Fetö ile AKP, benim için hep aynı şey oldu ve bence de halen aynı şeydir. Bir çeşit aile kavgası olarak görürüm.
Tarih boyunca Türk devletlerinde de, taht kavgaları neredeyse dış savaş ve isyanlar kadar, hatta yer yer onlardan fazla kan dökülmesine sebep olmuştur. Orta Asya Türk devletlerinin gelişimi bellidir. Kurulur, büyür, ikiye bölünür, önce Çin'e yakın olanı, sonra diğeri yıkılır.
Osmanlı'da da Fetret devri, bir taht kavgasıdır ve Osmanlı'nın en kudretli padişahı Kanuni Sultan Süleyman bile, saha sağlığında iken isyan eden oğulları ile uğraşmış; dedesi gibi tahttan indirilme korkusu ile kendi oğlunu öldürtmüştür.
Gene Osmanlı'dan örnek verecek olursak, Osmanlı hep Alevilerden ve Alevi isyanlarından korktu. (Gezide ölen 7 kişinin hepsi de Alevi'ydi. Hatta CHP'nin araştırmasına göre tutuklananların yarısı Alevi, üçte biri de Tunceliliydi.
Oysa Osmanlıyı sarsan büyük isyanlar Sünnilerden geldi. Beş büyük Celali lideri; Karayazıcı, Canbulat, Kalenderoğlu, Köroğlu, Çomar Bölükbaşı ( Meraklısına, Bitlis'de Van Gölü kıyısında Çomar Bölükbaşı'nın türbesi bile vardır.), bunların hepsi Sünniydi.
Yeni Osmanlı heveslisi hükumetimiz de, Gezi'den korkarken, asıl depremini kendi ortağından yedi.
Aslında sol için Fetö-Reis ayrılığı bekleniyordu, sadece zamanını bilemiyordu. Nihat Genç daha 2010 yılının başlarında yazmıştı. 2010 referandumu sonrası pek çok grup AKP'nin karşısına geçmişti.
İleride AKP dönemi tarihi yazıldığında muhtemelen 2002-2010 dönemine ayrıca bir yer verilecektir. Ben bu döneme şimdiden REKLAMLAR dönemi demeye karar verdim.
Bu dönemde enflasyon, dolar, ero düşüktü; ciddi bir ekonomik kalkınma vardı. Memur atamaları ve yükselmelerde yazılı sınavlar esas alınıyordu. Durum en azından doksanlardan iyiydi.
Bu reklamların amacı, BDDK (Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu) aracılığı ile yandaş medya yaratmak, bu medyanın merkez medya denen medyayı ele geçirmesini sağlamak, Fetö başta olmak üzere tarikatları devleti ele geçirmesini gizlemek, özelleştirmeler başta olmak üzere ileride ekonominin çöküşüne sebep olacak icraatları şirin göstermek vb işlerdi.
Bir de devleti ele geçirmek için hukuk kurallarını aradan çıkarmak için gerekli 2010 referandumuna YETMEZ AMA EVET dedirtmek için.
Bu günün pek çok muhalifi, 2010 yılının yetmez ama evetinin yılmaz savaşçısıydı. Hatta bu sloganı bulan şahıs bile (gooogle'dan arayın, adını anasım yok) bu gün Almanya'da sürgünde. Referandum sonuçları açıklanır açıklanmaz tatlı su, liberal solcuları AKP'ye muhalif kesildi.
AKP'de her ne kadar henüz AÇILIMLAR devam ediyor da olsa, 2010'dan sonra dincilik, gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. İçki yasağı, imam hatiplerin çoğalması falan.
Ben Gezi'yi atlayıp, 17-25'e döneceğim. Maksat konu uzamasın. 17-25'i anlatırken de bol bol Gezi'ye atıf yapacağım.
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında bir kaç şey ortaya çıktı. İlki o zamanlar genelde cemaat denen Fetö'nün bağlarının çok da sıkı olmadığı ortaya çıktı. Çünkü ilk ciddi savaşta dağıldılar. 12 Eylül ve 28 Şubatta bile iktidarla çalışmamışlardı. 28 şubatta yüce şeyhlerinin bir emri ile o kutsal türbanlarını bile çıkarmışlardı.
