film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2025 Çarşamba

DARBECİ ERGENLERLE AKŞAM YEMEĞİ SOHBETİ



 2016 yılının Ağustos ayıydı. Hasanoğlan Atatürk Fen Lisesinden soruşturma sonucu uzaklaştırılmış, Elmadağı Şehit Sertaç Uzun Mesleki ve Teknik lisesine atanmıştım. Ağustos sonunda kısa sürecek evliliğimi yapacaktım ama evliliğin bu kadar kısa süreceğini bilmiyordum. Tam olarak hangi gündü bilmiyorum galiba bir cuma akşamıydı, Ankara'da ailemin evine gelmek için Hasanoğlan'dan Kızılay'a gelmiştim.  Akşamın geç saatiydi ve evdekilerden yemek istemektense, Sakarya caddesindeki Hatay usulü domates çorbası soslu dönercilerden birine girmiş, uygun fiyatlı bir menü almıştım. Kendi halimde yemeğimi yiyordum. Tam o sırada birden yanıma geldiler, üç kişiydiler, üç lise öğrencisi. Onları derslerine girmesem de, pansiyon nöbetlerinden tanıyordum, onlar da beni.

Bir süre havadan-sudan, eski anılardan, pansiyon anılarında  falan bahsettik birbirimize. Yeni okulumda daha derse girmemiştim, ondan bahsetmedim. Sonra konu, yakın tarihte olan darbe teşebbüsüne geldi. Ben, en umulmadık kişiler fecöcü çıktı dedim. Çocuk, ummulmadık kişiler, meselqa ben dedi. Biraz şaşırdım, bu çocuğu solcu biliyordum. Bu tarikat hakili takiyyeciymiş. Gittiği dershanede onu özel eğitim verilen bir sınıfa almışlar.  Sonra kurunun yanında yaş da yanar mı diye sordu, çooook dedim, oları mümkün olduğunca uzatarak. Çocuğun Arap esmerliğindeki suratı mosmor kesildi. Kendisi yaş odun değildi, bildiğin yağlı Marmara çıralı çamıydı. Onlardan aldıklarını ne yapması gerektiğini sordu. Diğer .ocuklardan birisi, yakmasını söyledi. Ben de duman dikkat çeker dedim. Gerekten de sonraki günlerde böyle şeyleri yakanların, yakalanıp, tutuklandığı haberi geldi. Hepsini büyük siyah bir torbaya koy, evinden uzak bir çöplüğe bırak, dedim. Heosini mi hocam, Kuran-ı Kerim var, Nutuk var, dedi. Ben de hepsini büyük, siyah bir torbaya koy, uzak bir çöpün kenraına bırak. Yolun ortasından git, kameralara yakalanma dedim. (O zamanlar bu kadar çok mobese ve güvenlik kamerası yoktu.) Eylül ayında, sene başında okullarda, bazı yayınevlerinin kitapları toplatıldı. Sertaç Uzun'da bu işi yapan müdür yardımcısına ben yardım etmiştim. Onun deyimiyle, Nazicilik oynuyorduk ve topladığımız kitaplar arasında Kuran ve Nutuk'da vardı. Meğer örgüt, imamları içimn kendilerince bazı ayrtılar eklemiş kitaplara. Ardından çocuklar, darbedeki bazı generallerina adını anıp, bazı şeyler anlattılar. Sonra geçkip gittiler.

Ertesi gün yada bir kaç gün sonra yandaş kanallar, fecöcüler çöpe kuran attılar diye haber yaptılar, heyecanlı heyacanlı. Olay Ankara'da olmuştu ve bir de o dönem çok moda olan (galiba halen moda) bir internet oyununun hilelerinin olduğu kağıdı, örgüt şifreleri diye sunmuşlardı. Olayın o akşamki öğrencilerle alakası var mı, yoksa tesadüf mü, bilmiyorum.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

İLK KAN (ROCKY 1) FİLMİ (1982) FİLMİ; FİLM NE ANLATIR, İZLEYİCİ NE GÖRÜR



 Sanatçının anlattığıyla, eserde anlaşılan her zaman aynı değildir. Bunun sinema sanatındaki en ünlü örneği, 1982 yapımı İlk Kan yada diğer adıyla Rocy 1 filmdir. Film, İlk Kan diye çıktı ama daha vizyondayken bile, filme Rambo 1 deniliyordu, çünkü gişede patlamıştır. Sinema sektörünün devam filmi gereği 2. kesin gelecekti, ne zaman geleceği sorundu. Filmle ilgili pek çok ayrıntıyı internette bulabilirsiniz. Ben sadece birinci fimden bahsedeceğim. Ben ilk üçünü izledim, 4 ve 5'i izlemediğim gibi, izlemeyi düşünmüyorum. Şiddet-aksiyon bornozu meraklısı değilim. Film, romandan uyarlanmış ama romandan çok uzakmış, normaldir. Sinema, en az yirmi, yer yer binlerce insanın emeği ile yapılan bir iştir ve mecburen ticaridir. Roman 1972'de, savaş halen sürerken ama Kuzey Vietnam'ın zaferi ve Amerika'nın kaçışı kesinken yayınlanmış; film, 1982'dei savaş biteli çok olmuşken yayımlanmış.

