22 Ağustos 2022 Pazartesi

YILDIRIM AKBULUT VE MESUT YILMAZ

 


Özal cumhurbaşkanı olmadan az evvel, rahmetli Bekir Coşkun'un tespiti ile en az elli Anap milletvekili, başbakan olmayı garanti olarak görmekteydi. Başbakanlık, bunu hayal olarak bile görmeyen, meclis başkanı, Yıldırım Akbulut'a çıktı. Kendisi bir saat olmadan kabineyi açıkladı. Kabine listesini eline Özal tutuşturmuştu. Zira kabineyi yazmak (başbakan  yardımcılarının nelerden sorumlu olduklarını da yazması gerekiyordu.) bile bir buçuk saat sürüyordu. Aslında Akbulut, kendisini başbakan olarak görmek isteyen Özal'ın bile aklındaki kişi değildi. Partiyi asıl emanet edeceği kişiyi bulana kadar kalacak nöbetçiydi Yıldırım Akbulut. 

(Bir Yıldırım Akbulut fıkrası. Akbulut'u Çankaya köşkünün bahçesinde dolaşırken görmüşler, ne yapıyorsun diye sormuşlar. Seçim bölgemi geziyorum, demiş.)

Sonra Akbulut, ANAP'ın İstanbul il başkanı (Ankara'da Çankaya köşkünde yaşadığı halde) ve tarafsız cumhurbaşkanı Semra Özal'ın öpmesi işaretlenen Mesut Yılmaz, ANAP'ın başkanı ve başbakan oldu. Buraya bir de parantez açalım. Kenan Evren'in görev süresinin dolmasına yakın, tek başına iktidar partisi olan ANAP (Anavatan Partisi) 'ın başkanı ve başbakan olan Turgut Özal'ın, cumhurbaşkanı, hem de 3. cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan sonra 2. sivil cumhurbaşkanı olacağı kesin gibi bir şeydi. O zamanlarda bir ara Semra Özal'ın başbakan atanacağı dedikodusu çıktı ve basında uzun süre tartışıldı. Haftalık olağan görüşmelerini yatak odalarında mı yapacaklar diye espiiler patladı. En sonunda aile, böyle bir şey düşünmediğini açıklayıp, bu süreçle dostu-düşmanı gördüğünü falan söyledi. Yıllar sonra  bu ola Azerbaycan'da gerçek oldu. İlham Aliyev, karısını yardımcısı olarak atadı.

Mesut Yılmaz ise gözü açıktı. Partiyi çabucak ele geçirdi. Akbulut, partiden istifa etti ve Özal'da cumhurbaşkanlığından istifa etmenin sinyallerini veriyordu ki bir gün aniden öldü. Akbulut, daha kırkı çıkmadan ANAP'a geri döndü ama tutunamadı. Hatta daha sonra DYP'ye üye oldu.  (DYP, ANAP ile beraber barajı geçemeyince, siyaset dışı oldu.)

Yılmaz'ın kısa ve yıkıcı bir başbakanlık- ANAP genel başkanlığı dönemi oldu. Türkiyey'yi Rus gazına köle etti ve sırf onun yüzünden Avrupa'nın en pahallı doğal gazını tüketiyoruz. Ülkemizdeki poltikacıların kötülükleri de yazmakla bitmiyor. Ömrünün son döneminde yurt dışına çıkıp, başkanı olduğu partiye oy bile vermemiş; Tansu Çiller ile beraber merkez sağın tabutuna son çviyi çakıp, son toprağı serpmiştir.

21 Ağustos 2022 Pazar

MUZAFFER ŞERİF'İN EFSANESİ VE GERÇEKLER

  


Bu yazıda her iki anlamda da efsane bir kişiden bahsedeceğim. Hem ürettiği bilimle efsane, hem de hayatı üzerine rivayetler bulunan bir efsane olan Muzaffer Şerif. Onun hakkında internette araştırma yaparken, kurucusu olduğu Dil, Tarih, Coğrafya'nın Psikoloji bölümünün videosuna denk geldim. İnternette, özellikle de Ekşisözlük merkezli pek çok yalanın yayıldığını fark ettim. Amacım hem bu yalanların yerine gerçekleri koymak, hem de böyle bir değeri, okurlarıma tanıtmaktır.

Muzaffer Şerif Başoğlu, siyasi sebeplerden dolayı Türkiye'de tutunamamış, Amerikalı bir meslektaşı ile yaptığı evlilik (o tarihte devlet memurlarının, başka ülke vatandaşları ile evliliği yasaktır) bahane edilerek Türkiye'den koparılmış değerdir. 

