29 Ekim 2023 Pazar

Türk Gençliğinin Ataya Cevabı

 


Ey Büyük Ata,

Varlığımızın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyiz. Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndürmeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımızı olacaktır.

Ey Türk'ün büyük Ata'sı !

İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.

Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.

 

Türk Gençliği

NUTUK 19. BÖLÜM) (GENÇLİĞE HİTABE)

 


Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden, uzun ve teferruatlı beyânâtım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda, milletim için ve müstakbel evlâdlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktalar tebârüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyânâtımla, millî hayatı hitam bulmuş farzedilen büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenid, millî ve asri bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.

Bugün vâsıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen millî musîbetlerin intibâhı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebed muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbâlde dahi seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezâhür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bi'l-fiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahîm olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte, bu ahvâl ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

28 Ekim 2023 Cumartesi

TARİHTE SOKRATES MESELESİ (FİLMLER-DİZİLER VS)

 


Sokrates, antik çağda yaşamış Yunan filozoflarının en önemlisi olmakla beraber, ardından hiç kitap bırakmamıştır. Bu yüzden de Sokrates'in görüşleri, başkalarının Sokrates üzeriene görüşlerinden alınmıştır. Platon diyaloglarında hep Sokrates'i konuşturur. Platon'un, dört ayrı Sokratesçi okulun (Megara, Kinikler, Elis-Eletria ve Kirene okulları), Sokrates'ten Anılar diye kitap yazan Ksenephon'un, Eşekarıları ve başka bir kaç komedi oyununda Sokrates'le alay eden Aristophanes'in farklı farklı Sokratesleri vardır. Bu sebeple bir kişi yada konuyu başkaları üzerinden anlamaya, Sokrates sorunu diyoruz. Dinde Sokrates sorunu üzerine bir yazı yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/dinde-sokrates-meselesi.html)

Tarihte Sokrates sorunu da, tarih konulu filmler, diziler falandır. Buna bazı ucuz, basit romanları  ve tiyatro oyunlarını da eklemeliyiz. Tarih bilgisi özellikle milliyetçi ideoloji kurmak için de kullanılır. Sonuçta tarih pek çok güzel hikaye barındırır. Bazılarının değeri ise sinema sanatı ile anlaşılır. Mobiydick, bunun en iyi örneğidir. Gerçek bir hikayeden yola çıkarılarak yazılan rman, yazarı Herman Meville'ın edebiyat dünyasından dışlanmasına sebep olmuştur. Sebebi de beyaz adamın bir hayvana yenilmesi, yani ırkçılık olmuştur. Kitabın yayımından sonra yeni icat edilen sinemanın yapımcıları, romaın güzel film olacağını fark edip, romanı tekrar ünlü etmişlerdir. İşin doğrusu sinema, edebiyatı da her zaman doğru yansıtmaz çünkü onun için önemli olan görselliktir. Sanat türlerinin birbirlerine dönüşümleri zordur. Mesela Grup Yorum'un meşhur Haziran'da Ölmek Zor şarkısının orijinali ona Hasan Hüseyin Korkmazgil şiiri, bayağı bir kırpılmıştır. Şiir, ikinci darbe teşebbüsü de başarısızlığa uğrayınca idam edilen Albay Talat Aydemir ve yine idam edilen kayınbiraderi Fethi Gürcan'a ağıttır ve orijinal şiirde adları geçer.

Tarih ise ne romanlardan, ne dizilerden, ne de sinema filmlerinden öğrenilir. Çünkü sanatın gerçekliği ile tarihin gerçekliği ayrıdır. Bunun yüzlerce, binlerce örneği vardır. En basitinden, Vikinglerin meşhur boynuzlu kaskları, Alman operacılarının icadıdır. Glatyatör döğüşlerindeki meşhur öldür işareti ilk önce 17. yüz yılda bir duvar halısında görülmüş, sonra da sinema sektörü meşhur etmiştir.  Kovboy filmlerindeki, kovboy şapkaları bile, vahşi batının son dönemlerinde ortaya çıkmıştı ve aslında melon şapkalar daha yaygındı. Aslında beyazlar, kızılderililerin kafa derisini yüzüyordu. Yeşilçam filmlerindeki Bizans keilmesi, orta çağ Alman imparatorluğunun icadıydı. Kendi devletlerine Kutsal Roma İmparatorluğu demişlerdi. (Fransızlar, ne kutsal, ne de Roma olan Alman imparatorluğu diye alay ederler.) Kendilerini Roma imparatorluğunun mirasçısı görüyorlardı. Bu yüzden Doğu Roma imparatorluğuna, İstanbul'un, Konstatintin'in fethinden önceki adı olan Bizantion'dan Bizans kelimesi ile andılar. Bu kelime, cumhuriyet ile beraber yaygınlaştı.

