PROPAGANDA DEVRİ-
ZAFER TWEETİN UCINDADIR
Zafer namlunun ucundadır. Hem İsmet İnönü, hem de Mao’ya atfedilen bu
kelime, bu gün bu şekilde okunabilir. Buna tweet demeyelim de mesaj, ileti
diyelim. Onur Öymen, Bir Propaganda Silahı Olarak Basın adlı kitabında, savaş
bitince, propagandanın esas güç olduğunu, savaştaki çatışmalarını yerini
aldığını yazar. Savaş sürerken,
propaganda ne derse desin, silahların dediği olur. Propaganda yardımcı güçtür.
Bu da propagandanın sıcak çatışmadaki
gücünü küçümsememize sebep olmamalıdır. Atatürk’te İstanbul’daki pek çok
gazetecinin (mesela Falih Rıfkı Atay’ın) Anadolu’ya geçişini yasaklamıştı.
Anadolu Ajansının, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir gün önce kurulmuştur.
Napolyon, eğer gazeteleri kontrol edemezsem, altı aydan fazla iktidardan
kalamam demiştir. NAZİ devletinin propaganda için bakanlığı vardı. İlk çağ
filozoflarından Protogoras, Georgias ve Hippias gibi sofistlerin esas para
kaynağı, hitabet dersleriydi. Cengiz han, ordularının önünden, halkı Moğollara
karşı korkutucu propaganda yapan casuslarını yolluyordu. Senegal yerlileri ile
ilgili bir kitap okumuştum kabile şefleri savaştan sonra yenilenleri kılıçtan
geçse de üç sınıfa dokunmuyordu. Din adamlarına, demirci (silah) ustalarına ve
ozanlarına. Çünkü bir ozan öldürüldüğünde diğer tüm ozanlar, o şef aleyhine
destanlar yazıyordu. Sözün özü, propaganda her çağda önemliydi. Kitle
iletişimin yaygınlaştığı çağımızda ise daha da önemli oldu.
Ekim devriminden sonra Lenin, komünist
ihtilallerin önce tüm Avrupa’yı, sonra tüm dünyayı saracağından emindi. Hatta
Polonya savaşı sonrası toprak kaybı için, zamana karşı toprak veriyorum
demişti. Ona göre nasıl olsa ardı ardına ihtilaller patlayacak ve Polonya dâhil
tüm Avrupa, Sovyetlere dâhil olacaktı. Ama olmadı, Lenin 1924’de İngilizlerle
ticaret antlaşması yaptı. Antlaşmaya göre İngiliz sömürgelerinde Sosyalizm ve
Komünizm propagandası yapmayacaktı. İlk işte Hindistanlı komünistleri ihbar etmek
oldu. Ben şahsen komünist devrimlerin yayılmama sebebi olarak radyoyu ve caz
müziği görürüm. Lenin ve yoldaşları devrimi, Almanlardan aldıkları para ile
kurdukları matbaa sayesinde propaganda yapmışlardı. Rus iç savaşı sürer,
kızıllarla beyazlar savaşırken, dünyada radyo yaygınlaştı. Diğer ülkelerdeki
komünistler, radyodan mahrumdular. Gene o yıllarda, yıllarca sürecek caz müzik
modası başladı. Komünistler ise halen marş söylüyor.
Marksist felsefecilerden Althause,
devletin idolojik aygıtları adlı eserinde, milli bayram ve törenlerin, sinema
filmleri ve şarkıların bile özünde propaganda amacı olduğunu söyler. Sadece
derslerin içerikleri değil, okulun, hatta tüm şehrin mimarisi bile bu
propagandanın bir parçasıdır. Kapitalizmin zaferini bu propagandaya bağlar.
Günümüzde ise sıradan bir birey en az üç bin kadar reklam ve benzeri mesaja
maruz kalıyor.
Şu anki AKP iktidarının da gücü,
propaganda gücüne dayanıyor. Bu
propaganda gücü de televizyona dayanıyor.