Deneysel sosyal psikolojinin kurucularından değil, bizzat kurucusudur. Deneysel psikoloji üzerine yaptıkları gerçektir ve efsanevi işlerdir. Doktora tezi bile o kadar ünlüdür ki, tutuklandığı zaman Haward'daki hocaları, serbest bırakılması için Amerikan hükumetine baskı yapıyor; sonuçta Türk hükumeti de yurt dışına çıkması şartı ile serbest bırakıyor. 1954 Hırsızlar Mağarası deneyi ise efsane.  Bu deney, önce Sineklerin Tanrısı romanına (William Golding'e ilk romanı ile Nobel edebiyat ödülü kazandırmıştır) sonraları da Survivor, Wipe Out gibi televizyon programlarına, Bill Truman Show,  Yalancı Yalancı (Jim Carrey'in filmi) ve en son Netflix dizisi The Goof Place gibi yapımlara ilham kaynağı oluyor. Deneysel sosyal grup araştırmalarının hepsi, Muzaffer Şerif'in araştırmalarının taklididir. 

Burada yalanlamam gereken efsaneler ise, Amerika'ya gidişi ve Amerika'daki yaşamına dair olanlardır. Çünkü  kendisi Amerikan vatandaşı olmayı ret edip, pasaportsuz yaşadığı ve bu yüzden de hayatı boyunca Amerika dışına çıkmadığı halde, Wikipedya bile Amerikan vatandaşı olduğunu yazıyor. Diğer yandan Ekşisözlük merkezli troller, Şerif'i Amerika'ya gittikten sonra Türkiye'den tamamen koptuğu, hiç Türkçe konuşmadığı, Amerika'ya gelen Türklerle bile Türkçe konuşmayı ret ettiği yazıyor. Oysa Behice Boran, Ruhi Su başta olmak üzere, Türk dostları ile sürekli ve düzenli olarak mektuplaşmış. Meşhur sosyoloji profesörü Mübeccel Belik Kıray'ın, Amerika'da burslu okumasını sağlamış. Çocukların İngilizce adları da Can Yücel, Ruhi Su gibi tanıdığı Türklerin isimlerinden vermiş. Pasaportsuz olduğu için Türkiye'ye gelememiş ama Amerika'daki Türklerle hep ilgilenmiş. Yani bütün o Türklükten kopma, hiç Türkçe konuşmama hikayeleri, Ekşici mavalları. 

Öte yandan benim merak ettiğim Muzaffer Şerif'in, serbest kalıp, Amerika'ya geri döndüğünde gemileri neden yaktığı? Carolyn Wood  (Şerif) ile büyük aşkı mıydı, Komünizmden yargılanması mıydı? Oysa kendisi, Amerika'da da Komünizm şüphesi ile FBI tarafından soruşturulmuş. Öte yandan Türkiye'de artık kendisi için, bilim üretmek bir yana, yaşamak için bile güvenli ortam olmadığı da bir gerçektir. Sabahattin Ali'nin katledilmesi olayı, Muzaffer Şerif için hep taze kalmıştır. Öte yandan Şefir, tek Türkçe eseri olan Irk Psikolojisi adlı kitabıyla, Nihal Atsız önderliğindeki Irkçı-Turancıların hedefi olmuştur. Halen piyasada olmayan tek kitabı da budur. Nazım Hikmet, bu kitap üzerine övgü dolu tanıtım yapmıştır. Bu kitap, sahaflarda yüksek fiyata satılmaktadır.

Muzaffer Şerif Başoğlu, tekrar ve tekrar keşfetmemiz, resmini paraların, pulların üzerine basmamız gereken bir değerimizdir.

