siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
siyaset etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2025 Perşembe

GERÇEK KAPİTALİZMLE, GERÇEKÇİ MÜCADELE



Kapitalizm ile ilgili olaak 2016 kasımında şunları yazmışım

 https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/kapitalizm-ile-ilgiliyanlis-bilgiler-su.html

Bu yazıda çok özetle kapitalizmin, serbest piyasa, tüketici ihtiyacı, özgürlük, güven, huzur, demokrasi ve küreselleşme rejimi değildir demiştim. Kapitalizm, kapitalist yada burjuva dediğimiz sermaye sahiplerinin zenginliklerinim arttırılması ve korunması rejimidir. Tıplı feodalitenin feodal derebeylerini, teokrasinin teolog, yani din adamlarının çıkarlarını koruma rejimi olması gibidir bu. 1789 'da, top ve tüfeğin orduları modernleştirmesi ve askeri akademilerin (harbiye) açılması sebebi ile Avrupa'nın pek çok yerinde aristokratlar askerlik bile yapmıyorlar, hatta toprakları ile ilgilenmiyordu bile. Gene de siyasette etkin olma çabasındaydılar. Prusya imparatorluğunda junker denen subay sınıfı aynı zamanda toprak sahipleriydi. Fransız ordusundaysa soyluların yeri yoktu. 

Kapitalizmin en büyük ilkesi olan serbest piyasa, bizzat ilk teorisyeni Adam Simith tarafından delindi. Bie dönem İskoçya'nın gümrük bakanlığını yapmış, bakanlığı sırasında İngiltere'den gelen kumaşlara yüksek vergiler koymuştur. Üstelik bu, her iki ülkenin de Büyük Britatna (Birleşik Krallık)'ya bağlı olduğu düşünüldüğünde, ülke içi bir gümrüklemedir. Hiç bir sanayici, güçlü rakipleri karşısında ülkesinin serbest gümrük uygulamasını istemez, değil mi ki aslında o rakibinin kompradoru olmasın. Büyük Britanya imparatorluğu bile,  19.yy'ın 2. yarsıında Almanya bir sanayi devi olarak ortaya çıkınca,  ülkesinin ve sömürgelerinin gümrüklerini yükseltmiştir. Ekonomik rakibi olan Rusya'ya karşı 1904-5 savaşında Japonya'yı desteklemiştir. 1990'lı yıllardas gümrükler tüm dünyada kalkacak derken, başta  Çin, Hindistan ve diğer Asya ülkelerinin ekonomik büyümesi karşısında Avrupa ve A.B.D, gümrük duvarlarını yükseltti..

Kapitalizm, eğer büyük burjuvalar kar edecekse, mal-mülk güvencesinden bile vazgeçer. Öyle tarihsel örnekleri verecek değilim.2025 ylı temmuz itibarıyla çıkan maden yasasına bir bakın. Herkes bunu zeytin yasası olarak biliyor ama ceviz, meşe palamutu ve bazı endemik bitkiler, özel olarak imar ve maden girişimlerine kapalı. Diğer bir konuyu da hukukçular açıklasın, bir arazinin normal tapusuyla, maden tapusu farklı oluyormuş. Olay biraz karşık. Bu olayda ise tapu-mapu yok. Madenci, maden mi çıkaacak, devlet çiftçinin arazisini yok pahasına kamulaştırıp, özel sektöre tahsis ediyor. Çiftçinin fikrini soran yok. Diğer yandan bu maden ne kadar işletilecek, işletildikten sonra asıl sahibine devredilecek mi,  terk edilen maden arazisi onarılacak mı, belli değil. Ege bölgesi sondaj yapılmış ve terk edilmiş mermer madenleriyle doldu. Araziler kocaman çukur haline geldi. Ege de çıkarılan kömür madenlerinin neredeyse tamamı, sadece termik santrallerde kullanılabilecek kötü kalite kömür. Dünyanın en kaliteli zeytin, üzüm, incir, nar ve bilumum tarım ürünlerine karşı kötü bir tercih ama, bu tercihi yaoan büyük burjuvalar.

