Gazeteci Nedim Şener, Hrant Dink cinayetini anlatan kitabına Kırmızı Cuma demiş, ekonomi yazarı Uğur Gürses’te mevcut krize aynı ismi vermiş.
Her ikisinin de bu isme konu olan KIRMIZI sıfatını, Kolombiyalı, Nobel Ödüllü ve İspanyolca’nın Cervantes’ten sonra en önemli yazarı sayılan Gabriel Garcia Marquez’in kısa ve ünlü romanı Kırmızı Pazartesi’nden almıştır.
Bu romanı ben de okudum. Olaylar hem akıcı, hem basittir ve en ilginci hiç sürpriz yoktur.
Romanda yakışıklı bir genç öldürülür, zira ilişkiye girdiği bir genç kız, bakire çıkmadığı için baba evine gönderilir, kız da genç adamın ona tecavüz ettiğini söylemiş, iki abileri de genci öldürmeye karar vermiştir.
Anlaşılan eski dönemlerin Latin Amerika köyleri, Anadolu köylerine benzemektedir.
Kasabada herkes durumu bilmektedir, genç adam sabah sokağa çıktığında öldürülecektir.
Herkes bildiği gibi, herkes de engel olmaya çalışır.
Belediye başkanı (Avrupa ve Avrupa kökenli kültürlerde her yerleşim biriminin yöneticisine belediye başkanı deniliyor, muhtarlık doğu toplumlarına özgü bir kurum) bizzat ikizlerin ellerinden silahlarını alıyor ama ikizler başka bir silah alıyor.
O zamanlar daha telefon icat edilmemiş, kapı ardından mektup atıyorlar vs vs…
Gene de cinayete engel olamıyorlar.
Sonra ölen gencin aşkına odaklanıyor hikâye, oğlan tecavüz etmemiş, ikili aşk yaşamıştır.
Oğlanın evlenmeye niyeti olmadığı bellidir, gerdek gecesi olacaklar da bellidir.
Sonra kız, kız olmadığı için kendisini terk eden kocasına yıllarca mektup yazar, kocası da yıllar sonra mektupları, zarfları açılmadan iade eder.
Bunlar da en başından bellidir.
Kitap, bunlara rağmen heyecan vericidir.
Bu heyecanı veren, herkesin durumu öngörmesi ama tüm çabalarına rağmen engel olamamasıdır.
İşte bu kriz de öyle olmuştur.
Çok kişi, daha şu CIA mensubu rahip Bronson olayından evvel de A.B.D-Türkiye arasında kriz çıkacağını ve bunun ekonomik sonuçları olacağını tahmin ediyordu.
İktidar ortağı olan MHP bile kendisine seçim için verilen hazine yardımını dolara çevirmiş ve dolar 7 lira olunca satmıştı.
Pek çok kişi dolardaki yükseliş, ekonominin kötüleşmesini görmüştü.
Ben de uzun süre bu romandaki gibi kamı oyundaki gelişmeleri izledim.
Oysa yabancı dil bilmeyen, yurt dışına hiç çıkmamış, yüksek lisansı olmayan ve hayatı boyunca yurt dışına çıkmamış bir lise öğretmeniydim.
Oysa tüm o kumpas davalarının yalanlığını, çözüm sürecinin daha beter kavga ile biteceğini biliyordum.
Sonunda en nihayetinde yazmaya karar verdim. En azından bir şeyler yapmaya çalışmış olmalıydım.
Fikirlerimi sadece eşe dosta anlatmamalı, daha fazla insana ulaşmaya çalışmalıydım.
Şimdi de bu Rahip Bronson ile başlayan ekonomik krizin sonrasında neler olacağına dair tahminlerimi yazayım, tıpkı Kırmızı Pazartesi’de olacakların önceden belli olduğu gibi.
En baştan söyleyeyim, nasıl ki 1999 krizi kitapçık krizi değil, kitapçık sadece olayın tetikleyicisi ise, Rahip Bronson denen CIA ajanı da bu olayın tetikleyicisi bile değil, sadece bahanesidir.
Hem siyasi, hem de ekonomik krizinde Bronson saadece bahanedir.
Söz konusu rahip 15 temmuz darbesinden beri, yani 2 seneden uzun süredir hapiste, hem de hücre hapsinde, tek kişilik tecritteydi.
Ev hapsinden sonra ortam bu kadar gerilmemeliydi.
Kaldı ki Bronson’da İlknur Üstün gibi gece yarısı serbest bırakılıp, uçakla memleketine gönderilebilirdi.
