6 Haziran 2025 Cuma

LİBERALİZMİN PİNOCHET'E DESTEĞİ (VE DİĞER DARBECİLERE)

 


11 Eylül 1973 günü, Şili genelkurmay başkanı Auguto Pinocet,  daha yirmi gün önce kendisini bu makama atayan, ünyanın ilk seçimle iş başına gelmiş Sosyalist devlet başkanı Salvador Alende'yi kanlı bir darbe ile devirdi. Ardından Şili, uzun yıllar sürecek, zorba, katil bir askeri diktatörlükle yönetildi. Şili'nin hikayesi, pek çok açıdan Türkiye'ye ve diğer tüm Kapitalist darbelere benziyor. 1981'de, Polonya'da sıkıyönetim ilan edildiğinde, Marksiste teoride askeri darbenin olup, olmadığı tartışılmıştı. Kapitalizm ise hiç tartışmadı. 12 Mart cuntasının başbakanı Nihat Erim, daha darbenin olmasına yıllar varken, gerekirse hürriyet ilahının üstüne bir şal sereriz diyerek, diktaların hizmetinde olduğunu belirtmişti. Nihat Erim, ülkemizde suikastle öldürülmüş tek başbakandır. Mahsuni'nin Erim erim eriyesin; Yılan çayan (Mahir Çayan)  yesin seni beddualarına mazhar olmuştur. Suikastle öldürülen politikacılara sevgi artar, isimleri efsaneleşirken, Erim, gittikçe unutulmuştur. 12 Martın teknokrat başbakanları (Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu) arasında, sıradan biri olmuştur. Suikastle öldürüldüğü halde, ölüm yıldönümü anılmaz yada anıldığına dair hiç haber hatırlamıyorum.

Özgürlük tanrıçasının üstüne şal örtme, kapitlaizm tarihiyle beraberdir yani tek sebebi Komünizm'den korunma değildir. Kapitalizm, Kuzey İtalya'da, Floransa şehrinde, Katloik, Antisemitist (Yahudi düşmanı), cumhuriyet de olsa, pek de demokratik olmayan bir ortamda, feodalitenin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır. Bu kök bakımdan bakarsak kapitlazim, ne Max Weber'in dediği gibi Protestan,  ne de Werner Sombart'ın dediği  gimi Semitist ve Yahudidir. Tek amacı kendi oluşturduğu burjuva sınıfının, onun da en büyüklerinin çıkarıdır. Bu sebeple giderek feodal sınıftan kopmuş, monarşi yerine cumhuriyetleri tercih etmişti. Çıkara göre değiştiği için, Hollanda örneğinde olduğu gibi, cumhuriyetten, krallığa da dönmüştü. Kapitalizm, köleliği en gaddar şekliyle uyguladı. Sömürgeciliği de en acımasızca,  kapitalist imparatorluklar uyguladı ve uygulamakta. Herkes Nazi soykırımını yada Ermeni tehcirini bilir. Oysa kapitalist batı ülkelerinin sömürdüğü ülkelerde ve kıtalarda nice insan, topluluk ve kabile, katledildi ve katledilmekte. 

Doğrudan yönetemediği ülkeleri de Marksistlerin, komprador dediği politikacı, aristokrat, burjuva ve aydın işbirlikçilerle yönetmeye devam ettiler. Sömürge ülkelerinde uzun süreli demokrasiler olmadı. Demokrasiler, sık sık darbelerle kesildi. Bu darbelere, kapitalist batı ülkelerinin desteği hep oldu. Bu destek hep karşılıklıydı. Alparslarn Türkeş, 27 Mayıs sabahı, darbe bildirisini okurken söze, Nato'ya Senato'ya (Aslında Cento demek istemişti) bağlıyız diye başlamıştı. 27 Mayıs askeri darbesine fiilen tepki veren tek ülke, Kostarika adlı Orta Amerika ülkesiydi. ( Mehmet Ali Birand'ın meşhur Demirkırat belgeseli yayınlandıktan sonra TRT vermişti bu bilgiyi. Dönemin devlet başkanı (Wikipedi'ye göre José Figueres Ferrer diye birisiymiş.), 12 Eylül rejiminin ilk işi, Albaylar Cuntası sebebi ile yıllardır Nato'nun askeri kanadına dönemeyen Yunanistan üzerindeki vetoyu kaldırması oldu. Denokrasiye ara verilen rejimler, batılı ülkelerin işbirliği antlaşmalarına, maddi yardımlarına mazhar oldular.