Kapitalizm, mülkiyet yada insan haklarını tir. ancak kendi ihtiyacı olduğunda hak olarak görür. Neoklasik ekol ve onun Şikago oğlanları, Şili diktatörü Pinochet başta olmak üzere pek çok diktatörü desteklemiştir. 12 Eylül rejimi, tüm işçi örgütlerini kapatır, işlevsizleştirir yada tutuklarken, TÜSİAD başta olmak üzere burjuvaları baş tacı etmiştir. Hatta başbakanlık müsteşarı Turgut Özal başta olmak üzere dönemin pek çok yöneticisi, TÜSİAD çalışanıdır. 12 Eylül anayasası, TÜSİAD'a danışıla danışıla hazırlandı.

Kapitalist entellektüeller (onlara artık liberal yada liberalist aydın demeyeceğiz), bazen sosyalist bile görünerek,  halkın çıkarlarını, burjuvaların daha da zenginleşmesini, çok beklediklerinde kendilerinin de zengin olacaklarına inandırmaktır. Bunun için yetmez ama diyerek, gelecek vaadleri söyleyerek halkı kandırmayı çok iyi becerir.

Burjuva yada aristokrat, üst sınıfta doğmuş bireyler, o kadar oportünisttirler ki, eğer üst düzey bir devlet görevinde, Stalin'in hemen yanı başında olacaklarını bilseler, Komünist rejimi bile desteklerler. Sonuçta devasa bir serveti kontrol edecek ve lüks yaşayacaktır.

Çözüm, Sovyetler Birliği ve daha pek çok sosyalist yada sol olduğunu iddia eden diktatörlüklerden de anlayacağımız üzere,  çözüm değildir çünkü devrim mutlu son değildir; korunması gereken bir kazanımdır. Devrim, masalların mutlu sonu değildir. Atatürk'ün cumhuriyeti, gençliğe emanet olması gibi,  işçi hakları, sosyal devlette, işçilere emanettir. Hiç bir burjuvayı, ben sadece işime bakarım, siyaset beni ilgilendirmez, demez. Ülkenin oligark diyeceğimiz dev sermaye sahipleri,  ülke politikasını an ve an (gün ve saat değil) takip eder. İşçiler ve sendikaları da aynısını yapmalı, her an buna göre politik tavrını belirlemelidir.

Son olarak, ülke siyasetinden diğer bir konu da işçi sınıfı içindeki, sınıf içi çatışmalar da ülkemiz siyasetini etkilemiş ve etkilemekte.  Sendikalar ve sol siyasetçilerin düşmanı sadece burjuva sınıfı değil, işçi sınıfı içi çatışmalardır da.

Rusların dediği gibi, sen siyasetle ilgilenmezsin ama siyaset seninle mutlaka ilgilenir.

28 Mart 2025 Cuma

GÜNLÜK YAŞAMDAKİ SQUİDE GAME 5-YANDAŞLIK

 


İngilizler, bir iktidara yandaş olmak, muhalif olmak kadar tehlikelidir, derler. Bir yönetime muhalif olmanın riski, yandaş olmakla aynıdır. Bunun üç temel sebebi vardır.

1)İktidar her an düşebilir , iktidardakiler kendisini kurtarsa da, cezasını siz çekersiniz: Pek çok iktidar, Tiyanenmen isyanın bastıran Çin Komünist Partisi  yada Nika isyanın bastıran Justinyanus'un Doğu Roma (Bizans) devleti gibi, bunu da atlatıp, daha uzun yıllar iktidar olacağını düşünür. Oysa bazen iktidar, birden kaybedilir. Kaybedenler bazen kaçar, bazen kaçamaz. Kaçtıktan sonra genelde tekrar iktidara gelmeye çalışırlar. Rıza Pehlevi gibi geri dönseniz de, otuz sene sonra tekrar  kaçmak durumunda kalabilir. Kaçanlar, Musolini gibi linç edilip, Çavuşesku gibi kurşuna dizilebilir, Hitler gibi intiahar edebilir yada Rıza Pehlevi gibi lavabosu altından uçağı ile yurt dışına kaçabilir. Yurt dışında İdi Amin gibi ev hapsinde yaşayabilir. Amin'in telefon faturası çok yüksek gelince, Suudi yönetimi telefonlarını kesti ve Amin, ölünceye kadar, kendisini terk etmeyen karıları ile ev hapsinde yaşadı. Komşuları kim olduğunu ölünce öğrendi.

