Ne zamandır iktisatçıların dilinde bazı garip kelimeler türedi. Orta gelir tuzağı ve zehirli büyüme gibi. Büyüme, kapitalist iktisatçıların kutsal kelimesidir. Ülkenin ekonomik büyümesi, onlara göre her şeydir. Bunun pek çok sebebi söyleniyor. Büyüme, makto iktisadın kutsal kelimesi. Özellikle neoliberal iktisatçılara göre ülkede ne olursa olsun, büyüme olsun fikrindedirler. Ülkedeki toplam ekonomik varlık, Amerikan doları cinsinden artıyorsa, ülkede ekonomi iyi yöndedir. Doğa katledilmiş, açlık, sefillik artmış, ülke mafyanın eline geçmiş, fuhuş artmış, uyuşturucu tüketimi artmış, çok da önemli değildir. Ekonomik büyüme, bir süre sonra bunların da düzelmesini sağlayacaktır. Liberallerin taa Adam Simith'den kalma, piyasanın gizli eli vardır, uzun vadede her şeyi düzeltecek olan. John Maynar Keynes'de, uznu vadede hepimiz öleceğiz, demiştir. Bu sihirli el, ekonomiyi ne zamandengeye getirecek, ne kadar zaman bu denge devam edecek belirsizdir. Bu açıdan iktisatçılar, din adamlarına benzerler. Din adamları insanlara ölümden sonra cennet,n yanında, bir kıyamet günü ve kıyamet günü öncesinde (İncil'e göre bin yıl sürecek) bir altın çağ vaat ederler. Bu vaat, Sosyalist iktisatçıların, devrimle oluşacak ebedi Komünal düzeni kadar ütopiktir. Kapitalistlerin ütopyasında yaşayan örnekler var gibidir. Almanya, Japonya, A.B.D ve bilumum gelişmiş, kapitalist ülkeler buna örnektir.
Oysa İngiltere bile hiç bir zaman tüm gümrük kapıları apaçık ülke olmadı. Hatta meihur liberal iktisatçı Adam Simith, İskoçya gümrük bakanı olunca, İngiltere'den gelen kumaşların gümrüğünü yükseltmişti. Lise ders kitaplarından hatırlarsanız, sömürge elde etmenin bir amacı da pazar alanları elde tmekti. Çünkü dünyayı paulaşan devletler, sömürgelerini de yüksek gümrüklerle koruyordu. Bu nayileşmiş ülkeler, bugün beyaz yaka dediğimiz okumuş insanlar için ucuz işçilik ülkesi olmadı. Japonya her zaman ormanlık bir ülke oldu ve temel kaynaklarını korudu. Almanya, sanayileşmeye, sosyal devleti kurarak başladı. Japonya ise çok az dönemucuz işçilik ülkesi oldu. 2.Dünya savaşından sonrasındaki dönemde, ne Japonya, ne de Almanya, ne de herhangi bir Avrupa ülkesi ucuz işçilik ülkesi oldu. Hatta Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerden, kırmızı dipli mumla işçi aradılar. Bu yüksek işçi ücretleri döneminde süratle sanayileştiler. Aldıkları onca göçe rağmen işçilik ücretleri bir türlü düşmedi çünkü işçi sınıfı bilinçli ve örgütlüydü. Üzerine onca teşvike rağmen Avrupa'nın artmayan nüfusu eklendi.
Buraya bir parantez açayım. Avrupa ve Kuzey Avrupa nüfusunun azalmasını engelleyen ADIS hastalığı oldu, ilginç bir şekilde. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/aids-hastaliginin-yayilmasinin.html) (Bir parantez açayım, Türkiye'nin ilk AIDS hastası dite tanıtılan Murti (Murtaza Engin), ne AIDS hastasıydı, ne de homoseksüeldi) Çünkü AIDS hastalığı ile beraber, serbest cinsellik yaşamak tehlileki olduğundan, evlilikler arttı.