Bu destek sadece maddi değildi, aynı zamanda teorikti. Bunu en net olarak Şili'de,Pinochet'e olan destekte görüyoruz.  Bu destek aynı zamanda teorik bir destekti, başını da, Nobel ödüllü ekonomist, Milton Friedman çekiyordu. Freidman'ın izinden giden otuz iktisatçı Şikago oğlanı da, Şili'de çeşitli kademelerde görev aldı. Pinochet diktatörlüğüne tek teorik destek, iktisatçılar olmadı. Karl Popper, antideomkrat ideolojilerin, demokrasiyi araç olarak kulandığını, bunun demokrasinin ikilemi olduğunu yazdı. Yetmişli yıllarboyunca pek çok liberal-kapitalist yazar,  Pinochet'i, demokrasiyi komünizmden kurtaran kahraman olarak selamladı. Bu dönemde Şili ekonomisi, bakır fiyatlarının (ülke dünyanın en büyük bakır madenlerine sahip) artmasının ve ekonomiyi baltalayan, pek çoğunun kökeni İspanya aristokrasisine dayanan, ülke yüz ölçümünün yarıdan fazlasına tapuyla sahip olan ailelerin yarattığı yapay krizlerin bitmesi ile kısmen düzelmiş, askeri dikta halkın bir kısmının desteğini bile almıştı.

Lakin seksenlerde durum değişmiş, özelleştirmeler, sendikasızlaştırma,bakır fiyatlarının düşüşü ve diğer nedenler sonucu fakirleşen Şili halkı, tüm baskılara rağmen, askeri cunta aleyhine gösteriler yapmaya başlamıştı. (Türkiye'de, 12 Eylül cuntası altında olan bizlerse, Şili'ye hayret ediyorduk.) Derken komşu ülke Arjantin'in cuntası, bozulan ekonomi ve itibarını düzeltmek için, kendisine yakın ama İngiltere'ye ait, tarih boyunca hiç egemen olmadığı, Malvinas adını verdiği Falkland adalarını işgal etti. İngilizler, çok kolay zaferlerle adayı geri aldı. Savaş boyunca Şili cuntası, İngiliz ve Amerikalıların yanında oldu, üslerini kullandırıp, altyapı desteği verdi ama bir kere batılı müttefiklerin beynine solucan girmişti. Pinochet'te, cuntası dönemince şişlenen onlarca cinayet yada insan haklarından değil de, bir kaç İspanyol'un ölümü yüzünden, İngiltere'de ev hapsinde kaldı. Diktatörlükte parça parça tasfiye edildi.

Sonuçta yetmişler boyunca Şili diktasını övmeyen iktisatçılar, Nobel ekonomi ödülü yada başka bir ödül almadılar. Bu destekte tipik yetmez ama desteğiydi.