Asıl risk ise kaçamayan yandaşlarda, küçük yandaşlardadır. Onlar çoğu kez kaçamaz ve yeni yönetimin insafına kalır. Asıl felaketi onlar yaşar. Birinci olarak insanları hafızaları vardır ve acılar, intikam ve adalet duygusunu ateşler. İkinci olarak yandaşlar, eski yönetimi geri getirme çabası potansiyeli hatırlanır.

2)İktidar içi güç çatışmalarında kurban olabilirisiniz: Son 15 July darbe girişimi sonrası binlerce kişi yaşadı bunu, daha fazlası da yaşıyor. İktidarlarda tek adam yada tek parti olabilir ama unutmayın ki her kralın etrafında bir aristokrasi, her tiranın etrafında bir oligarşi vardır. Tiranlar yada krallar, güçlerini bu oligarklara ve aristokratlara da hissettirmek isterler. İçlerinden biri fazla güçlendi mi, kendisi yerine geçeceğini zannedip, harcar. Arada o oligark yada aristokrata yakın kişilerde harcanır. Genelde de alt seviyedekiler harcanır. Lord hazretleri sürgüne gider, lordun adamları zindana; bankanın yönetim kurulu üyeleri, merkez bankasında iş bulur, aynı bankadan beş kuruş havale yapan işsiz kalır.

3) İktidarlar, sırf tarafız, adil görünme yada güç gösterisi uğruna da yandaşlarını harcayabilir: Bunu en iyi, benim bir üst kuşağımın Ülkücüleri bilir. 12 Eylül darbesi, Solcular kadar değilse bile, sağcıları, özellikle Ülkücüleri de ezdi. Bu olay, Ülkücüler için aynı zamanda psikolojik bir yıkımdı. Devlet, polis, hatta asker destekli saldırılar yapan Ülkücüler, 12 Eylül zindanlarında işkence görünce, depresyona girdiler.  Tarih boyunca iktidarların, kışkırttığı paramiliter grupları yada yandaşları arada bir ezdikleri görülmüştür.

4)Yandaş olmak, size beklediğiniz ayrıcalıkları getirmeyebilir: Tiran rejimlerinde nomenklatura denen siyaseten aktif sınıf, gün geçtikçe daralık ve daha az kişinin sözü geçer ama hiç kimse de bunu itiraf etmez.Hepsi de güçlerini fazla gösterir yada göstermeye çalışır. Çoğu kez benim buna gücüm yetmez falan demezler. Yazılı sonavlarda birinci olup, mülakatta elenen gençleri muhalif mi sanıyorsunuz. Aslında herkes, hele ki işsizse, işsiz anası-babası ise illa bir yerlere yüz sürüyor, yalvarıyor. Aşırı derecede umut bağlayanlar ise iktidara gönülden bağlılar ve onlar kimbilir kaç vekilden, il-ilçe başkanından, arktık hakims,n-savı oldun, artık kaymakamsın diye söz aldı?

5)İktidarın  kötü politikaları sizi etkiler: İktidarlar sadece muhaliflerinden çalmazlar, yandaşlarından da çalarlar, yandaşlarını da yoksullaştırlar. Şu kadar zamandır partiye oy veriyordum yada bura yüzde şu kadar partiye oy veriyor ağlamalarına öyle gülüyorum ki! Ben de bir doğa sever olarak, yabani bir hayvan yada bir  hayvan sever tarafından evcil bir hayvan yada bir sokak hayvanı tarafından ısırılabilir, hatta öldürülebilirim. Şu kadar yıl Kılıçdaroğlu trollüğü yaptım ama 2 8 mayıs seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu'nun istifası için dört neden diye bir yazı yazdım. Gene şu kadar zamandır CHP trollüğü yapıyorum, yarın bir gün CHP iktidarı bana ve ülkeme zarar verirse, başka bir partiyi desteklerim. Kaldı ki 2002 seçimlerinde Baykal'a kızıp, TKP'ye oy vermiştim.

