30 Nisan 2023 Pazar

BİR KAÇ KİTAPTAN IRAK'TA KÜRTLER VE TÜRKMENLER SORUNU ÜZERİNE






Bu yazmak ilk önce Aziz Nesin'in Irak ve Mısır gezi yazılarını okuyunca başladım. Aziz Nesin, Irak'ı anlatırken, Türkmenlerin sorunlarına, Kerkük'ün bulunduğu ilin adının, tam da Türk yetkililer geldiği gün El Tamim yapılmasına, Kürtlerin isyanına değinmiş. Kitabın bir yerinde, şair Hasan Hüseyin Korkmazgil'in, Bağdat Basra Yollarında kitabına atıf yapıyor. Ben de bu kitabı hep merak ederdim. Kitabın yeni basımı yok. İnternetten buldum. Önce Aziz Nesin'in Irak ve Mısır gezilerini anlattığı kitaptan bahsedeyim. Nesin, Asya-Afrika  yazarlar birliğinin üyesi olarak Mısır ve Irak'a gidiyor.Altmışlı, yetmişli yıllar, Arap ülkelerinde fırtınalı yıllar. Gerçi orta doğu da ne zaman sakin yıllar oldu ki? Bu yıllarda, Arap yarım adasının kuzeyindeki ülkelerda arka arkaya askeri darbeler, darbe teşebbüsleri ile geçen yıllar. Bu dönemin moda ideolojisi BAAS. Aziz Nesin pek bu BAAS sosyalizmine sempati duymuyor. İşin doğrusu Türk sosyalistlerinden hiç biri sempati duymuyor. Zira BAAS'ın sosyalizmle bir ilgisi yok. BAAS ve Afrika devletleri için sosyalizm, Ruslardan yardım almak ve zenginlerin malına devlet adına el koymaktan ibarettir. Hıfzı Topuz, UNESCO adına gezdiği ve gazetecilik eğitimleri verdiği Afrika ülkelerinde sosyalizmin sadece adını var olduğunu sık sık yazmıştır. (Elveda Afrika, Hoşçakal Paris'i özellikle okumanınızı öneririm.) Nesin de büyük ölçüde bunun farkında. Bununn da sebebi, üyesi olduğu Asya-Afrika yazarlar birliğindeki ilişkiler. Mesela dönem başkanı Mısırlı yazarlar bir anda birlikten çıkıyor. Yom Kippur savaşını kazanmış ya da bazı yazarlara göre de pek kazanmamış, gene de İsrail'in yüz ölçümümün %60'ını oluşturan Sina yarımadasını İsrail'den geri almış; Nil üzerine devasa Aswan barajını Sovyetler Birliğine yaptırmış ve artı Sovyetlerden alacağını almış olan Mısır, batı bloguna geçmeye karar vermiştir. Mısırlı yazarlar da Asya-Afrika yazarlar birliğinden çıkacaktır. Irak'da görünürde sosyalisttir ama bir anda her şey değişebilir. O sırlarda Irak'da Saddam henüz her şeyin başı değil. O dönem federasyondan yana. (Bunu Hasan Hüseyi Korkmazgil yazıyor.) Aziz Nesin, Korkmazgil'in kitabından çok az bahsediyor.
Korkmazgil'in kitabı son derece ilginç. Kendisi 1975 yılının Mirbet şiir mşhricanına davet ediliyor ve katılıyor. O yıllarda da şöhretinin doruğunda. Her yıl bir şiir, bir öykü, bir de çocuk kitabı yayımlıyor. O yıllarda bir kaç kere de Batı Almanya'ya gitmiş. Doğu ülkelerini merak ediyor. Sırf bu yüzden Batı Almanya üzerinden değil de, Beyrut üzerinden gidiyor Bağdat'a. Sırf Beyrut havaalanını görmek için ve mümkün olduğunca çok şey görmek için erkenden gidiyor. (İyi ki de öyle yapıyor, zira ertesi yıl Lübnan iç savaşı başlayacaktır.) Irak'a erken gittiği gibi, geç de dönüyor. Sebebi de Iraklılar onu göndermek istemiyor. Zira Türkiye'de BAAS rejimine sempati çok az. Aziz Nesin'in yazdığına göre BAAS'ın anlamı, bütün Araplar tek millettir cümlesinin baş harfleri. Sovyetlerden yardım aldıkları sürece sosyalist bloktalar. Genel anlamda da BAAS rejimlerinin ülkelerine bir şey kazandırmadılar. BAAS rejimleri altında Arap ülkeleri siyasi açıdan birleşemedikleri gibi, ortak strateji ya da politika da üretemediler. Bir Arap NATO'su ya da ekonomik birliği, ortak pazarı kuramadıkları gibi, olası iişbirlikleri de karikatürize kaldı. Türkiye'nin eski Sovyet devletleri ile kurduğu Türk soyu birliği bile, BAAS'ların sözde birleşik devletlerinden (Bir ara Mısır, Suriye ve Ürdün, kağıt üzerinde birleşmişti Bu yüzden Mısır'ın adı uzun süre Birleşik Arap Devleti olarak kaldı.) daha fazla iş yaptı. Mekezi Kahire'de bulunan Arap birliği,  doksanlarda Turgut Özal'ın öncülüğünde Karadeniz İşbiriği Paktından daha zayıf kaldı. (Bu kağıt üzerindeji iş birliği, Rus-Gürcü ve Rus-Ukrayna savaşlarını en azından uzun süre geciktirdi) Ekonomik olarak da BAAS pişmanlık oldu.  Hele Libya, o petrol zenginliği ve o az nüfusla, Akdeniz'in Katar ya da Abu Dabi'si olabilirdi.( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/libyanin-yakin-cag-tarihi.html) Şu an BAAS sadece, o da iç savaşın sürdüğü Suriye'de iktidar.
Hasan Hüseyin  Korkmazgil, işin bu tarafını görmüyor, çünkü Irak hukümeti göstermiyor. Kendisi ülkenin yoksulluğunu sadece hazreti Hüseyin'in türbesini ziyaret ederken görüyor. Türbenin kubbesindeki kilolarca altın ve ziyaretçilerin yoksulluğu tam bir tezat oluşturuyor. Onun dışında bol bol Irak kültürü tanıtımı var. Mesela Suriye-Irak bölgesi zannedildiği kadar kurak değil. Devasa Asi nehri, Lübnan dağlarından doğuyor, Suriye'nin batısı boyunca akıp, Hatay'da Akdeniz'e dökülüyor. Nehrin tüm suları Lübnan dağlarının karı değil. Irak'ın da Nisan-Mayıs aylarında aşırı yağış alıyor. Ciddi bir tarım ve hayvancılık kültürü var ki, aşağı Mezopotamya olarak tarımın başladığı ülke burası. Bizde sadece beyaz pirinç var (son yıllarda bazı lüks market raflarında esmer pirinç de görülmekte), orada yeşil ve sarı pirinç de var. Hurmanın çok fazla türü var. Yemek kültürleri de çok fazla ve Türk yemekleri ile benzer. Korkmazgil çok iyi ağırlanıyor. Televizyonda, canlı yayında şiirlerini okuyunca, çok ünlü oluyor. Iraklılar ona Hasen Husen diyorlar, kendi telaffuzlarıyla.Irak'ta, devlet yanlısı Türkmenler ve Kürtlerle görüşüyor. Türkmenler arasında MHP çok örgütlü. Korkmazgil de bundan hoşlanmıyor dolayısı ile. Kürtlerin ise Amerikan taşeronu ve boşa isyan ettiklerini düşünüyor. (Gezi yazısında Aziz Nesin'de benzer fikirde.) Korkmazgil, diktatörlüğe giden bir ülke de görmüyor. Hem Korkmazgil, hem de Nesin, petrol sayesinde kalkınan ve sanayileşen bir ülke görüyor. Tipik bir körfez ülkesi, ucuz işçilik için bol bol Bangladeş, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelerden işçi alıyor. Korkmazgil'in anlattıklarında en yadırgadığım, seks işçiliği yapan kadınların, herkesin içinde (hatta çocukların yanında), açık açık, yer yer bağıra bağıra fuhuş pazarlığı yapması. 
Kürt-Arap çatışmalarını doğrudan anlatan, benim okuduğum iki kitap var. İlki Erbil Tuşalp'ın Zehir Yüklü Bulutlar kitabı. Tuşlap, hem doksanlardaki Saddam katliamlarını, hem de Kürt-Arap ilişkilerini, tarihi süreçte anlatıyor.Kendisi bir gazeteci olarak Kürtlerin Türkiye'ye doğru her kaçışında kamplara gidip, haber yapıyor. Kendisi Kürtlere karşı yapılan katliam ve sürgünleri, özellikle Irak yönetimini takip etmiş. Bölge halkından ve Kuzey Irak Kürtlerinden,  bölgenin tarihini dinlemiş ve yazmış. Erbil Tuşalp sayesinde, yetmişlerde de Irak hukümetinin katliamlar yaptığını öğreniyoruz. Sorun sadece Arap-Kürt düşmanlığı ya da Kürtlerle diğer milleterin (Türkler, İranlılar vesair) değil, Kürtlerin, Kürtlerle kavgası da mühim. Barzani ve Talabani aileleri daima birbirlerine düşman olmuşlar. Biri Kürtçe'nin Goran, diğeri de Sorani lehçesini konuşuyor. Hangisi, hangisini konuşuyor bilmiyorum ama Türkiye ve Suriye Kürtlerinin çoğu Kırmanci lehçesini ve bir kısmı da Zaza lehçesini konuştuğunu biliyorum. Her iki grupta, birbirlerine karşı Saddam rejimi başta olmak üzere düşman devletlerin desteğini almaktan çekinmiyor. Ara ara biri baskın oluyor, hatta Talabani ailesi bir ara Rusya'da yaşıyor. Kürtlerin derebeylerinin kendilerini Emevi beylerine dayandırdığını da, Erdost'un Şemdinli Röportajı kitabından öğreniyoruz. Erdost'tan aynı zamanda şeyh Barzani'nin Şemdinli'de de güçlü olduğunu öğreniyoruz. Kendisine diklenen bir kabadayının silahını elinden alıp, daha doğrusu onun silah kullanmasını yasaklayıp, onu rezil edecek kadar güçlüdür. Cumhuriyet döneminden, Erdost'un askerlik yaptığı zamana kadar Türk devleti en az on kere Barzani'nin evini başına yıkmıştır. Erdost'un araştırması kısa sürmüştür. Kendisi Şemdinli'ye asteğmen yani vatani görev içingitmiştir. Araştırması için bazı kişilere ulaşmak adına izin alıp, o kişileri bulmak için gazetelere ilan verince, Genelkumay başkanlığı onu başka bir birliğe tayin etmiştir. Aynı genel kurmay başkanlığı, Erdost'u hapishanede erlere dövdürerek öldütrmüştür.