Kadrolaşmalarının hızını ne 12 eylül, ne de 28 şubat kesmişti. Çünkü her zaman açıktan çatışmak yerine, saman altından su yürütmeyi, iki yüzlüce kumpaslar kurmayı tercih ettiler. 17-25'de de kumpas yapmaya kalktılar ama rakipleri dişliydi ve onları çok iyi tanıyordu.
Hiç kimse ban 17 aralık 2003'de başbakan Erdoğan'ın ameliyatının tesadüfen ertelendiğine falan inandıramaz. Her iki tarafta savaşa uzun zamandan beri hazırlıklıydı.
Fetö'yü ilk terk edenler esnaf oldu. Esnafın ne kadar zayıf ve güvenilmez kitle olduğunu o zaman gördüm. 25 aralıktan sonra bir hafta kadar bir bekleme oldu, ardından da esnaf, özellikle küçük olanlar, örgütlerini hızla terk etti.
Daha ilk haftalarda, ocak ayı gelmeden Bankasya'nın pek çok şubesindeki mevduat sıfıra yaklaşmıştı bile. Diğer tarikatlar ise (17 aralık öncesi de AKP ile arası pek iyi olmayan Alparslan Kuytul ve tarikatı Furkan vakfı hariç), daha aralık ayı bitmeden Fetö'yü terk etti. Bu yüzden 15 temmuzdan sonra Fetöcü olmada aranan ilk kriterlerden biri, Bankasya'da bir hesabın olması, 17-25'den sonra hesap açman ve para yatırmanız oldu.
Her gün aldıkları Zaman gazetelerini (bazı esnaf 3-5 gazeteye birden abone olurdu) gözümüze sokan esnaf, Zaman dağıtıcılarını kovar oldu.
Ardından da memurlar örgütü terk etti. Örgütün sendikalarından bir kaçış yaşandı. Ardında da AKP tarafından büyük bir temizlik başladı. Görevden alınanların yanı sıra, yerleri değiştirilenler, sürülenler falan da çok oldu.
15 Temmuz geldiğinde, en azından çalışanı olduğum milli eğitim bakanlığı için söyleyeyim, kilit noktalarda Fetöcü kalmamıştı. İmam ya da bölge imamı denen önemli yöneticileri haricinde de açıktan açığa destekleyenleri kalmamıştı.
Sadece örgütün okul ve dershaneleri ayaktaydı. Zaten özel eğitim sektörünün dörtte biri, onların elindeydi ve özellikle taşrada onlar haricinde özel okul ve dershane yok gibiydi.
17-25 pek çok şeyi ortaya çıkardı. Önce AKP'nin yolsuzlukları ortaya çıktı, sonra cemaatin yolsuzlukları. Ardından da bazı yalanlar ortaya çıktı. Anlı şanlı Ergenekon davaları kumpasmış. Gezi'de camide bira içilmemiş. O kırk elli deri kıyafetli adamın, türbanlı kafasına işemesi de yalanmış. Sınav sorularının cemaat abilerince dağıtılması da gerçekmiş. Camide içki yalanmıl ki halen videonun gösterileceği cuma günün bekliyoruz.
Bu süreçte Joseph Goebbels'in meşhur propaganda kuralları işledi. Yalan söyle, yalanının arkasında dur, yalanın açığa çıkarsa daha büyük yalan söyle ve yalanını sürekli tekrarlayıp, sürekli yalan söyle.
Naziler bu ilkeyi, bizzat kendi söylediklerine göre, din adamlarından almış. Din de aynı yalanları yüksek sesle, sık sık ve binlerce yıldır yılmadan tekrarlamakta.
Tarihte Nemrut adında bir kral yoktur. Herhangi bir Sümer-Babil kralının birilerini ateşe attığına dair bir belge de yoktur. Meşhur Tutankamon'un babası Amontep'in tek tanrılı dini de ne İslam'a, ne de Hristiyanlığa, ne de Yahudiliğe benzer. mısır tanrısı Amon Ra'nın tek tanrı olmasından ibarettir, O da İbrahimi dinlerin tek tanrısına benzemez. Amontep'in de Yusuf ve kardeşlerini misafir ettiğine dair belge yoktur.
Buna rağmen bunlar dinin kutsallarıdır ve dokunamaz ve eleştiremezsiniz.