Aslında tarih bilimi kendi kaynaklarına bile pek o kadar güvenmez. Mesela bugünün pek çok tarihçisine göre Marco Polo, o meşhur seyahatini hiç yapmamış olabilir. Kendisi Seylan (Bu günkü Sri Lanka) adasının değerli ve yarı değerli taş madenlerini yada Çin seddini çok iyi anlatırken, Çin seddinden hiç bahsetmez. Selçuklu yada Moğol devletlerinin kayıtlarında Marco Polo ve ailesine ait kayır yoktur. Oysa kendisi saraylarda ağırlandığını iddia eder. Eyliya Çelebi'de, filden hamile kalan kız gibi ipe sapa gelmez şeyler anlatır. Fatih Sultan Mehmet'in, istediği camiyi, deprem riski gerekçesiyle daha küçük yapan mimarı cezalandırdığı, mimar kadıya başvurunca da tazminat ödediğini yazar. Oysa bu camiyi küçük yapma olayı, Venedik elçilerinin yazışmalarında da vardır. Mimarın, deprem riski gerekçesi ile suçlandığı doğrudur ama öyle kadıya itiraz yoktur, hapishanede dövülerek öldürülmüştür. Hazarfen Ahmet Çelebi ile ilgili bilgiyi de sadece Evliya Çelebi yazdığı için güvenilmezdir. Zira koskoca bir devletin başkenti olan, en kötü durumunda bile üç yüz bin kişinin yaşadığı, tüccarlar ve diplomatlarla dolu bir şehirde, Gal'ıata Kulesiden, Üsküdar'a kadar uçuş, dünya çapında sansasyon yaratmalıdır. Boğazı uçarak geçmek, modern planörler (yelken kanat) için bile çok zordur. Gene de Evliya Çelebi tarihçiler için ciddi bir kaynaktır. Pek çok kayıp yapının izini, onun eserlerinden bulunmuştur.

Bir bilim olarak tarih, tarihçilere ve kendi bilgilerine de o kadar inanmaz. Heredot, Kartacalıların , Sicilya'daki Sirakuza şehrini ve Sicilya'nın doğusunu işgal edememesini, Yunanlıların kahramanlığına bağlar. Oysa ölen askerlerin kemiklerine DNA analizi yapıldığında, Yunanlıların, paralı Numidya (bu günkü Cezayir kıyıları) askerleri olduğu ortaya çıktı. Kedilerin anavatanı yıllarca Mısır olarak bilindi. Kedilerin DNA'ları incelerince, Türkiye olduğu anlaşıldı.  Tarih bilimi de, diğer bilimler gibi (fizik, kimya, sosyoloji vesaire) her gerçeği tartışmaya açıktır.

Film, dizi, tiyatro, edebiyat ve diğer sanat alanlarında ise tarih sadece bir ilham kaynağıdır. Pek çok kere, gerçeklikten uzan propaganda aracıdır. Onlarca kovboy film, Kızılderili soykırımının yeni nesillere kahramanlık olarak anlatılmasının aracıdır. Amerika, Vietnam savaşını da (bir kaç günah çıkarma filmi hariç) benzer amaçlarla kullanmıştır. Amerikan filmleri, bu propagandanın dünyaya da böyle yayılmasını sağlamış, dünya kamuoyu, Vietnam savaşının, Vietnamlıları ulusal kurtuluş savaşı olduğunu görmeyip, savaşı komünist-kapitalist ideoloji savaşı olarak görmesine sebep olmuştur. Nazi işgali sırasında Alman ordusu, Fransa'da o kadar rahat etmiştir ki, bombalanmamak için pek çok üretimi Fransa'da yapmaya başlamıştır. Normandiya çıkarmasından sonra De Gaule 'ün radyo konuşmasına kadar Fransa'da direniş, bir avuç Komünist'in toz koparmasından ibaretti. Asıl direniş doğudaydı. Alman ordularının % 90'ı doğu, yani Sovyet cephesindeydi. Çöl tilkisi Romel bile, Hitler söz verdiği yeni üretim tankları doğu cephesine göndermek zorunda kaldığı için çekilmek zorunda kalmıştı. Doğu cephesi, Fransa cephesi kadar film yapılmadığı için, o kadar çok bilimiyor.

