19 Haziran 2018 Salı

Cehaletin Feraseti Mi Var?

Cehaletin Feraseti Mi Var?
 
Cehaletin Feraseti Mi Var

Cehaletin Feraseti Mi Var
Bu sağcıların garip bir cahil, okuma yazma bilmeyen ve taşralı insanlara karşı konulmaz bir sempatisi ve okumuş insanlara karşı garip bir nefreti var.
Bunu son yıllarda fazlası ile dillendirmeye başladılar.
Eğitim seviyesinin artışından nefret ediyorlarmış, cinleri tepelerine çıkıyormuş.
Üstelik bunlar, profesör unvanlı akademisyenler.
Müslüman dünyası genel anlamda bunların hayali gibi.
Dünya genelinde Müslümanların %55’i okuma-yazma bilmiyor.
Buna karşın nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan 55 ülkenin gayrı safi milli hasılalarının toplamı, Almanya kadar etmiyor.
Gene aynı 55 ülkenin ürettiği bilimsel makale sayısı Stanford üniversitesi (A.B.D) kadar bile etmiyor.
Buna karşın Müslüman liderler halkı cahil bırakmaya kararlı. Her yerde kızların okullaşmasına karşı çıkıyorlar.
El Kaide’nin batı Afrika’da ki kolunun adı Boko Haram, yani eğitim haram.
TRT, batı tipi eğitim haram diye çeviriyorlar ama doğu tipi eğitim mi kaldı?
En büyük iddiaları, cahil insanların daha ahlaklı, daha vatansever falan olduğu!
Hâlbuki istatislikler tam tersini söylüyor. Pkk’ya katılanların %60’ı ilkokul mezunu bile değil.
Diğer terör örgütlerinde de benzer oranlar var. Adi suçluların ve aile içi suç işleyenlerde de benzer oranlar var.
Hadi diyelim ki istatistikler, polis raporları yalan söylüyor, her gün izlediğiniz televizyonlar, okuduğunuz gazetelerde mi yalan söylüyor?
O meşhur üçüncü sayfa haberlerinde,  Müge Anlı ya da benzeri reality Show denen programlarda ne zamandan ne zamana üniversite mezunlarına, kültürlü insanlara rastlıyorsunuz?

Hangi mafya babası kitap kurdu, evinde kütüphanesi var?

Okumamış, eğitimsiz insan kalabalığı bir siyasi, ekonomik güç olsa, Bangladeş olur (163 milyon).
Bu ülkenin yüz ölçümü, Yunanistan’ın yarısı kadar ve nüfus Rusya’dan fazla.
Böyle bir kalabalık, askeri bir güç olsaydı, 1967 Haziranında, birleşik Arap orduları, kendilerinin onda biri kadar olan İsrail’de, 6 (yazı ile altı) günde yenilmezdi.
Bir de asıl iddiaları bu eğitimsizlerin daha inançlı olması konusunda.
Bu konuda da şunu diyebilirim, eğitimsiz insanlar, kendilerine bir dini, siyasi ve benzeri önder bulur, sonuna kadar güvenir.
Mesela Doğru Yol partisi,  İstanbul’da dördüncü partiyken, Anadolu’da yirmiden fazla şehirde birinci partiydi.
Eğitimi düşük kırsal kesim, son nefesine kadar kıratın böğrüne mührü bastı.
Sağcı, muhafazakâr liderlerin eğitimsiz insanlara sempatisinin sebebi budur.
Eskilerden Cüneyid-i Bağdadi’nin Nişaburlu cahil kadınların imanından istemesi bundandır.
Mesela bu eğitimsiz insanlar Kur’anda kader ima bile edilmezken, nedir bu kadere iman, demez.
Okumadığı için, temel öğrenme yolu dinlemedir ve duyduğuna da hemen inanır.
Doksanlı yıllarda televizyon kanalları açılmadan evvel uzun süre, bazen de neredeyse bir buçuk yıl test yayını yapardı.
Şu günlerde terörist olarak nitelendirilen bir dini örgütün  kanalının test yayınında, ekranda bir programda saz çalınıyor.
Bir kadın canlı yayına bağlanıyor ve bağlanır bağlanmaz ağlamaya başlıyor.
Sipiker: Teyzeciğim, niye ağlıyorsunuz?
Teyze: Ben bu kanal açılsın diye sekiz tane bileziğimi bağışladım, siz orada kafir işi saz çalıyorsunuz.
Alevi olduğum halde, okulda öğretmen arkadaşların ısrarları ile bir dönem Cuma namazlarına gittim. ( Uyumdavranışı üzerine yazıma bakın)
Namazı bırakmamın en büyük sebebi, imamın her cumadan sonra cemaatten para istemesiydi.
Üstelik de diyanet ya da devlet kurumları için de değil, şimdilerde terör örgütü ilan edilen cemaat için istiyordu.
Sadece onun için değil, diğer tarikatlar için de istiyordu.
Bir şey dikkatimi çekti, öğretmen arkadaşlar, bazıları cemaat abisi de olsa, öyle bonkörce bağışta bulunmuyordu.

Ayıp olmayacak bir miktarda para veriyorlardı.

Eğitimsiz, düz işçi olduğu belli kişilerde cömertlik yapmaktan hoşlanıyordu.
Aynı eğitimsiz kitle, günah işlerken de benzeri bir fütursuzluk yapıyor, bazen bir aylık kazancını bir pavyonda bir günde yiyor.
Bazen de sevgililerinin peşinde birkaç ayda servetlerini bitiriyor.
Yatırımda da aynı fütursuzluk, tedbirsizlik ve ataklık var bu eğitimsiz insanda.
Definecilik, bahis ve ganyandan para kazanma ve dolandırıcılara kolayca para kaptırma meyli de daha çok eğitimsiz insanlarda görülüyor.
Eğitimli insanlar da, eğitimsiz insanlarla bir aradaysa, uymaya meyil gösteriyor.
Gene de eğitimsiz insanlar bu konularda en önde.
Gene de eğitimsiz insanları istemelerinin tek nedeni, onları kolayca kandırmaları, dolandırmaları değil, eğitimsiz, okula gitmemiş insanların yoksulluğa alışkın olması.
Yıllar sonra fark ettim ki fakirlik sadece parasızlık, eşyasızlık, evsizlik, kötü yaşam koşulları, işsizlik değil, bunu kabullenmek.
Bu da küçük yaşta oluyor.
Bunun için çocuk, daha ergenliğe girmeden, soyut işlemler evresine gelmeden okuldan alınmalı, işe gitmeli, evlenmiyorsa nişanlanmalı.
Ben son birkaç yıldır pek çok okulda çalıştım, endüstri meslekler ve imam hatipler dâhil.
Onlardan da ucuz iş gücü ve küçük gelin çıkmaz.
Pek çok esnafla konuşuyorum, meslek liseli stajyerlerinden memnun değiller, hepsi de beşinci sınıftan itibaren çırak çalıştırmak istiyorlar.
Çoğuda sekiz yıllık temel eğitime karşıydı. Sekizinci sınıfı bitiren öğrenciler, ustaların her dediğini yapmıyordu.
Çünkü itaat ahlak devresinden sorgulayıcı ahlak devresine geçmişlerdi.
Kendi ihtiyaçlarını düşünüyorlardı, öyle sabah erkenden gelip, gece geç yarılarına kadar kalmıyorlardı.
Eğitimin açık işlevleri vardır, bilgi vermek, ahlakı geliştirmek gibi.
Bir de gizli işlevleri vardır, eş seçimini kolaylaştırmak, çocuk bakımı yükünü öğretmenlerin üzerine yıkmak gibi.
Bir önemli gizli işlevi de çocuk sömürüsüne engel olmaktır.
Pek çok din adamı kılıklı sahtekâr bu yüzden de eğitimi istemez.
Okurlarım, dostlarım cahil insanın feraseti, yani sezgisi diye bir şey yoktur. İnsanımızı cahillikten koruyalım.