3 Haziran 2025 Salı

SUSKUNLUK FAŞİZMİ 4-YAĞMA PUSUSU

 






Zulüm karşısında susmanın bir nedeni de, yağmadan pay kapma beklentisidir. Pay kapmasa bile, birileri ölsün, göç etsin, yerim genişlesin arzusudur. Bu arzu öyle büyür ki, sıranın kendisine gelme korkusunu bastırır. Yıllar sonra bie definecilik umutlarını çoğaltır. Yüz yıldan uzun zaman geçtiği halde, o yerler defalarca kazıldığı halde, tekrar tekrar defineci yağmasına uğrar. Bunu Türkiye'ye özgü sanmayın. Esat diktası devrilince, Suriye'de dedektör satışları patlamış, çünkü Esat döneminde yasakmış. Özellike Hicaz demiryolunun altında define olabileceğini düşünüyorlarmış. Cahilliğin hırsı her yerde aynı. Ülkece ekonomik krizlerde define ve petrol rüyalarını sık görüyoruz. Ülkenin üç beş yılda çalışmadan, mucizevi şekilde zengin olmasının rüyaları bunlar. Seçimler öncesi sık sık çıkar, Gabar dağo, Zonguldak açıkları, Trakya vesair...ne çabuk unuttuk? Eskiden bu haberlere, falan ülke yüz bin Türk işçi alacak, filan yere beş bin kişinin işe alınacağı haberleri de eşlik eederdi. Şimdi vize randevusu almak bile mucize. Hani biz Avrupa Birliği üyesi olup, tüm Avrupayı vizesiz geziyorduk? Bu masal, Turgut Özal'ın başbakanlığından kalma, Çiller zamanında doruğundaydı.  Avrupa'ya gidecek ve aldığımız vasat altı eğitime inat, yüksek maaşlar alacaktık. Avrupalılar da ucuz işgücü var diye, altyapısı bozuk sanayi sitelerimize, serbest bölgelerimize fabrika kuracaktı. Hatta bir ara gazetetelerde sık sık, Çin'den yüz bin turist (dolar milyoneri) gelecek veya Güney Kore (Öğretmenlerin en çok kazandığı ülke), Türkiye'den yüz bn öğretmen alacak haberleri, ufak ufak da olsa, gazetelerde yer buldu. 

2010 Yetmez amadan sonra yurt dışı yüz bin göçmen istiyor haberleri kayboldu. Bir yerlerde çıkan değerli maden, bor ve 2023 Lozan bitecek efsaneleri çıkıyor. Yargıyı, siyasetin oyuncağı yaptığı çok açık olan Yetmez ama referandumundan da demokrasi mi bekleniyordu? Sadece iktidarla işbirliği sonrası, yağmadan pay bekleniyordu. Bu pay hırsı,  iktidar tarafından çöpe atılacakları gerçeğini görmelerine engel oldu.

Bir de suskun devasa bir kitle var, ses çıkarmayan, tepki vermeyen, iktidarı sessizce destekleyen ve bu günlerde desteğni sessizce azaltaarak bitiren. İktidar, kendisini destekleyen sessiz çoğunluğu, Gezi'den beri kışkırtıyor. Camide içki içtiler, türbanlı bacımızın üstüne işediler gibi yalanları, yalan oldukları ortaya çıkmasın diye ısrarla savunuyor. Temel amaç, 12 Eylül öncesi çatışma yaratıp,  çatışmayı sonlandırma adına, tıpkı  12 Eylül dönemindeki gibi halkı teslim almak. İktidar yanlısı sıradan insanlar ise, çatışmaya isteksiz. Çünkü daha önce de gördü ki, kendilerine pay değil, kan kalıyor. Herkes kanı başkaları akıtsın, payı ben alayım diyor. İktidarın tabanı küçülürken, tavanı büyüyor. İktidar blogu artık sadece AKP yada AKP+MHP değil. Üzerine Vatan Partisi, DSP, BBP ve bir sürü grupla oluşmuş bir koalisyon. Yeterince beslenemeyen bu koalisyon, harekete geçmeye isteksiz ve her an dağılmaya hazır.