18 Ağustos 2022 Perşembe

ADI AYLİN VE KORUMA POLİSİ EROL

 



Aylin Devrimel ya da son soyadı ile Aylin Rodomisli Cates. Kendisi, Ayşe Kulin'in romanı ile ünlü oldu. Eski bakanlardan Kasım Gülek'in baldızı, Boşnak kökenli, ultra zengin bir ailenin kızı ve Ayşe Kulin'in çoğu roman kahramanlarının büyük çoğunluğu (tamamı değil) gibi Ayşe  Kulin'in akrabası. Roman daha sonra müzikalde olmuştur. Bence Aylin'in çalkantılı hayatı, çok da örnek alınacak bir hayat değildir. Paranın verdiği şımarıklıkla yaşamış. Yurt dışında mankenlik kursu almış,  prens ünvanı almak için Libya hanedanından biri ile evlenmiş,, kendi zevkine yaşamış biri (Tek büyük başarısı,  yirmi altı yaşında girdiği ,  Lozan tıp fakültesini derece ile bitirip, üzerine psikiatri uzmanlığı yapıp, Amerikan ordusunda Albay rütbeli sözleşmeli doktor olması.  Psikiatristliği de, özellikle de körfez savaşından sonra travma yaşayan Amerikan askerleri üzerinde yaptığı deneyler yüzünden iyi bilinmez. Eniştesi, Kasım Gülek sayesinde Fettullah Gülen'i Amerika Birleşik Devletlerinde bazı kişilerle tanıştırmış.

Peki Osmanlı paşazade ve sarayzadesi (soyu bir yerden Osmanlı prenseslerine de dayanıyor.), doktorluğu bile karanlık , Fetö dahil bir sürü örgütle ilişkili kadın ile, sıradan polis memuru Erol Yıldız arasında ne ilişki var? İkisinin de tek ortak noktası, Türk vatandaşı olarak doğması (Aylin sonradan Amerikan vatandaşı oldu.). 

Bu iki insan arasındaki tek ortak nokta, ölüm şekilleri. Her ikisi de, kendi otomobillerinin tarafından, kendi garajlarında öldürülmüş bulundu. Her iki olayda da kurbanlar, kolları çapraz boynuna tutar şekilde bulundu ve gene her iki olayda da, otomobiller geri geri gitmişti. 

Erol Yıldız'ın ölümünden beri epey bir zaman geçti ama bu benzerlik nedense kimsenin dikkatini çekmedi. Ben de yazmaya karar verdim.

17 Ağustos 2022 Çarşamba

HINCAL ULUÇ TARZI GAZETECİLİK

 


Ölülerle savaşarak gazi (ya da kahraman ) olamazsın diye bir söz var. Ben ölen kişilerden ziyade, halen insanlığa zarar veren fikirleri ile savaşma taraftarıyım. Hıncal Uluç'da düşünce, fikir falan yoktur. Fransızların meşhur fırıldak istihbaratçısı  Joseph Fouche (Fuşe diye okunuyor) bile, Hıncal ve benzeri yazarlar için fazla dürüst kalır. Hıncal için, her devrin adamı demek bile övgü kalır.

Son otuz yıldır yaptığı temel  iş, gazetesindeki köşesinde ahkam kesmek, internet ya da bir yerlerden bulduğu, yer yer gazetedeki stajyer veya benzer alt kademede çalışanların yazdıkları da dahil olmak üzere, mevcut içeriklere bir kaç parça da kendi yazdıklarını ekleyerek, yarım sayfa tutan köşesini doldurmaktır. Kendisi 17 (on yedi) yaşında üniversiteye başladığı yıldan beri gazetecidir ve hep de en iyi gazete ve dergilerde çalışmıştır ama hiç bir zaman yolsuzluk ya da atlatma haber ortaya  çıkarmamıştır. Uzun süren meslek yaşamındaki tek başarısı, o yıllarda erkek dergisi de denen, temel işlevi çıplak kadın fotoğrafları basmak olan Erkekçe dergisinin kurucusu ve yayın yönetmeni olmasıdır. Bu dergi, benzeri dergilerin önüne geçerek, seksenlerin en çok satan aylık süreli yayını olmuştur. Erkekçe dergisi,  bu tür dergilerin atası sayılan Playboy dergisinden önce kurulumuş, ondan sonra kapanmıştır. Bu dergi, sadece çıplak kadın resmi değil, Playboy'un çıplak resimlerin arasında ciddi yazılar yayınlayayım da, çok da itibardan düşmeyeyim politikasında da başarılı olmuş, özellikle röportajları efsane olmuştur. Meşhur siyasal İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek'in ölmeden önceki son röportajı başta olmak üzere, pek çok röportaj, ilk defa bu dergide yayımlanmıştır. Bu dergiden günümüze kalan en büyük miras, Yaşar Kemal'in gerçek bir edebiyat eseri olan röportajlarıdır ve neyse ki kitap haline getirilmiştir. Yeni nesillere röportajın neden edebiyat olduğunu hatırlatmak için okunmayı beklemekteler. Yaşar Kemal'in özellikle sokak çocukları ile yaptığı röportajlar, o zamanın diğer büyük gazetelerini ve tek televizyon kanalı TRT'nin sokak çocukları ile ilgilenmesini sağlamıştı. Bu yüzden Hıncal Uluç; Bags Bany adlı çizgi tavşanın sık sık Oskar ödülünü, Galatasdaraylıların UEFA kupasını göstermeleri-bahsetmeleri gibi, yazılarında sık sık bu dergiden bahseder.