17 Aralıktan sonra Fetöcüler, Ergenekon ve kumpas konusunda yalanlarının arkasında oldu; iktidar partisi üstüne işene Kabataşlı bacı ve camide içki içildiği yalanlarının. Bir yüz yıl sonra, bunlar da, onların kutsalı olacak. Eleştirenlere kızılacak.
Beni asıl sarsan, Fetö'nün ani ve aşırı dağılması oldu. Hatta diğer tarikatlar da, büyük abileri Fetö'yü hızla terk ettikleri halde, halkın onlardan da uzaklaşması daha ilginçti.
Bunu ilginç bir şekilde kermeslerinde gördüm. Fetö dahil tüm tarikatlar o zamanlar bol bol kermes yaparlardı. 17-25'den sonra bu kermeslere katılım büyük ölçüde düştü.
Ben bu kermeslerin yiyecek müdavimiydim. Vergi mükellefi görünmeyen, fiş ya da fatura kesemeyen kermesler, yiyecek ve giyecekleri çok ucuza satıyordu.
17-25'den sonra Fetö zaten kermes yapamaz oldu. Süleymancılar, Adıymanlılar (Menzilciler, İsmail Ağa vs) 'nın da kermesleri boşaldı. 15 Temmuz'dan sonra da yapılmaz oldu. Çünkü uğrayan, alış veriş yapan kalmamıştı.
Fetö dahil tarikatlar, benim gözümde çaya batırılmış un kurabiyesi gibi dağıldı. Diğer tarikatlar, devlet desteği ile ayakta, destek kesilsin, şeyhlerinin çocuklarına bile acımaz müritleri. 12 Eylül öncesi o ne üdüğü belirisiz sol örgütler bile, 12 Eylül sultasına bile, daha iyi dayandı.
O zaman da ben, dinin toplum için birleştirici etkisini sorguladım. Sonradan Libya iç savaşı çıkınca da bunu daha iyi anladım. Çünkü Libya, tamamı Sünni (ve Maliki) Araptı. Gene de halen bitmeyen bir iç savaşın içindeler.
Tarikatlar da, aslında çıkarları için bir araya gelmiş kişilerin birlikteliğiydi.
Mesela Yarbay Ali Alkan'ın (hani şehit kardeşinin cenazesinde çözüm saçmalığına isyan etmişti, 15 Temmuzdan sonra görevden alınmasına sebep, tedavi için seçtiği özel hastanenin Fetö sermayeli olmasıymış.
İlginçti ben bu hastanede kan, daha doğrusu beyaz kan (oysa sarı renklidir)-afarez de denen trombosit vermiştim. Burası Ankara'da lösemi (kan kanseri) tedavisi yapan bir kaç özel hastaneden biridir.
Trombosit uzun süre depolanamayan ve her an taze bulunması gereken bir şey, bu yüzden Ankara'da tanıdıklarınız olmalı (ya da tedaviyi hangi şehirde yapıyorsanız) .
Neyse, lafı uzattım. Buranın şu günlerde kapanan afarez emrkezine, sosyal medyanın kan çağrı grupları sebebi ile çok gördüm. Dolayısı ile girip, çıkarken de çoğu yerini gördüm.
Burası şimdilerde başka bir tarikatın kontrolünde. Bu kadar şeyi niye mi anlattım?
Bu hastane dahil, özel hastanelerin çoğu tarikatlara ait. Ne olmuş yani diyeceksiniz. Ben de büyük harflerle yazayım. ÇOĞUNDA HİÇ BİR TÜRBANLI HEMŞİRE YA DA DOKTOR YOK.
Devlet hastanelerini türbanlılarla dolduranlar, kendi özel hastanelerinde türbanlı çalıştırmıyorlar. Aynısı dershaneleri ve özel okulları için de geçerli. Pek çoğu tarikatlara ait olmasına rağmen reklamlarına Atatürk resmi koyuyor, türbanlı öğretmen çalıştırmıyor, din derslerini azaltıyor.
İzmirli bir arkadaşın dediğine göre şehirde garson kızların mini etekli üniforma giydiği tez yemek zinciri (tantunici) de böylesi bir tarikata aitmiş.