Korkmazgil'in kitabı, o dönem Türkiyesini tanımak için de önemlidir 1958'de Irak kralını deviren darbeden sonra, Türkiye-Irak savaşının çıkma ihtimali olduğunu da Kokrkmazgil'in kitabından öğrendim. Menderes hukümetinin, tıpkı Kore savaşında olduğu gibi, meclisten izin almadan, oldu bitti ile savaşa sokmaya niyetliymiş fakat NATO ve A.B.D desteğinin gelemyeceğini anlayınca vazgeçmiş. Arap ülkelerinde Türkiye, Türkiye'de Sovyetler ve Rusya ile ilişkiler gelişince ya darbe ya da kargaşalık hemen çıkar. İki sene sonra Sovyetlerle yakınlaşınca, Menderes'te darbe görecektir.  Son Irak kralının mezarı da, Ankara, Karşıyaka mezarlığında, 1. kapı civarındadır. (Ben tesadüfen gördüm.) Gene Kormazgil'in yazdığına göre, elektiriğin yaygınlaşmadığı, gazetelerin her yere gitmediği ve tek kitle iletişim aracının radyo olduğu çağda pil, değerli bir varlıtır ve köylüler askeriyenin çıkma pillerini kapışmaktadır. Oysa o çıkma pillerden komünist bizim radyoyu dinleyenler tespit edilip, tutuklanmaktadır. Bu yüzden kendisi, pil bulamadığında pilleri küle gömmek veya nişadırlı suda bekletmek gibi kendince çareler aramaktadır. O devirlerde, kullanılmış pillerden, hangi radyo kanalının izlendiğini bildiren bir teknolojinin varlığından bahsediyor Kokrmazgil. Bana çok ilginç geldi.
Bu günlerde ise Irak Kürtleri ve Irak halkı, en son İŞİD'in kovulmasından sonra kısmi bir refah içinde. Kürt özerk bölgesinde petrol çıktı çıkalı Musul-Kerkük üzerindeki motivasyonlarını kaybetmişler. Atatürk'ün dediği gibi kılıç sallayan el yoruluyor, saban tutan el güçleniyor.


 ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/ataturkun-turkiye-iktisat-kongresini.html ) Bölge ve tüm Irak en son İŞİD işgalini atlattıktan sonra kalkınma ve toparlanma sürecine girmiş durumda. Gene de ve azlarak da olsa Irak ülkesi mülteci üretiyor. Iraklı mülteciler Türkiye'de Türkmen, Avrupa'da Kürt oluyorlar. Türkmenler ise, Kürt bölgesi dahil Irak'ta, çoğunlukla esnaflık ve çiftçilik yaparak varolma savaşına devam ediyor.