Türk yapımı film ve diziler de farklı değildir. Yeşilçam'ın filmlerindeki Osmanlı tiplemeleri tamamen sahtedir ama düşündüğünüz kadar amatörce değildir. İnce bir propaganda ve yapay bir kahramanlık olgusu işlenir. En belirgin olarak, çizgi roman kökenli filmlerde,  görürüz. Hem çizgi romanlar, hem de filmler abartılı bir yiğitlik ve milliyetçilik üzerine kuruludur. Basit hamaset yüklü, diplomasi içermeyen savaş filmleridir. Türkler sayıca az olarak düşmanı (Düşman tercihen Kahpe Bizans'tır) yener, düşman sadece hile ile üstün olur. Tekfur (Bizanslı derebeyleri) kızları, Türk akıncılarına bir bakışta aşık olur ve 'de yatağına alır. (Zina erkeklere suç değildi, şu anda bile çoğu Müslüman ülkede tecavüz bile erkekler için, pratikte suç değildir. İslam tarihi boyunca recm ile ölen erkek yok denecek kadar azdır. Bellerine kadar gömüldükleri için kendilerini kurtarıp, kaçarlar. Kadınlar göğüslerine kadar gömülür ve kaçamazlar.) Filmin sonunca tekfur, surlardan atlaya atlaya kaçar ama sonunda yakalanır. Filmlerde karakterler bol bol Türklükle övünür. Oysa tarihe bakarsanız hem Selçuklu, hem Osmanlı, Türklerden nefret ederdi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/baban-bile-olsa-turku-oldur-hafz-hamdi.html) Selçuklu sultanları, Keykubad, Keyhüsrev gibi antik İran devlet adamlarının adını alıyor, kendisine isyan eden yörüklere Biidrak Türkler diyordu. Tarkan'a konu olan Avrupa Hunları ise muhtemelen Türk kelimesinin anlamını bile bilmiyordu. Yüzden fazla kabileye önderlik ediyorlardı ve Atilla ölünce, süte daldırılmış kurabiye gibi dağıldılar. Atilla'nın ölümünün ardınan on beş sene geçmeden, oğlu Dengizik'in kesik kafası Konstaninopolis'in (şimdiki İstanbul) sokaklarında dolaştırıldı ve bu günkü Sultan Ahmet meydanında sergilendi. Avrupa Hunları, kuzey kavimlerinin (Kelt-İskandinav-Alman) tanrılarına, özellikle de Odin'e tapıyorlardı. 

Yeşilçam'ın tarih filmleri, hele de bu günün izleyicilerine çok amatör gelir. Oyunculuklar çoğu kez, müsamere kıvamından da kötüdür, tarihsel kronolojiye uymaz, dekorlar, kostümler berbattır, kollardaki saatler, modern aksesuarlar, park edilmiş arabalar gözükür. Pek çoğu da Rumeli Hisarında çekilmiştir. Filmin adın Kanije kalesidir ama arkadan kocaman Rus tankeri geçer. Bu filmlerde profesyonel olan tek şey, faşist propagandadır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/cuneyt-arkinin-veremedigi-hesap.html) (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/10/cuneyt-arkin-kimdir.html) Filmler, tek bir şeyi amaçlar, seyircinin şoven hislerini, daha doğrusu faşizan üstünlük duygusunu arttırmak.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/fasizan-ustunluk-duygusu.html)

Son dönem tarihi diziler de bu amaçla yapılmaktadır. Belki Yeşilçam amatörlüğü, daha doğrusu vasat altı sinemacılığından, oyunculuğundan, az bir şey daha iyi. Tarihsel olayların kronolojisine biraz daha dikkat ediliyor, kostümler falan daha iyi. Lakin bir film yada dizi, tarih ktabı değildir. Bunlar bir tarih belgeseli olarak da çekilmemiştir. Amaçları reklam, propaganda ve reyting (izlenme ve satış)'dir. Mesela seyirci harem hayatı ile ilgilenmeye başladığında, savaşlardan çok, harem kadınlarının çekişmeleri konu edinilir. Kıyafetler, özellikle kadın kıyafetleri, dönem kıyafetinden çok, sponsor firmaların abiye-kına gecelik elbisleridir. Altın takılar da tamamen kuyumculuk firmalarının patentli tasarımlarıdır. Hatta ben bir dizideki türban, neden enseden bağlanmış diye merak ederken öğrendim ki, amaç küpeleri göstermekmiş. Son günlerde de türbanlılar arasında bu tarz da, bu yüzden moda olmuş.  Son dönem dizilerinde en absürt olgu, savaş sahnelerinde koca padişahların-meliklerin, ellerinde kılıçla, düşmanla birebir savaşmaları. on binlerce, yüz binlerce askeri yöneten koca sultanlar, o kadar yönetim işlerinin arasında bir de hoplamalı, takla atlamalı döğüş mi yapıyorlardı, maksat seyirci eğlensin. 