İnternette herkes filmde hiç kadın olmamasına değinmiş lakin dikkat ederseniz, açılış kısmı hariç, siyahi (zenci)'de yok. Filmin girişinde tek katlı bir ev ve önünde karavan var. Amerika'da öyle kafanıza göre gecekondu yapamadığınız için, fakir kişiler, karavanda yaşıyor geenlde. Rocky, Vietnam'dan arkadaşını ziyarete gidiyor, orada zenci bir kadınla konuşuyor, kadın da arkadaşının kanserden (muhtemelen uranyum, toryum dahil envai çeşit radyoaktif madde ve zenvai çeşit zehirli kimyasal madde içern mühimmatlardan dolayı) öldüğünü söylüyor. Rocky'de, birlikte çektikleri hatıra resmini kadına verip, ayrılıyor. Bu sahneden sonra kadarajda ne zenci var, ne de kadın. Kasaba, Amerika'da eskiden yaygın olan günbatımı kasabalarından muhtemelen. Bu kasabalar, siyahilerin, hava kararmadan ayrılmak zorunda oldukları kasabalar; eski Amerikan romanlarında bahsedilir bunlardan. Şimdilerde ayrımcılığa karşı yasalar güçlüyken de böyle yerler var mıdır, bilemem. Filmde sadece beyaz Amerikalılar var, Asyalı (Çin-Japon), Latin Amerikalı'da yok. Jack Rambo'ya karşı ucuz kahramanlık harekatı yapılıyor ve ucuz kahramanlığı sadece egemen güçler yapar. Rambo'ya saldıranlar, kasaba şerifinin uyduruk bir yeminle işe aldığı, eli silahlı köylüler, kasabalılar. Kasaba şerifinde, Anadolu köylerinde görülen, biz buraların yerlisiyiz kafasıyla, oradan tesadüfen geçen yabancıları ezme yabaniliği var. Zorbalanan Rocky tetiklenince,  olaylar başlıyor. Özetin özeti olarak, eğitimsiz yerel polis, savaş tecrübesi görmüş mavi bereli (Türkiye'de bordo bereli) komandoyla baş edemiyor.

Yerel polis demişken, işi şu tarafını da açıklamak gerek. A.B.D'de federasyon olduğundan, bizdeki yani üniter devletlerdeki gibi ulusal bir polis-jandarma teşkiları yok. Yerel polisler, tıpkı itfaiye, zabıta gibi belediyelere bağlı. Polis teşkilarının tepesinde, doğrudan adalet bakanlığına bağlı meşhur FBI var. FBI, Eyalet polisleri ve büyük şehirlerin (New York, Miami, Houston gibi), ciddi  polis eğitim kurumları var ama olayın geçtiği taşra kasabalarında işler o kadar ciddi değil. Filmlerde ve dizilerde eyalet polislerini pek görmüyoruz. Fimde de şerife, yardımcılarından biri, işi eyalet polisine devretmesi gerektiğini söylüyor. Şerifte ölen-yaralanan kişiyi kaç yıldır tanıdIğını falan söylüyor. Bir kaç sahne sonra, elini havaya kaldırmış, tek başına olduğu ve canlı bomba olmadığı belli olan Rambo'yu teslim alamıyor ve vuramıyor. Vuracaksan en azından biraz daha yakına gelmesini bekle. Nasıl olsa yıl 1982, ne cep telefonu, ne internet, ne de bir kamera kaydı var. Şerif aptalca ateş edip, adamı kaçırtıyor ve ardından kendisi gibi, bir buranın yerlisiyiz kafasında bir sürü aptaldan oluşan ordu toplayıp, en sonunda Rambo'yu bir maden ağzından köşeye sıkıştırıp, roketle patlatıyor. Rambo ise dışarı kaçmak yerine içeri kaçıyor. Vietnam deneyimlerinden, insan yapısı mağaraların, Vietkong tünelleri gibi birden fazla çıkışı olabileceğini biliyor. Kocaman farelerle dolu tünellerden geçip, dışarı çıkıyor ve asıl şenlik o zaman başlıyor.