14 Haziran 2018 Perşembe

KAVGAM ELEŞTİRİSİ 4 ÖNGÖRÜLERİNİN YANLIŞLIĞI 1
IRK TEORİSİ
   Hitler'i överken bazı yanılgı paradigmalardan hareket ederiz. En başta Weinmar cumhuriyetinin SPD'sinin sosyal demokratlığı, Nazi partisinin sosyalistliği kadar yalandır. SPD, sadece 1929 ekonomik krizinde başarısız olarak Nazi partisinin önünün açmamıştır; komünistlere karşı Nazi militanlarını destekleyerek de, Nazilere yardım etmişlerdir.
        İzlediğim bir belgeselde Nazi partisinin 1932 kongresinden sonra pek az üye aldığından bahsediyordu. Yani Hitler, kendisine iktidarın sunulacağını biliyordu. SDP'den pek çok kişi, iktidarı Nazilere devretmişti çoktan.
     Ayrıca Hitler o orduyu 1933'de iktidara gelişi ile, 1939'da Polonya'yı işgal edişi arasındaki 5 senede kurmamıştır. Weinmar'dan kalan sadece üç adet cep zırhısı değildir. Tüm o panzerlerin tasarımları, üretimlerinin planlanması,blitkrieg denen yıldırım savaşının planlaması da Weinmar'dan kalmadır.
      Hitler, yarı belgesel Çöküş (Der Undergang) filminde tek başarısının Avrupa'yı Yahudilerden temizlemek olduğunu söyler. Sonuçta altı milyon Yahudi, Avrupa Yahudi Nüfusunun üçte ikisi, Dünya nüfusunun yarısı demektir. Dünya Yahudi nüfusu, 1933 önceki sayısına yaklaşık 70 yıl kadar sonra, 2015'de geldi. Kaybedilen sadece nüfus değildi. Katliamlardan ya da faşist işgal bölgelerinden sağ kalan Yahudiler'in pek çoğu da özgüvenlerini ve özsaygılarını yitirmişti. Kalanların da çoğu Filistin'e, yeni kurulmakta olan İsrail'e gitti.
          Sonra Almanya başta olmak üzere Avrupa, geri kalan tüm milletlerden insanlarla doldu. sebebi de Almanya başta olmak üzere tüm Avrupa'da doğum oranlarının süratle düşmesiydi. Kavgam'da Hitler, bir imparatorluk kurmanın en büyük sebebi olarak, artan Alman nüfusunu gösteriyordu. Daha 1933'de Türkiye nüfusu 1935'de 16 milyon kadardı. Hitler Kavgam'da özellikle Fransa'da nüfus artışının azalması ile ilgili espri yapar. Demek ki neymiş, gülme komşuna, gelir başınaymış. Almanya, neredeyse altmış yıldır aynı nüfus, dörtte biri emekli. Tükenen ırk müzesi açmayı düşünüyordu, şimdi Germen ırkı tükenme sınırında.
        Biz de lisede okurken din kültürü hocaları, Avrupa'nın nüfus azalmasından yıkılacağını söylerlerdi. Son yıllarda ülkemizde de nüfus, öyle iyi bir artış göstermiyor. ben lise ikideydim galiba,bir sebepten öğretmenimiz, biz sınıftaki öğrencilere kaç kardeş olduğumuzu sormuştu. Ben hariç tüm sınıf beş ve daha fazla kardeşti. Biz de dört kardeştik. Şimdi ders verdiğim okullarda, ara ara bazen öğrencilere soruyorum  kaç kardeşsiniz diye, dört ve daha fazla kardeş olanlar, oyuz kişilik sınıflarda üç, bilemedin beş.
          Şu yıllarda Türkiye'de nüfus artışı varsa, benim ve benden bir kaç yaş küçük nesilde doğmuş olanların çocukları. Ben hali hazırda bekarım, evli arkadaşlara bakıyorum, üç çocuğu olan bile çok nadir. Bir de artan nüfus neden bir yerleri işgale sebep olsun? Bangladeş, Yunanistan'ın yarısı kadar, Konya'dan küçük ama ülkeye Rusya'dan daha fazla nüfus sığıyor.
          Diğer bir konu da Ruslar'a bakış açısı. Ruslar için Asyalı barbarlar diyor. Benzer bir tanımı, benzer bir hırsla Rusya'ya saldıran Napolyon yapmıştı. Ruslar için, İskitler demişti. Malum, Avrupalılar, dünyanın geri kalanını MEDENİLEŞTİRMEK bahanesi ile işgal etmişti. Hem Napolyon'un, hem de Hitler'in Rusya'ya saldırma sebebi aynıydı. İngilizlerin denizlerdeki egemenliği. Rusyayı sömürgeleştirerek, zenginleşmek.
         Savaştan sonra Rusya, Elbe nehrinin doğusundaki Alman fabrikalarının büyük çoğunluğunu sökerek, Rusya'ya taşıdır. Böylece teknoloji transferini de sağlayarak, süper güç haline geldi. Komünizm ve sol hareketler ise, altın kırk beş yılını yaşadı.
         O aşağıladığı Slav ırkı ise, bilim, teknoloji ve sanatta yükselmeye devam ediyor. Rusya halen bir süper güç, Polonya ve Çek Cumhuriyeti de önemli sanayi gücü.
           Irk yanılgıları konusunu sonra daha etraflıca anlatacağım. Ekonomik büyüme için sömürgeleşme ihtiyacı konusuna gelelim. 2. Dünya savaşından sonra Almanya, hem ikiye bölündü, hem de bayağı bir toprağını Polonya ve Rusya'ya verdi. Gene de dünyanın en müreffeh ülkelerinden biri oldu.
          Bu sömürge işine ilk başlayan ve son bırakan Portekiz oldu. Buna karşın batı Avrupa'nın, yani 1990 öncesi Komünizmi yaşamayan devletler arasında en fakir olanıdır. Geçenlerde (2018 yılındayız) bir haber izlemiştim. Ekonomik kriz sonucu binlerce Portekizli çalışmak için eski sömürgesi Angola'ya gitmiş. Şimdi de bu Portekizliler, bozulan Avrupa Birliği, Angola ilişkileri yüzünden huzursuzmuş. Irkçı teoriye göre tersi olmalıydı, Portekiz'de çalışan binlerce Angolalı, tam da bu yüzden huzursuz olmalı.
          Hitler sadece Slavlar değil, tüm ırklar konusunda haksız çıktı. Önce aşağı gördüğü ırklara bir bakalım. Mesela Japonları bile çok övmez. Oysa daha Hitler hayattayken, Japon ordusu, Kendisinin iki katından daha büyük İngiliz ordusunu Singapur'da gayet ezici bir üstünlükle yenmişti. Kendisi de o hor gördüğü Slavlara yenildi.
         Savaştan sonrasındaki yıllar, beyaz ırkın gerileme tarihi oldu, böyle bir ırk varsa tabi. Haikarnas Balıkçısı, İstanbul'un işgal yıllarında bir İngiliz subayı ile tartışmasını anlatır.
İNGİLZİ SUBAY:Sen kendini BEYAZ ADAM mı sanıyorsun
HALİKARNAS BALIKÇISI:Benim de tenim senin kadar BEYAZDIR der.
          Şu günlerde Londra'nın belediye başkanının büyük büyük babalarından biri Türk, meşhur Harolds mağazasının sahibi bir Mısırlı ve dul prensesleri Diana, bu Mısırlının oğlunun arabasında öldü. LadyDiana, bu Mısılı ile sadece aynı arabaya binmiyordu, aynı yatakta da yatıyordu. Avrupa'nın lüks otelleri, evleri, futbol kulüpleri, Arap ve Rus milyarderlere ait artık. Amerika Birleşik Devletlerinin başkanlığını bir siyahi yaptı, Kanada'nın şu anki başkanı ise bir Sih.
       Dünyanın geri kalanı, 1945'den beri hızla yükselişte. Halen pek çoğunun eski geleneklerden gelme alışkanlıkları var, pek çoğunda okuma yazma oranları düşük. Buna rağmen hızla sanayileşiyor ve birer dev olmaya başlıyorlar. Batının eski şamar oğlanı Çin, artık bir süper güç, dünyanın 2. büyük ekonomisi. Avrupa'da ki her iki beyaz eşyadan biri Türk üretimi.
        Batı halen ekonomi, bilim ve pek çok alanda çok güçlü. Bunu inkar etmemeliyiz. Sırf Almanya bile, ekonomik olarak, elli sekiz Müslüman ülkenin toplamından daha büyük. Amerika Birleşik Devletleri her açıdan dünyanın en büyük gücü. Lakin o beyaz olamayan uluslar da sür'atle gelişmekte.
        Diğer bir  olay da beyaz adam kavramında. Bu kavram sadece deri rengini ifade etmiyor. Öyle olsa bembeyaz derili Türkler de bu kavrama girerdi. Halen de bir beyaz adam için Türkler, Kürtler, Arnavutlar, Boşnaklar, Çeçenler ve benzeri pek çok millet bu kavrama girmiyor. Hitler'den sonra Ruslar ve Yahudiler de bu kavrama dahil olmuş.
        1953'de DNA monekülleri ve onların kalıtıma etkisi keşfedilince, ırk ile ilgili tüm teoriler alt üst oldu. Mesela orta doğu ve Hindistan'a kadar uzanan alandaki sarışın halklar, İskender'in ordularının kalıntıları değilmiş. Onlar, Hint Avrupalıların atalarının soyundanmış. Kanarya adalarının, 15. yüz yıldaki İspanyol işgalinden sonra nesli tükenen ve sarışın yerli halkı, Vikinglerin, Papua Yeni Gine ve Mikronezya'nın sarışın halkı da Alman sömürgecilerin soyundan değilmiş. Avrupa'da ki eesmer insanların hepsi de Yahudi, Çingene ya da esir akıncı-esir Türk-Müslüman değilmiş.
       Hitler, kendisi de öyle sarışın biri değildi, koyu kahverengi saçlıydı. Yabancı bir yaza, Atatürk'ün saçları için, sarımtırak kahverengi sıfatını kullanmıştı. Atamızın saçı, Kıvanç Tatlıtuğ gibi, İskandinav, civciv sarısı değil. Balkan Türklerinin ve batı Anadolu halkında bu rengi yaygındı. Sonuçta Hitler'den daha sarı saçlıydı. O övdüğü Alman ırkı gibi uzun boylu da değildi. Propaganda bakanı Josheps Goelbbels'in saçları ise simsiyahtı ve Görüng kısacık boyu, yanık teniyle Almandan çok Roman'a benziyordu.
        DNA testlerine göre Almanlar saf kan değildi,  Yahudiler de değildi. Muhtemelen bazı Yahudiler, Almanlardan daha Almandı. Yahudilik Almanya'da Hristiyanlıktan önce gelmiştir. Yahudilik de zannedildiği gibi saf ırk değildir. Daha Kral Davud devrinde bazı Hititlerin, Fenikelilerin (Kenanlılar) Yahudi olduğu Tevrat'ta yazar.
         Bedene dayalı ırkçılık, Avrupalıların, Avrupa dışındaki sömürgelerindeki halklarla karışmamak ve onları sömürmek için uydurduğu bir ideolojiydi. Avrupalılar ile diğer kıta halkları arasında binlerce yıl olduğundan, aralarında gerçekten bir fiziksel ayırım vardı. Lakin aynı coğrafyada yaşayanlar arasında böylesi bir ayrım zordur.
           Yeni dünyadaki pek çok siyahinin genlerinde Avrupalılık vardır. Sebebi büyük ölçüde köle kızları kullanan çiftlik sahipleridir. Irklar arası karışma arttıkça bu da azalacaktır.
          Türkiye'de insanlar az buçuk fizikleri ile yörelerini belli ederler ama her zaman değil. En belirgin fiziksel özellik olarak meşhur uzun burunları, uzun boyları ile Laz'da denilen Karadenizlilerdir, onlar da her zaman kafanızdaki profile uymaz. Kürtler, Türklerden daha beyaz tenlidir ama güneşte çabuk esmerleşir. Bu yüzden amele yanıklığı denen, elbise altı beyazlığı, geri kalan esmerliğinden oluşan durum, Kürtlerde çok görülür. Gene de her Kürt bu tanıma uymadığı gibi, bu tanıma uymayan çok Kürt'de bulunur.
           Aslına kafanzdaki yöre tipolojisi sık sık yıkılır. Mesela Balkan Türkleri genelde sarışındır demiştim, doğrusu pek çok esmer Balkan Türkü de tanıdır. Anadolu  genelde esmer olmakla beraber, hemen hemen herkesin sarışın bir akrabası vardır. Anadolu'da sarışınlık, genelde köylerde görülür. köylüler genelde kendi içlerinden evlendiğinden, genler korunur.
      Hitlerin ırkla ilgili tek yanılgısı saç, deri, göz rengi üzerine değil, kafatası üzerine de olmuştur. Genetik bilimi göstermiştir ki kafatası şekli, kişinin köklerini çok da belli etmez.
       Irk kökeni fikri, tamamen sanrısal ve kabullenişimiz ile ilgilidir. Hitler'in yaptığı,  Avrupa'ya uzak sömürgelerde yapılanı Avrupa'ya taşımaktı. Çünkü Almanya'nın donanması 1918'de lağvedilmişti ve Almanya yeni bir donanma kursa bile, hem sömürge yapılacak ülke kalmamıştı, hem de Almanlar'da denizcilik kültürü yoktu. Sömürgesini karadan fethetmeliydi. Napolyon'da aynı sebepten Avrupayı işgal etmiş, yetmemiş Rusya'ya saldırmıştır. Fransa sonradan kendini toparlayıp, İngiltere kadar olmasa da, bir sömürge imparatorluğu kurdu. Almanya ise, sömürge imparatorluklarının yıkılmasını hızlandırdı.
           Irk kuramına vurulan son darbelerden biri de, edevlet üzerinden,  alt soy sorgulama oldu. Osmanlı nüfus kayıtları en fazla 1840'a kadar gidiyordu ama pek çok kişiye şok geçirti. Kendini Küürt bilen pek çok kişi Türk, Türk bilen de Kürt çıktı. Pek çok ateşli milliyetçi gayrı müslim, Ermeni dedeleri ve nineleri ile tanıştı. Kim bilir kaç Atsızcı, acı gerçekle tanıştı. Sıkı bir DNA testi olsa ne olacaktı acaba?
      Beni soracak olursanız, sürpriz çıkmadı.Aslında olma ihtimaline de hazırlıklıydıım Aynı köyde akrabalar birbirlerine kız alıp, vermişler. Gerçi olsa da bir şey değiştirmez benim için. Alevi, Kürt olarak, sağcıların nefret sıralamasında yerim gayrı müslümlerin bir altı.
      Bu yazı dizim biraz fazla uzayacak. Kavgam'dan başlayarak, faşizm eleştirisine döndü.