Diğer yandan bir propaganda da söz konusu. Mesela son dönem hiç bir Osmanlı kadınının fotoğraflarında türban-baş örtüsü görmeyiz  O dönemde Abdülhamit ve diğer padişahlara yakın olanlar, onun alkole, hele de konyağa düşkünlüğünden bol bol bahsetmekte. Daha ilginci ülkemizde Türkçe çevirisi ve baskısı 1991'de yapılan Arabesk adlı anı roman çok ilginç. Misbah Haydar'ın babası Ali Haydar, Mekke Şerifi Hasan Hüseyin'in kardeşi. Annesi ise bir İngiliz kadını. Ali Haydar ve ailesi, rehin olarak İstanbul'da yaşıyor. Buna rağmen Hasan Hüseyin, isyan ediyor. Sonuçta Osmanlı, peygamber soyuna ne yapabilirdi ki. (Araplar peygamberin öz torunlarını katledebilme haklarına sahipti.) Bu kitap için ayrı bir yazı yazmak istiyorum. (Sırası ne zaman gelir, bilmiyorum) Şerif'in ailesi, İstanbul'da bir köşkte, Osmanlı devletinden aldığı gelirle, lüks içinde yaşıyor, Osmanlı ailesini hor görüyor. Tabi bu hor görme, kendi aralarında. Şerif ailesi, diğer Arapları da  hor görüyor. Aile içinde Arapça konuşmuyor, Mekke'ye dönmeyi bekliyor. Çünkü has Arapça, Hicaz Arapçası. Ancak kitap yazıldığında daha dönmemişler. O da cumhuriyet ilanı ile maaşları kesildiği için İstanbul'dan ayrılıp, Beyrut'a geldiklerinde, aşçılardan ve hizmetçilerden öğreniyor.Babasının deyimiyle mutfak Arapçası. Misbah'ın annesi bir ajan ve kızını da aja olarak yetiştirmiş. Kitaptan öğreniyoruz ki Misbah'ın annesi (kitabı yıllar önce okumuştum, unuttum), Arap aristokrasisine giren ne ilk ne son İngiliz gelin. Aslında neredeyse 17. yüz yıla uzanan bir Arap-İngiliz ilişkileri var. Yani Thomas Lawrence geldi, hemencecik tüm Arapları kandırdı diye bir durum yok. Çok uzun yıllara dayanan köklü ilişkiler var.

Yirmi beş yıldır öğretmenliğimde gördüğüm şu ki, pek çok erkek öğrencinin tarih sevgisi, aslında masal sevgisi. Oysa Tarih, tıpkı fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, mantık ve diğer pek çok bilim dalı gibi, ciddi bir bilim dalı. Öğrenmek için, bilimsel metodlarla yazılmış tarih kitaplarına ve bizzat o devrin tanıklarına-belgelerine bakmak gerek. Propaganda ve masal dolu film, diz, roman, tiğaytro ve benzeri sanat ürünlerine değil.

27 Ekim 2023 Cuma

Michael Josephson-Önemli Olan Nedir?

 


Hazır olun ya da olmayın, bir gün sona geleceksiniz.

O gün geldiğinde zenginliğiniz, hıncınız kininiz, öfkeleriniz, hayal kırıklarınız, umutlarınız, tutkularınız. planlarınız ve yapmak istediklerinizin hiçbir önemi kalmayacak !

Öyleyse önemli olan nedir?

Yaşadığımız günlerin değeri neyle ölçülür.

Önemli olan, ne aldığınız değil, ne verdiğinizdir.

Önemli olan, öğrendikleriniz değil, öğrettiklerinizdir.

Önemli olan, doğruluk, dürüstlük, merhamet, fedakarlık ve cesaretle atmış olduğumuz her adımla, başka yaşamları zenginleştirmiş olmanızdır.

Önemli olan, yetenekleriniz değil, karakterinizdir.

Önemli olan, diğer insanları yüreklendiren, onların sizi takip etmesini sağlayan örnek bir insan olmaktır.

Önemli olan kaç kişi tanıdığınız değil, siz gittiğinizde ebedi bir yoksunluk hissedecek olan insanların sayısıdır.

Önemli olan, hatıralarınız değil, sizi sevenlerin kalbinde yaşayacak olan hatıralarınızdır.

Önemli olan, ne kadar uzun süre hatırlanacağınız değil, kimler tarafından ne şekilde hatırlanacağınızdır.