Trump’ın da rahibi kurtarmak için daha uygun yollar bulabilirdi. Olay gene bir şekilde Halkbank’a dayanacaktı.
Trump ve A.B.D, böyle yaparak hem Evangelist Hristiyanların oylarına göz kırptı, hem de Türkiye hukuk devleti değil, diktatörün keyfince yönetiliyor imajını dünya kamuoyunun gözüne soktu.
Reza Zarab’ın yargılanması ile de yolsuzluğa battığı, daha önemlisi büyük patron Amerika’yı kazıkladığı imajını dünyaya duyurdu.
Daha sonra yapacaklar için Amerikan ve Dünya kamuoyunu hazırladı.
Erdoğan’da Türk kamuoyunu hazırladı ama aması var bu işin.
Akp, daha doğrusu Türk sağı toptan bir Amerikan düşmanlığına hazır değil.
Gerçekte herkes bir an önce barışmayı bekliyor.
Pek çoğu da unu başkan Trump’a bağlıyor ve o düşünce, her şey düzelecek sanıyor.
Oysa Reza tutuklandığında başkanlık için Trump’ın adı bile geçmiyordu.
Amerika’da politikalar, öyle kolayca politikacılara göre değişmez.
Büyük devlet olmasının sebeplerinden biri de budur.
En başta cumhurbaşkanımızın torunu Ömer Tayyip Erdoğan, Amerikan vatandaşı, Diriliş Ertuğrul’un Ertuğrul’u Engin Altan Düzyatan’ın ve pek çok önemli kişinin oğlu da öyle.
(Şimdi bu Amerikalıların, köleliğin kaldırılışından kalma bir yasa bu. Amerikan devletinin sınırları içinde doğan tüm çocuklar, Amerikan vatandaşı oluyor. Köleler ve kölelerin çocukları vatandaş olabilsin diye yapılmış. Köleliği hatırlattığından iptal edemiyorlar. Manhattan adasında sırf çocuğu Amerikan vatandaşı olmasını isteyenler için bir Türk oteli ve doğumhanesi varmış. Bu yasadan en fazla Çinliler ile Türkler faydalanıyormuş.)
Sağcıların kabullenmediği acı ve net gerçek şudur:
Sadece Fetö değil, diğer tüm tarikatları bu günlere getiren NATO, dolaysı ile Amerika’dır.
Sadece tarikatlar değil, asında Nazi hücum kıtaları S.A’ların (Naziler iktidar olunca SS olmuşlardır) karikatürümsü bir taklidi olan Ülkü ocakları ve onlardan ayrılarak kurulan Nizam-ı Alem ocakları da pek farklı değil.
Türk askerinin başına çuval geçirilirken, Amerika’ya nota vermeyen, ne notası, müzik notası mı diyen AKP mi ABD’ye tepki gösterecek?
AKP’nin ve Sağın kafasındaki fikir şu.
Amerika, Türkiye’nin sol tarafından yönetilmesini kabullenemez, tüm sağda AKP ittifakında buluştuğuna göre mecburen barışacak.
Taşra esnafı gibi, başka esnaf olmadığından hem size kazık atar, hem de kendi varlığını bile bir amme hizmeti gibi gösterir.
Derken o taşra yerine yeni yol yapılır veya bir market zincirinin şubeleri açılır ve o kibirli esnaf kapanır.
Şimdi AKP ve ortaklarının başına gelecek olan da budur.
Çünkü düşmanınla illa barışmalısın ama hainleri asla affetmemelisin.
AKP zannediyor ki, en fazla üç yıllık bir ekonomik kriz olarak, belki de 1999 krizi bini on binlerce küçük işletme batacak.
Oysa A.B.D’nin hedefi Reza Zarab’la beraber İran, Venezüella gibi ülkelerle el atından ticaret yapanlar, ambargoyu delenler.
Dikkat ettiyseniz, Reza Zarab tutuklandıktan sonra İran ve Venezüella ekonomileri büyük bir çöküş yaşadı.
Her şey Zarab’da bitmiyordu, onun gibi birkaç kişi daha tutuklanmadıysa bile işbirliği yaptı ve kendini geri çekti.
Erdoğan, hepimiz aynı gemideyiz sözünün asıl muhatabı halk değil, burjuvazidir.
ABD’nin öfkesi daha çok ambargolarını delen bu zadegân sınıfına karşıdır.
Erdoğan’ın sözleri, eğer bizi satar ve A.B.D’ye itirafçı olursanız, kendinizi kurtaramazsınız uyarısıdır.