AMİŞLER, UYUM DENEYİ, İTAAt DENEYİ, MEDYA, SOSYAL MEDYA, İHTİYAÇLAR, HİPNOZ VE BUNLARI BOZMAK

Amişler Uyum Deneyi itaat Deneyi

0 


itaat deneyi ile ilgili görsel sonucu
AMİŞLER, UYUM DENEYİ, İTAAt DENEYİ, MEDYA, SOSYAL MEDYA, İHTİYAÇLAR, HİPNOZ
VE BUNLARI BOZMAK
Şimdi önce size pek popüler iki deneyden bahsedeceğim.
Bunlar entellektüel yazılarda sıkça atıf yapılan ve lise psikoloji ders kitaplarında bile bahsedilen deneylerdir.
Her ikisinin de temel amacı, Nazi Almanya’sı ve benzer rejimlerin insanları nasıl etkilediklerini anlamaktır.
Bu deneyleri anlatmaya geçmeden evvel, nasıl sosyal bir varlık olduğumuzu, nasıl uyum ihtiyacında olduğumuzu anlatan bir topluluktan bahsedeceğim.
Bu topluluk, bir Protestan-Hristiyan topluluk olan Amişler.
A.B.D, Meksika ve Kanada’da yaşıyor. Üç ülkeye dağılmış durumdalar.
Kendi içlerinde de kısmi bölünmeler olmakla beraber, bu teknoloji çağında, üstelikle çoğu kez en teknolojik ülke A.B.D’de yaşadıkları halde teknolojiyi reddetmeleri.
Halen bu çağda elektrik ya da motorlu araç kullanmıyorlar, geceleri mum ışığında oturuyorlar.
Yaşadıkları ülkelerde kendilerine bazı muafiyetler sağlanmış. Askere gitmiyor, oy vermiyorlar.

Atlı faytonları için özel şeritli yolları var.

Aslen İsviçreliler lakin dini inançlarına ve yaşam tarzlarına baskılardan dolayı yenidünyaya göç etmişler.
Halen kendi aralarında Almanca konuşuyorlar. Akraba evliliği yapmasalar da kendi aralarında evleniyorlar.
Yetişkin insanların kendi yaşam tarzlarına uyum sağlamayacağını biliyorlar.
Dışarıdan içlerine girmenin tek yolu evlat edinilmek, tüp bebek ve benzeri kısırlık tedavilerini ret ettikleri için, çocuksuz çiftler arasında evlat edinmek çok yaygın.
Aralarında zenciler olsa da, çoğunlukla sarışınlar.
Kadınlar ve erkekler hep bir örnek giyiniyorlar, evleri birbirlerinin aynısı, genelde tarım, hayvancılık ve marangozlukla geçiniyorlar.
Bu topluluğun özel bir geleneği var ki, felsefi anlamda hür irade kavramını sorgulamamıza sebep oluyor.
Amişler, 16 ila 18 yaşlarında çocuklarını bir yıllığına serbest bırakıyorlar, topluluk dışına çıkmaları için.
Bu bir yıldan sonra cemaate dönmek ya da onların deyimiyle İngiliz olmak, yani cemaatten çıkmak için bir karar veriyorlar.

Sonuçta Amerika genelinde %80, bazı yörelerde %90 cemaat içinde kalıyorlar.

