BATI DÜŞÜNCESİNDE DÖNÜM NOKTASI
Bu kitaptan bana ilk bahseden,
üniversitede lisans dönemindeki hoca Yardımcı doçent Yılmaz Soyer olmuştu.
Sınıfta ders anlatırken, gençliğin kitapları okumaktan ziyade, koltuk altında
gezdirmesinden şikâyet etmişti. Saydığı kitaplar arasında Fritjof Capra’nın
Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası kitabı da vardı. O kitap okunsa, Türkiye’nin
çok değişeceğini söylemişti. Kitaba bir kasaba kütüphanesinde denk geldim ve
okudum.
Kitap, Avrupa’nın gelişiminde
kilisenin, özellikle de her türlü gerilemeden sorumlu tutulan Roma Katolik
kilisesinin, gelişmeye katkılarını konu edinmiş. Düz tarih okuyan birine bu komik gelecektir.
Galile’ye zorla dünya düzdür dedirten, Buruno’yu diri diri yakan Roma
kilisesinin Rönesans, Reform ve Aydınlanmaya ne katkısı olabilir? Oysa gerçek,
Platon’un idea evreni gibi düşünce ile anlaşılabilir.
Mesela Rönesans’ın 4 büyük sanatçısı
(Leonardo, Mikelangelo, Rafael, Donatello, ayrıca evet, Ninja kaplumbağalar),
en önemli işlerini kilise adına yapmışlardı. Hatta Vatikan askerleri halen
Mikelangelo’nun çizdiği elbiseleri giymekte. Kapitalizmin gelişmesinde de
Vatikan’ın ve kilisenin etkileri göz önüne alınmalı. Modern havale sistemini
kuran Tapınak şövalyeleri, 1314’de yok edilene kadar Roma’ya bağlıydı. Vatikan
bankası, halen dünyanın en büyük bankalarındandır. Oxford, Cambridge, Sorbon
gibi ünlü üniversiteler de, kilise okulu olarak eğitim hayatlarına başladılar.
Descartes gibi aydınlanma dehaları, Cizvit koleji mezunudur. Gutenberg’in
matbaasının gelişmesi, kilisenin incili çoğaltma ihtiyacı sayesinde olmuştur.
MBA mastırını halen Vatikan verir. Genetiğin kurucusu Mendel’de bir papazdı.
Pek çok icat, gene papazların icadıdır. Bir toplum ilerlerken, en gerici kurum
da kendisinden bir katkıda bulunur.
Bu kitabı okuyan Türk sağcısının
sonucu bellidir. Din, ilerlemeye engel değildir. Hem softa, hem de âlim
olabiliriz, Japonya misali özümüzü kaybetmeden kalkınabiliriz vs vs. buraya bir
parantez açayım. Özellikle 12 Eylül rejimi biz 70’li yılarda doğanlara Japonya’yı
örnek model olarak beynimize kazıdılar. Geyşalık adı altında fahişeliği
yücelten, dünyanın en büyük porno film sanayilerinden birine sahip, hele de
hentai adı altında çizgi pornolarıı üreten tek ülkedir. Bakirelik dâhil, bizim
cinsel tabularımızın hiç biri Japonlarda yoktur. Kadın ve erkelerin beraber
yıkandıkları hamamları vardır. Yakuza denen devasa ve devlet destekli mafya
grupları vardır. Japonların 1868’den sonra kabak çiçeği gibi açılıp,
Batılılaşıp, sanayileştiği ise bir yanılgıdır. Portekizliler, ülkeye
Hristiyanlığı yayınca, ülkedeki yabancıları kovmuşlar, Japonların ülke dışına gitmesini, ülke
dışındaki Japonların da ülkelerine dönmelerini yasaklamıştır. Japonlar, birkaç
limandan ve sadece Hollandalılarla da olsa, Avrupa bilim ve tekniğini alıyor;
porselen, pirinç şekerlemesi ve ipek olmak üzere önemli bir ihracat
yapmaktaydılar. Hollandaca öğrenerek, batı sanat, felsefe ve bilimini takip
etmekteydiler. Öyle ki Kant’ı Ruslardan ve Osmanlıdan evvel tanımışlardı. 1868’de,
Türkiye’e kadar, hatta Türkiye’den büyük bir harf inkılabı yaptılar. Beş binden
fazla karakteri yazılarından attılar. Avrupa dillerinden bazı sesleri alabilmek
için yeni karakterler ürettiler. Öyle orta çağ yazılarını aynen korumadılar.
Yani onlarda da atalarının mezar taşlarını okuyamama durumu var. Okuma
demişken, Japonya’da tarih boyunca okuma yazma, erkekler arasında askla %40’ın
altına düşmemiş. Japonlar kendilerine özgü bir sürü akıl hastalığı olan, 15-45
arası erkeklerde intiharın 1. neden olduğu, nüfusuna oranla en fazla intiharda
10. sırada olan bir ülke. Sağcılar, sırf devasa bir sanayisi var diye, bize
ancak bu ülkeyi örnek gösterebiliyorlar. Çünkü örnek gösterebilecekleri bir
Müslüman ülkeleri yok. Japonya parantezini burada kapatıyorum.
Peki, çıkarılması gereken sonuç ne
olmalıdır, naçizane fikrimi, kitabı da anlatarak devam edeyim. Kitaptan
anladığım kadarı ile Vatikan, bilim ilerledikçe, bilime karşı direnişi
zayıflamış. Bir de mezhep kavgasını kaybettikçe, mezheplerle barışmaya
çalışmış. Kitapta en fazla bahsedilen kişi Leibniz. Filozof, matematikçi,
fizikçi ve biyolog olan Leibniz’in,
Hristiyan ilahiyatı için de önemli biri olduğunu anlıyoruz. Devrinin
hemen her bilimiyle ilgilenmiş ve dokunduğu her bilime önemli katkılarda
bulunmuş birisi. Katolik ve Protestan ilahiyatlarını uzlaştırmak ve ortak
noktalarını bulmak için uğraşmış.
Bu kitap niye okunmalı? Sağcılar
tamam da solcular neden okumalı sorularını cevaplamaya çalışacağım. İyi bir
kitabı okumanın sağı-solu yoktur. Avrupa aydınlanmasını her yönü ile anlamak
zorundayız. Bizim halen her alanda geri kalmamızın sebebi, bu aydınlanmayı
başaramamış olmamızdır. Bu aydınlanma, sanayileşme sürecinde din kurumunun hep
muhalif ya da pasif olduğunu düşünmek, ahmaklıktır.