Ağrı isyanını bastırmka için İran'la toprak takasına girecekti. Alfabe, giyim-kuşam bir yana, ölçü ve terazilerde birlik kurmak için bile devrim yapmak gerekecekti. Cumhuriyetin ilanından 27 yıl sonra, 1950'de,  dünyada ilk defa kurucu tek parti, iktidarı başka bir partiye, seçim sonucunda terk edecekti.  Türkiye'nin gelişmesi de düz ve yükselen bir çizgide gitmeyecek, isyanlar, terör olayları, askeri darbeler ve pek çok olumsuz olay yaşayacak, istediği gibi kalkınıp, gelişemeyecekti. Gene de Türkiye, nüfus artışı ve ekonomik büyüme açısından Yunanistan'ı çok geride bırakacaktı. Yunanistan, tüm avantajlarına rağmen toplumsal bütünleşmesini sağlayamayacak, iç savaşlar ve çatışmalarla, doğum oranları çok düşük olmamasına rağmen, nüfusu  uzun yıllar 8-9 milyon civarında sabitlenecek, bu nüfusun da yarıdan fazlası ülkenin yüzde birinden daha küçük bir bölümünde, Atina ile Pire civarında  olacaktı. Ekonomisi de güdük kalacak, pek çok üründe Türkiye'den ithale mecbur kalacak, 1974 Kıbrıs Barış Harekatına karşı çaresizce seyredecekti. 

Oysa Yunanistan'ın Güney Kore'den daha fazla toprağı var ve iklim açısından, konum açısından Güney Kore'den daha iyi durumda. 1923'de, dönemin süpre gücü Büyük Britanya İmparatorluğu'nun Balkan yarım adasındaki tek müttefikiydi Balkanlardaki diğer devletlerde o zamanlar Alman yada Rus hayranlığı vardı. 1945'de Balkanların tek Komünist olmayan ülkesiydi. Osmanlı'da tüccarlar Yunan, zanaatkarlar ve doktorlar Ermeni, bankerler Yahudi olurdu. Uzun yıllarda Yunanistan, armatörleri ile ünlü oldu. 1990'da Sovyetler Birliği dağıldığında Yunanistan, eski Sovyet ülkelerinden, özellikle de Gürcistan'dan, neredeyse tamamı Yunanca bilmeyen pek çok insanı, Rum Ortodoks kilisesine bağlı oldukları bahanesiyle Yunanistan'da göç ettirdi ve nüfüsunun on milyon olmasını sağladı. Avrupa Birliği olunca, birlik yasaları ile armatörlük ve pek çok iş kolu çöktü. Yunan gençleri de çalışmak için Avrupa ülkelerine göç etmeye başladı. Yunanistan halen göç  aldığı halde,  Avrupa'ya verdiği göç daha fazla. Ülkede tek ciddi  sektör turizm olmuş. Ülke gayrı safi milli hasılasının beşte biri, 1945'de İtalya'dan alınan Rodos ve 12 adalardan geliyor. 

Bu haliyle bile Yınanistan, Balkan yarım adasındaki en büyük ekonomi. Kendisine çok yakın yüz ölçümü ve nüfusu olan Macaristan ile hemen hemen aynı gayrı safi milli hasılaya sahip. Macaristan'ın hem denize kıyısı yok, hem de kırk  beş sene doğu bloku ülkesi oldu.

Belki iktisat, siyaset ve diğer alanların bilim insanları ve bu durum üzerine daha ayrıntılı incelemeler ve tezler yazar. Bence Yunanistan'ın kaybedişi, pek çok imkana rağmen bir kaybediştir.