Kalmalarının pek çok sebebi var elbette. Sadece altıncı sınıfa kadar okumuş ve İngilizceyi bilmeyen birinin, modern toplumda tutunması çok zor.
Ya da öyle mi? Kendi dilinde bile okuma yazma bilmeyen bir Afgan ya da Afrika’nın küçük bir ülkesinden A.B.D’ye giden kişiler bile birkaç yılda ciddi paralar kazanıp, hayata tutunabiliyor.
Demek ki asıl neden bu değil.
Asıl neden bizim toplum içinde yaşayan canlılar olup, uyuma meyilli olmamız.
Solomon Ash ve ekibinin 1953’de yayımladığı, lise psikoloji kitaplarında bile adı geçen bu deneyde, deneklere birbirinden farklı uzunlukta 3 çizgi gösterilir.
Hangilerinin eşit, uzun ya da kısa olduklarına dair sorular sorulur.
Deneyde sadece bir kişi denek, diğerleri de Profesör Solomon Ash’in adamları, diğer bir deyimle kast ajansındandır.
Denekler çoğunlukla uyma davranışı göstermektedir.
Uymayı bozan en önemli etken, kral çıplak diyecek birisidir.
Kast ajansından birisi denekten yana olduğunda bütün büyü bozulabiliyor. Denek kendi fikrini savunuyor.
1967’de Stanley Milgram, meşhur itaat deneyini yapıyor. Deneyim tüm sonuçlarının açıklaması halen yasak.
Kabaca deneklere, cüzi deneklik ücreti karşılığında birilerine elektrik ile işkence edilmesi isteniyor.
Maalesef denekler genelde uyma davranışı gösteriyor, hem de yüksek oranlarda.
Eğitim almış olmak, başka kültürleri tanımak gibi unsurlar itaat davranışını azaltsa da, her kategoride yüksek bir itaat eğilimi var.

İtaat ve uyumu azaltan birkaç etmen var.

Eğitim almış olmak, başka kültürleri tanımak, kültürlü olmak, bunlardan birkaç tanesi.
Arttıran etmen ise propagandadır.
İlk modern diktatör sayılan Napolyon, basını kontrol edemezsem, ülkeyi altı ay yönetemem demiştir.
Mussolini, Hitler, Franco gibi diktatörler, radyonun eseridir.
20-21 Mayıs 1963 gecesinde Talat Aydemir’in ikinci darbe girişimi sırasında, Ankara radyosu binası 5 ya da 6 kez el değiştirdi.
En sonunda radyo binasının elektriği kesilerek, hükümet yanlısı bir askeri birlikten radyo yayımı yapıldı.
Çetin Altan o gece tutukluymuş ve radyo binası her el değiştiğinde, kendisine karşı gardiyanların tavrının değişmesini anlatmıştır.
1970’li ve 80’li yıllarda darbeciler önce radyo binasını ele geçirirdi.
En büyük uyum ve itaat arttırıcı televizyondur.
Görselliği ve herkesin aynı anda seyrediyor olma duygusu, uyma davranışına yol açar.
12 Eylül bunu çok iyi kullandı. Bu sebeple anayasasında radyo ve televizyon kurma hakkını sadece devlete bıraktı.
Şu anki iktidar partisi de 2008’e kadar çoğunlukla merkez ya da ortalama sağ bir iktidar gibi icraatlar da bulundu.
O sene basının çoğunluğunu, yardımcısı malum cemaat ile ele geçirdi. Propaganda o kadar önemliydi.
Şanssızlığı ise aynı dönemde sosyal medyanın patlamasıydı.
Önce radyo, şimdi de televizyon yavaş yavaş hayatımızdan çıkmakta.

Pek çok basın kuruluşunun asıl varlığı internet siteleri.

Cumhuriyet gazetesi kâğıt olarak otuz bin satıyor, sitesi bir buçuk milyon tıklanıyor.
Gerçi gazeteler uyum güçlerini televizyonlara bırakalı çok oldu ama bir süre daha yardımcı güç olarak lazımlar.
Uyumu bozan asıl şey ise, ihtiyaçlardır. Ben çocukken Türk kadını kocasına katlanırdı.
Aldatıldığında görmezden gelir, benim kocam yapmaz derlerdi.
O yıllarda kadınların çoğu çalışmıyor, boşandığına bir sığıntı gibi baba evine gidiyordu.
Sonra kadınlar çalışmaya başladı, baba evine maaşları ile dönmeye başladı.
Yavaş yavaş o koca ayağına, aldatmasına katlanan Türk kadını kalmadı.
O zamanlar maaşlı, hatta geliri iyi pek çok kadın da kocasına katlanırdı.
Demek ki neymiş, Türk kadını da toplumsal baskı kalktığında, batılı hemcinsleri kadar kıskanç, koca zorbalığına tahammülü olmayan biri olabiliyormuş.
Şimdi tüm bu ilizyonları kırma, hipnozu bozma imkânımız ve her şeyi değiştirme ihtimalimiz var.
Sadece sosyal medyanın ortaya çıkışı değil konu. İnsanların ihtiyaçları da değişiyor ve artıyor.
Hedefimiz iktidarı devirmekten öte, bu hipnoza ve itaate benzemeye başlamış olan uyum davranışını bozmak ve bir daha kimselerin böyle bir iradesizce itaat durumuna düşmemesini sağlamak olmalı

8 Haziran 2018 Cuma




MUHTEŞEM KEHANETİMİZE İNANALIM
Kendini gerçekleştiren kehanet terimi ilk olarak 20. Yüzyıl sosyologlarından Robert Merton tarafından ortaya atılmıştır.Muhteşem Kehanetimize inanalım
Mertonun 1949 yılında yayımlanan Sosyal Teori ve Sosyal Yapı isimli kitabındaki tanımına göre kehanet veya tahmin aslında yanlıştır fakat insanlar eylemleri ile bunu doğrulamaya çalışmaktadır.
Modern yaklaşıma göre kehanet be doğru nede yanlıştır fakat olasılıklar kişinin bilinçli veya bilinçsiz eylemleri ile olanaklı hale gelmektedir. (Nihat Keleş, bilgiustam.com)
Bir kehanete inanan insanlar, bu kehaneti bilerek ya da bilmeyerek gerçekleştirmeye çalışır, ama iyi ama kötü.
Evet, zannedilenin aksine kötü kehanetleri de gerçekleştirmek için uğraşırız.
Mesela lise öğrencisisiniz, her hangi bir dersi geçemeyeceğinize inanıyorsunuz.
Sonuçta ortalama ile dersi geçmeye çalışıyorsunuz. Diğer derslerin notları yüksek ve o dersten sahiden kalmışsınız.

Toplum olarak da kötü kehanetleri gerçekleştirmeye çalışırız.

Örneğin bir para biriminin, bu para birimi de İsviçre Frangı olsun.
Halk çok değerleneceğine inanırsa, evi-arsayı satar ve İsviçre Frangı satın alır. Böylece bu emtianın değeri artar.
Aynı durum iyi kehanetler için de geçerlidir. Gene şu dersten kalacak öğrenci örneğine gelelim.
Öğrenci teşekkür ya da takdir alacağına inanırsa, bu sefer bu zayıf dersini de geçmeye çalışır.
Değerinin düşeceğini düşündüğümüz şeyleri satar ve fiyatlarını daha da düşürürüz.
Bir şeylerin gerçekliğine inanmak, daha doğrusu kendi kendimizi inandırmak, pek kolay değildir.
Bu yüzden de başkalarından yardım alırız.
En başta falcılar genelde bu işe yarar.
Gazetelerin fal köşelerini bu yüzden okuruz, falcılara bu yüzden para öder, komşu kadınlara bu yüzden kahve falı baktırırız. Fallar bize cesaret verir.
Bir kadın düşünelim, sürekli çatık kaşlı ve fazla bakımlı değil.
Kaşar, folloş gibi cinsiyetçi ve aşağılayıcı hitaplardan korkuyor.
Derken bir falcı ona, iş yerinde bir erkeğin onunla ilgilendiğini ve kendisinden ilgi beklediğini öğreniyor.
Kendine bakıyor, süsleniyor, etrafındaki insanlara gülümsüyor ve ortamdaki erkeklerden bir ya da bir kaçı illa kendisi ile ilgileniyor.
Bir araştırmaya göre kişisel gelişim seminerlerine gelenlerin %80’ine yakını aynı kişilermiş ve tekrar tekrar bu seminerlere geliyorlarmış.
Bu insanlar muhtemelen Metin Hara gibi kişilerin kuş besleyin, kedi besleyin ve benzeri önerileri ya da etkili insanların bilmem kaç özelliğini edinerek, başarıya ulaşmayacaklarını biliyor.
Tek istekleri, birilerinin onların kazanacağına dair kehanette bulunması.
Kehaneti gerçekleştirmenin bir yolu da, başkalarını da bu kehanete inandırmaktır.
Gazetelerin seçim öncesi çarşaf çarşaf yayınladıkları anketlerin amacı budur.
17-25 Aralık sürecinde malum cemaatle, malum partinin arası bozulduğunda, kamuoyunun dikkati kumpas davalarına yöneldi.
Kaçırdığımız şey, meşhur her iki kişiden biri anketi başta olmak üzere, mevcut iktidarı güçlü gösteren tüm bu anketlerin sahte olmasıydı.
Amacı muhalefeti, kendilerinin kazanacağına dair kehanete inandırmaktı. Bunda da başarılı oldu.
Biz de kendi başarılı olacağımıza dair bir kehanetin aşamasındayız. Biraz geç de olsa başarılı olacağız.
Bu muhteşem kehanetimize önce inanalım, sonra kendimizi inandıralım.
Sinan Kemal