Filmin en unutulmaz yeri, Roky'in teslim olmadan önceki, savaş ve askerlik karşıtı söylevi.  Filmi izleyenler, Vietnam sendromu, travma sonrası şiddet, sevaşın anlamsızlığı gibi şeyler yerine; tek kişinin, özel eğitimle neler yapabileceğini görüyor ve seksenlerde savaş ve askerlik filmlerinda artış yaşanıyor. Rakibi Arnold Schwarnazeger, savaş filmlerinin ekmeğini kendisinden çok yiyor, Ölüme Koşan Adam, Terminatör, Robocop gibi filmler yapıyor. Bu filmler, asker filmlerinin tipolojisini değiştiriyor. Önceden asker filmleri, vatani hizmet filmleridir. Filmlerde sıradan insan ve sıradan mesleği olan siviller, devletin çağrısı yada emri üzerine askere alınırlar. Filmin başındaki beceriksiz askerler, film ilerledikçe ustalaşırlar. 1987 yapımı Full Metal Jacket, bu tür filmlere en iyi örnektir. Rocy yada Terminatör, mesleği askerlik olan, bunun için özel eğitim almış ve sivilde bir bilmeyen kişilerdir. Rambo ile beraber, prpfesyönel askerlik filmleri başlar. Bu filmler ilk başlarda Rambo yada Terminatör gibi bireysel kahramanlık, askeri süper kahraman filmleridir. Cüneyt Arkın'ın bir kısmı Aytekik Akkaya'yla beraber yaptığı bir seri filmde, bunlardandır. (Bu dönem Cüneyt Arkın-Aytekin Akkaya filmerinin en ünlüsü, Dünyayı Kurtaran Adam'dır.) 1992 yılında yapılan Evrenin Askerleri (Universal Solidier) filminin başarısıyla filmciler, askerliğin bireysel bir spor değil, bir takım işi olduğunu hatırladı. Band Of Brothers, Er Ryan'ı Kurtartmak, Börü gibi özel harekatçı takım-manga-bölük filmeri yapıldı.

Her aşırı başarılı film gibi, yaşama-modaya yön verdi. Komandoluk, askerlik kavramının merkezine yerleşti. Rambo'nun film için özel (daha sonra serinin diğer filmleri içinde ayrı ve özel) tasarladığı bıçak yok sattı. Milliyet gazetesinin uzun yıllar her pazar kendisi ile birlikte verdiği Oscar TV adlı ekinde, yıllarca Rambo, Yaşam Savaşı Verme Bıçağı'nın reklamı yayımlandı. Askeri botlar ve kamufulaj desenli paltolar, parkeler, doksanların sonuna kadar moda oldu. Rambo'nun alnına, kanama dursun diye sardığı bez bile moda oldu. 1993'de, televizyonlarda Rambo'nun çizgi filmi vardı (Sezai Aydın seslendiriyordu, kaçınılmaz olarak)  Rambo, aksiyona geçmeden evvel botunu ve alın bezini bağlıyordu. Bu bez, uzun süre komandoların, sporcuların, fitnes-yoga yapanların ve hatta bir ara gayların simgesi oldu. Saçların ön kısmını bir baş örtü gibi örten bandana denen bezler de uzun süre moda oldu.

Romanın ve filmin amacı, militaristliğin ve savaşın kötülüğünü göstermekti, en azından ilk filmin amacı oydu. Savaş karşıtı bir filmde, aksiyonu ve askerin karşıtlığını fazla abarttığınızda, militarizm propagandasına döner. Serinin geri kalan filmleri de askiyon ve şiddet bornosudur. Serinin diğer filmleri de çizgi roman-süper kahraman tadındadır. En komiği de Afganistan'da geçen 3. filmdir. Film vizyona girmeden, Sovyetler, Afganistan'dan çekilmiş; sonraki yıllarda Afganistan'da, Sovyetlerin yenilgisinin  benzerini Amerikalılar yaşamıştır. 

22 Mart 2025 Cumartesi

GÜNLÜK YAŞAMDAKİ SQUİDE GAME 4-MAFYACILIK OYUNU

 


Bu blogumda defalarca mafya dizilerini, filmlerini eleştirdim ve muhtemelen bu da son olmayacak. Squid Game özelinde, bundan da bahsedeyim. Türkiye'de, Deli Yürek dizisi ile başlayan ve halen, her sezon en az bir mafya dizisiyle başlayan bir propaganda süreci var. Sürekli olarak mafyatik örgütleri MİT,  Devlet gibi kurumlarla irtibatlandırmak, onların devlet adına savaştığı fikrini yaymak çabası var. Fransız yazar,  Jean Cristophe Grange, Türk mafyasını konu edindiği Kurtlar İmparatorluğu adlı romanının tanıtımında , Türk mafyasını, ideolojisi olan tek mafya diye tanıtmıştı. Oysa dünyada mafya genelde sağcı ve faşizan yapıdadır. Meşhur İtalyan mafya gruplarının bu kadar palazlanma sebebi, Komünistlere karşı Gladio'nun silahı olarak görülmeleridir. Türk mafyası, ideolojik yapısını büyük ölçüde bu güne kadar korumuştur ama artık bu da bitmektedir. Ülkemiz, parayı bastıranın vatandaşlık alması sayesinde, Sırp, Yeni Zelanda, İsveç gibi ülkelerin mafyalarının da üssü haline gelmiştir.  Yerli mafyamız da onların kompradorudur artık. En son Hasan Heybetli'nin 2009'dan beri yattığı cezaevinde ölmesi ile zaten bitmiş olan kabadayılk devri, sonlanmış oldu. Şimdilerde kendilerine baba, kabadayı falan da demiyorlar, iş insanı, iş adamı falan diyorlar.