Amerika’nın 1999 ekonomik darbesinde 3 yıllık bir ekonomik kriz, Ecevit’i iktidardan düşürebildi.
Çünkü Ecevit’in arkasında medya desteği sıfır, hatta eksilerdeydi.
Televizyon kanalları ekonomi programlarından geçilmiyor, birkaç ayda % 40 ve fazlası devalüasyon gördüğümüz şu günlerde hiç ekonomi programına rastlıyor musunuz?
Ogünlerde tüm medya hükumeti suçluyordu, saldırı diyen yoktu.
Herkes iflas senaryoları konuşuyordu, çıkacağız, kurtulacağız diyen yoktu.
Muhalefetin en büyük eksiği, propaganda silahlarının olmamasıdır.
Türk halkı halen televizyon halkıdır ve televizyonda muhalefet hem yok denecek kadar azdır, olanlar da iktidar yanlısı kitlelere ulaşamamaktadır.
Öte yandan uzun süreli yoksulluk, öyle propaganda ile geçiştirilebilecek bir şey değildir.
Uzun süreli iktidar propagandası ise yorucu bir şeydir, hele de sürekli olarak artan yoksulluk varsa.
Bu süreçte iktidarın elini güçlendiren 2. olgu (1.si propaganda araçlarının iktidar yanlılarının elinde olması) beceriksiz muhalefet.
Sadece seçimlere üç, beş ay önce hareketlenen, seçim gecesi balon gibi sönen, sonra kendi iç kavgasına düşüp, seçmeni küstüren muhalefet partilerinde iş olmaması.
Bu böyle gitmeyecek, iktidara karşı öfke bir şekilde yeni bir muhalefet hareketi geliştirecektir.
AKP-A.B.D ekonomik savaşı uzadıkça daha fazla belirsiz sonuçlara gidecektir.
Savaşlar daima belirsiz sonuçlar içerir.
1. İnönü savaşında Türk ordusu, Yunan ordusunun yarısı kadardı ve bazı subayların anılarına göre Türk ordusunda çok fazla firar vardı (bazı subaylar sabah uyandıklarında emir erlerini bile yerinde bulamamışlar.)
İsmet paşanın Kars kalesinde Ermenilerin sapasağlam ve cephaneleri le terk ettiği bazı büyük topları Kazım Karabekir paşadan istemesi, Yunan askerinin bu topların sesi ile paniklemesi, tarihin seyrini değiştirmiştir.
Savaş uzadıkça bu belirsizlik artar. Napolyon savaşları uzayınca, Almanlar, Prusya önderliğinde birleşmiştir.
1. Dünya savaşının uzaması, Rusya’da, 2. Dünya savaşının uzaması Çin’de ve Doğu Avrupa’da komünizmi iktidara getirdi.
Körfez savaşı ve Saddam’ın devrilmesi uzadıkça, Irak’lı Şiiler, iki de bir kendilerini isyan ettirtip, katledilmelerine seyirci kalan ABD’ye sırtını dönüp, İran ile yakınlaştı.
Uzayacak AKP-A.B.D ekonomik savaşı da pek çok sürpriz ortaya çıkarabilir.
Bence olası ilk sürpriz, o şikâyetçi olduğumuz Suriyeli göçmenlerin büyük çoğunluğunun geri dönmesi olabilir.
Geçenlere medyada az yer bulan iki haber çıktı.
Biri Kilis valiliğinin bayram iznine gidip de geri dönmeyen bazı Suriyelileri geri çağırması.
İkincisi de Esad’ın kapsamlı bir af çıkarması.
Savaş sonrası Suriye’nin yeniden toparlanması için nüfusa ihtiyacı var ve Türkiye’de öyle cennet değil.
Hani haberlerde okuyor-duyuyorsunuz ya, falan hastanede şu kadar kayda geçmemiş çocuk-anne var diye!
İşte o çocuk annelerin tamamına yakını Suriyeli kumalar ve babaların da tamamına yakını kırk yaşından yaşlı ve evli Türk erkekleri.
Pek çok işletme, yok o pahasına çalıştırdığı Suriyeliler ile ayakta. Fuhuşa zorlanan Suriyeli kadınları saymıyorum bile.
Son birkaç yıldır ülkemizi dolduran Afganlıların, ucuz (daha doğrusu bedava) işçilik kaynağı olarak Suriyelilere alternatif olarak getirildiğini düşünüyorum.
Diğer bir beklenilesi sürpriz de yeni cemaat operasyonları ve yeni 17-25 operasyonları olabilir.
Bence hayattan her şeyi, her zaman beklemeliyiz.