24 Mayıs 2018 Perşembe

KAVGAM ELEŞTİRİSİ 3
ETKİLERİ, ETKİLENDİKLERİ  VE İDEOLOJİYİ ELEŞTİRİ


                Kitabın genel anlamda iki yazardan etkilendiğini net olarak söyleyebilirim. En başta İtalyan diktatör ve faşizmin mucidi ve isim babası Benito Mussolini, ardından da Nietzsche.
             Nietzsche'ye karşı bence abartılı bir hayranlık var. Ondan fazla Nietzsche kitabı okumuş biri olarak, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ateist ve hatta anarşist olması, onu faşist olmaktan kurtarmıyor. Ingeborg Bachman'ın da dediği gibi, faşizm, iki kişi arasındaki ilişkiyle başlar. Devleti, tüm toplumsal kurumları, hatta ahlakı ret etmesi, Nietsche'nin insanlar arasında ayrım yaptığı, üstün insan diye hayali bir insan çeşidi yarattığı ve kendi haline bakmadan da kendisini de üstün insan ya da onların gelecekteki prototipi olarak gördüğü gerçeğini değiştirmez.
               Gerçi faşist liderlerin ve hatta faşist kitleler için de bu geçerlidir. Hitler dahil Nazi liderleri genelde çelimsiz, hastalıklı tiplerdi. Faşizmde genelde toplumun her açıdan dipte olduğu zamanlarda ortaya çıkar. 
              Bence Nietzsche'nin milliyetçi olmama sebepleri, bohem ve savurgan hayatı, o zamanlar Almanyayı birleştirmeye çalışan Prusyalılara olan nefreti ve frengi hastalığıdır. Özellikle son dönemlerinde yazdıklarındaki karmaşa, ilerleyen frengi hastalığının psikozlarıdır.  Kapitalist yazarlar, Karl Marks'ı eleştireceğim diye Hegel'i ve hatta Platon'u umarsızca eleştirirken, Sosyalist yazarların Nietzsche hayranlığı saçmalıktır. Kendisi de sosyalizmi, kapitalizmin aynı derecede otoriter kardeşi olarak görmüştür. Nietzsche eleştirisi kendi başına uzun bir yazı konusu olduğu için burada bırakıyorum.
            İşin doğrusu Fichte'nin her hangi bir eserini okumadım. Yalnız pek çok milliyetçi Türk kitabında şu cümle sabit olarak bulunur.  Büyük Alman filozofu Fichte der ki, eğer bir ulus hak ettiği yere gelemiyorsa, o ulusun hayatıan bir kasıt vardır. .Bertrant Russel'e göre Hitler'in felsefi fikirlerinin akışı Kant, Ficte, Nietzsche diye gider. Bu mantıkla Hitler'i eleştirmek için de Kant'a kadar gitmeli. Ben Kant'ın pek çok kitabını okumuş biri olarak buna gerek görmüyorum. Ficte, Nietzsche eleştiriler ise elzemdir.
              Benim en çok merak ettiğim, Atatürk'ün Nutuk'undan etkilenip, etkilenmediği idi. Okumadığına kesin olarak eminim. Kendisinde kesin bir monarşi ve saltanat düşmanlığı sezdim. Avusturyayı yöneten Hasburg, Prusya'yı yöneten Hohenzollern hanedanlarından açıkça nefret ediyor. Hatta izlediğim bir belgeselde anlatıldığına göre, iktidara geldiğinde, Hollanda'da sürgünde olan devrik imparator 2. Wilhelm, Hitlere bir telgrafla, kendisinin monarşiye gereken önemi vereceğine emin olduğunu söylemiş. Hitler'de telgrafı okuduktan sonra uşağına dönmüş, ne salak herif  demiş. Yazdıklarına göre Hasburg ailesi,  Osmanlı ailesinin, özelikle 2. Abdülhamit'in önemli mevkileri Arnavutlarla doldurması gibi, Çeklerle doldurmuş. Prusya ve Avusturya devletleri hakkında yazdıkları, İttihatçıların Osmanlılar hakkında yazdıklarına benziyor. Kendisi parlamenter sistemden nefret etmekle beraber, monarşiye karşı.
                 Etkilerinden, Türk gençliğinin diline doladığı, iç savaşların toplumları güçlendiği savına gelelim. İç savaştan anladığı ya da anladıkları (sempatizanları ile beraber) devleti iktidarı kendilerinden yanayken azınlıkları ve muhalifleri katletmek. Oysa otuz yıl savaşlarının büyük bir kısmı, Almanya iç savaşı olarak yaşanmış, Almanya otuz yıl savaşları öncesi refahına ve zenginliğine yüz yıl sonra ulaşabilmişti. Pek çok Alman, bu savaşlar sonrasında Balkan yarım adası, Rusya dahil doğu Avrupa, İskandinavya ve Avrupa'nın her tarafına dağılmıştı. O çok şikayet ettiği Prusyalı-Bavyeralı kavgasının temelinde de bu savaşların izleri vardı.
           Ülkeleri asıl güçten düşüren iç savaşlar olmuştur. İç savaşların toplum içinde getirdiği düşmanlık daima kalıcı olmuştur.
              Hem kapitalizmi, hem de sosyalizmi Yahudi eseri olarak görmekle beraber, her iki ideolojini kaynağını Almanya olarak görmesi de onu benmerkezci (egosantirik) bakış açısının sonucu. Oysa kapitalizm Floransa'da ortaya çıkmıştır. İlk burjuva sınıfı, Floransalı yün tarayıcıları ve kumaş dokuyucularıdır. (Werner Sombart-Burjuva kitabı) Kendisi, tıpkı Mussolini gibi sosyalizme de kapitalizme de karşı olduğunu iddia etmekte. Uygulamada tüm faşizmler, desteklenen ve besiye çekilen bir burjuva grubunun rahat çalışması ilkesine dayalı kapitalizmdir.
          Yahudilere karşı ilk büyük suçlaması, kendi içlerinden evlenmeleri, Yahudi inanışı gereği Yahudi kanının kadın soyu üzerinden taşınması, Yahudi kadınlar, Yahudi olmayanlarla evlenirken, Yahudi erkeklerin bunu yapmaması. Faşistler de ötekileştirdiklerini hep bununla suçlar. Sanki Almanlar Yahudi erkekleri ya da kızları ile evlenmeye çok meraklı. Her toplum, çocuklarının kendi etnik grubu içinde evlenmesini ister.
            En basitinden Balkan göçmenleri bile, çoğunlukla Sünni iken (%15 civarı Aleviymiş. Ben Alevi olanı ile tanışmadım), ilk iki nesil fire vermeden kendi içlerinden evlenir. Buna da sebep olarak, gelenek ve göreneklerinin farklılığına bağlarlar. Ben tanıdığım Muhacirler arasında (Balkan göçmenlerinin Anadolu'da ki yaygın ortak adı budur) öyle de aman aman bir gelenek farkı görmedim. Halk oyunları bile çok benzer.
            Fark derseniz, görebildiğim farklar şunlar; ergenlerde eğer hem kız, hem de erkek Muhacirse, kız-erkek arkadaşlığına bir daha hoş görü ile yaklaşıyorlar. Bakirelik onlarda da güçlü bir tabu. Anadolu halkı da bu açıdan onlara yaklaşmaya başladı. Bizdeki ev hanımlığı, onlarda pek yaygın değil. Genelde ailede yürüyebilen herkes bir şekilde işe gider. Anadolu'da doğrudan kuzen (amca-hala-dayı-teyze çocukları) evliliği yaygınken, onlarda biraz uzak akraba (yenge'nin kuzeni, hala'nın kocasının yeğeni vb) evlilikleri yaygındır.Bizde de hayat şartları artık bunu gerektiriyor.  Erkeklerinde, bizdeki gibi hovardalık adeti yok. bu da çalışkanlıkla birleşince, genelde beş parasız göç ettikleri halde, şöyle beş sene geçmeden hali vakti yerinde olurlar. Hatta Türkiye'nin süper zenginlerinin çoğu Rumeli göçmenleridir.
          Ben onlara karşı bir ayrımcılık yapıldığını ya da ayrımcılıktan şikayetçi olduklarını görmedim. (Gerçi bir şekilde, işlerine gelmeyince onlara hakaret edenler olmuştur tek tük) Eğer kendi içlerinden evlenmek bir suçsa, herkes suçludur. Muhacirler, Anadolu halkına sadece fiziksel olarak benzemez. Anadolu halkı genelde esmer olurken, Muhacirler sarışındır. Bulgarlar, Yunanlar, Sırplar ve pek çok Balkan milleti, fiziksel olarak Anadolu halkına daha çok benzer. Bu yüzden Balkan Türklerinin, Sibirya'dan gelip, Avrupayı işgal etmiş Avar, Uz, Peçenek gibi sarışın olduğu bilinen diğer boylardan geldikleri iddia edilir.
      Görüldüğü gibi kendi içlerinden evlenmek sadece azınlıkların değil, kendilerini farklı hisseden herkesin tavrı.
         Yahudilere karşı yaptığı diğer bir suçlama da, spekülasyon, faizcilik vs vs. Genelde Faşizm, azınlıkları bunlarla suçlar. Oysa bu suçları fazlası ile işlediği halde, hiç de Faşizan ayrımcılığa uğramayanlar var. 15 Temmuz darbe girişiminden olsa bazı il ve ilçelerin adı çok ön plana çıktı. Aynı köyden, kasabadan ve ilçeden bir sürü general çıkmıştı ve hepsi de Fetö'den tutuklanmıştı. Benzer şekilde Fetöcü bir sürü hakim, savcı, kaymakam vb kişiler, aynı ilçeden çıkmıştı. Gene de bu yöreler Sünni Türk köyü olduklarından, halkı doğrudan Fetöcülükle damgalanmadı.
           Bunu Avrupa,  Amerika çapında İtalyanlara karşı alınan tavırla anlayabiliriz. Dünyada, özellikle A.B.D ve Avrupa'da mafya demek, İtalya, özellikle de Sicilya demektir. A.B.D'de önemli mafya örgütlenmelerinin ana yapısını Sicilyalılar ve İtalyanlar oluşturur. Pek çok suç sektörü onların elindedir. Gene de Amerikalılar, bir İtalyana, bir siyahi ya da Yahudi'ye davrandıkları gibi ayrımcılık yapmaz. Bir İtalyan ev kiraladı ya da satın aldı diye bir apartman, site ya da semtte emlak fiyatları düşmez; İtalyanları üye kabul etmeyen sosyal kulüpler,dernekler yoktur; İtalyan olduğunuzu öğrendiğinizde size hizmet etmeyi ret edecek lokanta ya da otel de bulamazsınız.
          Geçenlerde bir haber izlemiştim. İsviçre polisi, İtalya'nın Sicilya adasına komşu Kalabriya bölgesi mafyası Ndrangeta (n harfi okunmuyor, Drangeta deniyor) ile mücadele için Kalabriya lehçesi ile konuşacak eleman arıyordu. İsviçrelilerin çoğunun ana dili Almanca bile olsa, Zürih kantonu Fransızca ve güneydeki bir kaç Kanton İtalyanca konuşur. Bazı köyler ise orta çağ Latincesi konuşur. Demek Kalabriya bölgesinin dili o kadar farklı ki, İsviçreliler anlamıyor. Buna rağmen sıradan bir İsviçreli, İtalyanlara ya da Kalabriyalılara yad a Sicilyalılara faşizan bir nefret göstermez. Bir İtalyana ev kiralamaktan ya da bir İtalyanı işe almaktan tereddüt etmez. Nrangeta, Cosa Nostra (Sicilya mafyası), Camorra  (Napoli mafyası) ya da öyle bir İtalyan mafya örgütlenmesinden nefret etmek yerine, bu örgütlerin çalıştırdığı, örneğin uyuşturucu satışı için torbacılık yaptırdığı Afgan, Türk, Arap, Siyahi ya da bilmem hangi fakir  ülkeden gelmiş ülke halkından nefret eder. (Yazıya koyduğu fotoğraf bu konu ile ilgilidir, büyük İtalyan Mafya oluşumlarının çıktıkları yöreler)