Mafyatik örgütlenmeleri, fuhuş, kumar, insan-silah kaçakçılığı, kara borsacılık, haraç kesme gibi illegal alanlarla sınırlayamayız. Mafyanın tek silahı, ateşli silahlar değildir. Meşhur JULY 15 darbe girişiminin ardındaki tarikat, aslında eğitim sektöründen mafyaydı. Her sene April 20'de doğum günün kutladığımız şahsın şeyhi olan Noorsi'nin izinden giden diğer Noorsi gruplar da halen Eğitim sektöründe köşe başlarını tutmuş durumda. 10 Kasımlarda ve milli bayramlarda Atatürklü reklamlarına bakmayın siz. Hatta TÜSİAD holdinglerinin benzer reklamlarına da kanmayın. Pek çok tarikatı koç gibi destekliyorlar. Üçe bölünen ve bitmeyen çorbasıyla ünlü başka bir tarikatta, özel hastane sektöründe tekel. Ucuz doktor emeği ile Türkiye, eskilerin Brezilya'sı gibi tıp turizminin, daha doğrusu ucuz estetik cerrahi uygulamalarının uluslar arası merkezi olmuş durumda. Bu turizim de tarikatın kollarının elinde. Paylaşılmayan asıl para bu. Şimdilik silahlar patlamadı ama her an patlayabilir. Ayşe Barım olayı .ok konuşuldu ama bu ülkede yıllarca Fahrettin Aslan, gazinoculuk,  Türker İnanoğlu sinema mafyasının başındaydı. Kemal Sunal, bu mafyadan kurtulmak adına, silah kaçakçısı Dündar Kılıç'ın koruyuculuğuna girdi.

Mafya kavramı ise, sinema-dizi sektörü tarafından sürekli romantikleştiriliyor. Gerçekse her zaman çok başkadır. Bol bol film-dizi-roman ve çizgi romana konu olan meşhur Japon mafyası Yakuza'nın, 2020 itiibarı ile üyelerinin üçte bir Korelidir. Yani hiç bir mafya örgütü, anlatıldığı gibi değildir. Ülkü Ocaklı ve Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca, eğer Papa 2 Jean Paul'ü ölgürebilseydi, bir ihtimal Sovyetler Birliği on sene daha yaşayabilirdi. Papa ölseydi, kardinaller konseyi, papa yapmak için yeni bir Polonyalı kardinal bulmak zorundaydı. Bin yıldan uzun Papalık tarihinin ilk Polonyalı papası olan Jean Paul, toprağı az, parası bol olan Vatikan'ın parasını, Komünist rejime karşı grevler yapan Dayanışma sendikası ve diğer sendikalara aktarmak için hazırlık yapıyordu. İyileşince de aynen öyle yaptı.  Suikasti Bulgar istihbaratı planladı. Türk mafyasının Avrupa ile ilişkileri için Bulgaristan hayati öneme sahipti. Yani ilişkiler çok grift. Son üç-beş aydır olanlar da bunu gösteriyor.

Ben mafya öznetiliği konusunda ben hep Kurtlar Vadisi, Çukur ve benzeri dizilere kızardım. Fark ettim ki Kol Paçino gibi mayfa komedileri daha etkin. Mafya karakterleri, komedi filmlerindeki komik karakterlere benzemez.

Mafyacılık, çocuk oyunu değildir.

10 Ağustos 2024 Cumartesi

14 TEMMUZ FİLMİ ELEŞTİRİSİ;NALINA VE MIHINA

 


14 Temmuz filmini Youtube'dan ve yayımlandıktan yıllar sonra izledim. Film, açıkça PKK yanlısı ve ben hem Kürtçülük, hem de Türkçülük açısından eleştireceğim. Deyim yerindeyse, hem nalına, hem mıhına vuracağım yada öyle yapmaya çalışacağım.

Film, son derece profesyonelce  propaganda içeriyor. Öyle ki, Türk faşistleri için de, Esat Oktay Yıldıran adlı psikopatı idol haline getirdi. Bu tür propaganda filmleri, ayrıştırmayı da hedef aldığından, PK açısından dört dörtlük propaganda filmi olmuş. Senaryo olanlara PK'nın teorisine göre büyük ölçüde gerçekçi. Örgütün iddiasına göre Yıldıran, Diyarbakır cezaevi görevinden sonra bir nefret objesi haine gelince, adını değiştirmiş, estetik ameliyat olmuş ama sesinden tanınmış. Halk otobüsünde, karısı ve sonradan deniz yarbay olacak oğlu Timuçin'in gözü önünde, 

-Sana Diyarbekir zindanından Laz Kemal'in selamını getirdim diyen katilince vurulmuş. Son sözleri de;

-Ben, Esat Oktay Yıldıran değilim olmuştur. Devletin resmi raporlarına göre, arkasında oturan katilleri, ensesinden ve göğsünden vurmuştur. Filme yorum yapan faşistler, bir işkencecinin, ölüm anında bu kadar korkaklaşmayacağını yazmışlar. Adnan Menderes'in Yassıada kayıtlarını dinleyin. Sesinin yükseldiğini duymazsınız. Gaddarlar, güçten düşünce sesi kısılır.Filmde yüzbaşı Esat ile binbaşı Esat'ı aynı oyuncu oynuyor (Bülent Keser). Oysa başka bir oyuncu ile film desteklenebilirdi.