Türk insanı, Amerika’dan sonra en fazla televizyon izleyen halkı. Amerika ve diğer pek çok ülkeden farkı, ülkemizde hemen her sınıftan insanın
televizyon izliyor olması. Bunu da özellikle 12 eylül öncesi dönemde, gerek
sıkıyönetimler, gerek sokak çatışmaları yüzünden akşam bir yere gitme
alışkanlığının gelişmemesi, iş çıkışında insanların doğrudan evine gitmesi,
kadınların çoğunun ev kadını olması ve genelde evden çıkmaması olarak
görülebilir. Sebep ne olursa olsun, ülkemizde popüler kültürün merkezi
televizyon, özellikle de televizyon dizileridir. Türk sineması, 1976-81
arasında furya filmleri denen seks filmleri ile kredisini harcamıştır ve iki
binli yıllarda AVM’ lerde sinemalar yaygınlaşana kadar sinemaya gitmez
olmuştur. Amerika’da popüler kültürün merkezinde
sinema vardır. Japonya’da manga denen çizgi roman kitapları. Hatta Türk turizmciler, kulis yapıp, para
verip, konusu Türkiye’de geçen hikâyeler çizdiriyorlarmış. Bizde ise, çizgi romancılık uzun süre tu-kaka
edildi. Öğrencilerin derslerde geri kalma sebebi olarak gösterildi. İki
binlerde televizyon yaygınlaşınca, unutuldu ve silindi. Oysa Gezi zamanı çizgi
romanı çok güzel kullanabilirdik. Benzer bir şekilde Şehriban Coşkunfırat
cinayetinden sonra tün metal-rack müzik dinleyen gruba ve fanzin denen, yeraltı
edebiyatı yapan, fotokopi-teksi ile üretilen dergilerin de sonunu getirdi. Gene
gezi de çok işe yarardı. Türkiye’de
gazetecilikte kendi kendisin harcadı.
Erol Simavi’ye kadar İstanbul’dan başka illerde matbaa kurup, dağıtımı
hızlandırmayı akıl eden olmadı. Bu sebeple Ankara gazeteleri Ankara’ya öğleden
sonra gelmeye başlardı. Uzan ailesi, Star gazetesini kurana kadar da
gazetelerin bayi katı %4’dü. Uzan holding %10’a çıkardı, çünkü YAYSAT ve
YAYDAĞ, bu yeni gazeteyi dağıtmak istemiyordu. O da kendi dağıtım şirketini
kurdu, bakkallar ve bayiler, Yaydağ ve Yaysat’ın baskısına rağmen satsın diye
de bayi karını yükseltti. Günlük gazete
dağıtımı bu sayede yaygınlaştıysa da, dergi dağılımı halen istenildiği gibi
değil. Kırıkkale gibi koca bir şehirde bile pek çok dergiyi bulmaz, almaya
Ankara’ya giderdim. Çalıştığım ilçede de halen aynı sıkıntıyı çekiyorum.
Dergilerimi almaya Kızılay’a gidiyorum.
Sonuçta halkımızın ana haber alma
kaynağı televizyon. Radyo ise sadece arabada gidenlerce dinleniyor. Artık yeni
nesil cep telefonları FM (kısa dalga) radyo olmadan üretiliyor. Radyolar, son
altın çağını doksanlarda, RTÜK kurulmadan evvel, biraz da illegal olarak
yaşadı. Afrika’da halen popüler kültürün merkezinden radyolar var. Pilli
radyoların en uzak köylere bile haber getirmesi yüzünden popülerliğini
sürdürmekte. Ülkemizde ise elektriğin her yere yayılması ve uydu antenlerin
ucuzlaması sayesinde televizyon yaygınlaştı. Gene doksanlarda 24 saat yayın yapılmaya
başlanması ve özel televizyonları yaygınlaşması, televizyonları iyice yaygınlaştırdı.