25 Mayıs 2025 Pazar

UĞUR MUMCU'NUN KALEMİNDEN DÖNEKLER VE PROVAKATÖRLER



 Vedat Türkali'nin, Bir Gün Tek Başına romanını okudğumda,  illegal sol pariler de, 1960 yılında bile provakatör-ajanların çokluğuna bakıp, hayret etmiştim. Bu yüzden Büyüklerimiz adlı kitabını okuyunca hayret etmedim ama bu günü daha iyi anlatacak bazı konuları da yazmak istedim. Bu konular, hem aradan geçen yıllar, hem de öğrendiğim başka şeylerle birleşince, yeni anlamlar kazandı kafamda. Kitabın ilk kısmı Adalet Partisinin kurucuları ve büyükleri ile ilgili (Süleyman Demirel ve Saadettin Elverdi gibi.) Bir kısmı da 68 kuşağının sosyalisti yada en büyük sosyal demokrat-ortanın solcusu olup, darbe zamanı birdenbire sağcı olanlarla ilgili. Kitapta, İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'de eleştirilmiş. Toker, meşhur Akis dergisi sayesinde çok para kazanmış. Derginin satışları düşünce, dergiyi kapatmış. İsmet paşanın anılarını kitap yapıp, bir de oradan parayı kapmış. İnönü ailesinin Pembe Köşkün devasa arazisini parsel parsl satması konusunda da Metin Toker suçlanmakta. Toker, uzun süre Adalet partisi ile CHP'yi birleştirmeye çalışmış. meşhur MİT ajanı Mahir Kaynak, harbiyeden beşinci olarak mezun olduğu halde, ajan olabilmesi için ordudan atılmış ve sürekli aşırı solculuk provakatörlüğü yapmış.



Bu yazıyı yazma zahmetimin asıl sebebi, bakanlık da yapmış olan Doçent doktor Yılmaz Ergenekon. Kendisi, Emin Çölaşan'ın, Turgut Nereden Koşuyor kitabında da bahsettiği, İngiltere'de gazoz fabrikası kurma macerasının baş aktörlerinden. Bu macera paraların, Mumcu'nun deyimiyle yengen olması, yani yatırıın batmasıyla sonuçlanıyor. Devletin milyonlarca sterlini, İngiltere'de yok oluyor. Krizin ardından Ergenekon, istifa ediyor ve kredi verdiği Kadir Has holdingte işe başlıyor. Has holdinten yüksek bir maaş almakla kalmıyor, evinin kirasını da holdinge ödetiyor. Olayı, Emin Çölaşan'da , seksenli yılların çok satan kitabı, Turgut Nereden Koşuyor'da anlatıyor. Çölaşan bu olayı, Turgut Özal'ın müsteşarlığında olmuş yada Özal'ın etkisi olmuş gibi anlatıyor. Özal, Devlet Planlama Teşkilatına müsteşar olduğunda, Çölaşan orada çalışan bir elemandır. Anlattığına göre Özal müsteşar olunca müsteşarlık, TÜSİAD'ın ucuz kredi kaynağı haline gelir. TÜSİAD üyeleri koridorlarda sakınarak gezer, bacak bacak üstüne atar, ayaklarıyla yerde sigara söndürürler. Özal onlara paşa muamelesi yapar. (Çölaşan, kurumda olanları Milliyet gazetesine sızdırınca ve Özal ile arası bozulunca, müsteşarlıktan kovulur ama babasının torpiliyle bir tavsiye mektubu alır. Ardından TÜPRAŞ ve Maliye bakanlıklarında da çalışır ve en nihayetinde, 1977'de 35 yaşında gazeteciliğe başlar. Özal ile ilk karşılaşması, 1960 yılında ODTÜ'de öğrenciyken olur. Ankara'da askerliğini yapan Özal, ODTÜ'de matematik dersleri vermektedir. Özal, Çölaşan'ı kopya çekerken yakalar. Bu olayları da Çölaşan'ın Önce İnsanım Sonr Gazeteciyim kitabında okuyabilirsiniz.)