29 Nisan 2023 Cumartesi

MUHAMMED'İN HANIMLARININ TAM LİSTESİ





MUHAMMED'iN HANIMLARININ TAM LiSTESi

1-Hatice
2-Sevde Binti Zem'an
3-Ebubekir kızı Ayse
4-Omer kızı Hafsa
5-Huzeyme kızı Zeynep
6-Ummu Seleme (Hine)
7-Haris kızı Cuveyriye
8-Zeyd kızı Reyhane
9-Zeynep Binti Cahs
10-Ebu Sufyan kızı Ummu Habibe
11-Huvey kızı Safiye
12-Haris kızı Meymune
13-Sem'un kızı Marya Kibri
Muhammed'in boşadığı hanımları:
1-Dahhak kızı Fadime
2-Zabyan kızı Aliye
3-Kab kızı Mileyke
Muhammed'in nikahlayıp sonradan ayrıldığı kadınlar:
1-Numan kızı Esma
2-Kays kızı Kuiteyle
3-Esma veya Seba (Sena) Binti Salt
4-Necdet kızı Selma
5-Huzeyl kızı Havle
6-Seraf binti Halife
7-Yezit kızı Amre El-Gifariye
8-Yezit kızı Hind El-Kitabiye
9-Davud kızı Mileyke
10-Rufaa kızı Nesatlsat
11-Kab kizi Esma
12-Haris kızı (Saire) Kuteyle
13-Amr kızı Senba/Seyba/Sabiye
14-Cundup bin Dimre Cind-i'nin kizi
15-Serahil kızı Imeyme (Binti Cevn)
16-Muaviye kızı Amre
17-Sufyan kızı Seba (Sena)
18-Ummul Haram
19-Hakim kızı Leyla
Muhammed'in mehir parasını ödemeden aldığı kadınlar:
1-Haris kızı Meymune
2-Huzeyme kızı Zeynep
3-Ummu Serik
4-Hakim kızı Havle
Muhammed'in sözlendiği kadınlar:
1-Amir kızı Dubaa
2-Nuame Bel'anberi
3-Sehl kızı Habibe Ensariye
4-Cemre Binti Haris Bin Avf Bin Kab bin Zabyan
5-Sevde Kiresiye
6-Besame kızı Safiye
7-Ebu Talib'in kızı Ummu Hani (Fagite)
Muhammed'in bazı nedenler yüzünden evlenemediği kadınlar:
1-Abbas kızı Ummu Habibe
2-Hamza kızı Emame (Ammare)
3-Muhammed'e önerilen Baldızı
Muhammed'in cariyeleri:
1-Bereke (Ummu Eymen)
2-Emetullah binti Ruzeyme
3-Hudre
4-Redva
5-Sad kızı Meymune
6-Ruzeyne
7-Selma (Ummu Rafi)
8-Marya (Ummu Rebab)
9-Marya (Ceddetu'l Musenna)
10-Ummu Iyas
11-Havle (Ceddetu Hafs)
12-Meymune binti Ebi Abis
13-Ummu Dumeyre
14-Ummu Ayas
15-Rebiha
16-Saibe
Arif Tekin'in Muhammed ve Kurmaylarının Hanımları isimli kitabı'ndan alıntıdır.

Tüm ifadel

22 Nisan 2023 Cumartesi

DÜŞÜK MAAŞ-ORTA GELİR TUZAĞI VE ZEHİRLİ BÜYÜME İLİŞKİSİ



 Ne zamandır iktisatçıların dilinde bazı garip kelimeler türedi. Orta gelir tuzağı ve zehirli büyüme gibi. Büyüme, kapitalist iktisatçıların kutsal kelimesidir. Ülkenin ekonomik büyümesi, onlara göre her şeydir. Bunun pek çok sebebi söyleniyor. Büyüme, makto iktisadın kutsal kelimesi. Özellikle neoliberal iktisatçılara göre ülkede ne olursa olsun, büyüme olsun fikrindedirler. Ülkedeki toplam ekonomik varlık, Amerikan doları cinsinden artıyorsa, ülkede ekonomi iyi yöndedir. Doğa katledilmiş, açlık, sefillik artmış, ülke mafyanın eline geçmiş, fuhuş artmış, uyuşturucu tüketimi artmış, çok da önemli değildir. Ekonomik büyüme, bir süre sonra bunların da düzelmesini sağlayacaktır. Liberallerin taa Adam Simith'den kalma, piyasanın gizli eli vardır, uzun vadede her şeyi düzeltecek olan. John Maynar Keynes'de, uznu vadede hepimiz öleceğiz, demiştir. Bu sihirli el, ekonomiyi ne zamandengeye getirecek, ne kadar zaman bu denge devam edecek belirsizdir. Bu açıdan iktisatçılar, din adamlarına benzerler. Din adamları insanlara ölümden sonra cennet,n yanında, bir kıyamet günü ve kıyamet günü öncesinde (İncil'e göre bin yıl sürecek) bir altın çağ vaat ederler. Bu vaat, Sosyalist iktisatçıların, devrimle oluşacak ebedi Komünal düzeni kadar ütopiktir. Kapitalistlerin ütopyasında yaşayan örnekler var gibidir. Almanya, Japonya, A.B.D ve bilumum gelişmiş, kapitalist ülkeler buna örnektir.

Oysa İngiltere bile hiç bir zaman tüm gümrük kapıları apaçık ülke olmadı. Hatta meihur liberal iktisatçı Adam Simith, İskoçya gümrük bakanı olunca, İngiltere'den gelen kumaşların gümrüğünü yükseltmişti. Lise ders kitaplarından hatırlarsanız, sömürge elde etmenin bir amacı da pazar alanları elde tmekti. Çünkü dünyayı paulaşan devletler, sömürgelerini de yüksek gümrüklerle koruyordu. Bu nayileşmiş ülkeler, bugün beyaz yaka dediğimiz okumuş insanlar için ucuz işçilik ülkesi olmadı. Japonya her zaman ormanlık bir ülke oldu ve temel kaynaklarını korudu. Almanya, sanayileşmeye, sosyal devleti kurarak başladı. Japonya ise çok az dönemucuz işçilik ülkesi oldu. 2.Dünya savaşından sonrasındaki dönemde, ne Japonya, ne de Almanya, ne de herhangi bir Avrupa ülkesi ucuz işçilik ülkesi oldu. Hatta Türkiye başta olmak üzere çeşitli ülkelerden, kırmızı dipli mumla işçi aradılar. Bu yüksek işçi ücretleri döneminde süratle sanayileştiler. Aldıkları onca göçe rağmen işçilik ücretleri bir türlü düşmedi çünkü işçi sınıfı bilinçli ve örgütlüydü. Üzerine onca teşvike rağmen Avrupa'nın artmayan nüfusu eklendi.

Buraya bir parantez açayım. Avrupa ve Kuzey Avrupa nüfusunun azalmasını engelleyen ADIS hastalığı oldu, ilginç bir şekilde. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/aids-hastaliginin-yayilmasinin.html) (Bir parantez açayım, Türkiye'nin ilk AIDS hastası dite tanıtılan Murti (Murtaza Engin), ne AIDS hastasıydı, ne de homoseksüeldi) Çünkü AIDS hastalığı ile beraber, serbest cinsellik yaşamak tehlileki olduğundan, evlilikler arttı.

