HAMİDO'YA MEKTUP
(YA DA BAHRİYE ÜÇOK'UN KATLEDİLDİĞİ GÜN)
Sınıfta kalmalarım ve üniversite
sınavını ikinci girişte kazanmam sayesinde hayatımın bayağı bir kısmı
çıraklıkla geçti. İkinci sınıfta kalışım ise, amca oğlunun oto galerisinde
çıraklıkla geçti. Daha çok doç dediğimiz kamyonları satardık. Altı yüzlük, yedi
yüzlük, dokuz yüzlük doç kamyonlardı. Crlyester markaydı hepsi ancak
önlerinde Dodge, Fargo ve Desoto olmak
üzere üç ayrı marka daha olurdu. Kaçlık olduğu önemliydi, hepsi doçtu ve tüm
özellikleriyle birbirinin aynısıydı.
Dükkan İskitler sanayi sitesinde, Kazım
Karabekir caddesinde, Tunahan'daydı. Dükkanın önündeki geniş alan kamyonlara
ayrılmıştı. D
Kanda
şimdilerde ofice boy dene n getir-götürcülük yapıyordum. İşim ortalığı süpürüp,
silmek, çay yapmak, bankaya, bakkala falan gitmek, böylesi işlerdi. İşim sabah
yedide başlardı. Akşam yediden evvel bitmezdi. Onu bulduğu çok olurdu, birkaç
defa gece yarısını bulurdu. Kapının önünde biriken kaşarı küremek, arabaları
yıkamakta işlerim arasındaydı.
Dükkânın ziyaretçileri çeşitliydi. Büyük
bir kısmı kamyon alıcısı hafriyatçı taşeronlar, müteahhitler, maden sahipleri,
kamyonunu yenileyecek kamyoncular ve benzeti kişilerdi. Türkiye'nin her
tarafından, çoğunlukla zengince insanlardı. Amcaoğlu, faizcilikte yaptığından,
borç alan ve bazıları zor durumda tüccar ve esnaftı. Bu gibi insanlara mutlaka
çay verirdim. Bazen bunlar dükkanda yemekte yerdi.
Bir de sanayide her vakit dükkanlara
uğrayanlardı. En nefret ettiklerim dilencilerdi. Mümkün olduğunca kovmaya
çalışırdım, çoğu kez başarırdım. Ancak özellikle dükkanın kalabalık olduğunu
anlarlarsa beni zorla itip, içeri girerlerdi. Bazen göz açıklık yapıp, onlar
adına sadakayı toplar, çok azını onlara verip, çoğunu zimmetime geçirirdim.
Çoğu kez aynı dilenciler bir günde iki, üç, hatta beş altı kez gelirdi.
Perşembe akşamları ve Cuma günleri mübarek gün diye birkaç gelirlerdi. Bayram
öncelerinde ise bayağı çoğalıralrdı. Ayakkabı boyacıları, piyango satıcıları, sokak
satıcıları, seyyar satıcılar da bu tabloya dahildi. Bizim dükkan Hürriyet,
yandaki plastik malzeme toptancısı Sabah, bir ötedeki traktör satıcısı da
Milliyet alırdı. Ben üçünü de okurdum. Dükkanda, benim yöneticim olan ve daha
ziyade alım satım muamelesi yapan Mehmet abi en çok benim bu gazete okumama
kızardı. Sokak satıcıları, sanayiye has şeylerde satardı. Soyulmuş, tuzlanmış
hıyar, gübit denen, değişik bir pide ve arasına yapılan haşlanmış yumurtalı
sandviç, bunlar arasındaydı. Seyyar satıcılar ise, elektronik eşya ve el
makinesi falan satardı. İstisnasız Şanlıurfalı yada Gaziantepli olurdu.
Şanlıurfalılar, pazarlıkla malı ilk söylediklerinin dörtte biri fiyatına
inerlerken, Gaziantepliler bir kuruş aşağı inmezlerdi.
Bir de postacılar vardı. Henüz email,
internet çağı olmadığı için bolca mektup, tebligat, broşür ve benzeri şeyler getirirlerdi. Bayramlarda ve
yılbaşlarında bolca eşantiyon getirirlerdi. Bürün bunlar arasında en çok
sevilen ve gelmesi beklenen misafirler bunlardı.
Bu olay bir postacı ile ilgili. Fırça
bıyıklı, orta boylu bir adamdı. Dükkan civarında dolaşan birkaç postacıdan
birisiydi. Sanayide, konut alanlarına göre fazla posta ve paket ve de o kadar
fazla postacı ve kargocu bulunur. O günü çok soğuk diye hatırlıyorum. Aklıma
kış günü gibi kalmış, zaten ekim ayıymış, internetten öğrendim. Yedi ekim bin
dokuz yüz doksan. Bahriye üç ok altı ekimde olmuş, o günde bu olayın ertesi
günüydü. Dükkanda tam kimler var sayamayacağım. Az önce gelen gazeteciden alına
Hürriyet gazetesi okunuyor, ben çayla ilgileniyordum. Dükkanda üç gözlü bir
elektrik ocağı vardı. Ben bu ocak ve üstündeki irice demlikle çay demler, oralet
dediğimiz, sıcak suya aromasını bırakan içecekler ve kat denen sıcak su şerbeti
hazırlardım. Gazeteyi okuyanlar, kendilerinde olayı yorumluyordu. O sırada
içeri postacı girdi. Biri şöyle bir cümle sarf etti.
-Kargocu kız da örgüttenmiş. Gerçekten
de o günlerde kargocu kız konusu tartışılıyordu olayla ilgili. Postacı olaya
müdahale etti.
-O çocuğun ne suçu var. Biz de Hamidoya
bombayı gönderdik. Hiç haberimiz yoktu. Bu Hamido'nun, Malatya'nın eski
belediye başkaını Hamid Fendoğlu olduğunu sonradan öğrenecektim.
-Ula, Hamido'ya paketi sen mi verdin?
-Ya, ben verdim dedi. Sonra gayet
rahatça bir koltuğa oturdu. Biri çay koymamı söyledi. Ben de öyle yaptım. O da
anlattı.
O zaman kamyonlarla gezerdik. Üç
arkadaş beraberdir. Kamyonların üzerinde Türkiye Postaları yazardı. Depolardan
aldığımız paketleri ev ev gezerek, sahiplerine teslim ederdik. Paketlere çokta
nazik davranmazdık.
Hamido'ya paketi ben verdim bizzat.
Aradan bir saat kadar zaman geçti. Adamda toplamış çoluğunu, çocuğunu, hepsinin
ortasında paketi açmış. Adamlar paketteki düzeneği ayarlamışlar. Paketi tam
açınca patlıyormuş. Depoda otururken telefon geldi amirimden. Paket
bombalıymış, tekmil Malatya ayakta. Arabayı da alın, dağa çıkın dedi. Aldık
kamyonu, çıktık dağa. Bir hafta dağda, ıssızda kaldık. Sonra Adana'ya gittik.
Kamyonu teslim ettik. Sonrasında Malatya hep yanmış. Korudan yıllarca kimselere
anlatamadım. Hala da korkarım.
Hikayesini anlattı, çayını içti ve gitti postacı. 17 nisan yetmiş sekizden beri sakladığı sırrını anlatmış, rahatlamıştı.