Öte yandan Uluç'un, yıllardan beri kurulduğu o köşede belli güç odaklarına hizmet eder. Kendisi, şu günlerin moda deyimi herbokolog mesleğinin piridir. Bütün sporlardan ve sanat dallarından anlar, siyaseti iyi bilir. Bir futbolcu gol kralı olabilir, takımı şampiyon yapabilir, ama Hıncal ona kötü oyuncu demişse, kötüdür. 2002'de Türkiye'nin Dünya Futbol Lupasında 3. olduğunda, Şenol Güneş'i karizmatik olmamakla suçlayıp, Güneş'in milli takımdan uzaklaştırılmasını sağladı. Şaka gibi gelecek ama aynen  öyle oldu. O zamandan beri Türk futbolu kendisini toparlayamadı. Kendisi pek çok şarkıcıyı, sporcuyu, televizyon programını ve siyasetçiyi, böyle gereksiz bahaneler ile yüceltip, yermiştir.

Son olarak, o neşhur su testisi olayına gelince. Bence o kadın, o gece oraya kendi kendisi gitmedi. Kendisi Fetö kelimesini ilk kullanan kişiydi ve bence bu olay Fetö'nün, bak bize saldıranlar laikçiler böyle aşağılık kişilerdi diye düzenlenmiş bir komploydu. Uluç, o kadar da akraba seven biri değildir. Fetö örgütünün, sıradan bir öğretmene mobbing yapmak için bile, bu kadarcık şey için bile ne dümenler çevirdiğini bilen biri olarak, John Nash tarzı uçuk komplo teorilerin bile gerçekleştirdiklerini bilirim.

Hıncal Uluç, artık nefes alsa bile, birazcık vicdanı ve ahlakı olan kişiler için, hayırla anılmayacak bir ölüdür.

2 Ağustos 2022 Salı

LEYLA GENCER'İ BİLMEMEK

 


Aslında Türk vatandaşlarının yurt dışındaki başarıları üzerine çok hassasız. Bir Türk öğrenci, yurt dışında sınıf birincisi olsa, sosyal medya dalgalanıyor. Ampüte yüzücü Sümeyye Boyacı, jimnastikçi Ayşe Begüm Onbaşı ve okçu Mete Gazoz'u neredeyse komşum kadar sık görür oldum. 

Öte yandan ülkemizin pek çok değeri bilinmiyor. Mesela solcu diye görevden alınan, Mc Charthy'in her delikte komünist avladığı dönemde Amerika'ya giden,  Hırsızlar Mağarası deneyi ile Sosyal Psikolojini değiştiren Muzaffer Şerif, bunlardan biri ama o, ayrı bir yazı konusu. Bu yazının konusu, adı anılmadan opera tarihi yazılmayacak olan Leyla Gencer.

Leyla hanım, maşallah Türkiye'de sağcıların tüm nefret özelliklerini kendisinde toplamış. Hristiyan (Polonezköylü ve Polonyalı) bir anne, zengin ve Alevi-Bektaşi bir baba, üzerine de soyadını aldığı ve tüm internet medyasının Sabataycı olduğunda hemfikir bir koca. Kendisi her zaman ben Türküm demiş, Leyla de Turka ya da Diva Turka diye anılmış. Oysa hayatının önemli bir bölümünün geçtiği İtalya'da, annesinin Katolik kökenlerine atıf yapsa, daha çok popüler olabilir ve New York, Metropolitan başta olmak üzere aforoz edildiği pek çok sahnede kendisini gösterebilirdi. Tüm uluslar arası şöhretine rağmen, Amerika'da çok az sahne almış ve kendisine gizli bir sansür uygulanmış.