Sanayileşemeyen ülkelerde, özellikle ikinci dünya savaşından sonra, sanayileşmeye hız verdiler, ellerindeki sermayeleri, doğal varlıkları ve ucuz emekleriydi. Bunları kullanarak vargüçleriyle sanayileşme çabasına girdiler. Pek çok ülke, özellikle seksenlerden sonra, ucuz emekleri ile ağır sanayi yatırımlarını kendilerine çekmeye başladı. Bu ülkelere sanayi yatırımı çeken sadece ucuz işçilik değildi. Doğayı harab eden bir tarım ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/vahsi-sulama-sorunumuz.html ), ve yine doğayı harab eden bir madencilik ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/maden-mi-copluk-mu.html ), üzerine rantçı bir inşaat ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/insaatcilik-ve-insancilik.html ) ve daha bir sürü fahiş kazanç fırsatı, gelişmiş sanayi şirketlerinin dev firmalarını, bu gelişmekte olan ülkelere çekti. Bu kalkınamayan ülkeler, bir süre durumdan memnun kaldı. Halk, her ne kadar halen yoksul, üstelik daha da yoksıl kalmış, geleneksel toplumsal yapıları dağılmış olsa da, ekonpmi büyüdüğü için devlet adamları ve burjuvalar durumdan memnundu. İlk darbe doksanlarda geldi. Türkiye 1995'de 5 Nisan kararları ile şok yaşadı. Olsun, gene de büyüme sürüyordu. 1998 büyük Asya krizinde de büyüme sürdü. Derken 2020'lere doğru krizlerin üzerine büyüme de durdu. Annemin böyle durumlar için kullandığı bir söz vardır:

Mühim olan aşkımız, o da bitti şaşkınız. Uzun zamandır, gelişmekte olan ülkelerde büyüme ya durdu ya da çok  az. Zehirli büyüme diye teoriler üretiliyor ama hiç bir iltisatçı büyümenin neden durduğunu bulamıyor. Çünkü iktisat ya da ekomonımi bir bilim olsa da, iktisatçılar genelde bir bilim adamı gibi davranmaz. Çünkü objektif bilgi değil, büyük burjuvaların para kazanması için gerekli bilgiyi üretir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/12/kucuk-burjuva-yatirimcilar-icin-gerekli.html ). Ekonomiyi diplomasi ve ufak oyunlarla kurtama çabalarının da sonuna gelinir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/slumflasyon-ve-eysan-diplomasisinin-sonu.html)  Bu anlı şanlı bilim adamları, bir türlü sorunu bulamaz. Sosyalist iktisatçılar da bunu bulamaz çünkü onların derdi kapitalizmin çöküp, devrimin gelmesidir. Onlarda iktidat sorunlarına, çözülemez olarak bakarlar.

İktisadi büyümede duraklamada köken sebep, düşük ücretler ve kötü patronajdır. Bunu daha önce defalarca yazdım:

https://onbinkitap.blogspot.com/2018/10/beyin-gocu-ve-guven-vermeyen-isverenler.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/neden-eleman-bulamiyorsunuz-eleman.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/hg-sonra-yaymlanacak-dikkat.html

Türkiye'de kötü patronaj sadece özel sektörde yoktur. Devlette ucuza adam çalıştırma derdinde. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/04/ucretli-ogretmenli-sorunumuz.html) Oysa ucuz işçilik, kötü işçiliktir. Hem iyi işçilerin kaçmasına, hem de mevcut işçilerin de kötü çalışmasına sebep olur. Ülkemiz son bir yılda yirmi tıp fakültesi mezunundan daha fazla doktoru yurt dışına ihraç etti. Analar yeniden doğurur diyorsunuz ama dünya gizli bir nüfus azalması içinde. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/nufus-istatisliginincocuk-kaydiragi.html ) Şu an dünya nüfusunun üçte biri doğum oranlarının nüfusu karşılayamadığı ülkelerde yaşıyor. Bu nüfus azalması sadece Avrupa ülkelerine ait bir sorun değil. Küba, Rusya, Tayvan, Kuzey ve Güney Kore'de aynı sorundan muzdarip. Yani teknoloji ne kadar gelişiyor ya da gelişecek olursa olsun, insan emeği, hele de iyi eğitimli insan emeği giderek yükselen bir değer olacak. Beyin göçüne talebin tek nedeni gelişmiş ülkelerin düşük doğum oranları değil. Refah toplumlarında büyüyen çocuklar, o zor derslere katlanmaktansa iş hayatına atılmayı tercih ediyor. Çünkü kol işçisi ya da alt derece teknisyen olsalar da refah seviyeleri düşmeyecek. Bu gelişmiş ülkelerde her ders zor, hele de yüksek öğrenimde. Bizdeki gibi herkes beden eğitiminden, resimden, müzikten otoomatiken yüz almıyor ya da fen lisesinde tarih-coğrafya gibi derslerde bol not verilmiyor. Ülkelerde üniversite eğitiminin cazibesini arttırmak için festivaller, Erasmus projeleri gibi özendirici şeylerle üniversiteli sayısını artırmaya çalışıyor. Kendi eğitim kalitesini bozmamak adına,  eğitim programlarının ders yükünü de hafifletemiyor. Bu da gelişmiş ülkeleri, beyin göçüne muhtaç ediyor. Türkiye gibi ülkeler de en büyük kaynak durumunda. Firmalar da, birden bire işi bırakan, bazen bırakın tazminatı, son maaşını bile almadan başka işe gidebiliyor.

Lafı sonuca getiriyorum. Sanayileşme ve kalkınmaının ana itici gübü sörülen doğa (özellikle kendi ülkenin doğası) ve ucuz işçiliği değildir. Sanayileşecek ülkelere bilgi birikimli ve hevesli insanlar gereklidir. Yenilenebilir enerji ve kaynaklar gereklidir. Doğayı sonuna kadar tüketmek (o bambaşka bir yazı konusudur) ve ucuz işçilikle kalkınmanın sonucu orta gelir tuzağı ya da zehirli büyüme ilişkisidir. Defvletler ve işletmeler, projelendirmelerini memnun ve iyi ücret alan elemanlara göre yapmalıdıri

21 Nisan 2023 Cuma

ZEYNEL YAŞAR-YAŞAYAN ÖLÜLER KERVANI (ŞİİR)

 