18 Ocak 2025 Cumartesi

TANSU ÇİLLER VE MESUT YILMAZ'IN PRENS-PRENSES REKABETİ



12 Eylül darbesi ve 1983 seçimkleriyle beraber, sağın ağababalığı makamı Turgut Özal'ın eline geçmişti. 12 Eylül öncesinin siyasi liderleri, Çanakkale, Zincirbozan üssünde hapis ve 12 Eylül anayasası gereğince 1990 yılına kadar siyasi haklarından mahrumdu. Ancak hem Demirel'in, hem de diğerlerinin (Ecevit, Türkeş ve Erbakan) hayranı çok boldu ve eski partilerini yeni adlarla ve emanetçi isimlerle tekrar açmışlardı. Sonuçta 1986'da referandum yapıldı ve kabaca altmışa kırk oranında evet çıktı ve eski liderler partilerini, emanetçilerden geri aldı. Türk siyasi literatüründe emanetçi kavramı da bir süreliğine çıktı. (2002'de siyasi yasaklı olduğundan Reis'in yerine Abdullah Gül, emanetçisi olmuştu bir süre) Böylece emanetçiler üzerinden süren Özal-Demirel rekabeti, gerçek kişilikleri üzerinden yapılmaya başladı. 1996 yılı , Sovyetler Birliğinin sendelediği ve en sıradan insanın bile Sovyetler Birliğinin dağılacağını tahmin ettiği dönemdi. Nisan ayında Çernobil nükleer santralinde tarihn en ağır kazası olmuş, Sovyet yetkililerinin olayı gizleme çabaları faciayı büyütmüştü. Baltım ülkeleri ayrılık mesajınjı artık açıktan veriyordu. Aralık ayında Kazakistan'da Jeltoksan denen büyük isyan oldu. İsyan kısa sürede bastırıldıyda da, ani büyümesi, Ruslar için gerçek bir şoktu. Gene de SHP, 1989 yerel seçimlerinde büyük bir çıkış yakaladı. Bu da sağ cenahı korkuttu ve sol aleyhine, özellikle de Uzan ailesinin gazete ve dergileri tarafından bir saldırı başladı. Sovyetler Birliğinin gerilemesi ise Dünya da solun gerilemesi, DSP ve Ecevit'in rekabeti,  Baykal'ın hizipçilik denen bozgunculuğu ve partiyi ele geçirmesi (bu arada partinin adının tekrar CHP olması), meydanın sağa kalmasına yol açtı. 

Merkez sağ denen oluşum aslında 1977'de CHP'nin zaferinden beri yavaş ve istikrarlı bir oy erimesi yaşamaktaydı. 1989'da Turgut Özal, çeşitli bahanelerle kısmen de olsa sindirdiği, ekarte ettiği askerler yerine cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı olur olmaz, hükumet kurma görevini,  pek çok  kişinin adını bilmediği yada önemsemediği, meclis başkanı (eski içişleri bakanı) Yıldırım Akbulut'a hükumeti kurmak üzere görevlendirdi.. Akbulut, Özal'ın elinden kabinenin listesini almıştı. Otuz beş dakika da bu listeyi yazmak (devlet bakanlarının nelerden sorumlu olduklarını yazmak da gerekiyordu.) bile mümkün değildi. Özal'ın desteğini arkasına alarak, ilk kongrede parti başkanı da oldu. Kendisinin hitabet gücü olmayan, medya tarafından da sevilmeyen birisiydi. Kısa süreli başbakanlığında kendisine dair onlarca fıkra kitabı çıktı. Bu konuda birinci, eski cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel'di. Akbulut, en karizması düşük başbakan yada politikacı da olması da gerçekleşmedi. Kendisinden sonra iktidara gelen Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'in karizmaları yerlerde değil,  çukurlardaydı. Akbulut, halk karşısında konuşmasını pek bilmemesine rağmen ne Tansu Çiller gibi Türkçesine İngilizce karıştırıyor; ne de Mesut Yılmaz gibi aşırı yavaş konuşuyordu. Ayrıca bazı yabancı konukların ileri-geri konuşmalarına ağzının payını vermiş ve Özal'ın bazı maceralarına engel olabilmişti. Özal'la ters düşünce de yerini, kongrede Turgut Özal'ın karısı Semra Özal tarafından öpülerek işaretlenen Mesut Yılmaz'a bıraktı. Yılmaz'da bir süre sonra Özal'la ters düştü ama parti genel başkanı olur olmaz Özal yandaşı delegeleri ekarte ettiği için Özal, partisinin kontrolünü kaybetti ve Cumhurbaşkanlığını bırakıp, tekrar siyasete atılmaya karar vermişti. Hatta Akbulut' un da olduğu bir grup milletvekili partisinden istifa etmişti ki, Özal beklenmeyen bir şekilde öldü.