Şimdi ülkemiz halkı, televizyon merkezli düşünüyor ve bu yıllardır böyle.
Üniversite yıllarım pop müziğin
doksanlar fırtınasında geçti. Yurt odasında radyomuz olur, oradan, şehrimizin
yerel radyolarını dinlerdik. O sıralarda bir şey dikkatimi çekmişti. Radyolar,
klipi yayımlanmayan şarkıyı çalmıyordu. O zamanlar yerel radyolar, genelde uzun
uzun istek programları yayımlardı. Pek az dinleyici klipi olmayan şarkıları
istiyordu. Youtube’da da dizi müzikleri çok dinleniyor. Tutmadıkları için
yayından kaldırılan dizilerin müzikleri bile nette çok tıklanan oluyor.
Akp iktidarı da bunu biliyor. Bu
yüzden ilk yıllarından itibaren BDDK (Bankacılık devlet devlet denetleme)
kurulunu kullanarak, pek çok özel televizyonun, ardından da gazete ve radyonun
yandaşların eline geçmesini sağladı. Yandaş iş adamlarına, özellikle yeni
televizyon kanalları kurması için teşvik etti ve zorladı. Televizyon
kanallarını, radyo, gazete ve internet siteleri ile besledi. Sonuçta elinde
yoğun propaganda ile hipnotize edilmiş bir seçmen kitlesi var. İşin kötüsü bu
kitlenin, en azından çekirdek kitlesinin hipnotizasyonu çok eskilere dayanıyor. En yakın tarih olarak 12 Eylül dönemini
alabiliriz. Kenan Evren’in, boğacaksan solu, yetiştireceksin sofu dediği çokça
rivayet edilir. 12 Eyül Atatürkçülüğü, ikiyüzlü Atatürkçülüktür. Her odaya
Atatürk resmi, her bahçeye Atatürk büstü, her derse Atatürkçülük anlatılacak
emredilirken; zorunlu din dersleri, her
ilçeye, semte imam hatip lisesi, Alevi köylerine cami yapımı, Atatürk’ün
kurumlarını (dil kurumu, tarih kurumu, THK vb) bozmak gibi işlere giriştiler.
Daha evvelinde ise tarikatlar ve cemaatler, birebir ev sohbetleri ile
Atatürkçülük ve sola düşmanlık propagandası yaptı. Bu topluluklar, seksenlerde
televizyon ve radyo kurmak devlet tekelinde iken, televizyon izlemek, radyo
dinlemek günah diyordu. Türkiye Gazetesi takviminde, televizyon izlemek beyni durdurur
diye yazardı. Şimdi hepsinin üç, beş televizyon kanalı var.
Bütün bu propaganda silahları ile
donanmış rakiplerimize karşı mücadelede hepimize iş düşüyor. Onlarca maaşlı
trollerine rağmen halen internette, özellikle de sosyal medyada zayıflar. Televizyonları artık kaliteli içerik
üretmiyor. Yerli diziler yersiz uzun ve sıkıcı. Adil kullanım kotası olmasa, televizyonculuk
çöker diyen gençler var. İnternetten yabancı dizileri alt yazılı izliyorlar.
Televizyon, modası giderek daha çok geçmeye başlayan bir alet. İnternet, iktidarın ve tüm otokratların
çabalarına rağmen geleceği açık.