YAŞAYAN ÖLÜLER KERVANI

Gecenin karasına ayaz çökerken
Sinsi bir düşman öfkesini kusuyordu
Çığlıklarımız çığlıklara, isyanımız isyanlar karıştı
Dilimizde ağıtlar, yüreğimizde acı
Derman dileyecek ne tanrı, nede kul kaldı
Yer sarsıldı, gök çatladı, yerle bir oldu ülkem
Kaç savaş yaşadım, kaç atom bombası patladı bilmem
Şimdi tırnaklarımla ve dişlerimle kemiriyorum demiri ve betonu
Haykırıyorum nefesim yettiği kadar
Ben, ben burdayım, sesimi duyan varmı
Ayaz çökmüş, bıçak gibi kesmekte tenimi
Üşüyorum, kanıyorum ve ölüyorum eyy halkım
Bak dün gülüp eylenirken
Bugün ölümün kederiyle ve kahıriyla ölüyorum
Vurgun yedim, kahır olası düzenin düzensizliğinden
Diri diri gömüldüm, kefensiz mezarlara
Bizi, bizi unutma
Unutma heyy halkım
Kim, kim ulan kim
Kim çaldı, bu betonu demiri
Bu kefensiz mezarları kim kazıdı
Bak şurada bir çocuk bedeni
Bir baba, bir anne. Bir bacı, bir kardeş
Bak şurada koca bir ülke enkaz altında
Halen susuyorsun, halen suskunsun
Bu korku bu yılgınlık neyin nesi
Haykır çığlık çığlığa, yırtılsın gök yüzün perdesi
Dağılsın karanlık, aydınlansın yer yüzü
Bitsin, bitsin bu kahır bu öfke
Değişsin artık bu saltanat, bu ağalık paşalık
Değişsin artık, bu soysuz ve zalim düzen
Ölüm dediğin nedir ki ey halkım
Ölüm kurtuluştur,
Ölüm doğumdan ölene tek dosttur
Yaşarken ölmek, acının en acısıdır
Şimdi yaşayan ölüler kervanı,
Katar katar çoğalmakta, çoğalmakta ey halkım...
Seveni sevdiğinden,
Evladı annesinden,
Kardeşi kardeşten ayıran kimdi ulan kim
Doğarken mi kök salmıştı içinize, bu lanet olası kin
Diktiniz koca koca gök delenleri
Alayıp pulayıp bize mezar satınız
Toprağımıza, malımıza, paramıza göz diktiniz
Yetmedi ulan yetmedi size
Canımıza göz koydunuz
Ölüler kervanına katarlar kattınız
Kimin uşağısınız ulan kimin
Hangi saltanatın kıçını yaladınız
Ulan yavşaklar, ulan kıç yalaycıları
İki kuruş etmez değersiz varlıklar
Amirikan ve İsrail uşakları
Doymadınızmı ulan doymadınızmı
Bizi ölümle sınamaktan, öldürmekten, acı çektirmekten bıkmadınızmı
Açlığı, yokluğu, sefaleti bize layık gördünüz
Kanımızı emip, iliklerimizi kemirdiniz
Ölülerimizle alay edip, toplu mezarlar kazıdınız
Rant peşinden koşup, bize mezar sattınız...
Unutma, unutma eyy halkım, unutma
Bunlar meyve çağında ki ağacın
Bunlar çiçek açan dalın
Bunlar toprakta boy veren başağın
Bunlar nehirlerin, ormanların
Bunlar dağdaki yiğidin, tarladaki ki köylünün
Mahir, Denizin, Berfo annenin, Esma hanımın düşmanıdır
Bunlar Uğur mumcu'nun, Nazım hikmetin, Ahmet arifin, Aziz nesin'in
Güzel olan her şeyin düşmanıdır
Bunlar Mustafa Kemal'in
Bunlar sana, bana, bize düşmandır...
Bunlar yarınlarımızın aydınlık geleceğin, karanlık beyinleridir
Bunlar geleceğimizi çalan, bizi ölüme terk edenlerdir...
Bunları, bunları unutma eyy halkım
Bunları ki, bize yokluğu, sefaleti
Bunları ki, bize acıyı ve kederi
Bunlar ki, bize ölumleri layık gördü
Bunlar ki, kardeşi kardeşten, eti tırnaktan ayırmayı kendilerine şiar eti
Bunlar ki, bu vatana ihanet içindeler
Şimdi haykırma zamanı
Çığlık çığlığa isyan etme zamanı
Bak Anadolu'm enkaz altında
Can yanıyor, kan damlıyor, yürekler acı içinde
Şimdi zaman, susma zamanı değil
Şimdi çığlık zamanı
Haykırma zamanı
Yaşarken ölmekten, ölmekten bıktım, bıktım be halkım bıktım...
Yaşamak, yaşamak ne güzel şey
Başı dik, onurlu yaşamak
Kardeş kardeşe sarılmak ne güzel şey
Ne güzel şeymiş, özgürlük bayrağını gökler çekmek
Yaşamak, yaşamak ne güzel şeymiş, onurlu yaşamak
Yaşamak diyorum yaşamak
Yaşamak ne güzel şeydir eyy halkım
Umutlu yarınlar için kavga verip
Ölmek kadar güzel bir şey, yaşamak
Yaşamak diyorum yaşamak...
Zeynel Yaşar

20 Nisan 2023 Perşembe

YOL-ERMAN ÖZTÜRK (ŞİİR)

 


YOL

Bir ağıttan taşırıp çığlığımı

Yaramı sağaltıp özsuyla

Ermeli soluğum

Kesildiği yerden yarına

Kırılır dallar

Kanar

Kabuk bağlar

Yine de uç verir bahara

Acısında maya bulur

Çiçek açmaya dalından tomurcuk

Kızıllığıyla büyürken güneş

Batarken ufukta

Yarına bir yol var

Ardı sıra denizlerin

Dağları dolanarak patikalardan

Yarına bir yol olacak

Alaca dağlarında sabahın

Çalarken fabrika düdükleri

Söylenirken şantiyelerde

Özlemle gurbet türküleri

Yarına bir yol

Doyamayan bebelerin açlığından

Anaların dinmeyen avazından

Tutsağı sabırla işleyen

Saat gibi voltasından

Kaybeden canlarla yaşayan

Cumartesi Meydanı'ndan 

Hrant'ın düştüğü yerden

Havalanano ürkek güvercinden

Yarına bir yol

Madencinin kara ellerinden süzülen

Işığın aklığında

''Öyle mi alay komutanı'' diyen

Yüreğin berraklığında

Yarına bir yol

Elindeki kitapla

Orduların karşısında

Ordulardan büyük

Yeryüzünün lanetlisi

O haylaz çocukların

Omuzlarında yükselecek

Yarına

Bir yol

Açılmamış belki

Açılacak

Fırçasıyla çizdiği düşlerin

El ele veren

Rengaren kardeşliğinde

Türküsüyle buluşturduğu

Terlerken avuçları

İndirdiğinde sırtındaki

Bin yıllık yükleri

Kazmasını kaldırdığına göğe

Yürünmüş tüm yolların

Buluştuğu bir açmazda

Yarına

Bir 

Yol

Var

Açılacak

Şafağında 

Sabahın

(Erman Barış)

17 Nisan 2023 Pazartesi

BİZE YENİ BİR ZAFER GEREK -MEHMET BARIŞ (ŞİİR)


 Cumhuriyet kolları kırık

Bir İyon yontusudur şimdi

Yaralı bir üveyik

solgun ateş çiçeği

Dün kanla kovduklarımız

çöktüler yine suyun gözüne

Dağımız yaralı, suyumuz sası

tutsak edildi derelerimiz

Irzına geçilirken gözleri bağlı kızın

kılıç gösteriyor bize bir kılıç artığı

Üç otuza gidiyor alın terimiz

Tecavüzler, intiharlar

kadın cinayetleri...,

Bize yeni bir zafer gerek

Yenmiştik, gene yeneceğiz,

Bizden yanadır toprağın belleği

suyun öfkesi bizden

Mayıs'tan sorsunlar bizi

Ağustos'tan, Eylül'den

Can erikler yesin diye çocuklar

dişleri kamaşmasın diye tarihin

Ekmek için, gül için

hürriyet günleri çin...