Özal'ın beklenmeyen ölümü, siyasette her şeyi değiştirdi. Bu sürede ANAP, iktidarı kaybetmişti ve Özal'ın eski ustası ve en büyük rakibi Demirel, onun yerine cumhurbaşkanı oldu. Özal'ın aksine Demirel, partisine hakim değildi yada öyle görünmek istedi. Özal'ın Akbulut'u alel acele başbakan yapması çok şaka konusu yapılmış, ANAP'a çok oy kaybettirmişti. DYP'yi de tahminim çok da İsmet Sezgin'e bırakmak istemiyordu. İsmet Sezgin, son derece ilginç birisidir. Hayatının öneml, bölümünü Süleyman Demirel'in ayak uşaklığı ve muhbiri olarak geçirmiş; dolayısı ine AP (Adalet Partisi) ve DYP'nin önemli mevkilerini işgal etmiştir. Kendisi Siirtliydi ve Siirt'teki tüm akrabalarını AP yada DYP aracılığıyla ihya etmiti ama hep Aydın milletvekili olmuştu ve muhtemelen Aydın'ın yolunu bile bilmiyordu. Gene de kurultaydan evvel en favori aday oydu. Diğer adaylar Köksal Toptan ve tabiki Profesör Tansu Çiller'di. İsmet Sezgin'in sloganı, Kasım'A kadar İsmet Abi'ydi. (gülebilirsiniz, harbiden komik)ATV-Sabah grubu, kurultaya kadar bu sloganı tekrarladı durdu. Kurultayda daha ilk  turda Çiller, Sezgin ve Toptan'ın toplamına yakın bir oy alınca, bu ikili adaylıktan çekildi ve meydan Çiller'e kaldı. Böylece merkez sağı bitirip, siyasal İslam'ın önünü açan Tansu Çiller-Mesut Yılmaz rekabeti başladı.

Bu rekabet, her iki partinin tükendiği 2002 yılına kadar sürdü. Bu süreçte taraflar birbirini en fazla yolsuzlukla suçladı. Her ikisi de siyasete girmeden evvel zengindi, Yılmaz'ın ailesi zengindi, Tansu Çiller'de valilik yapmış, bürokrat bir babanın oğlu, Amerika'da doktora eğitimi yapmış ve çalışmış bir akademisyendi. Siyasete atılmadan önce Boğaziçi üniversitesinde Ekonomi profesörüydü. Daha öncesinde de İstanbulbank'ı kocası ile batırmış, sonradan serveti aniden artmıştı. CHP'liler servetini sorunca da,  kayınvalidesinden kalan altın dolu bir hurcun mucizevi şekilde bulunmasından bahsetmişti. CHP'liler söz konusu büyüklükte bir bohçayı meydanlarda gezdirdi. CHP'lilere, Çiller yanlısı engellenemeyen gençler denen bir grup Ülkücü saldırdı. Mesut Yılmaz ise abisinin Türk-Rus doğalgaz antlaşması için rüşvet aldığı ve halen Rus doğalgazını fahiş fiyata aldığımız iddiaları medyada dolaştı durdu ve halen de ara ara dolaşmakta. Her ikisinin de Ülkücüler ve derin devlet denen çetelerle arası iyiydi. Hatta, Abdullah Çatlı, Tansu Çiller'in has adamuydı. Kurtlar Vadisi'nde adı geçen  ve MİT içinde MİT olan KGT (Kamu Güvenliği Teşkiları), Tansu Çiller'in emri ile kurulmuştu. Doksanlar basınına bakılırsa, enişte lakaplı kocası Özer Uçuran Çiller, KGT'nin gizli yöneticisiydi.

(Buraya bir ayraç parantezi açayım. Kurtlar Vadisi'nde kim-kimdir muhabbeti, sosyal medyada çok dönüyor. Asıl soru, bazı karakterlerin Kurtlar Vadisinde neden olmadığı,  yada ilişkilerin nefen farklı gösterildiğidir. Tansu Çiller ve Hüseyin Kocabay, dizide hiç yoktu mesela. Kocabay, Alevi ve polis tarihinin en karanlık kişilerinden birisidir. Arabada kaza yaptığı Sedat Bucak'da, düşmanı olarak gösterilmiş. Çiller, doğru dürüst Türkçe konuşamıyordu ama ciddi Kürt düşmanıydı. Mesut Yılmaz ve Budabeşte'de yumruk yemesi olayının da dizide yer bulması gerekirdi. Gene de Ezel'in daha iyi olduğunu düşünürüm. Bir başı ve sonu vardır.)