Ülkemizde, Leyla Gencer gibi bir efsane yetişmesine rağmen operaya ilginin düşük olduğu bir gerçek. Opera meraklıları da Gencer'den çok Maria Callas'ı biliyor. Callas ise, aşk ilişkileri sebebiyle magazinsel bir kişilik olmuş. Bir de Yıldız Kenter'in, Callas'ın hayat hikâyesini sahneye koymasının etkisi de var. Gencer'in düzenli ve istikrarlı bir aile hayatı olmuş, magazinsel bir kişi  olmamış. Hayatı boyunca Callas ile kıyaslanmış ve onu geçmiş. Operada Gencerate denen bir şarkı söyleme tarzı var. Şarkıcı sesini bir çığlıkmışçasına yükseltiyor, tam çığlık olacakken, şarkıya devam ediyor. Bunu ilk defa yapan Leyla Gencer olduğu için, bu tekniğin adı gencerate.

Gencer ile ilgili Zeynep Oral'ın kitabını ve İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 'ın belgeselini izledim (Belgeseli de Zeynep Oral hazırlamış). Zeynep Oral, kitabı Leyla Gencer hayattayken ve onunla beraber yazmış. Kitap, baştan aşağıya övgü, bir noktadan sonra olayları anlatmayı bırakıp, sadece övgüye dönüyor, pek çok konuyu da açıkta bırakıyor. İşin kötü tarafı da Gencer ile ilgili tek derli toplu kaynakta bu kitap. Kitabı da, Gencer'in kendisi yazdırmış. İKSV'nin ödülünün de Gencer'in vasiyeti ile veriliyor gibi.

Kendisi, özellikle siyasiler tarafından görmezlikten gelinmiş. Ailesinin kökenleri bile bunu anlamamıza yeterli. Gencer, siyasi açıdan Menderes'i ve Demokrat partisini desteklemiş, Türkiye'yi temelli terk etmesinde de bu etkili olmuş. 27 Mayıs sonrasında, Zeki Müren gibi Demokrat partiye en çok bağlı sanatçılar bile onu terk ederken, Gencer, Türkiye'yi terk etmiş. (Aslında Türkiye'yi terk ediş hikayesi daha uzun ve karmaşık ama ben kitabın yerine geçmek istemedim.

Öte yandan da, 1940'lar Türkiye'sinde,  16 yaşında, konservatuara ilk adım attığında, ya La Skala'da (Milano'daki meşhur sahne, dünya operasının merkezi sayılır) söylerim ya da ölürüm diyecek kadar gözü pek; New York, Metropolitan'da ve pek çok yerde sahne almasının engellenmesini göze alacak kadar vatansever; 20. yüzyıl operasında, Maria Callas'dan bile daha fazla anılacak kadar önemli; daha da pek çok niteliği olan Leyla Turka'nın ülkemizde yeterince bilinmemesi, kültürel bir utançtır.

30 Temmuz 2022 Cumartesi

İSTEMENİN MURPHY KANUNLARI

 


İSTEMENİN MURPHY KANUNLARI

Aradığın şey, aramadığın yerde bulunur

İstediğin şeyi sana artık aramadığın zaman verilir

Hatta istemediğin zaman sana zorla verilir

İstediğin ve uğruna çabaladığın zaten başkalarında vardır

Onlar bazen varlığının farkında bile değillerdir.

Sana vereceklerine, çöpe atarlar

Senin istediğinin, bir sonraki nesil için değersizdir

Çocuğuna sunarsın, yüzüne bile bakmaz

Acele edersen alamazsın

Beklersen ömrün biter

29 Temmuz 2022 Cuma

SON YILLARDA AZALIP -BİTEN BAZI SOLCU ŞEYLER-2 (ECEVİT, LATİN AMERİKA, HALKEVLERİ VE SOLS OSYETE.)

 


(Ecevit, Latin Amerika, Halkevleri, Sol sosyete)