           Bir Ateist olduğu halde (o zamanlar Ateistliğini gizlemekteydi) Yahudileri, İsa'ya ve ilk Hristiyanlara zulüm etmekle de itham ediyor. Bu durumda çok geç Hristiyan olan ve özellikle İngiltere- İrlanda Hristiyanlarına zulüm eden Vikingler ve onların torunları olan İskandinav halklarından da nefret etmesi gerekir. Kaldı ki tüm Yahudilerin katlettiği Hristiyan sayısı, otuz yıl savaşlarında ya da buna benzer mezhep savaşlarında birbirini katleden Hristiyan sayısının on bininde biri eder mi?
           Azınlıklara karşı diğer bir suçlama da, inançlarının dine uymadığı. Oysa aynı dinin içerisinde inançları çok  daha farklı olduğu halde, ayrımcılığa uğramayanlar vardır. Nurcular, Sait-i Nursi'nin risaleleri ilahi bir ilhamla yazdığını iddia ederler. Onlar için risaleler vahyidir. İçtihat için Kuran ya da sahih (güvenilir) hadisler yerine, risalelere öncelik verirler. Kadirilere göre Abdülkadir Geylani, sevdiği bir hizmetçinin ölümünü engellemek için, Azrail'e tokat atmış, Azrail'in sepeti devrilmiş ve bu sayede o gün ölen pek çok kişide hayata geri dönmüştür.
         İşin ilginci ırk ya da soy bile faşizan öfkenin kaynağı olmayabilir. Türkiye'de faşistler, beğenmedikleri kitlelerin ya da kişilerin Ermeni, Yahudi, Rum vs soyu olduğunu iddia eder, Alevilerimn, Kürtlerin vs aslına kripto (gizli) Ermeni, Yahudi olduklarını falan söyler. Oysa Rize'nin Hemşin ve Çamlıhemşin civarında yaşayan ve kendilerine Hemşinliler diyen Sünni bir grup insan, Hemşince diye bir çeşit orta çağ Ermenicesi konuşur.
       Görüldüğü gibi pek çok inanış, esas dini naslardan çok uzaklaştığı halde, öyle faşizan bir öfke ile muhatap olmaz. Sırf Ateist olduğu için Aziz Nesin'e öfke kusan kitleler, Bakara-Makara sallıyoruz bir şeyler diyen politikacılara oy vermeye devam ederler.
                      Hitler'in son iddiasına, Almanların, yani Latince adı ile Germenler, çok mu saf ırktır. Aralarına karışan diğer ırklardan genler, zamanla silinmiş midir? Günter Gras, hem Teneke Trampet hem de Soğanı Soymak (Soğanı Soymak otobiyografisidir) adlı kitaplarında Kaşubyalı topluluğunun yarı Alman, yarı Polonyalı olduğunu kendisi söylüyor. Sosyal Demokratlığı ile ünlü de olsa, gençliğinde bir Nazi olduğunu kendisi itiraf ediyor. Daha önce de söylemiştim, Almanya otuz yıl savaşlarını en kanlı şekilde yaşadı, sonuçta Almanya ve Avrupa'nın kuzeyi Protestan (İrlanda, Polonya ve Litvanya hariç)Protestan, güneyi de Katolik kalmıştır. Bunun sonucunda milyonları bulan insan kitleleri göç etmiş, Katolikler, Katolik ülkelerine, Protestanlar Protestan ülkelerine yerleşmiştir.
            Kendisi Almanların sarışınlığına, Yahudilerinde esmer olmasına değiniyor. Oysa meşhu propaganda bakanı Herman Göring bile ufak tefek ve siyah saçlıydı. Ben pek çok sarışın Yahudi de biliyorum . (Meşhur foto model Bar Rafelli mesela)
             Yahudilerin tarih boyunca saf ırk kaldıkları da, bizzat Tevrat ve kendi tarihçilerince yalanlanmıştır. Meşhur kral (peygamber) Süleyman devrinde, bu günkü Yemen'de bulunan Himyar krallığı, meşhur melikeleri Belkıs aracılığı ile Yahudi olmuştur. Kral Davud devrinde binlerce Hitit'in (ki kendilerine Hatti ya da Eti derlerdi, Hitit, Tevrat'ta geçen adlarıdır) Yahudi olduğu yazar. Hazar kavmi, Türk asıllı oldukları halde Yahudi olmuşlardır.
           Türkiye'de bazı topluluklar, örneğin Abdallar, belki de herkesten fazla saf Türk oldukları halde, faşizan aşağılama ve öfke hedefidirler. Halen çoğu Alevi'de olsa, önemli bir kısmı, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra hızla asimle olmuştur. Esrar kullanmak dışında da bir suçlama ile karşılaşmazlar. (Kırıkkale'de Abdal olmayan yerel halkın tek iddiası bu esrar kullanımı yaygınlığıydı. Bir Abdal'dan bizde esrar yaygındır sözünü duymadım.)
         Neşet Ertaş'a, babası Muharren Ertaş'a, Çekiç Ali ve benzeri sanatçılara sevgi, kimseyi kandırmasın. Bu halk Bülent Ersoy'u sevse de, mahallesinde transeksüel istmez. Örnekleri çoğaltmak fazlası ile kolaydır. Linet sevilir, Yahudiler sevilmez, Fedon sevilir, Rumlar sevilmez, vs vs...
          Faşizan öfkenin sebebi, o topluluğun, toplumu yönlendiren güçlerin çıkarlarını zedelemesidir. Yoksa o topluluğun inançları, yaşam tarzları, ırkları, suç oranları pek önemli değildir.
         Fikirlerinin orijinal olduğunu iddia etse de, büyük ölçüde  Benito Mussolini'den kopyadır. Bedene oturan, dar askeri üniformalar, askeriyeye benzer şekilde, tek el hareketi ve tek kelime ile selamlaşmalar hep Mussolini'den almıştır.
        Mussolini, Faşizmi icat eden değil, Avrupa'ya getiren kişidir. Faşizm ve ırkçılık, önce sömürgelerde icat edilmiş, sonra Avrupa'ya gelmiştir. Yerel halkları daha iyi sömürmek için ten rengi, göz şekli vs bahane etmişlerdir. Irkçılıklarının da sebebi, yerel halkın din değiştirerek, onlarla ortak dindaşlık paydasına gelmesini engellemektir.
          Faşizmi Avrupa'ya getiren İtalyan ve Alman milletlerinin ortak özellikleri, uzun yıllar siyasi birlikten uzak olmaları, sömürgeleşme yarışına geç katılmaları. Almanya, olan sömürgelerini de 1918' de kaybetti. İtalya ise, Mussolini iktidara gelene kadar Avrupa dışında sadece komşusu Libya'ya, Eritre'ye ve o zamanlar İtalyan Somali'si denen Güney Somali'ye sahipti. Mussolini'den sonra Afrika'nın son bağımsız devleti Habeşistan (Etiyopya)'yı da işgal etti. Hatta bu işgal, Avrupa devletlerince alkışlandı.
         Gene de bu, zenginlik düşü gören İtalya'ya yetmiyordu. Hitler de Kavgam'da halka vatan değil, sömürge vaat ediyor ve bu sömürgenin Avrupa'da olacağını açıkça söylüyor.
       Kapitalistler, insanları faşizm dahil radikal ideolojilere iten temel düşüncenin yoksulluk olduğunu söylüyor. bu kocaman bir yalandır.
        1929 bunalımın Avrupa'da en çok Almanyayı vurmuş olmasının ardında da bazı komplolar vardır. Almanya'nın en büyük çelik sanayicisi Stinnes daha Kavgam'ın yazıldığı yıllarda Hitler'i keşfetmiş, 1928'de partisine üye olmuştu.Büyük kriz 1929'da başlamıştı, 1933'de Hitler iktidara gediğinde ise çoktan bitmiş, reichsmark'dan, Almanya'nın euro'ya geçene kadar kullanacağı Deutschemark'a geçilmişti bile.
            Hem 1929 dünya bunalımı en fazla Amerika Birleşik Devletlerini vurmuştu çünkü etkisi 1939'da savaş başlayana kadar sürdü. Savaş ekonomisi, yeni kriz ürettiği için eskisini unutturmuştu. Oysa Amerika bir diktatörlük ya da faşizm eğilimi göstermemişti, hem halk, hem de yönetim olarak.              Atlanan başka bir konu ise, Almanya'nın o yıllarda, hatta daha önce sinde bir refah devleti olduğudur. İngiliz işçi sınıfının sefaleti Charles Dickens'in romanlarına, Jack London'un Ezilenler adlı kitabındaki şahsi gözlemlerine ya da Fransız işçi sınıfının sefaletini Emil Zola anlatırken, Alman işçi sınıfı, Avrupa'nın diğer işçilerine göre daha müreffeh durumdaydı. Gerçi o zamanlar en iyi işçi, en az sefil işçiydi.
          2015 Nobel Edebiyat Ödüllü Rus yazar, Svetlana Aleksiyeviç'in Kadın Yok Savaşın Yüzünde adlı kitabında bazı ilginç ayrıntılar var. Rus askerleri, Silezya, Doğu Prusya ve Pomeranya'dan, hatta Polonya'dan başlayarak bazı hakiki Alman köylerine, şehirlerine girdiklerinde, pek de alışık olmadıkları bir refahla karşılaşıyorlar. Yerler karo ya da parke kaplı, pencere önünde saksı çiçekleri, ince işlenmiş desenli porselenler, narin Bohemya kristali bardaklar, pirinç karyolalar, hemen hemen her evde radyo ve telefon vs vs. Hatta Rus askerler bu gördükleri şeyleri geri döndüklerinde kendi evlerinde, köylerinde uyguluyorlar. Kendileri tahta karyolalarda yatıp, metal yada çömlke kaplarda yemek yiyorlar. Evde saksıda çiçek yetiştirme alışkanlıklarını da böyle ediniyorlar.
        Hitler açıkça ideolojisini anlatıyor, savaştan, toprak edinmeden, bu toprakların Avrupa kıtasında olacağından ve ari ırkı bozan unsurların temizleneceğinden falan açıkça bahsediyor. Demek ki Alman halkı bu vahşeti bilerek ve isteyerek kabul etmiş. 1933'ün Alman halkı bayağı, hatta 2002 yılının Türk halkından daha eğitimliydi muhtemelen. Nazi partisine 1932 seçimlerinde %37,2 oranında oy vermişlerdi. Gerçi o zamanlar da Nazi olmayıp da Nazilere çalışan liberal demokratçıklar vardı muhtemelen. Ay bunlar ırkçı demokrat, sadece Nazilere düşmanlar. Almanyayı Weinmar  vesayetinden kurtacaklar diye propaganda yapan birileri olmuştur.
          Bu yazımda anlatacağım son konu da, özelikle Amerikan sinemasının nedense Naziler hakkında Alman halkını mümkün olduğunca masum gösterme çabası. Nazlerin elinden kaçıp, yıllarca Türk üniversitelerinde çalışan, Atatürk'e karşı suçlar kanunu başta olmak üzere pek çok kanunun hazırlayıcısı ve hatta pek çok Türkçe hukuk teriminin mucidi Ernst von Hirsh anılarına Almanların Nazilerden de önce Antisemitist olduklarını çok güzel anlatmakta.
       Hem o insanlar, filmlerdeki gibi sadece toplama kamplarının içinde çalışmıyordu. Ari ırk her Alman, işini görmeye zorunlu işçi çağıra bilmekteydi. Büyük çaplı inşaatlar, ahır temizlemek gibi zor işlere hep bu bir deri, bir kemik insanlar çağırılıyordu. Gene Svetlana Aleksiyeviç, kitabının bir yerinde, bir Alman'ın köpek taklidi yapmaya zorladığı Yahudi bir çocuktan bahseder. Nazilerin Doğu Prusya'dan çekilmeleri ile ilgili bir belgesel izlemiştim. Orada Alman kadınlar, üstelik de kocaları cephedeyken, yanlarında zorunlu Yahudi işçi (çoğu kadın ve çocuk) bulundurabiliyordu.
        Bu yazı çok uzadı. O yüzden Hitler'in çıkmayan öngörülerinden, bu yazıdan sonra bahsedeceğim.