 Pek çok kişi, filmdeki Atatürk büstleri ve resimlerinin tuhaflığına takılmış. 12 Eylül darbesi sabahından bu yana kırk dört yıl geçti ve o günleri hatırlayanlar,  benim gibi elli yaş ve civarındalar. Ben darbe zamanı altı yaşında bir çocuktum ve diyebilirim ki o dönemim Atatürk resimlerinde, heykellerinde ve büstlerinde vardı bu çirkinlik. Temelde Sovyetler Birliğinin, Lenin heykeli politikası örnek alınmıştı. Her odaya Atatürk resmi, her bahçeye Atatürk büstü ve her meydana Atatürk heykeli ile özetlenebilecek bu politikada, Atatürk'ü korkunç gösterme çabası vardı. Sınıflara asılan paltolu ve gülümseyen resmi haricinde kamu binalarına, kaşları Alparslan Türkeş'e benzetilmiş gibi, mareşal üniformalı resimleri, kamu binalarında çoktu. Gene o dönemde, Atatürk büstleri, kocaman burunlu ve simsiyah olurdu. Gene o zamanların Atatürk heykellerinin pek çoğu, Atatürk'ten başka her şeye benzerdi. Doksanlardan itibaren azaldı. İki binlerin başlarında bir ara, bunlar nasıl Atatürk haberleri ile basına alay malzemesi olunca, hepten yok oldular. Arada bir yerlerde rastlayabilirisiniz.Filmde, sanki Paplo Pikasso,  Atatürk portresi yapmış gibi bir resim var, Atatürk değil de, Atatürk karikatürü gibi. Ben o resmi çocukken gördüğümü hatırlıyorum.

Hapishane sahnelerinde işkence ve kötü muameleleri gerçekçi. Tamamen filme aktarılsa, izlenemez olurdu. Gerçekçi olmayan yön ise, hapishanede sadece PK örgütünün olması. Oysa o hapishanede, sayısı belirsiz (beş bine kadar çıkmış olabilir o zamanlarda)  mahkumun arasında diğer örgütler, hatta Ülkücüler ve Akıncılar (sonradan İBDA-C ve Hizbullah olacak) gibi sağ örgütlerin üyeleri bile vardı.kı. Diyarbakır, o zamanlarda koca bir şehirdi ve her ideolojiden, her suçtan insan vardı. Hatta 2009 yılında, Bu Kalp Seni Unuturmu dizisi yayımlandığında, o zamanlar yolu Diyarbakır hapishanesinde düşmüş İngiliz (yada Amerikalı) ile yapılan bir röportajı Facebook'ta izlediğimi hatırlıyorum. Hapishanedeki tek Kürtçü örgütte PK değildi. Rizgari , Kawa ve bu iki örgütün fraksiyonları da hapishanedeydi. Filmde tutukluların maşallahı var, kimse çözülmüyor. Oysa o korkunç işkencelere dayanmak, herkesim harcı olsaydı, dayananlara kahraman denmezdi. En  eşhur isimlerin bile çözüldükleri anlar ve zamanlar olmuştur. Fevzi Yetkin ve Mehmet Tanboğa'nın yazdığı dörtlerin gecesi anı-romanında anlatıldığına göre Esat, çözülen mahkumlara da işkence yapıyor. Yani 12 Eylül cuntasının niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Dörtlerin Gecesini yazan ikili, bedenimiz çözüldü ama ruhumuz çözülmedi diye kendilerini savunuyorlar. Filmde, dörtlerin kendilerini yakmaları az gösteriliyor gibi. Oysa A.Ö, ben örgütü dört kibrit çöpüyle kurdum demiştir. Filmse daha ziyade Kemal Pir'e odaklanmış. Filmde Kemal Pir, devleştikçe devleşiyor, iyice kahramanlaşıyor.

Filmde örgütün, diğer Kürt örgütleri ile mücadelesine yer verilmemiş, propaganda gereği. Rizgari ve Kawa örgütü ve fraksiyonlarını katletmesi de gösterilmiyor. Aslında darbeden önce en küçük örgüt , o zamanlar Apocular denen Pk, örgüt, Diyarbakır hapishanesinde büyüyor. Apocu cinayetlerin suçu da askere atılıyor. Olaylarla ilgili gerçekler, yıllar sonra itiraflarla ortaya çıkıyor. Filmde ve döneme ait anlatıların pek çoğunda bu örgütlerin adı geçmiyor ama o zamanlar adı konmamış, sadece Apocular diye bilinen Pk'nın adı bol bol geçiyor. Hatta Esat yüzbaşı, örgütün şemasını şeklen değilse bile, sözle çıkarıyor.