Sanayileşemeyen ülkelerde, özellikle ikinci dünya savaşından sonra, sanayileşmeye hız verdiler, ellerindeki sermayeleri, doğal varlıkları ve ucuz emekleriydi. Bunları kullanarak vargüçleriyle sanayileşme çabasına girdiler. Pek çok ülke, özellikle seksenlerden sonra, ucuz emekleri ile ağır sanayi yatırımlarını kendilerine çekmeye başladı. Bu ülkelere sanayi yatırımı çeken sadece ucuz işçilik değildi. Doğayı harab eden bir tarım ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/vahsi-sulama-sorunumuz.html ), ve yine doğayı harab eden bir madencilik ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/maden-mi-copluk-mu.html ), üzerine rantçı bir inşaat ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/insaatcilik-ve-insancilik.html ) ve daha bir sürü fahiş kazanç fırsatı, gelişmiş sanayi şirketlerinin dev firmalarını, bu gelişmekte olan ülkelere çekti. Bu kalkınamayan ülkeler, bir süre durumdan memnun kaldı. Halk, her ne kadar halen yoksul, üstelik daha da yoksıl kalmış, geleneksel toplumsal yapıları dağılmış olsa da, ekonpmi büyüdüğü için devlet adamları ve burjuvalar durumdan memnundu. İlk darbe doksanlarda geldi. Türkiye 1995'de 5 Nisan kararları ile şok yaşadı. Olsun, gene de büyüme sürüyordu. 1998 büyük Asya krizinde de büyüme sürdü. Derken 2020'lere doğru krizlerin üzerine büyüme de durdu. Annemin böyle durumlar için kullandığı bir söz vardır:
Mühim olan aşkımız, o da bitti şaşkınız. Uzun zamandır, gelişmekte olan ülkelerde büyüme ya durdu ya da çok az. Zehirli büyüme diye teoriler üretiliyor ama hiç bir iltisatçı büyümenin neden durduğunu bulamıyor. Çünkü iktisat ya da ekomonımi bir bilim olsa da, iktisatçılar genelde bir bilim adamı gibi davranmaz. Çünkü objektif bilgi değil, büyük burjuvaların para kazanması için gerekli bilgiyi üretir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/12/kucuk-burjuva-yatirimcilar-icin-gerekli.html ). Ekonomiyi diplomasi ve ufak oyunlarla kurtama çabalarının da sonuna gelinir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/slumflasyon-ve-eysan-diplomasisinin-sonu.html) Bu anlı şanlı bilim adamları, bir türlü sorunu bulamaz. Sosyalist iktisatçılar da bunu bulamaz çünkü onların derdi kapitalizmin çöküp, devrimin gelmesidir. Onlarda iktidat sorunlarına, çözülemez olarak bakarlar.
İktisadi büyümede duraklamada köken sebep, düşük ücretler ve kötü patronajdır. Bunu daha önce defalarca yazdım:
https://onbinkitap.blogspot.com/2018/10/beyin-gocu-ve-guven-vermeyen-isverenler.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/neden-eleman-bulamiyorsunuz-eleman.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/hg-sonra-yaymlanacak-dikkat.html
Türkiye'de kötü patronaj sadece özel sektörde yoktur. Devlette ucuza adam çalıştırma derdinde. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/04/ucretli-ogretmenli-sorunumuz.html) Oysa ucuz işçilik, kötü işçiliktir. Hem iyi işçilerin kaçmasına, hem de mevcut işçilerin de kötü çalışmasına sebep olur. Ülkemiz son bir yılda yirmi tıp fakültesi mezunundan daha fazla doktoru yurt dışına ihraç etti. Analar yeniden doğurur diyorsunuz ama dünya gizli bir nüfus azalması içinde. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/nufus-istatisliginincocuk-kaydiragi.html ) Şu an dünya nüfusunun üçte biri doğum oranlarının nüfusu karşılayamadığı ülkelerde yaşıyor. Bu nüfus azalması sadece Avrupa ülkelerine ait bir sorun değil. Küba, Rusya, Tayvan, Kuzey ve Güney Kore'de aynı sorundan muzdarip. Yani teknoloji ne kadar gelişiyor ya da gelişecek olursa olsun, insan emeği, hele de iyi eğitimli insan emeği giderek yükselen bir değer olacak. Beyin göçüne talebin tek nedeni gelişmiş ülkelerin düşük doğum oranları değil. Refah toplumlarında büyüyen çocuklar, o zor derslere katlanmaktansa iş hayatına atılmayı tercih ediyor. Çünkü kol işçisi ya da alt derece teknisyen olsalar da refah seviyeleri düşmeyecek. Bu gelişmiş ülkelerde her ders zor, hele de yüksek öğrenimde. Bizdeki gibi herkes beden eğitiminden, resimden, müzikten otoomatiken yüz almıyor ya da fen lisesinde tarih-coğrafya gibi derslerde bol not verilmiyor. Ülkelerde üniversite eğitiminin cazibesini arttırmak için festivaller, Erasmus projeleri gibi özendirici şeylerle üniversiteli sayısını artırmaya çalışıyor. Kendi eğitim kalitesini bozmamak adına, eğitim programlarının ders yükünü de hafifletemiyor. Bu da gelişmiş ülkeleri, beyin göçüne muhtaç ediyor. Türkiye gibi ülkeler de en büyük kaynak durumunda. Firmalar da, birden bire işi bırakan, bazen bırakın tazminatı, son maaşını bile almadan başka işe gidebiliyor.
Lafı sonuca getiriyorum. Sanayileşme ve kalkınmaının ana itici gübü sörülen doğa (özellikle kendi ülkenin doğası) ve ucuz işçiliği değildir. Sanayileşecek ülkelere bilgi birikimli ve hevesli insanlar gereklidir. Yenilenebilir enerji ve kaynaklar gereklidir. Doğayı sonuna kadar tüketmek (o bambaşka bir yazı konusudur) ve ucuz işçilikle kalkınmanın sonucu orta gelir tuzağı ya da zehirli büyüme ilişkisidir. Defvletler ve işletmeler, projelendirmelerini memnun ve iyi ücret alan elemanlara göre yapmalıdıri