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Leoparın Kuyruğu 2



Leoparın Kuyruğu 2

Leoparın Kuyruğu 2
DEİZM, TENGRİCİLİK, ZERDÜŞTLÜK, ALEVİLİK  VE ATALAR DİNİNE DÖNÜŞ
Geçen yazımı habergalerisi.com’da daha önceki yazı ile arası açılmasın bir de yazı uzamasın diye kısa kesmiştim.
Şimdi fark ettim ki, bu sefer leoparın kuyruğunu tutan bendim ve bırakmakla hata edecektim.
Bu Tengricilik mevzusunu açtım, devam etmeliyim.
Bu da yakında, imam hatiplilerin Deizme kayması mevzusu gibi patlak verecek.
Konu dışı, imam hatiplileri Deizme iten sorular bana nedense Martin Luther’in 95 maddelik tezlerini hatırlattı nedense.

Şimdi de yeni bir meselemiz var. Ata dinlerine dönüş hevesi. Bu, Deizm akımının bir kolu.

Önce Zerdüştlük (Kürtlerin de inandığı söylenen ateşperestlik kökenli antik İran dini), şimdilerde de Tengricilik çıktı.
Yunanistan’da tekrar antik Helen dinine dönen, Zeus’a tapanlar var.
Bu konuda Alevi dedesi ve ilahiyat profesörü Cemil Kılıç, Odatv.com’a bir yazı yazmıştı.
Halit Kakınç’a memlekette öyle bir akım yok, yeme bizi hocam diye aynı sitede başka bir yazı yazdı.
Halit bey Google amcaya bir sorsaydı, durumun vahametinin farkına varırdı.
Cemil Kılıç’ın adını hatırlamakta zorlanınca, Google amcaya sordum, Alevi dedesi, odatv vb kelimelerle arama yaptım Google’da bana, bunlar da arandı gibisinden:

-Nasıl Alevi olabilirim?

-Alevi olmak istiyorum
gibisinden sorular da çıktı.
Dedim ne oluyoruz, imam hatipliler, Martin Luther gibi sorular soruyor, Ateizm, deizm, panteizm, ne varsa yayılıyor, birileri interntten nasıl Alevi olunacağını soruyor.
Buna karşı iktidarın alternatifi daha fazla din dersi, daha fazla imam hatip.
Oysa ben teşhisimi tekrarlıyorum. Sizin o yazılımınız, bu donanımdaki gençlere uymaz.
Sizin o yazılımınız, kitap, gazete dergi okumayan, tek kanallı televizyonu izleyen, darbe sonucu muhalefetin başının ezildiği, dış dünyaya kapalı, ezik gençlik içindi.
Biz Amerikan filmlerini bazı bazı bir buçuk yıl sonra sinemalardan izlerdik, şimdikiler internetten anında alt yazılı izliyor.
Şimdilerin internette fink atan, haftada iki kitap okuyan gençliğini klasik din ve siyasi bilginizi daha fazla anlatarak etkileyemezsiniz.
Olay aynen şu, şehir Adana ve siz klima günah diyorsunuz. Uçağa mazot doldurup, uçmasını bekliyorsunuz.