Pk ile ilgili garip şeylerden biri de, bu örgütün içinden, başka hiç bir örgütün çıkmaması ve örgütten ayrılanların genelde hep devlete teslim olup, itirafçı olması yada Avrupa'da sığınmacı olması. Sağcılar, solcular bölünerek çoğalıyor diye espiri yapmayı çok sever.Oysa şu anki iktidar partisi bile içinden Deva ve Gelecek partilerini çıkardı.Ülkücü hareket, MHP'nin  içinden daha başbuğu sağken BBP'yi, sonrasında İyi Partive Zafer partilerini çıkardı. Pk ise, her zaman tek parça kaldı. Cephe-particiler gibi Bedrici-Dayıcı kavgası bile yaşamadı. Örgütün, önderine karşı çıkan isyanlar hep güdük kaldı. Bölgede ortaya çıkan Hizbullah ve benzeri örgütler ise, örgüte tepki olarak .çıktı ve üyelerinin pek azı Pk kökenliydi.

Film, ilk kırk beş dakikadan sonra, Esat yüzbaşı, Kemal Pir düellosuna dönüyor. 12 Eylülün ve faşizmin tüm günahları, Esat yüzbaşıya yükleniyor. Üstelik bu görev, aslında bir astsubayın yapması gerekn bir iş. Görevi bir astsubaydan alıyor, görevden alınınca yerine bir astsubay atanıyor. Görevden alınması da, şapkasını düşürmesi ile gösteriyorlar. Esat yüzbaşı üzerinden dönen efsaneler yüzünden, generalleri ve 12 Eylülle zenginleşenleri ve zenginliğini arttıranları görmüyoruz. Seksenler ve doksanlar boyunca emekli generaller, bankaların, holdinglerin yönetim kurullarında üyelik yaptılar. Tahsin Şahinkaya'nın ortağı ve dünürleri Kale holding para kazansın diye, o zamanlar kamu malı olan Petrol Ofisinin tüm istasyonları, Kale Bodur marka fayanslarla kaplandı.Uzun yıllar gıda satış ve imalathanelerinde, hijyen bahanesi ile fayans kaplama zorunlu oldu. Gene o zamanlar devlete ait olan Süt Endüstürsü kurumu, bayilikler (Franchising) verdiğinde, yerden  bir buçuk metre yüksekliğe kadar fayansı zorunlu tutmuştu. Tahsin Şahinkaya, CASA souşturmasında sadece Türkiye'de soruşturma yapılmamasını da sağladı. 

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/casa-olayi-nezihtavlas-aslndabloga.html

Esat'ın ise kuyumcularla arası iyi olduğu bir TV programında geçince (o zamanlar çözüm zamanı tabi) , oğlu hemen canlı yayına katılıp, babasını savunup, her şeyi inkar ediyor. Oysa faşist ergenlerin, bu filmden kestikkeri sahnelerden  yaptığı nefret dolu capslara bir şey demiyor. (Dese de buna uğraşmaya vakti varmı, o da ayrı soru) İlginç bir şekilde, bu blogda, Koçgiri isyanı ile ilgili yazdıklarıma en fazla tepki, Topal Osman'ın yağması konusuna geldi. Sanki yüz sene önceki olaydan ötürü Giresun'a gidip, verin dedelerimizin mallarını diyecekmişiz gibi bir tepkileri var. Faşizan saldırılar daima planlı ve hesaplı olduğu gibi, asıl hedefinde yağma ve talan vardır.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/02/kocgirilerin-bilinmeyen-trajedisi-4.html

Gene de bu olayda Esat yüzbaşıya haddinden fazla yer verilmiştir. 12 Eylüle dar çerçeveden bakılmıştır. Kendisi görevini de layıkıyla yapamamış, görevden alınmıştır. Kendisinin hayattaki tek başarısı, eli-kolu bağlı mahkumlara işkencedir. Göreve getirilme sebebi de bu konuda Kıbrıs savaşındaki tecrübeleridir. Bu açıdan suikasti Yunan istihbaratı da planlamış olabilir. Bir de, koca yüzbaşı olarak, köpeğini de işin içine katıp, kendisini hedef yapmıştır. Oysa kendisnin yapacağı şey, bu pis işi alt rütbelere devredip, arada bazı mahkumları kurtararak, iyi adam olup, mahkumları kazanmak. Gerçi, Kenan Evren bile 17 yaşındaki bir çocuğun idamı için, elim titremedi, admayalım da, besleyelim mi diyen bir caniydi.