İnanırım zira sağcılığın sancak gazetesini çıkaran Kemal Ilıcak (ve karısı Nazlı Ilıcak ile oğlu Kemal Ilıcak), aynı zamanda günlük porno gazetesi Bulvar'ı da çıkarıyordu.
Bu yazı uzar gider, ben kendimdeki metafizik duyguların zayıfladığını ilk defa bu dönemde hissettim.
Metafizik duygularıma asıl darbeyi 15 Temmuz vurdu.
Gene Osmanlı'dan örnek verecek olursak, Osmanlı hep Alevilerden ve Alevi isyanlarından korktu. (Gezide ölen 7 kişinin hepsi de Alevi'ydi. Hatta CHP'nin araştırmasına göre tutuklananların yarısı Alevi, üçte biri de Tunceliliydi.
Oysa Osmanlıyı sarsan büyük isyanlar Sünnilerden geldi. Beş büyük Celali lideri; Karayazıcı, Canbulat, Kalenderoğlu, Köroğlu, Çomar Bölükbaşı ( Meraklısına, Bitlis'de Van Gölü kıyısında Çomar Bölükbaşı'nın türbesi bile vardır.), bunların hepsi Sünniydi.
Yeni Osmanlı heveslisi hükumetimiz de, Gezi'den korkarken, asıl depremini kendi ortağından yedi.
Aslında sol için Fetö-Reis ayrılığı bekleniyordu, sadece zamanını bilemiyordu. Nihat Genç daha 2010 yılının başlarında yazmıştı. 2010 referandumu sonrası pek çok grup AKP'nin karşısına geçmişti.
İleride AKP dönemi tarihi yazıldığında muhtemelen 2002-2010 dönemine ayrıca bir yer verilecektir. Ben bu döneme şimdiden REKLAMLAR dönemi demeye karar verdim.
Bu dönemde enflasyon, dolar, ero düşüktü; ciddi bir ekonomik kalkınma vardı. Memur atamaları ve yükselmelerde yazılı sınavlar esas alınıyordu. Durum en azından doksanlardan iyiydi.
Bu reklamların amacı, BDDK (Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu) aracılığı ile yandaş medya yaratmak, bu medyanın merkez medya denen medyayı ele geçirmesini sağlamak, Fetö başta olmak üzere tarikatları devleti ele geçirmesini gizlemek, özelleştirmeler başta olmak üzere ileride ekonominin çöküşüne sebep olacak icraatları şirin göstermek vb işlerdi.
Bir de devleti ele geçirmek için hukuk kurallarını aradan çıkarmak için gerekli 2010 referandumuna YETMEZ AMA EVET dedirtmek için.
Bu günün pek çok muhalifi, 2010 yılının yetmez ama evetinin yılmaz savaşçısıydı. Hatta bu sloganı bulan şahıs bile (gooogle'dan arayın, adını anasım yok) bu gün Almanya'da sürgünde. Referandum sonuçları açıklanır açıklanmaz tatlı su, liberal solcuları AKP'ye muhalif kesildi.
AKP'de her ne kadar henüz AÇILIMLAR devam ediyor da olsa, 2010'dan sonra dincilik, gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. İçki yasağı, imam hatiplerin çoğalması falan.
Ben Gezi'yi atlayıp, 17-25'e döneceğim. Maksat konu uzamasın. 17-25'i anlatırken de bol bol Gezi'ye atıf yapacağım.
17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında bir kaç şey ortaya çıktı. İlki o zamanlar genelde cemaat denen Fetö'nün bağlarının çok da sıkı olmadığı ortaya çıktı. Çünkü ilk ciddi savaşta dağıldılar. 12 Eylül ve 28 Şubatta bile iktidarla çalışmamışlardı. 28 şubatta yüce şeyhlerinin bir emri ile o kutsal türbanlarını bile çıkarmışlardı.
Kadrolaşmalarının hızını ne 12 eylül, ne de 28 şubat kesmişti. Çünkü her zaman açıktan çatışmak yerine, saman altından su yürütmeyi, iki yüzlüce kumpaslar kurmayı tercih ettiler. 17-25'de de kumpas yapmaya kalktılar ama rakipleri dişliydi ve onları çok iyi tanıyordu.