Propaganda alanında her Atatürkçünün
yapacağı görevler vardır. Dev gibi bir orduyla, propaganda ordusu ile
savaşıyoruz. Parti ya da kanaat önderleri kadar, sıradan bireylerin de bu
mücadelede rolü var. Cephede tek bir tüfeğin, süngünün yeri olduğu gibi. Yer yer propaganda mücadelesi, cephe
mücadelesi kadar tehlikelidir. Türkiye’de suikasta uğrayan gazeteci sayısı,
politikacıdan fazladır. İktidar partisinin sosyal medyada muhalefet edenleri
nasıl sıkı takip ettiği de ortadadır. Propaganda ordusuna katılmak veya
propaganda için çalışmak kolay veya tehlikesiz bir şey değildir. Akp,
propaganda savaşında son derece gayretlidir. Sosyal medyayı bırakın, sosyal
ortamlarda bile aleyhine konuşulanlara karşı dikkatli. Bu durumda sıradan Atatürkçülerin yapması
gerekenleri kendimce maddeler halinde sıraladım:
1) Bol
bol Tweet ya da gönderi yazmak, yapamıyorsa rtweet, paylaş düğmesine basmak.
Sosyal medyada icabında sahte ya da takma isimli hesaplarla paylaşım yapmak.
2) Paylaşım
yapmaktan çekiniyorsak, aktrolleri spamlamak.
3) Özellikle
yurt dışında yaşayanlar, youtube kapatıldığında, videoları vimjo, dalymation,
izlesene.com gibi sitelere ekleyebilir. Bunların yayılmasını sağlayabilir.
4) Propaganda
çabalarımızı internetle sınırlı tutmayalım. Muhalif gazete ve dergileri,
internetten okusak bile bayiden satın alalım. Otobüs, metro, kahvehane,
lokanta, uçak ve benzeri yerlerde masumca unutalım.
5) Tüketici
olarak gücümüzü kullanalım. MADO pastaneleri, muhafazakâr sayılabilecek
yerlerde bile kapanmaya başladı. Akp
tabanı, pek gazete-dergi almayan, gezmeye pek çıkmayan bir kitle. MADO gibi bir
mekânı bile yaşatamıyorlar. Doksanlı yıllarda Fetullah Gülen cemaati bir sürü
film çekmişti. Daha geriye, Milli Görüş muhalifken, Minyeli Abdullah gibi
filmler ciddi gişe yapmıştı. Sonra o furya,
meşhur Eşkıya filmi ile dindi.
Aslında bunu
demokrat ve Atatürkçü tüm insanlar yapıyor. Mesela Metro başta olmak üzere pek
çok seyahat firması bürolarında Atatürk portresi asmaya başladı. (En azından
bazı şubelerinde) Demek ki ciddi bir müşteri azalması yaşamışlar. SÜTAŞ’ın,
grev yapan işçilerin toplanma alanına gübre dökmesi olayından sonra bireysel
olarak boykot ettim, halen de ediyorum.
Bir süre sonra sadece SÜTAŞ satan bazı bakkal ve marketlerin başka
markalar da getirdiğini gördüm. Oysa yaşadığım ilçe iktidar partisinin
belediyeyi aldığı bir yer. Demek ki işe
yarıyor. Atatürk resmi olmayan, o sevmediğimiz kişilerin resmi asılı yerlere
girmeyelim.
6) Kitap, dergi okumayan kişiler, sağcı ve muhafazakâr olmaya daha meyilli.
Savaşacaksak, paramız ve malımızı da feda edelim. Özellikle genç insanlara
kitap, dergi hediye etmekte cimdi olmayalım.
7) Televizyon
ve radyo konusunda iktidar ile rekabet edemeyiz. Muhalif bir kanal, biraz
güçlense RTÜK’ün dikkatini çekiyor. Halkın şikâyete boğduğu evlenme
programlarına karşı duyarsız olan mahkemeler, en ufak muhaliflikte kanalları
kapatıyor ya da TÜRKSAT uydusundan
çıkarıyor. Kürtler haricinde de kimsenin 2. çanağı almıyor. Öyle bile olsa
televizyonların ana ürünü diziler ve dizilerle rekabet edemeyiz. Bu durumda
televizyonlardan uzaklaşıp, etrafımızdaki kişileri televizyon yerine internete
çekmeye çalışalım.
8) Asla
umutsuzluğa düşmeyelim. Mücadeleye devam edelim. Propagandayı da
küçümsemeyelim.