Bize yeni bir zafer gerek

Yüzümüzde vakur

ve muzaffer gülümseme

inebilmek için yine Belkave'den İzmir'e

Yıkmak için sermayenin saltanatını

bize yeni bir zafer gerek

16 Nisan 2023 Pazar

KUDRET HELVASI, BILDIRCIN KEBABI VE SOĞAN ( BAKARA SURESİ)



 Şimdi ben bu konuyu daha önce de yazmıştım, hem de defalarca:  (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/06/madem-bakara-114-var.html) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/bakara-makara.html) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/07/bakara-tantm.html) 

Konuyu özetlemem gerekirse, Kur'an'da, Bakara suresi adını, Sami dillerinde (Arapça-İbranice) Bakar yani buzağı-dana-sığır anlamına gelir. Mısır'dan kaçan Yahudiler, Musa'nın öncülüğünde ve yine Musa'nın Kızıldeniz'i ikiye ayırması sonucunda kurtulurlar.  Bir süre (bir rivayete göre aylarca, bir rivayete göre yıllarca ya da günlerce) çölde dolaşırlar. Sonra Musa, on emti almak ve Yehova ile  konuşmak için Tur dağına (Rivayete göre bu dağ, Sina yarım adasındaki Sina dağı, bazılarına göre de Arap yarım adasının kuzey batısındaki dağlardan biridir) gider.  Bir süre dağda kalır. Bir ateş şeklinde kendisi ile konuşan tanrı Yehova ile konuşur. Sonra geri döner ve şok edici bir manzara ile karşılaşır. Halkı bir buzağı heykeline tapıyordur. Bu heykelle ilgili çeşitli rivayetler vardır. Kimilerine göre altındandır, kimilerine göre altınla kaplı çamurdandır ve ağzı ile anüsü arasında deliik vardır ve rüzgar estikçe ses çıkarmaktadır. Musa öfkeli  bir şekilde konuşunca,  biz tek ya da iki çeşit yemekten sıkıldık, çok çeşit istiyoruz deyip, isyan etmiş. Bunun üzerine de Musa, buzağıya tapanları lanetler. Bu kabile, rivayete göre İsrailoğullarının kayıp 13. kabilesidir ve çölde kaybolmuşlardır.

Şu günlerde soğanın fiyatı aşırı artınca, birileri de kendilerini döyle savunmuş. Ülke halkı olarak firavundan kaçıp, kaçmamız tartışması bir yana, biz kudret helvası ve bıldırcın kebabı ile mi besleniyoruz ki, soğan pahalı diye şikayet etmeyelim?





15 Nisan 2023 Cumartesi

NAMUSLU VE ZÜBÜK FİLMLERİNİ KARŞILAŞTIRMA



 Şu günlerde herkes,  1980 yapımı Zübük filmini ve onun üzerindeki gizli sansürden uzun zamandır çok konuşuluyor. Bu da filmin, internet sitelerinde daha çok izlenmesine sebep oluyor. Öte yandan 1985 yapımı, başrolünde Şener Şen'in oynadığı Namuslu filmi gözden kaçıyor. Ben her ikisi ile de ilgili bir yazı yazmaya karar verdim. 



İki film, birbirinin yansıması yada zıddı gibidir. Beş sene sonra yapılan Namuslu filmini, Zübük filmine cevap olarak alabiliriz. Zübük filminde, Kemal Sunal'ın oynadığı Zübük karakteri, filmdeki tek kötü karakterdir. Namuslu filminde ise, filmin bir noktasına kadar Şener Şen'in oynadığı Ali Rıza karakteri tek iyi karakterdir, sonra o da kötü olur. İronik bir şekilde, Kemal Sunal çoğu filminde, tesadüflerin de yardımıyla kazanan saf, masum iyiyken, Şener Şen, başarısız, komik kötü olur. Bazen Kemal Sunal'ı (Özellikle, Kibar Feyzo filminde), bazen de İlyas Salman'ı (Özellikle de Banker Bilo filminde) ve arada diğer oyuncuların (Mesela, Şalvar Davası'nda Müjde Ar'ın) başına bela olan kötüdür. Aslında genel anlamda filmin sonuna kadar başarılıdır. Sonuçta her iki oyuncu da, bu filmlerle alışılageldik rollerinden çıkıyor. Öte yandan bu iki film, iki ayrı felsefi soruyu soruyor. Zübük, bir namussuz, namuslular arasında nasıl yaşar, sorusunu sorarken; Namuslu filmi, namuslu insanın, namussuzlar içine nasıl yaşar sorusunu sorar. Etfarındaki çoğu insan dürüstken, Zübük dürüst olmayı düşünmez bile. Namuslu Ali Rıza ise bir noktada yoldan çıkar ve kendisinin namussuz olmasını isteyenleri cezalandırır.)




Her iki filmde, fazlasıyla politiktir. İlk film, politikacıları hedef alırken, ikinci film, seçmenleri hedef alır. İkinci film, çalıyor ama çalışıyor diyen seçmeni yıllar önce görmüştür. Ali Rıza, yoksulluğu için suçlandığında ailesine çalayım mı diye sorar, kaynanası Adile Naşit, nerde sende o göz diye cevap verir. Anlarız ki Zübüklere oy verenler o kadar masum değildir. Zübük romanında ve filminde de benzer mesajlar filmin sonunda verilir. Filmin ve romanın esas konusu Zübük olduğu için, filmdeki bu mesaj kaçırılır. Zübük filmi, 1961 tarihli ve Aziz Nesin imzalı romanı ile bayağı paralel bir senaryoya sahiptir. Aradaki otuz yılı ve ne kadar mükemmel olursa olsun, bir romanı sinemaya uyarlama zorluklarını da hesap etmeli. Filmde, romanda olmayan 1977 Güneş Motel olayı da vardır. Türk siyasetine damga vuran olay, 1980'de film yapılırken halen tazedir. Özellikle bu otelde yapıan pazarlıkla gümrük bakanı olan Tuncay Mataracı'nın rüşvet skandalı, CHP iktidarının bej sıfır (bej değil, Trakya aksanı sebebi ile bej) ara seçim yenilgisinin ve 12 Eylül darbesinin yol taşlarından biri olmuştur. Filmde ve romanda  Zübük'ün küçük bir kasaba politikacısından çıkması, 1976 yapımı, Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın başrolterinde oynadığı, Umur Bugay senaryolu, Atıf Yılmaz'ın yönettiği Hasip ile Nasşp filminin de, Zübük romanından etkilendiğini düşündürür. Aslında taşrada bir süre yaşarsanız, kasaba politikacılarının hikayelerinin birbirine benzediğini görürsünüz. Aziz Nesin'de romanın konusunu, gazetecilik ve benzeri etkinliklerde turt gezilerindeki gözlemlerinden aldığını yazmıştır. İşin gerçeği, her kurgu karakterin kökeninde, gerçek bir karakter vardır.