Önemli bir hayat yaşamak rastlantıyla olmaz.

Önemli olan, koşullar değil, seçimlerinizdir.

Önemli bir hayat yaşamayı seçin.

Michael Josephson


20 Ekim 2023 Cuma

İlhan Dilek-Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu

 


"Hiçbir zaman anlamadı insanoğlu

Dünya birine kalacak olsaydı Süleyman’a kalırdı Ölüm satın alınsaydı Nemrut tutar alırdı Çıkmadık canlara derman bulurdu Lokman Hekim ölmedi mi? Bu yüzden hiç korkmadık biz Umudumuz hep Allah’tandı. Derdimize yüksel dedik, istediğin kadar yüksel! Nasıl olsa geçmeyecek misin? Öyle oldu, olacak. Bu dünya iyiyle kötünün arasında bir yerde Ama günü geldiğinde iyilerden taraf olacak." | İlhan Dilek

19 Ekim 2023 Perşembe

BOSNA SAVAŞI VE ERZURUM KONGRESİ



 İsrail-Filistin savaşı yeniden başlamışken, unutulan doksanlara dönmek ve Bosna savaşını tekrar hatırlamak gerektiğine karar verip, o yılları hatırlayan ve artık kendisine yaşlı denilecek biri olarak bazı şeyleri yazmaya karar verdim.

En baştan söyleyeyim bu mütevazi blogun vikipedia veya benzeri bir site değil. Ben de unuttuğum şeyleri hatırlamaya, oraya bakıyorum.Vikipedi veya internetin her hangi bir yerinde bulamayacağınız bir şey anlatmayacaksam, hiç yazmamayı tercih ediyorum. İnternette büyük ve merkezi siteler, bazı şeylerden hiç bahsetmiyor. Bazı şeyleri de anlatmayı akıl eden pek olmuyor.

Aliya İzzzebegoviç'i bol bol linç edeceğim ama ona Yugostlavya'yı parçalayan adam demeyeceğim. Kendisi Bosna-Hersek'in bağımsızlığına karar verdiğinde Yugostlavya çoktan parçalanmıştı. Yugostlavya, kolay parçalanabilir olsun diye federatif kurulmuştu. Meraşal Tito'ya federal olması şartıyla destek verilmiş, o da Boşnak, Makedon, Arnavut ve diğer milletlerden de militan toplayabildiği için bölgenin en büyük partizan örgütünün başı olmuştu. Tito, batılı dostlarından bolca aldığı silah, cephane ve para desteği karşılığında, federatif Yugostlavya'nın tuhaf yönetim sistemini kurdu. İç savaşa yakın Yugostlav devlet adamlardan biri, Yugostlavya'nın federal parçalarının etnik yada kimliksel değil, yönetimsel olduğunu savunmuştu. O röportajı yapan gazeteci olsam, Hırvatistan'ın C harfi yada hilale benzeyen garip coğrafi yapısını, Kosova ve Karadağ'ın diğer federal cumhuriyetlere göre ufacık olmasını da sorardım. Sonuçta Yugostlavya, parçalanmak üzere kurulmuş gibiydi. 

İki bloklu dünya döneminde (gerçi gene iki bloglu dünya dönemine girdik) Tito,  Bağlantısızlar denilen, tarafsız 3. Dünya liderliğine oynadı.  Bence 3. dünyacılık, Amerika ile Rusya arasında Eyşan diplomasisinden başka bir şey değildi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/slumflasyon-ve-eysan-diplomasisinin-sonu.html) Pek çok devlet, özellikle Arap ve Afrika devletleri, Sovyetlerden kredi çekmek ve Sovyetlerle iş  birliği yapmak için arada sosyalitmiş gibi yapıyorlardı. Yıllarca Unesco için Afrika'da gazetecilik eğitimleri veren ve neredeyse tüm Sahra altı Afrika'yı gezmiş olan Hıfzı Topuz, Afrika'da sosyalizmin sadece adı olduğunu çok güzel anlatmıştır. O ülkeler için sosyalizm demek, Ruslardan para koparmak ve bazı zenginlerin varlıklarına el koymak demekti.

Yugostlavya ise, biraz daha ılımlı, bireylerin küçük işletme sahibi olabildiği, daha özgür bir ülkeydi. En azından demir perde ülkesi değildi. Parası olan Yugostlavlar, turist olarak gezebiliyor, iş bulabilen yurt dışında çalışabiliyırdu. Hatta bir ara Türkiye Birinci Ligi (şimdilerde sğper lig), Yugostlav ligi gibiydi. Ligimizdeki yabancı futbolcuların üçte ikisinin Yugostlav olduğu zaman olmuştu.