Özal'da TÜSİAD tarafından ödüllendirilir. Özal, bir çok ile girer-çıkar. Özal olunca bu işler, TÜSİAD, MESS, Dünya Bankarı ve Sabancı Holding gibi kurumlar olur. Hatta Özal 1977'de MSP (Milli Selamet Partisi-Necmettin Erbakan başkanlığında)'den İzmir milletvekili adayı olur ve kaybeder. Kazansaydı, 1983 anayasası gereği parti kuramayacak ve aday olamayacaktı.

Devlet Planlama Teşkilatındaki bu olay bize TÜSİAD'ın neden Ecevit hükumetini düşürmek için paralı ilanlara başvurduğunu,  12 Eylülü nasıl hararetle desteklediğini, tüm işçi-memur  örgütlerini, sendikaları, baroları, odaları kapatan yada zorbalıyan 12 Eylül generallerinin TÜSİAD'ı el üstünde tutmasını, TÜSİAD'ın da emekli gererallere lastik damga yönetim kurulu üyelikleriyle maaş bağlamasını açıklıyor.  CHP ve Ecevit, Devlet Planlama'yı, kurulduğu zamanki gibi devlet yatırımlarını planlayan kurum haline getirmeye çalışıyor ve TÜSİAD'ın bedavadan ucuz faizli teşvik kredilerini kesiyor. Ecevit'in Güneş Motel trasnferleri ile kurabildiği hükumet düşse de, Demirel hükumeti de teşvikleri dağıtmakta çekingen davranıyor. Derken 12 Eylül darbesi geliyor. Özal, önce başbakanlık müsteşarı, sonra Anavatan partisi genel başkanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı oluyor. TÜSİAD'da teşviklerine kavuşuyor.

TÜSİAD'ın, iktidarla olan son krizini de, devlet teşviklerinden eskisi gibi nasiplenmemekle ilgili olma ihtimali var.



24 Mayıs 2025 Cumartesi

TÜRKİYE'DE SAĞCI YÜZSÜZLÜĞÜ



 Kötü olmanın ilk işareti, suçluluk hissetmemektir, ikincisi de çok rahat yalan söylemektir. Üçüncüsü de çabucak taraf-fikir değiştirmek, dün ne yaptığını unutarak, bu gün de sanki kırk yıllık bu yeni görüşün taraftarıymış gibi yapmak. Son zamanaların sözde barış sürecinde (bu olaydan gerçek bir barış çıkarsa, tesadüfler tesadüfüdür),  takındıkları tavır, bunun son örneği değil mi? Bu kişiler, daha demincek kadar kısa bir süre önce tüm solcuları, Millet (veya kendi deyimleriyle Zillet) ittifakını bölücü, terör başını dışarı çıkarmak için uğraşmakla suçlamamış mıydı? Şimdilerde, 2010Yetmez ama referandumuyla demokrasi geleceğini iddia eden aydınımsılar kadar iddialılar ama kamuoyu artık bu dolmayı yemiyor. Sadık seçmenleri bile her an gelebilecek ani bir iktidar atağına karşı tetikte. Sağın, hele de iktidar cenahının ilk yüzsüzlüğü olmadığı gibi, son yüzsüzlüğü de bu olmayacak, belli. Darbeci tarikat olayında da öyle olmadı mı? Yıllarca, makbule denen İran pilavına kaşık sallayanlar, söz konusu şahsın doğum gününü, kutlu doğum haftası diye okullarda kutlatanlar, şimdi nasıl bu tarikata selam bile vermeyenlere kara çalıyor. Bazı kişiler, hatıra olarak, Türkçe Olimpiyatları 10. Yıl 1 lirasını saklıyormuş. O paraların devlet darphanesindede basanlar da onlar, öyle değil mi?