Zübük politikacılar ve Zübük seçmenleri, son Kızılay sıkandalında da gördük. Sıkandal üzerine muhalifler kan vermeyi kesince, Kızılay kansız kaldı. Ölürüz, kanımız akar diyenler, kan verme iğnesine bile yanaşmıyor. Sonuçta çalıyor ama çalışıyor diyen kitlenin cesareti bile yalan



14 Nisan 2023 Cuma

TEVFİK FİKRET-SİS ŞİİRİ

 


SİS

Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden

sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün

iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;

“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!

Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;

ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

18 Şubat 1317

Tevfik Fikret

6 Nisan 2023 Perşembe

İNAN CAN-CAN'LARIMA

 


CAN'larıma

Yağmur yağar sel olur

Evimiz Asi'ye bakardı

Asi delicesine taşar

Yaşamak bize yakışırdı

...

Ah Antakya

Yıkılmış duvarların

Taş sokakların yok artık.

Ne çan kalmışi ne ezan

Göçük altında hazzan

Ne eski meclis binası

Ne de vali konağı

Ne künefeciler kalmış.

Ne dönerciler saray caddesinde

Uçup gitmiş zahter

Uzun çarşıda ceset,

Kan ve yanık kokusu

.....

Ah canlarım

Alanlarda toplanılır

Eylem bize yakışırdı.

.....

Of Antakya

Hep üvey evlattın ama 

Mksüz, yetim ve sakatsız vesselam

Yıkılmış kalelerin

Hatice Can yok

Mithat can yok artık.

.....

Ah canlarım

Ne zaman savaş olsa

''Hayır'' size yakışırdı.

.......

Çığlıklar yankılanmış

Dolaşıyor enkazlarında hayaletler

''Takdir-i İlahi'' diyorlar ya

Faili belli cinayetler.

Ah annem

Ah babam

Ne zaman haksızlık olsa

Mücadele size yakışırdı

.....

Oyyy 6 Şubat

''Ölüm her şeyi eit kılar''

Yazar müzedeki lahitte...

Eşitlik midir yaşayabilecekken ölmek?

Atarak yardım çığlıkları

Ve duyarak başka sesleri

Beklemek umutla yardımı

Durması için yağmurun

Dua etmek karanlıkta

Teslim olmak yokluğa

......

Ah annem

Çocuklar işkence görür,

Savunmak sana yakışırdı

Kadınlar şiddete uğrar

Haykırmak sana yakışırdı

.....

Ah Samandağ

Deli dalgalar sahili döver

Mangalda et kokardı

Üstümüzde deniz tuzu

Çocuklar suyla oynardı

Humus, abaganuş ve salata

Portakal ve çiçek kokuları

Kızlar duvarları boyardı

Rakılar içilir

Gülmek bize yakışırdı

Güneş yakar, kavurur

Tekneler sahile yakışırdı

Kadehler tokuşur

GÜLMEK EN ÇOK BİZE YAKIŞIRDI

(İNAN CAN)



5 Nisan 2023 Çarşamba

NOMENKLATURA'NIN DİNİ VE LİDERALİZMİ

 



Tesadüfen okuduğum bir kitap, aradığım kelimeyi bulmamı sağladı. Aslında bu kelime, Sovyet sistemi ve doğu blokunu yönetenleri ifade etmek için kullanılmış. Sınıf sistemini yok etmek üzere yola çıkmış bir ideolojinin, böyle bir sınıfın varlığını kabul etmesi ne acı? Bu sınıf varken, eşitlikten nasıl bahsedebiliriz? Aslında Spvyetler Birliğinin yetmiş sene yaşamasına şaşmalı.

Bu kelime nomenklatura; baskın sınıf demek. George Orwel'ın, Hayvan Çiftliği romancığında belirttiği gibi, bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir. Bu sınıf, işin doğrusu her sistemde vardır. En basitinden, herhangi bir lise edebiyat ders kitabını alın. Tanıtılan yazarların hayat hikayelerine bakın ve hangi liselerden mezun olduklarına bakın. Dışişleri bakanlığı, 1990'lı yıllara  kadar Galatasaray lisesi mezunlarınınn tekelinde olmuştur. Bunun tek sebebi, bu lisenin çok iyi eğitim vermesi değil, yıllarca bu okula belli seçkin ailelerin çocuklarının seçilerek alınmasıdır. Galatasaray, Kabataş, Kadıkaöy Anadolu gibi liselere girmek, 12 Eylülce Anadolu lisesi ilan edilmelerinden sonra kolaylaştı. Bundan sonra da bu okullardan sürekli yüksek bürokrat ve sanatçı yetişmez oldu. Çünkü bu liselere, Osmanlının son dönem nomeklaturası, yani baskın sınıfı, bu okullar ve bu okulları tuba ağacı nazariyesi diye diye el üstünde tutan akademisyen-bürokrat güruhu sayesinde ayakta kaldı.

Nomenklatura hep bir ideoloji, bir yüce amaç arkasına sığınır. Hasan Ali Yücel'in bakanlığı bırakmasından, 12 Eylül rejimine kadar milli eğitim, tuba ağacı nazariyesi diye inliyen muhafazakarların elinde oldu aöma o ağaç bir türlü Türkiye'yi besleyemedi. Daha ziyade kendi kendisini besledi. İstanbul'un bu tuba ağacı liselerinden mezun olup,  Anadolu'nun içlerinde çalışan pek az kişi oldu.

En genel nomenklatura ideolosiji liberalizm (kapitalizm)  (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/11/kapitalizm-ile-ilgiliyanlis-bilgiler-su.html ) ve islamcılıktır (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/11/son-yillarda-biten-islamci-seyler-2.html ) Her ikisi de bazı ideolojik ilkelere dayansa da amaçları moneklatrualarnı, yani baskın sınıflarını korumaktır. Yüce kavramlar bunun için kullanılır, icabında yok sayılır. Mesela serbest piyasa ekonomisi tamamen hayal mahsulü, küçük işletmelerin büyümemeleri için uydurulmuş bir palavradır. Adam Simith bile, İskoçya gümrük bakanıyken, İngiltere'den gelen kumaşlar, İskoç tekstilini zorlayınca, İngiltere'den gelen kumaşlara yüksek gümrük koymuştur. Türkiye'de tarım ürünleri pahallandığında devlet derhal gümrükleri indiriyor ama sanai ürünlerinde böyle bir şey yapmıyor, zira büyük sanayiciler hep kollanıyor.  ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/kuresellesme-yalan-hani-gumrukler.html ) Kapitalizmde özgürlük de kocaman bir yalandır, kapitlasizmde özgürlük kavramı da bir yanaldır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/popper-soros-veliberal-kapitalist.html) Latin Amerika, Orta Doğu, Afrika ve hatta Endonezya diktatörlükleri hep kapitalisttir. Büyük şirketler zarar edeceğinde, özgürlükleri kaldırmanın ya da gümrükleri kaldırmanın bir bahanesi  bulunur.  Kapitalist sistemde ekonomi bilimi demek, süper zenginlerin daha da süper zengin yapılması gerektiğine dair bahaneler üretmek demektir. Kapitalist ekonomistelere sorarsanız, tüm küçük esnaf batsa, işçilerin alım gücü yarı yarıya düşye bir şey olmaz, ama tek holdingin iflası kıyamettir.