Bu sistemin faşizan tarafı da vardı, özellike Müslüman düşmanıydı. Yetmişli yılların başlarında, aralarında bir dönem Fenerbahçe'nin genel başkanlığını yapacak olan Ali Şen ve Afrodit lakaplı Banu Alkan'ın da olduğu on binlerce kişi, Türkiye'ye göç ettirilmişti. Yugostlav ordusunda ve üst düzey bürokrasisinde sadece göstermelik miktarda Müslüman vardı. Ülkenin refahı ise hem Rusya'dan, hem de Amerika ve batı dünyasından aldığı ucuz krediler ve yatırımlar sayesindeydi. Sovyetler Birliği dağılınca, Yugostlavya'nın tarafsızlığına da ihtiyaç kalmamıştı. Ama Sırbistan, bu devletin sahibi olarak dağılmayı istemiyordu. Çünkü Sırpların gücü ve zenginliği, diğer topluluklar üzerinde egemenliklerine bağlıydı.,

Sonuçta kaçınılmaz savaş başladı. Savaşın Slovenya ayağı çok kısa, sadece on bir gün sürdü. Alp dağlarının dibindeki bu küçük ülke ile Sırpların savaşması için, Hırvatistan'dan geçmeleri gerekiyordu ve Yugostlavya!nın deniz kıyısının büyük bir kısmını sahiplenen Hırvasitan'la savaş ta başlamıştı. Bu yüzden Makedonya ile savaşta kısa sürdü. Oraya da bir anda Amerikan askerleri geldi, bir üs kurdu ve oldu bitti. Hırvatistan savaşı ise fiilen altı-yedi ay sürdü. Çünkü asıl savaş Bosna'daydı.

Savaşın başında Aliya İzzetbegoviç, kendisinden çok emindi. Sonuçta savaşta Sırplar yalnızdı çünkü Rusya'nın (o zamanlar henüz Rusya'dan tam uzaklaşamamış Ukrayna, Müldova ve Gürcistan gibi eski Sovyet cumhuriyetleri sayılmazsa) tek dostu Sırplar kalmıştı. Rusya ise, Boris Yeltsin sayesinde en sefil günlerini yaşamaktaydı. Rusya'nın ekonomisi bataktaydı, Sovyetlerin dağılmasını kaldıramıştı. Sovyetler birliği ile Rusya arasındaki yüz ölçümü farkı bile, Amerika Birleşik devletleri kadardı. Savaşın Sırbistan aleyhine biteceği belliydi.

Bilinmeyen, Boşnakların yani Balkan Müslümanların da aleyhine biteceğiydi. Bunu bilmeyenlerin başına da Bosna-Hersek'in devlet başkanı Aliya İzzetbegoviç geliyordu. Bosna'nın bağımsızlığını ilan edip, hem Sırbistan'a, hem de Hırvatistan'a kafa tuttuğunda, her siyasal İslamcı gibi Amerika'ya güveniyordu. Sonuçta Amerika, kadim düşmanı Rusya'nın son dostunun canına okur, tüm Bosna'yı Müslümanlara verir, hatta Sırbistan'ın bir parçası olduğu halde Müslümanların çoğunlukta olduğu Sancak bölgesini de Müslümanlara verirdi. İzzetbegoviç, vikipediye göre 2.Dünya savaşında Nazi işbirlikçilerini desteklemiş ve hayatı boyunca sosyalist Yugostlavya'ya muhalif olmuştu.Tito rejimi boyunca sık sık hapis yatmıştı. Amerika, Aliya'dan iyi müttefik mi bulacaktı. Oysa Amerika ve Batı'nın planı başkaydı ve Aliya'da farkına varmadan bu olanın bir parçası oldu.

En başta diğer Yugostlav cumhuriyetleri heterojenken, bir etnik grubun baskınken, Bosna-Hersek homojendi.Yüzde kırktan fazlası Hırvat ve Sırp, özellikle de Sırp'tı. Boşnaklar, Yugostlav ordusunda be partizan denen yarı paramiliter-yarı askeri yapı içerisinde de büyük açıdan pasifize edilmiş bir topluluktur. Diğer yandan daha sonra ortaya çıktı ki Sırplar yada Sırpların içindeki bazı paramiliter faşist topluluklar, yetmişlerden beri katliama ve iç savaşa hazırlanıyordu. Özellikle 1980'de Tito'nun ölümü ile iyice örgütlenmişlerdi. Aliya ve Müslümanlar ise hazırlıksızdı.