Bu kavgada medya ve burjuva da taraftı. ATV-Sabah grubu Çiller'i, Uzanlar (Star) Mesut'u açıkça destekliyordu. Doğan Grubu ise satır arasında Çiller'i desteklemekteydi. Buna rağmen merkez sağ, oy kaybediyordu. Sol, yukarıda saydığım sebeplerden dolayı güç kaybederken,  akacak mecra arayan sağ seçmen,  MHP ve Refah'a yöneldi. Türkeş bunu fark etmişti ama Ülkücü taban iktidar olmak istemiyordu. Zaten sağlık bakanlığı ile İçişleri bakanlığı ellerindeydi. DYP, ANAP ve Fenerbahçe kongrelerinde kimin kazanacağını Ülkücüler belirliyordu. Özel Harekat seçmelerinin listeleri ilk önce Ülkü Ocaklarına gidiyordu. Doksanlarda mantar gibi biten çoğu üniversite Ülkücülerin egemenliğindeydi. Teşkilatlar da adayları bahane edip, çalışmadı ve MHP, 1995 seçimlerinde baraj altı kaldı. Refah'sa birinci parti oldu. İşte 95 seçimlerinden sonra burjuva da merkez sağdan vazgeçti. 95 seçimlerinin sonrasındaki günlerde Mehmet Barlas, İslam ve Refah üzerine, yanlış anladıkları üzerine bir yazı yazdı. İşte o yazıdan sonra, ATV-Sabah'tan başlayarak, merkez medya denen holging medyaları yavaş yavaş Çiller ve Yılmaz'ı top ateşine tutmaya başladılar. Bunun içinde ilk silahları, Leven Kırca ve ekibinin hazırladığı Olacak O kadar parodileri oldu. Çiller'i hicveden meşhur jet sky skeci, RTÜK'ün kurulmasına ve bunun için de illegal yayın yapan televizyon ve radyo kanallarının, anayasa değişikliği ile yasallaşmasına sebep oldu. Çiller ve Yılmaz da halen, onbaşı olma şerefsizliği, Taocu muhalefet geyikleri ile birbirlerini yedi.

199 seçimleri ise gerçek bir şoktu. Koca DYP, Isparta'da bile kaybetmişti. Gerçi ben koca diyorum ama DYP, 1995'de İstanbul'da 5. Isparta ve pek çok Ege-Akdeniz şehrinde 1. partiydi. Bazı ayrıntıları pas geçiyorum. 2002'de Devlet Bahçeli bir anca koalisyonu bozdu. DYP-ANAP zaten bitikti. Yurt dışına kaçan Uzan ailesi ise Türkiye'de kalan tek bireyleri Cem Cengiz Uzan'a Genç partiyi kurdurdu. Genç Parti, DYP ve ANAP'ın yanında MHP'nin de baraj altı kalmasını sağladı. DSP  ise devasa ekonomik krizle yıkılmıştı. Parti iinde İsmail Cem ve arkadaşları YTP (Yeni Türkiye Partisi) diye bir parti çıkardı. Uzanlar hariç merkez medya destekledi. Ta ki AKP kurulana kadar. AKP'nin kurulduğu gün, tüm merkez medya, İsmail Cem ve partisini topa tuttu.

2002 seçimleri ise bitişin ilanıydu. DYP, ucu ucna barajın altında kaldı. Bir zamanların iktidar partisi DSP, tabela partisi oldu, iki seksen uzandı. ANAP'ın durumu seçimden önce belliydi. Mesut Yılmaz, son dakika kararsızları ile barajı aşmaktan bahsediyordu. Tek parti iktidarı olarak ele geçirdiği  partinin sonu buydu. Mesut Yılmaz'a hanedanın son prensi; Çiller'e de Demirel'in prensesi diyorlardı. Sonuçta bu prens ve prenses, 1950'den beri süren, darbelere rağmen ayakta kalan, merkez sağ saltanatını yiyerek bitirdi.