Sonuç olarak sayın okurlarım, muhaliflik çocuk oyunçağı değilse, yandaşlık da çocuk oyunçağı değildir.

25 Kasım 2024 Pazartesi

AZINLIK OLMANIN İDEOLOJİSİ



 Azınlıklar her zaman faşistlerin hedefi olmuş, her zaman progromlara, ayrımcılığa ve cam tavanlara çarpmaları yaşamıştır. Bu açıdan toplumda yaşayan her etnik grubu azınlık saymamalı. Azınlık olmak için, hem sayıca az, hem de devlet ve toplum tarafından hissedilebilen ayrımcılığa uğramalı. Bu da azınlık olma kavramını bulanıklaştırıyor. Çünkü her azınlık toplumu, aynı ayırımcılık ve baskılara uğramayabiliyor. Kıyaslamak için antidemokratik sayılan Rusya'yı, demokrat A.B.D ile  kıyaslayalım. Rusya'da, Lenin'den beri bir kel, bir sırma saçlı devlet başkanlarından hiç biri Tatar yada Müslüman olmayacaktır, yani bir Rus Obama, Rus, Kamala Haris olmayacak. Gene Rusya'nın Muhammed Ali yada Mike Tyson'u olmayacak. Müzik yada sinemada da ünlü Tatar, Kafkasyalı Rus'da muhtemelen olmayacak. Oysa Amerika'da Siyahi, Arap yada onların nefret ettiği başka bir milletten birileri, milyarder, ünlü yada ciddi bir mevkide politikacı olabilir. Bu durum, Amerika'da bir azınlığın, Rusya'dan daha iyi olduğu anlamına gelmez. Rusya'da hiç bir polis, Tatar, Müslüman yada Rusların pek sevmediği biri milletlerden birini, boğarak yada döve döve öldürmez. Hiç bir hakim yada savcı, bir suçluyu, ırkından, dininden, milletinden diye suçluya daha fazla ceza istemez. A.B.D'de hapiste yaşayan siyahi sayısı, üiversite okuyan siyahi sayısının iki katından fazla. Polis kurşununa hedef olanlar çoğunlukla siyahi ve Latin'dir. Her toplumun faşizmi, kendisine göredir.

Bu yüzden insanlar, azınlık olmayı pek sevmezler. Bunun için göç eder, azınlıklara ve göçmenlere zorbalık eder, ülkede ayrı bir devlet kurmaya çalışır yada kurarlar. Gene de azınlık olmaktan kurtulamazlar.  Bu seferde kendi içlerindeki ayrılıklar göze batar. Çünkü azınlıkların içinde de azınlıklar, yani azınlıkların azınlıkları vardır. Bu azınlık içi çatışmalar da, belli dönemlerde ortaya çıkar. Türk topluluklarına bakınca, azınlık oldukları dönemde, kendi içlerinde azınlığın azınlığı yaratmıyorlar yada çok az yapıyorlar bunu. Balkan Türkleri ve Kıbrıs Türkleri, Alevi-Sünni ayrımı yapmaz kendi aralarında. Müslüman diğer Balkan toplumlarını (Goralılar, Pomaklar, Müslüman Romanlar vesaire) da dışlamazlar. Rauf Denktaş'ta, Korkot Deresi adlı anı kitabında Alevi-Bektaşi kökenli olduğunu yazmıştır. Kıbrıslılarda Alevi ayrımcılığı yoktur, hatta Kerkük Türkmenlerinin de yüzde on kadarı Alevidir ve onlar da kendi aralarında bu ayırımı yapmaz. Azınlık olduğunu bilir, ona göre siyaset yapar. Çoğunluk olduğunda ise, kendi içindei azınlığın azınlıkları ortaya çıkarır.