Derken savaş başladı. Savaşın başlangıcında Hırvatlat ve Sırplar, Müslümanlara karşı olarak başladı. Hatta meşhur Mostar köprüsünü, Hırvat topçusu yıktı. Boşnaklar, başlangıçta çok mevzi kaybetti. Ülkeye derha Birleşmiş Milletler Barış Gücü geldi. Aliya bu güce çok güvendi. Boşnak orduları, bu yüzden sivilleri korumasız bıraktı. Sadece Sreprenitsa'da değil (Sreprenitsa en büyük katliamdı), pek çok yerde siviller, Barış Gücü'nün gözleri önünde katledildi. Savaş en insanlık dışı eylemlere sahne oldu ve bunun acısını özellikle kadınklar ve çocuklar çekti. Tecavüzler sistematiktik, kadınlar gebe bırakıldı ve kürtaj olmayıp, babalarını bilmedikleri çocukları doğurmaları için uzun süre alıkondu. Sırplar pek çok esiri kasten kör etti yada sakat bıraktı. Bütün bunlar Avrupa'nın ortasında ve naklen yayınlarda oldu. Barış gücü her şeyi seyretti, bol bol kınama mesajları yayınlandı. Başkent Saraybosna (Sarayevo) kuşatıldı ve sivil halk, keskin nişancıların canlı hedefi haline geldi. Keskin nişancıları engellemek için binalar arasına dev çarşaflar gerildi. Yaşlılar, keskin nişancıların yeri belli olsun diye kendilerini feda etmek adına yavaş yürüdü. 1984 Kış olimpiyatları Saraybosna'da yapılmıştı. Olimpiyatlar için yapılan stad, dev bir mezarlık oldu. Diğer olimpik tesislerse ya yıkıldı, ya çürümeye terk edildi. Savaş aynı zamanda bir gazeteci-haberci katliamıydı. Keskşn nişancılar önce çekim yapmasın diye kameramanı, sonra tercüman-mihmandarı, sonra gazeteciyi vuruyordu. Savaşta havaalanı ile Saraybsona şehri arasındatünel kazıldı ve şehre pek çok ihtiyaç malzemesi oradan taşındı. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Tansu Çiller ile Pakistan başbakanı Benazir Butto, şehre tünelden gitti. Tünel halen ziyaretçilere açıktır.

Savaş, karışık evliliklerin yada kan karışmasının barış getireceği tezinin çöküşüydü. Tito bile yarı Hırvat, yarı Slovendi. Tüm o Müslüman katillerinin pek çoğunun annesi yada annannesi-babaannesi falan Müslümandı. Hatta bu evlilikler, savaştan sonra da devam etti ve ediyor diye duydum. Savaşta Emir Kusturica gibi dönekler de yetiştirdi.

Bu sırada Türkiye'de bolca protesto, Bosna'ya yardım kampanyaları (hatta biri dönemin meşhur 900'lü hatları idi) falan oldu. Bolca ihanette oldu. Sırbistan sözüm ona ambargo altındaydı ama bizzat Türk tüccarlar, kaçak yollarda Sırbistanı besliyordu, Uğur Dündar bunlardan bazılarını ifşa etmitşi. İlginçtir Bosna savaşı öyle devasa bir mülteci göçüne neden olmadığı gibi, Sırbsitan'a ait ve Boşnak nüfusun hakim olduğu Sancak bölgesine de pek sıçramadı. Bosna'ya o kadar çok gönüllü-savaşçı da gitmedi.

Aliya uzun süre batılı müttefiklerinden destek bekledi. Gelmeyince de o meşhur sözünün söyledi. Her şey bittikten sonra düşmanlarımızın yaptıklarından çok, dostlarımızın yapmadıklarını hatırlıyacağız. Bu sözü İslam dinyasına değil, Amerika'ya söylemişti. Atatürk'e faşist diyecek kadar Amerikan mütefiği olan Aliya, bu sefer de cihat ilan etti ama pek ses gelmedi. Yakın tarihte cihada gizli destek verilen tek savaş, Afganistan-Sovyet savaşı oldu. Osmanlı'nın 1914 cihat ilanına bile pek az katılım oldu. (Sadece Libya'daki Sunusi aşreti destek verdi) Afganistan'daki, İslamcıların pek övündüğü olay ise, basit bir bar kavgasının, Afgan göçmenleri linçleme amaçlı büyütülmesiydi. Gene de başka çare olmadığını anlayan Boşnak ordusu toparlandı ve biraz güçlenir ve belli bölgelerde Sırpları kovar gibi oldu. Bosna Hırvatları da, Boşnaklarla müttefik olmaya başladı. Boşnaklar bazı yerleri geri almaya başlamış, ambargo da Sırpları yıpratmaya başlamıştı ama Boşnaklar da çok tükenmişti. Devlet başkanlığı duvarına Kabul et Aliya, sadece arka bahçeyi verse bile yazmışlardı.