Türkiye'de sağ, ezelinden beri yüzsüzdür. Necip Fazıl Kısakürek, bizzat Adnan Menderes'in emri ile, İstanbul'da illegal bir kumarhanede (bitirimhane) basılmış, gazetelere manşet olmuş, ama müritlerince kabul edilmemiştir. Necip Fazıl'ın şahsi müzesi, reis ve politikacıların her bahane ile Necip Fazıl şiiri okuduğu, okullarda, hele de imam hatiplerde, bol bol tiyatrolarının oynandığı, pek çok derginin yılda bir Necip Fazıl kapağı yaptığı bu çağda, ilgisizlikten kapandı. Buna rağmen her fırsatta yüzsüzce, ilgisiz bıraktıkları Necip Fazıl'ı överler. 1950'den beri ülkeyi yönetirler ama halen her suçu sebebi CHP'dir. 1977-78 kışındaki, TÜSİAD ve Kıbrıs harekatının tahamülü olmayanların yarattığı yapay yokluğu dillerine dolayanlar, merkez sağ iktidarın nice yokluklarını görmezden gelirler. 1946 seçimleri dillerine dolanmıştır ama 1957 seçimlerinde olanları ve 1960'da Demokrat Partinin CHP'nin mallarına el koymasını, CKMP'nin birinci olduğu Kırşehir'i ilçe yapmasını, meclis tahkikat komisyonlarını hatırlamazlar.

Sağcıların bir özelliği de sürekli dedikodu yapmalarıdır. Köy Enstitüleri ile ilgili onlarca dedikodu yapmış ama tek bir adli olay gösterememişlerdir. Kuran kurslarındakş her türlü rezaleti ve Aladağ yangını gibi olayları hiç konuşmazlar. Sağcılara göre solcuların aile düzeni bozuktur. Oysa o gündüz kuşağı (Müge Anlı vesaire) programlarına bakın. Bu programları sosyal medyadan izliyorum. Malum, absürt olaylar, içerik üreticileri için temel malzemedir. Bu programların konularına eskiden üçümncü sayfa haberi denilirdi. Gazetelerin çoğunlukla kağıt olarak tüketildiğ çağlarda, ilk sayfa, manşet yada sürmanşet denen çok önemli haberler ve siyasi gerilim ile ilgili konuları;  ikinci sayfası magazin denen, ünlülerin özel hayatlatını, üçüncü sayfa da polisiye olayları içerirdi. (Zeki Demirkubuz'un 1999 yapımı güzel bir filminin adıdıdr Üçüncü Sayfa. İzlenmesi tavsiye edilir.) TRT, üçüncü sayfa haberlerini dramatize etmez, düz haber olarak verirdi. Özel televizyon kanalları, ilk defa Sıcağı Sıcağına gibi reality shov denen programlar, üçüncü sayfa haberlerini dıramatize etti. Şimdi de gündüz saatlerini dolduruyor. Bu programlara katılanlara bir dikkatli bakın, her şeyleriyle sağcılık, muhafazakarlık akıyor. Şöyle seküler yaşayan bir tip yok. Alevilere, Kürtlere o kadar laf ettiler, Alevi yada Kürt yok, hepsi muhafazakar Anadolu insanı, hatta tarikatçı. Programlara çıkmış bazı tiplerin tarikatlı olduklarına dair yemin ederim ama ispatlayamam durumundayım. Yıllarca muhafazakar bölgelerde çalışa çalışa,  tarikatçı yada bazı tarikatçı aile yada yurtlarda yaşamış tipleri fark ediyorsun. Giyim tarzları, konuşmalkarı, telaffuzları, belli jest ve mimikleri,  yetiştikleri tarikatı belli ediyor. Tarikatçılarsa sürekli seküler kesimi suçluyor.

Ülkemide doğum oranlarındaki düşüşün, iktidarı paniğe sevk etmesinin asıl nedeni , artık muhafazakar kesimde boşanmaların daha çok olması, çocuk sayısının düşük olması.