Bu blogda daha önce de yazdığım gibi, Türklerde, Ruslarda ve pek çok millette, düz ve net ayrımcı bir faşizm yoktur yada nadiren ortaya çıkar. Böylesi düz ve sürekli bir ayırımcılık, ancak tamamen köleleşmiş, sınıf atlaması mümkün olmayan ve çoğunluğun tamamen ezdiği azınlıklara karşı yapılır. O topluluktan bir birey ileride ciddi bir makama gelirse, başınız belaya girebilir. En basitinden, Çingene diye alay ettiin Roman, sanayide usta olduğunda arabanıza hasar verebilir. Bu yüzden faşistliğinizi gizlemeniz yada başka bir kılığa sokmanız gerekir. Söz konuzu ötekiye suç yüklemeniz gerekir. Örneğim Alevi-Sünni çatışmasına, sağ-sol köenli olduğu söylenir. Oysa Ülkücüler'in ilk ölümlü Alevi saldırısı, benim bildiğim 1964'de Aydın'da 5 Alevi'nin öldürülmesidir ki bazı kişiler daha öncesinden de bahsediyor. Saldırılar 1960-61, Türkeş daha Milli Birlik Üyesiyen yada bir on dörtlü olduğu ve Hindistan Büyükelçisi olarak sürgündeyken bile vardı. İlk Komando kampları 1961'de kurulduğunda daha sağ-sol kamplaşması yok. Yani bu çatışmalar çok önceden hazırlanmış.

Azınlıklar olarak sorunlarımızı nasıl çözeceğimiz de başka bir problem. Gene bu konuda Türk toplumlarına bakalım. Yaşadıkları onlarca acı ve baskıya rağmen Kıbrıs hariç, Türkler azınlık oldukları yerlerde silahlı mücadele yada ayrılıkçı hareketlere başvurmamıştır. Daha ilginci Gagauzlar'da özerkliklerini, Rusların müdahalesi ile, Transdinyester ile beraber özerklik aldı. Moldova, eğer Romanya ile birleşirse, bu iki bölge, bağımsızlığını ilan edebilir. Trasndinyester, filen bağımsız gibi bir şey. Bütün bunlara rağmen Türk azınlıklar, en azından Cumhuriyetten beri, dillerini ve kültürlerini büyük ölçüde koruyorlar.

Ayrı bir devlet kurmak, ne kadar sorunun çözümü yada çözümü mü sorusunu kendimize sormalıyız. Balkan yarım adasının hali bize bunu özetliyor. Balkanlarda Romanlar (Rumen değil, Çingeneler) hariç her topluluğun özerk bölgesi yada devleti var veya dilleri Kosova veya başka bir yerde resmi dil. En son Bektaşi (Alevi) özerk bölgesi de oldu, Aranvutluk'un başkenti Tiran'da ve Vatikan'ın dörtte biri kadar. Bunlar Balkanlara ne barış getidi, ne huzur, ne de refah.

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/balkan-yarimadasinin-soguk-savas.html

Bağımsız devlet kutmak, dünyayı mikro devletlere bölmek, faşizme karşı çözüm değildir, çözümse de en son çözümdür. Kıbrıs'ta bile, en milliyetçilerin bile bir Avrupa Birliği kimliği var. Adada beraber yaşamak zorunda olan ve birbirinden nefret eden iki toplum var. Bu durum Balkanlar'da, Lübnan'da, Filistin'de ve Dünyamızın genelinde olduğu gibi, insanlar birbirinden nefret ediyor ve birbirine mecbur. Bu nefretten de zarar gören çoğunlukla azınlıklar olur ve buraya kadar anlattığım gibi ayrı devlet kurmak da çözüm yada nihai çözüm değil. Bu çoğunuk olma çabası, Konfiçyüs'ün dediği gibi, bir kölenin, özgür olmak değil, bir köle sahibi olmaya çalışmasıdır. Balkanlarda ve eski imparatorluklar dünyalarında olan da budur.

Azınlıklar, kendilerine vahşi saldıran faşist sürülerine karşı sadece pasif yada barışçıl mücadelelerle de çok kan kaybedebilir. Azınlığın mücadelesi, faşizan mücadele ve faşizan odaklarla, gerektiği kadar şiddette içeren bir mücadele olmalıdır. Kendine minik bir ülke kurmak yerine,  pek çok ülkede bulunmayı avantaja dönüştürmeliyiz.

Çoğunluk olunca nasıl ki siyasete teslim olunmuyor, mücadele devam ediyor, sürekli, akılıcı ve gerçekçi mücadele yapılmak gerekiyorsa, azınlık olunca da durum aynıdır.