Bu savaş oyunu,  Bosna'nın Markale bölgesinde 2. pazaryeri katliamı oldu. NATO ve Birleşmiş Milletler uzmanları bombaların parçaları topladılar, patlama yarı çapını ölçtüler ve çok gerekliymiş gibi bombaların Sırp ordusuna ait olduğunu ispat ettiler. ArdındanSırbistan ağır bir hava bombardımanı sonucu ateşkesi kabu etti. Taraflar Dayton antlaşması imzaladı. Bosna, kantonlara bölündü. Yarısından biraz fazlası Boşnak ve Hırvat bir kısmı da Sırp bölgesi oldu. Yani ne Bosna bütünlüğünü korudu, ne de Sırbistan'ın bir parçası oldu. Neden bu bombardıman savaşın başında olmadı? Çünkü o zaman henüz savaş yorgunu olmayan Sırplar, Nato ile savaşabilirdi. Oysa Bosna'da kaybetmeye başlamışlarken daha fazla savaşacak ruh halinde olamadılar. Sırbista, kaçınılmaz olarak Kosova ve Karadağ'ı da kaybetti. Daha sonra genel anlamda Balkan yarım adası kaybetti. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/balkan-yarimadasinin-soguk-savas.html) Savaşta ve savaştan sonra İslamcı örgütler-tarikatlar öne çıktı. Ülkücülerin en güçlü olduğu devirdi ama Ülkücüler Bosna konusunda hiç varlık gösteremedi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/turk-milliyetciliginin-acinasi-hali.html) İslamcı örgütler ise anca şov yaptı, savaşa ve savaş sonrası Bosna'nın ekonomisine bir destek olamadılar. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/kuru-kuru-kurban-olayim.html)

Sonuçta Amerikan mandası altındaki Bosna-Hersek, savaşı Sırplar ile beraber kaybetti. Aliya İzzetbegoviç, Atatürk'e faşist-ırkçı demeden önce Nutuk'u okusaydı, Amerikalı ve Arap dostlarından bir hayır gelmeyeceğini anlardı. Erzurum kongresinde alınan MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ kararının ne kadar önemli olduğunun göstergesi, Bosna'nın halidir. Savaş sırasında bir Boşnak diplomat Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diplolmatlarına, hiç bir uluslar arası kurum tarafından tanınmış değilsiniz ama sizin yerinizde olmayı çok isterdim demişti. Kıbrıs'ta Türk ordusu harekata başlamadan önce adadaki Tür erkeklerinin beşte birinden fazlası, Türk Mukavemet Teşkiları üyesiydi.

Atatürk'ün dediği gibi, başkalarının verdiği akılla yükselmiş bir millet yoktur.Milletin bağımsızlığını gene milletin azim ve kararlılığı kurtarır. Başka milletlerin himayesini istemek, yöneticilerin zayıflığı ve korkaklığındandır.

Savaştan sonra Bosna sorunu ve soykırımlar sinsice unutuldu. Yılda bir kaç kere anma günleri dışında hatırlanmaz oldu. Sırplar, Avrupa'nın üçüncü büyük mafyasını kurdu. Sırp mafyası, mülk karşılığında Türk vatandaşlığı alıp, Türkiye'yi üs yaptı.

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/nutuktan-akildakalanlar-ve-orhun.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/11/nutuk-ve-orhun-yazitlari.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/istiklal-marsi-ve-orhun-yazitlari.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/05/nutukun-ilk-sayfasi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/ataturkun-turkiye-iktisat-kongresini.html


18 Ekim 2023 Çarşamba

Erich Fried Dinle İsrail

 


Peşimize düştüklerinde o zamanlar
sizden biriydim
Siz başkalarının peşine düştüğünüzde
nasıl sizden olayım ben?

Özleminizdi,
sizi katleden
öteki halklar gibi olmak
Oldunuz şimdi onlar gibi

Daha fazla yaşadınız
size vahşeti yaşatanlardan
İçinizde mi yaşar şimdi
vahşeti onların?

»Çarıklarınızı çıkarın«
diye emrettiniz dövülenlere
Çarıkları kumdan olanları
günah keçisi gibi

çöllere, ölümün
büyük camisine sürdünüz
Ancak üstlenmediler
yüklemek istediğiniz günahları

Bombalarınız
ve tanklarınızın izinden
daha kalıcıdır
kumdaki çıplak ayak izleri

Erich Fried