12 eylül ve Diyarbakır işkenceleri olmasaydı, Kürtçü terör gene olurdu ama bu kadar büyük olmazdı. Dörtlerin Gecesi romanında da göreceğimiz  üzere, çözülen ve devletle anlaşanlar bile işkenceden geçmiş, milyonlarca insanın konuştuğu Kürtçe yasaklanmıştır. Sorun sadece işkence de değil, üzerine Kürtçe'nin yasaklanmasıdır. 12 Eylülden yıllar sonra, iki bin yılında askerlik yaptığım bölüğe her celp yedi yüz elli civarı acemi gelirdi. Birliğimiz geri hizmet olduğundan, en kötü acemiler bize gelirdi. Bolca sabıkalımız, façalımız falan olurud. Her celp, bu yedi yüz elli askerin yüz elli kadarı okuma-yazma bilmez, yirmi kadarı da Türkçe bilmez olurdu. Düşünün ki sene iki bindi, kadınların üçte birinin okuma yazma bilmediği 1980 değildi. Ayırca taşrada kızlar okutulmadığından, devlet memurları da evde erkeklerle muhattap olduğundan, kadınlarda Türkçe bilmeme daha yaygındı. Çocuklarını hapishanede ziyaret eden kadınlar, onlarla konuşamama eziyetini yaşadı. Bu yüzden kitap yayınlamaktan başka suçu olmayan, Muzaffer Erdost'u döverek öldüren astsubayın adını bilmiyoruz ama Esat yüzbaşıyı hepimiz biliyoruz.

Esat yüzbaşı için, bir işkenceci ve gaddar birinin bu kadar korkak ölmeyeceğini yazanlar, bu zalimlerin güçten düşünce nasıl zavallılaştıklarını bilmiyorlar yada bilmezden geliyorlar. Nümberg'de kükreyen Nazi yoktu. Muhalefeti aşağılayan Menderes'in Yassıada konuşmalarını dinleyin. Öcalan'da Türkiye'ye getirildiğine hemen işbirliğine hazırım dedi. Yargılanması sırasında sesini hiç yükseltmedi. (Hem nalınai hem mıhına olacağını söylemiştim.)

Bu kırk beş yıl doyunca örgüt, bir ara geniş bölgelere hakim oalcak kadar güçlendi,  Devlet karşı atağa geçince yer yer dibe vurud. Saddam dönemi Irak'ın kuzeyinin denetimsiz kalması ve Suriye iç savaşı da örgüte bağımsız alanlar verdi. Örgüt her köşeye sıkıştığında sözde ateşkesler ile rahatladı. Ben, Bilgöl'de 33 silahsız erin öldürülmesinden sonra devlet bir daha bu tuzaklara düşmez diyordum ama bu seferde Çözüm Süreci geldi. En başta çözüm sürecinin sürmeyeceği belliydi Ben de, gariban ve yabancı dil bilmeyen bir felsefe öğretmeninin gördüğünü devletin görememesinden dolayı, silahlı mücadelelerin devlet komplosu olduğuna inandım. Bütün bu yıllar boyunca terörden ölen poltikacı çocuğu yada üst rütbeli subay çok azdır.,

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/silahli-direnisin-provakasyon-olmasi.html

Silahlı mücadele, daha doğrusu eşkıyalık bu topraklarda hep oldu ve hemen hemen hiç başarıya ulaşamadı. Osmanlının son iki yüz yılında Ege bölgesi, Efelerden dolayı Anadolu'nun en tehlikeli bölgesiydi. Karayazıcı'nın, Kalenderoğu'nun ve nice Celali asisinin yaptıklarını bu günün gerillaları rüyasında göremez. Gene de devlet bir şekilde hakimiyetini tekrar kurdu. Cahil toplumlar, eşkiyaları sever, onlardan fayda umar, onları yüceltir ama çok fazla güçlenen eşkıyadan da desteğini bir anda çeker. Bu yüzden Atatürk, Ali Fuat Cebesoy'u at üstünde gerilla kıyafeti ile görür görmez, Batı Cephesi Komutanlığı görevinden almış, Moskova'ya gidecek heyete eklemiş, bu makamı da daha albay  olan İsmet İnönü'ye vermiştir. Kaldı ki hadi oldu da Kürdistan'ı kurdunuz, olacak iş zatem kan gölü olan orta doğuyu Balkanlaştırmaktır. Ben teröre bulaşmadan ve devletin Alevisi-Kürdü (Ev zencisi) olmadan, hak aramaktan yanayım. Orta doğuda dört ülkeye yayılmış olmak, avantaj da olabilir. Yahudiler gibi bu dağınıklığı ticaret ve sanatta önder olmak için kullanabilir, bu ülkelerin birbiri ile anlaşmasının sebebi olunabilir. Madem bir düş kuruyoruz, barış düşü kuralım (safdil olmadan)

Son olarak filmde sanki Hüsen Nihal Atsız oynuyor gibi. Esat'ın gençlik fotoları Atsız'a benzemese de, cezaevi yöneticisi olduğunda, kendisini iyice Atsız'a benzetmiş. Filmde ise Ziya Gökalp'in Türkçülüğün Esasları kitabını görüyoruz. Bu kitap çok bilinse de az okunan bir kitaptır. Kitabı okuyan biri olarak herkese tavsiye ederim. Atsız, 12 Eylül boyunca gayrı resmi bir sansüre uğramış, yayımcıları doksanlara kadar piyasaya sürmemiştir. Muhtemelen olası bir ırkçılık sansürünün kalıcı olması korkusundan.