Suçlamak demişken; muhafakar kesim, Süleymancılık denen oluş üzerinden de solu karalama derdinde ama bu oluşum, ta kuruluşundan beri so düşmanı yetiştirir. İktidara geldiğinden beri reisle arası limonidir, 2019 'dan beri bu limonun ekşiliği artmış oranda. Bu örgütlenme, 2002 seçimlerinde, barajı aşamayacağı kabak gibi belli olan ANAP'ı, son bir umut desteklemiş, partinin mitinglerine otobüs kiralayarak adam taşımıştı. 2005 gibi Esra'yla birlikteyken bana, ANAP iktidarda olsa müsteşar olacağını söylemişti. O zamanki iktidar ve FÖCÖ sempatizanı (tarikatını ilk terk edenlerden oldu) müdürümün de Süleymacılar aleyhine çok ağır konuştuğunu hatırlıyorum. 2013'de o zaman muhalefette olan MHP'yi desteklemişlerdi. O kadar büyük bir örgüt ki, iktidar toptan uğraşmayı şu ana (mayıs 2025) göze alamadı. Üyelerinin seçim tercihlerini pek etkileyemeyen tarikatta, iktidarla güç gösterisine girmedi. Bundan sonra ne olacağını kestiremiyorum.

FÖCÖ'de malum bankanın yöneticileri yada daha nicelerine bir şey olmamışken, bankaya para yatırmış yada havale yatırmış nice kişiler sürüm sürüm süründü yada sürünüyor. Şimdi de tarikatın yurt, kuran kursu ve daha nice kurumunda yöneticilik yapmışlar varken, yimi yıl önceki aşk-meşk hikayemden sonra benim başım derde girerse de şaşırmam.

22 Mayıs 2025 Perşembe

RÜŞTÜ ERDELHUN'UN 27 MAYISÇILARA NUTKU

 


Mayıs 1960 yılında darbe hazırlığı istihbaratını alan Erdelhun, Ankara dışından takviye kuvvet getirilmesini emreder. Ancak cuntacı ekip, Genelkurmay Başkanı'nın bu hamlesini Millî Savunma Bakanı Etem Menderes vasıtasıyla boşa çıkarır. Paşa'ya göre, 'takviye kuvvet rahatsızlık oluşturur' fikrine Millî Savunma Bakanı aracılığıyla Başbakan Adnan Menderes kandırılır. Bunun üzerine Erdelhun Paşa, darbeyi önlemek amacıyla 27 Mayıs'tan bir gün önce cuntacıların da aralarında olduğu subayları Genelkurmay Karargahı'nda toplar. Erdelhun burada şu konuşmayı yapar:


"1912'de Balkan Harbi'nde Silahlı Kuvvetler İttihatçı ve İtilafçı diye ikiye bölündü. Emir komuta ve idarenin muhal olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Bütün bu misaller askerlerin mesleklerinden gayri bilmedikleri ve rejimin kendilerine vermediği hakları zorla alarak ya aşırı milliyetperverlik ya da birden, sıfırdan yüze çıkabilmek için yaptıkları hareketlerdir. Anayasa iç hizmet kanunu ile silahlı kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükûmetin elindeki bir kuvvettir. Demokratik rejimlerde parlamento ve hükûmet, milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içerisinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler parti diye değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükûmetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mecburdur. Seçimle gelen hangi iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder. Ve seçmez, düşürür. Kulağıma gelen bazı haberlere göre Ankara'da 60 kadar subay Sayın Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nü ve Millet Meclisi'ni basarak istifalarını isteyecekmiş. Bugün Türkiye'nin en değerli malı Silahlı Kuvvetler'dir. Bunun diğer maddi ve fiziki kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükûmet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. (Silahlı Kuvvetler'de) Kıta ile veya kıtasız, cüzi ve külli yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli silahlı kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle (kaybetmesiyle) neticelenir. Sonra, demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böyle bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından neticesi hüsran olur. 1941'de İkinci Dünya Harbi'nde Japonlar, Amerikalılar'la anlaşmaya çalışırken silahlı kuvvetlerin tazyiki ile Pearl Harbor Baskını yapılarak Amerika ile harbe tutuşmuş ve neticesinde mağlup olup kayıtsız şartsız teslim olmuşlardır. Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin Geminis hükûmetine müdahalesi neticesinde İstiklal harbinde mağlup olmuşlardır. İtalyan ordusunun Mussolini ile faşizme kayması neticesinde silahlı kuvvetler siyasete girmiştir. 1935'te Japonya Silahlı Kuvvetleri bütçesinin zayıf tutularak gerekli askerî silah ve malzeme teçhizatının temin edilmemesi nedeniyle maliye bakanını öldürmeleri neticesi, Japonya'nın mali buhranlara uğramasına neden olmuştur."