Ya da o uçağa, dizel motoru işletecek yazılım yüklüyorsunuz.

Daha önceki yazımda dediğim gibi, yazılım-donanım uyumsuzluğu. Bu uyumsuzluk da gençliği yeni arayışlara götürüyor.   
Aslına olay birkaç sene evvel PKK sempatizanı Kürtlerin, Zerdüştlüğe ilgi duyması ve PKK’nın da bunu desteklemesi şeklinde az biraz açığa çıkmıştı.
Akp yanlısı medya, özellikle Akit gazetesi olayın üzerine atlayıp, örgütü din kılıcı ile vurmaya çalışmıştı.
O günlerdeki bir PKK katliamının ardından, Zerdüşler diye manşet atmıştı.
Zerdüştlüğe ilgi, birazdan bahsedeceğim Tengricilik gibi atalar dinine dönüş çabasıdır.
Zerdüştlüğün pek çok kitabı kayıptır.
Büyük İskender ve ardından gelen Selevkoslar döneminde Zerdüştlük ve Zerdüşt din adamları büyük bir kıyıma uğramıştır.
Partların (Artabanlılar), İran’ı geri kurtarması, yüz yıldan uzun zaman aldı.
Üzerine de bu hâkimiyetini bazı Yunan şehirlerine bir çeşit özerklik vererek sağladı.

Devrilmeleri de bu yüzden oldu.

Artaban (Part) hanedanlığı, ülkede Hristiyanlığın yayılmasına da hoş görmesi üzerine Zerdüşt din adamları olan Sasanlar isyan etti, kendi saltanatlarını kurdu ve bu dinin son altın çağı başladı.
Bu çağda halife Ömer’in 12 yıllık mücadelesi ile İran, İslamiyet’çe fethedilince bitti.
Zerdüştlük tekrar bir yıkım yaşadı. Bu gün dünyada çoğunluğu Hindistan’da, İran’da çok az kaldı.
Bu din ile ilgili pek çok kitap ve belge kayıp.
Mesela Zerdüştlerin alkollü olduğu tahmin edilen, bitkisel içeceklerinin formülü kayıptır.
Tengiricilik ya da Şamanizm denen İslam öncesi Türk inançları ile ilgili de benzeri bir durum vardır.
Avrupa Hun İmparatoru yıllarca tanrı Ares’e ait olduğunu ileri söylediği bir kılıcı taşıdı.
Kılıç, efsanede olduğu gibi ucuna kadar toprağa gömülüydü ve kılıç Katalon savaşında kırıldı.
Kılıcın kırılması, Avrupa Hun devletini zayıflattı. Atilla’da son bir çaba ile Roma şehrini yıkmaya karar verdi.
Meşhur İtalya seferine çıktı. O dönemin papası ricacı olarak ayağına gitti.
Bu görüşmeden sonra da Atilla, Roma seferinden vaz geçip, geri döndü.
Hristiyanlara göre bunun sebebi Aziz Petrus’un, Odin kılığına girip, (kendisi çizgi roman karakteri Thor’un babasıdır) Atilla’yı korkutmasıydı.

Bu olayın da pek çok resmini, rölyefini yapmışlardır.

Roma belgelerine göre Atilla, Sezgin Burak’ın Tarkan çizgi romanının aksine, Türk’ten çok Alman’a (Germen) benziyordu, en azından dini açıdan.
Eski Türk dini açısından elimizde çok kaynak yok. Bazı Çin, İran ve Yunan kaynakları falan var.
Mesela İbni Fadlan’a göre (13. Savaşçı filminde Antonio Banderas canlandırmıştı onu) Başkurtlar, tahtadan penis heykellerine tapıyordu.
Herodot’a göre kaynanalar, gelinlerini diri diri yakma hakkına sahipti. Bunlar çok da sağlam olmayan kaynaklar.   
En sağlam olarak nitelendirilebilecek kaynak, Alman asıllı Rus Türkolog ve Antropolog Wilhelm Radlof’dur.
Uzun süredir yeni baskısı yapılmayan Sibirya’dan adlı eserinde geniş derlemeler, dil bilimi incelemeleri ve antroplojik araştırmalar yapmıştır.
Orhun yazıtlarını da keşfetmekle kalmamış, kopyasını çıkarmış, Danimarkalı Türkolog Wilhelm Thomsen’de bu kopyalarla, Kopenhag’da ki evinde kitabeleri çözmüştür.
Radlof’un araştırdığı Türkler ise, neredeyse beş yüz yıldır Ruslarla ilişkide, hatta Rusların egemenliğindeki Türklerdir.
(Radlof, Türkolojiyi bir bilim olarak kuran insandır) Orhun yazıtları ise, Türklerin Müslüman olmasalar da, Müslümanlarla karşılaştığı ve savaştığı dönemlerde yazılmıştır.
Tengricilik, sadece Türkiye değil, diğer orta Asya- Sibirya Türklerinde de yayılmaya başlayan bir akım.
Konu ile ilgili kaynaklar azsa da, gençler İslamiyet dışı arayışlarını sürdürmekte.

Benim ilgimi çekense, Tengricilerin, Alevilikle ilgilenmesi.

Tengricilik, cumhuriyetin ilk yıllarına, belki de daha eskilere kadar giden bir maziye sahiptir.
Ziya Gökalp, Türklerin inanışlarının, İslam’a çok benzediği için çabucak Müslüman olduklarını yazar.
Ders kitaplarında da böyle yazar:
Bence İslamiyet ile İslam öncesi Türk inanışları arasında tek ciddi benzerlik, domuz eti yememe tabusudur.
Sakalar (Yakutlar), Hakaslar (Yenisey Kırgızları) ve pek çok Sibirya halkı, üç yüz yıldan fazladır Hristiyan oldukları ve hiç Müslüman olmadıkları halde, halen domuz eti yemezler.
Benim ilgimi çeken, Tengrici ya da Şamanist grupların Aleviliği de merak etmesi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Alevilik ve Şaman inançları ile ilgili pek çok araştırma yapılmıştır.
Enver Benhan Şapolyo, Dinler ve Mezhepler Tarihi kitabında, bundan ayrıntılı olarak bahseder.
Bununla beraber Türkçüler, Milliyetçiler, Alevilikle pek ilgilenmemişlerdir.
Buna da sebep, milliyetçiliğin faşizan yapısı gereği azınlık olan ve geleneksel olarak ötekileşeni sevmemesidir.

Bu eskiden beri böyledir.

Nihal Atsız, Niğdeli Kadı Ahmet’in kitabında, Taptukiler adı verilen bir topluluğa yapılan hakaretlere dayanarak, Alevilere ait hakaretleri destekler.
Oysa bu iddialar, İmam Gazali’nin kitaplarında, pek çok topluluk için (Şiiler, İsmaililer, Babek taraftarları, Mazdekçiler vs vs) tekrarlanır.
Üstelik Deli Kurt romanında, Şeyh Bedrettin taraftarlarının La İlahe İllalah Bederettin Resullah diye bağırdığını iddia eder.
Başkahraman Çakır Bey, Varsaklara esir düşer.
Orada Varsakların kımız içtiğini iddia eder ama Varsakların Alevi olduğunu anlatmaz.
Aleviliğe ilgi duyulmama sebebi, bu mezhebin sadece Türklere ait olmaması, her dini inanış gibi çeşitli toplumlarda yayılmasıdır.
Bugün Alevilerin çoğu Türk’te olsa, hatta Kürtçe konuşan Alevilerin de biz Horasandan geldik diye kendi köklerini Türk olarak görmesine rağmen, en aktif Alevilerin Kürt olması olabilir.
Hüseyin Nihal Atsız’ın bile sempati duymadığı Alevilikle, bu çağın gençleri ilgi duyması, bunu da Tengricilik, Şamanizm adına yapmaları, ülkece ciddi bir dini kriz geçirdiğimizi gösterir.

Ben sağcı, dindar kesimin gençliğinden bir patlama bekliyorum.

Patlama derken ne Gezi’yi, ne de Kobane olaylarını kast ediyorum.
Gezi de, Kobane ‘de patlama falan değildi. Onlar sibobdan gaz kaçışıydı.
Belki güçlü bir gaz çıkışıydı ama patlama değildi. Bir 1968 baharı, 1848 ihtilalleri, hiç değildi.
(Yazımın görseli, Atilla ile Papa’nın karşılaşmasının temsili resmidir.