Hiç kimse ban 17 aralık 2003'de başbakan Erdoğan'ın ameliyatının tesadüfen ertelendiğine falan inandıramaz. Her iki tarafta savaşa uzun zamandan beri hazırlıklıydı.
Fetö'yü ilk terk edenler esnaf oldu. Esnafın ne kadar zayıf ve güvenilmez kitle olduğunu o zaman gördüm. 25 aralıktan sonra bir hafta kadar bir bekleme oldu, ardından da esnaf, özellikle küçük olanlar, örgütlerini hızla terk etti.
Daha ilk haftalarda, ocak ayı gelmeden Bankasya'nın pek çok şubesindeki mevduat sıfıra yaklaşmıştı bile. Diğer tarikatlar ise (17 aralık öncesi de AKP ile arası pek iyi olmayan Alparslan Kuytul ve tarikatı Furkan vakfı hariç), daha aralık ayı bitmeden Fetö'yü terk etti. Bu yüzden 15 temmuzdan sonra Fetöcü olmada aranan ilk kriterlerden biri, Bankasya'da bir hesabın olması, 17-25'den sonra hesap açman ve para yatırmanız oldu.
Her gün aldıkları Zaman gazetelerini (bazı esnaf 3-5 gazeteye birden abone olurdu) gözümüze sokan esnaf, Zaman dağıtıcılarını kovar oldu.
Ardından da memurlar örgütü terk etti. Örgütün sendikalarından bir kaçış yaşandı. Ardında da AKP tarafından büyük bir temizlik başladı. Görevden alınanların yanı sıra, yerleri değiştirilenler, sürülenler falan da çok oldu.
15 Temmuz geldiğinde, en azından çalışanı olduğum milli eğitim bakanlığı için söyleyeyim, kilit noktalarda Fetöcü kalmamıştı. İmam ya da bölge imamı denen önemli yöneticileri haricinde de açıktan açığa destekleyenleri kalmamıştı.
Sadece örgütün okul ve dershaneleri ayaktaydı. Zaten özel eğitim sektörünün dörtte biri, onların elindeydi ve özellikle taşrada onlar haricinde özel okul ve dershane yok gibiydi.
17-25 pek çok şeyi ortaya çıkardı. Önce AKP'nin yolsuzlukları ortaya çıktı, sonra cemaatin yolsuzlukları. Ardından da bazı yalanlar ortaya çıktı. Anlı şanlı Ergenekon davaları kumpasmış. Gezi'de camide bira içilmemiş. O kırk elli deri kıyafetli adamın, türbanlı kafasına işemesi de yalanmış. Sınav sorularının cemaat abilerince dağıtılması da gerçekmiş. Camide içki yalanmıl ki halen videonun gösterileceği cuma günün bekliyoruz.
Bu süreçte Joseph Goebbels'in meşhur propaganda kuralları işledi. Yalan söyle, yalanının arkasında dur, yalanın açığa çıkarsa daha büyük yalan söyle ve yalanını sürekli tekrarlayıp, sürekli yalan söyle.
Naziler bu ilkeyi, bizzat kendi söylediklerine göre, din adamlarından almış. Din de aynı yalanları yüksek sesle, sık sık ve binlerce yıldır yılmadan tekrarlamakta.
Tarihte Nemrut adında bir kral yoktur. Herhangi bir Sümer-Babil kralının birilerini ateşe attığına dair bir belge de yoktur. Meşhur Tutankamon'un babası Amontep'in tek tanrılı dini de ne İslam'a, ne de Hristiyanlığa, ne de Yahudiliğe benzer. mısır tanrısı Amon Ra'nın tek tanrı olmasından ibarettir, O da İbrahimi dinlerin tek tanrısına benzemez. Amontep'in de Yusuf ve kardeşlerini misafir ettiğine dair belge yoktur.
Buna rağmen bunlar dinin kutsallarıdır ve dokunamaz ve eleştiremezsiniz.
17 Aralıktan sonra Fetöcüler, Ergenekon ve kumpas konusunda yalanlarının arkasında oldu; iktidar partisi üstüne işene Kabataşlı bacı ve camide içki içildiği yalanlarının. Bir yüz yıl sonra, bunlar da, onların kutsalı olacak. Eleştirenlere kızılacak.