6 Temmuz 2024 Cumartesi

YAĞMUR ADAM FİLMİ


  

Dustin Huffman ve Tom Cruıse, aktarılan anektotlara göre, 1988 yılında oynadıkları Yağmur Adam (Rain Man) filmini  pek sevmemişler ve filmin başarısına pek inanmamışlar. Filme, kendi aralarında, Arabada İki Salak adını vermişler. Film, pek çok klasik Holivud filmi gibi yollarda geçmesi ve pek çok çekimiini araba içinde olmasından dolayı böyle denmiştir. Oysa bu film, bence (Tüm Holivud filmlerine ve tarihine vakıf değilim) en başarılı Amerikan filmidir. Bu başarı, filmin gişe başarısı ve dört ayrı alanda Oskar ödülü almasıdeğildir. Toplumu olumlu yönde etkilemede, benim bildiğim en etkili Holivud filmidir. Az önce değindiğim gibi, araba ve yol filmi olmasının yanında, başka özellikleriyle de (illa Las Vegas'a ve kumarhanelere uğraması, orada para kazanması, Tom Cruise'un telefonla haberi alınca frene basıp, geri dönmesi vesaire) tipik Holivud filmidir. 

Film, otistik-disleksi ve benzeri sorunları olan bireyler hakkında farkındalık yaratması açısından başarılıdır. Bu başarının ilk sebebi, filmde oynayan yıldız isimlerdir. Hülya Avşar'ın baş rolünü oynadığı,  1986 yapımı Fatmagül'ün Suçu Ne filmdi de, tecavüzcülerin evlenerek kurtulmasını sağlayan yasanın iptali için kamuoyu oluşturmuştu. Erkekler, dönemim seksi yıldızı Hülya Avşar'ın tecavüze uğramasını izlemeye giderken, tecavüzcüsüyle evlenen, kocasından dayak yiyen, bebeğini düşüren ama gene de toplumsal baskılardan dolayı boşanamayan; hatta kocasının kendisini terk etmesinden korkan bir genç kızı görmüştü. Bu filmde de, Tom Cruse'u görmeye gelen kadınlar, yetenekleri heba edilen, insanlardan kaçan Dustin Hufman'ı gördü.  Huffman'nın da ünlü bir oyuncu olduğunu da unutmayalım. Fikirleri çoğunluğa yaymak için ünlüleri kullanmak ihtiyaçtır.

Diğeri de filmde otistiklerin yeteneklerinin gösterilmesidir. Önce kürdanları sayma sahnesiyle başlıyor.  bu yetenekleri gösterme. Huffman, sanki o sahneye kadar rol yapmıyor, çok yapmacık, o sahneden sonra cidden oynuyor ya da bana öyle geliyor. Zira filmler, tiyatro oyunu değildir. Çekimlerde senaryonun ilk sahnesini, ilk önce çekmenize gerek yoktur. Montajda sıraya koyarsınız. Cruse, bu olayda  sonra abisini psikoloğa gösteriyor, psikolog Huffman'ın zekasını ve takıldığı yerleri gösteriyor, sonra da Las Vegas'da kumarda vurgunu vurma sahneleri geliyor.

Filmin sonunda Crusa'un çocukluk hayali arkadaşı Yağmur Adam'ın abisi olduğunu, Cruse ile beraber öğreniyoruz. Kardeşine zarar vermemesi için bakım evine gönderilmiştir.

Filmde iki mantıksızlık var gibi. İlki Yağmur Adam'ın cinsel duygularının olmaması. Gerçekte zihinsel problemli insanlar, toplumsal yasakları kavrayamadığı için cinsel arzularını çok belli eder ve bu yüzden sorun yaşarlar. On dört yıl yayımlanan televizyon dizisi Bizimkiler'deki karikatürize Dumkof Halis karakteri, buna örnektir. Burada Raymond (Huffman) karakterinin gömülü hikayesi de önemli. Hayatını aşırı düzene sokması, aşır içe kapanıklığı, zamanında çok zorbalandığını gösteriyor. Yaşadoğı zorbalıklar, cinsel dürtülerini aşırı bastırmış olmalı. İkincisi ise bu tür bakım evlerinde bireylere bolca ilaç verilir. Bu ilaçlar azaltılarak bırakılmalıdır, yoksa birey aşırı saldırgan ve intiahara meyilli olabilir. Filmde Raymond'u ilaç alırken görmüyoruz.

1988 yılından bu yana otizm, disleksi ve benzeri sorunlı bireylere karşı tedavi ve eğitim yaklaşımları çok gelişti.  Bu filmde insanların bu tür sorunlara yaklaşımların değişmesine katkıda bulundu. Otizm, disleksi ve benzeri sorunlar, daha sonra pek çok film ve diziye konu oldu. (Ülkemizde en çok bilineni, 2007 yılı Her Çocuk Özeldir-Taare Zameen Par)

Bu nesilde pek bilinmese de, günümüzde tekrar keşfedilmesi gereken bir klasiktir bu film.