Geçen yazımda bazı şeyleri eksik bıraktığımı fark ettim. Geri her yazı eksik kalıyor ama bu sefer bir yeni yazı çıkacak kadar çoğalmıştı. Bu yüzden de ikincisini yazmaya karar verdim.
1)Bülent Ecevit ve DSP (Demokratik Sol Parti): DSP var mıydı diye sormak gerekir. DSP, Engin Ardıç'ın bir kere televizyonda söylediği gibi, Ecevitsevenler partisiydi. İktidarda olduğu zamanlar, DSP'li bakanların da danışmanlığını yapan Ahmet  Abakay bunu doğruluyor. Dediğine göre DSP'de parti teşkilatı diye bir şey yokmuş. Genel merkezin emri ile il başkanları ya da MKYK (Merkez Karar Yürütme Kurulu) üyeleri, haberleri bile olmadan göreve getirilir veya görevden alınırmış. Sosyal medyada, özellikle ara ara Ecevit övgüsü hortlasa da, Ecevit'in karanlık bir yanı vardı.  Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit ile beraber, DSP'de öldü. Şimdilerde DSP, belediyelerde CHP'nin oyunu bölüp, AKP ve Cumhur ittifakına hizmet eden bir örgüt görünümü veriyor. Özellikle son Ankara Büyükşehir belediye başkan adayı, AKP'nin baskı ve afiş işlerini yapan büyük bir matbaacıydı ve ürünlerini AKP teşkilatlarına DSP'nin araçları ile dağıtıyordu. Sloganı Ankara'ya solcu aday lazım olmasıydı ama kendisinin Alevi bir ailede büyümekten başka bir solcu özelliği yoktu. Bense şu an, Tunceli'nin komünist başkanı da dahil olmak üzere, ondan daha solcu belediye başkanı göremiyorum.

2)Latin Amerika solunun yarattığı heyecan: Latin Amerika siyaseti, Avrupa siyaseti gibi sola çekmeye, sol partiler sürpriz zaferler elde etmeye başladı.  En son (2022 Temmuz) Kolombiya'da sol blok, ordunun darbe tehditlerine rağmen, seçimlerden büyük bir zaferle çıktı. Kolombiya her ne kadar Marksist-Leninist, hatta Stalinist örgütlerin gerillalarının, elli seneye yakın bir süre,  (FARC ve FNL) , ülkenin beşte biri (%20) ve daha fazlasını fiilen işgal ettiği ve hatta başkent Bogota'yı da uzun yıllar, efsanevi icraatları ile bilinen solcu bir belediye başkanı tarafından yönetilse de; Kolombiya, Latin Amerika sağının kalelerinden biridir. Üstelik seçimler, ordunun darbe tehditleri altında yapılmıştı.

Şimdilerde ise, özellikle Venezüella'nın vahim hali konuşuluyor. Bir ara Küba ve Venezüella'nın diplomatları, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, Türkiye'nin pek çok yerinde, küçük Marksist partilerin himayesinde konferanslar veriyordu. Hatta ben bir keresinde, bir Arjantinlinin katıldığı, konferans değil de, seminere katılmıştım. Geziden sonra bu seminerlerin sebebi ortaya çıktı. Meğer Küba'nın, sağlık turizminin reklamıymış. Almanya'da on binlerce Euro tutan aynı tedavi, binlerce kilometrelik uçuşa rağmen daha ucuza mal oluyor, üstelik aynı kalitede. Özellikle kanser hastaları için, ucuz Küba sağlık turizmi vazgeçilmez. Yapılan da bunun reklamıymış.  

Peki ne oldu da Türkiye'de Latin Amerika solu rüzgarı kesildi? Sebep Venezüella ya da Küba halkının yoksulluğu değil. Bu ülkelerin hükumetlerin, AKP, İran başta olmak üzere çeşitli iktidarlarla işbirliğinim artık gizlenemez oluşu.

3)Halkevleri: Halkevleri bitmedi ama eski Halkevleri değil. Artık şenliklerini CHP örgütleri ile beraber yapıyorlar. Eskisi kadar Marksist, en solda takılmıyorlar. Bitmediler ama bitme yolundalar. Bunun bir sebebi de, özgün müziğin tükenişi.

4)Sol sosyete: Bu deyim ilk defa, Leman kafeler yaygınlaştığı doksanlı yıllarda Leman kafelerin franchising (frençayzing )ile genişlemeye başlaması ile ortaya çıktı. O yıllarda Ülkü ocaklıların, özellikle yeni kurulan taşra üniversitelerinde terör estiriyordu. Kendisine reis diyen bazı tipler, kız peşinde koşarken, başkaları da kız arkadaşı yan yana geldiği ya da biraz eğlendiği için ortalıkta terör estiriyorlardı. Doksanların başında tek ya da çok az olan özel (yersen vakıf) üniversiteleri, Bilkent ve Koç olduğu ve üniversite mezunu işsizliği bu kadar yaygınken, sorun değildi. Ancak bir süre sonra bu üniversitelerin puanları düşmeye, pek çok öğrenci, okulu bırakıp, tekrar sınavlara hazırlanmaya başladı. Bu dönemde, hayat tarzına karışılmasını istemeyen gençler,  Leman kafe ve solcu barlarına sığındı. Sonra bu sol sosyete, liberal solcu oldu.