Beni asıl sarsan, Fetö'nün ani ve aşırı dağılması oldu. Hatta diğer tarikatlar da, büyük abileri Fetö'yü hızla terk ettikleri halde, halkın onlardan da uzaklaşması daha ilginçti.
Bunu ilginç bir şekilde kermeslerinde gördüm. Fetö dahil tüm tarikatlar o zamanlar bol bol kermes yaparlardı. 17-25'den sonra bu kermeslere katılım büyük ölçüde düştü.
Ben bu kermeslerin yiyecek müdavimiydim. Vergi mükellefi görünmeyen, fiş ya da fatura kesemeyen kermesler, yiyecek ve giyecekleri çok ucuza satıyordu.
17-25'den sonra Fetö zaten kermes yapamaz oldu. Süleymancılar, Adıymanlılar (Menzilciler, İsmail Ağa vs) 'nın da kermesleri boşaldı. 15 Temmuz'dan sonra da yapılmaz oldu. Çünkü uğrayan, alış veriş yapan kalmamıştı.
Fetö dahil tarikatlar, benim gözümde çaya batırılmış un kurabiyesi gibi dağıldı. Diğer tarikatlar, devlet desteği ile ayakta, destek kesilsin, şeyhlerinin çocuklarına bile acımaz müritleri. 12 Eylül öncesi o ne üdüğü belirisiz sol örgütler bile, 12 Eylül sultasına bile, daha iyi dayandı.
O zaman da ben, dinin toplum için birleştirici etkisini sorguladım. Sonradan Libya iç savaşı çıkınca da bunu daha iyi anladım. Çünkü Libya, tamamı Sünni (ve Maliki) Araptı. Gene de halen bitmeyen bir iç savaşın içindeler.
Tarikatlar da, aslında çıkarları için bir araya gelmiş kişilerin birlikteliğiydi.
Mesela Yarbay Ali Alkan'ın (hani şehit kardeşinin cenazesinde çözüm saçmalığına isyan etmişti, 15 Temmuzdan sonra görevden alınmasına sebep, tedavi için seçtiği özel hastanenin Fetö sermayeli olmasıymış.
İlginçti ben bu hastanede kan, daha doğrusu beyaz kan (oysa sarı renklidir)-afarez de denen trombosit vermiştim. Burası Ankara'da lösemi (kan kanseri) tedavisi yapan bir kaç özel hastaneden biridir.
Trombosit uzun süre depolanamayan ve her an taze bulunması gereken bir şey, bu yüzden Ankara'da tanıdıklarınız olmalı (ya da tedaviyi hangi şehirde yapıyorsanız) .
Neyse, lafı uzattım. Buranın şu günlerde kapanan afarez emrkezine, sosyal medyanın kan çağrı grupları sebebi ile çok gördüm. Dolayısı ile girip, çıkarken de çoğu yerini gördüm.
Burası şimdilerde başka bir tarikatın kontrolünde. Bu kadar şeyi niye mi anlattım?
Bu hastane dahil, özel hastanelerin çoğu tarikatlara ait. Ne olmuş yani diyeceksiniz. Ben de büyük harflerle yazayım. ÇOĞUNDA HİÇ BİR TÜRBANLI HEMŞİRE YA DA DOKTOR YOK.
Devlet hastanelerini türbanlılarla dolduranlar, kendi özel hastanelerinde türbanlı çalıştırmıyorlar. Aynısı dershaneleri ve özel okulları için de geçerli. Pek çoğu tarikatlara ait olmasına rağmen reklamlarına Atatürk resmi koyuyor, türbanlı öğretmen çalıştırmıyor, din derslerini azaltıyor.
İzmirli bir arkadaşın dediğine göre şehirde garson kızların mini etekli üniforma giydiği tez yemek zinciri (tantunici) de böylesi bir tarikata aitmiş.
İnanırım zira sağcılığın sancak gazetesini çıkaran Kemal Ilıcak (ve karısı Nazlı Ilıcak ile oğlu Kemal Ilıcak), aynı zamanda günlük porno gazetesi Bulvar'ı da çıkarıyordu.
Bu yazı uzar gider, ben kendimdeki metafizik duyguların zayıfladığını ilk defa bu dönemde hissettim.
Metafizik duygularıma asıl darbeyi 15 Temmuz vurdu.