Erdelhun, bu konuşmadan yalnızca 12 saat sonra 27 Mayıs günü gece saat 3'te tutuklanarak Harp Okulu'na götürülür. Ancak aynı gün Erdelhun'a cuntacı subaylar tarafından "Cuntanın lideri ol" teklifi yapılır. O gün aldığı teklifi Erdelhun notlarında şöyle anlatır:

"27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin (27 Mayıs Darbesi) benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükûmete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti. Bu ilgisine teşekkür ettim, fakat 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay'da ihtilal aleyhine konuştuğumu ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söylediğimi ve hâlen mevkuf olup, ne sıfatta olduğumu bile bilmediğimi, hayatım pahasına da olsa böyle bir dönekliğin kabil olmayacağını söyledim ve reddettim"
(VİKİPEDİ)

20 Mayıs 2025 Salı

TERKİB-İ BEND VIII-ZİYA PAŞA (İMAMOĞLU'NUN PAYLAŞTIĞI ŞİİR)



TERKİB-İ BEND VIII-ZİYA PAŞA

Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın?
Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın?

Her dokunulmazlığı olanı Allah'a yakın mı sanıyorsun?
Her taç giyen çulsuzu Edhem mi sanıyorsun?
(Edhem: Tacını tahtını bırakıp evliyadan olan Belh şehri şehzadesi)

Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın,
Âdem görünen harları âdem mi sanırsın?

Dünyayı arasan binde bir insan bulamazsın,
İnsan görünümündeki eşekleri insan mı sanıyorsun?
Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın?

Çok mübârek insan gördüm ki güler, içi kan ağlar,
Güler görünen herkesi mutlu mu sanıyorsun?

Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî,
Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın?

Önce hastalığın ne olduğunu bil, sonra tedaviye başla,
Her merhemi her yaraya merhem olur mu sanıyorsun?
Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek,
Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın?

Kibire ne gerek var? Yoksa vezirim diye gerçekten
Sen kendini nizamın sahibi mi sanıyorsun?

Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ,
Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın?

Ey dünyanın geçici nimet ve devletiyle iftihâr eden,
Dünyanın sana ayrılmış olduğunu ve teslim edildiğini mi sanıyorsun?

Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,
Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?

Bu dünya ne zaman açgözlülerden yoksun kaldı,
Sen kendini bu dünyaya çok gerekl mi sanıyorsun?

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

En ummadığın senin içyüzünü keşfeder,

Sen herkesi kör, halkı sersem mi sanıyorsun?
Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?

Bir gün gelecek sen de perişan olacaksın,
Ey gonca bu topluluk hep böyle [yanında] olacak mı sanıyorsun?

Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem,
Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın?

Korkak olayım eğer bu çarka (döngüye) minnet edersem,
Senin zulmünden kederlendiğimi mi sanıyorsun?

Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır,
Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır.

Allah'a güvenenin yardımcısı Allah'tır,
Hüzünlü olan gönül bir gün gelecek bahtiyâr (mutlu) olacaktır.


Ziya Paşa
( 1825 - 1880 )