Benzer bir durum, dinler içinde böyledir ve tarih boyunca böyle olmuştur. Din adamları, kazançlarına dokunulmadığı sürece her şeye tahammül eder. Hindistan'da tarikat şeyhleri İngilizlere o kadar bağlıydı ki, Muhammed İkbal, İngilizler bir gün Hindistan'ı terk etse, Hintliler taştan, çamurdan İngilzler yapar, onlara hizmet eder demişti. Çanakkale savaşında ve işgal yıllarında İstanbul sokaklarında dolaşan siyahi askerleri de Senegalli bir şeyh yollamıştı. Birinci Dünya Savaşında Arap şeyhleri, İngiliz zaferi için dua etmişti. Suudi Arabistandaki Osmanlı eserleri yıkılırken, Thomas Lawrence'ın evi müze yapılmıştır. Türkiye başbakanı da Irak'ı işgal eden Amerikan askerleri için dua etmişti. Adnan Menderes, özellikle İstanbul'da yol genişletme bahanesi ile, bazıları Mimar Sinan'a ait onlaca camiyi yıktırmış, Birleşmiş Milletlerde açıkça Cezayir'in bağımsızlığına karşı oy kullanmıştır. Kendisi onlarca cami açmış, dini hikayeler dinlerken, mendil ısıra ısra ağlamış, minare tepesindeki alem denen hilal şeklindeki metal parçası yüzünden müteahitlerle defalarca tartışmış, buna karşın İstanbul'da, tarihi bir cami bahçesine gömülmek isteyen Süleyman Hilmi Tunahan'ı ( Süleymancılık denen tarikat-örgütlenmenin kurucusu) Karacaahmet mezarlığına gömdürmüş, iki tanesi opera sanatçısı olmak üzeresayısı belirsiz metresler edinmiş, bürokratlarının eşleriyle (bunlardan birisi İstanbul İl Emniyet müdürünün eşidir. Menderes odada işini görürken, koca da ünüformasıyla nöbet tutmuştur) yatmış, her akşam yemeğini kaliteli bir şarapla içmiştir. Saddam Hüseyin'de halk içinde daima dindar görünür, akşam kaliteli bir şişe şarapla yemek yerdi. Baş yardımcısı Tarık Aziz, Hristiyandı. Amerikan askerleri geldiğinde, içinde yapay şelale bulunan villasında, Meryem ana ve İsa heykelcikleriyle bulmuştu. Mevlana'da babasından itibaren ateşli bir Moğol yanlısıydı. En yakın müritlerinden Ahmet eflaki'ye göre, Mevlana'nın babası Bahaeddin Velet, kendisini Kürt yatmış, arap uyanmış biriydi.  Mevlana, Afganistan doğumluydu. Afganistan'da Kürtlerin ne işi var diye düşünebilirsiniz. Milattan önceki Ahamenit döneminde Şahın biri, Kürtlerin ve Yahudilerin bir kısmını İran'ın kuzey doğusunda ve Orta Asya'da, Orta Doğudaki kadar olmasa da, Kürt bir azınlık vardır.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/08/ariflerin-menkibeleri-ve-mevleviligin.html ) Mevlana'da Mesnevisinde Türkler ve Aleviler ile alay eder, bolca da müstehcen hikaye anlatır. ) https://onbinkitap.blogspot.com/2017/12/mesnevidenhatirlananlar-mevlana.html ) Hatta bunlardan birince, tecavüze uğrayan bir çocukla alay eder. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/10/diktatorlerin-marifetleri-histonun.html )  Babası ile Moğol propagandası yapa yapa önce Karaman'a, sonra Konya'ya gelmiş, Moğolları sakinleştirmek isteyen Selçuklularca itibar görmüştür.  Moğol komutan Bacu Noyan, Konya kalesini ve şehri yakıp, yıktığında, Konyalıların bunu hakettiğini söymeiş, Bacu Noyan'ın gizli Müslüman olduğu dedikodusunu yaymıştır.Aslına tüm tarikatlar ve din adamlarının önceliği, kendi din adamı sınıflarının refahıdır. Ben yıllarca Türkiye'deki tarikatların, Atatürk ve Atatürk'e karşı olmasının sebebini, Atatürk'ün kurtuluş savaşı sonrası icraatları zannederdim. Meğer Kurtuluş savaşına da karşılarmış ve gerçekten de keşke Yunan kazansa diyorlarmış. Zira İngiliz-Fransız emperyalizmi, İspanyol-Portekiz emperyalizminden farklı olarak, yerli halkın dinini değiştirmekle ilgilenmemiş, yerel dini liderler de iyi geçinmiştir. Cumhuriyet sonrası dini yazarlar, Atatürkçüleri ve solcuları Avrupa ve Amerika ile iş birliği yapmakla suçlarken, kendileri Avrupa ve Amerika aleyhine tek söz etmez. Altıncı filoyu protesto eden gençleri denize attıkları gibi, filoya doğru da namaz kılmışlardır. (Filo boğaza demirlemişti, kıble de Marmara denizine bakmaktaydı.  Kaldı ki son yıllarda Kurtuluş savaşı şehidi ya da ilk yıllarının önemli kişilerinin adını bir bahane ile silmek  ve yerine basbayağı işgal yanlılarının adını vermekle meşguller. (https://www.odatv4.com/guncel/ataturkun-ismi-okullardan-siliniyor-1604151200-74357  ) En basitinden, Ankara'da Satı Kadın lisesinin adı, binanın değişmesi bahanesiyle Cemil Meriç yapıldı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/02/bazi-okumayin-tavsiyleri-1yalancilar.html ) Kendisi Hatay Fransız işgalindeyken,  Fransa yanlısı ama Türkiye'ye katılınca bir anda milliyetçileşip, Şaman soy adını alıyor. (İlk soy adı bu) Sonra bir ara solcu, hatta sosyalist. Derken İstanbul üniversitesine kapağı atıp, siyasal iİslamcı oluyor. Üniversiteye Fransızca okutmanı olarak giriyor ve Fransızca bir sosyoloji kitabını, derse girmek istemeyen profesör yerine alıyor ama kafasına göre sağcılık propagandası yapıyor. Sonra doksanlarda İletişim yayınlarında seri halinde yayımlanıp, eski solculuğu iyi bir şeymiş gibi piyasaya veriliyor. Bu yazı uzamış olmakla beraber, Mustafa Necaati'ye yapılanlardan da bir bahsetmetmştim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/mustafa-necaatiden-alinan-intikam.html) Amerikan misyonerlerinin köküne kibrit suyu ekmişti.



Dini simgelere saygı durumu da benzerdir. Dini simgelere hassasiyetleri, kendilerinden olmayanları aşağılama ve baskılama içindir. En başta zaten başkalarının dini simgelerine ya da dini olmasa da değerce yüksek buldukları varlıklara zerrece hassasiyet göstermez, hatta bizzat saldırırlar. Kendileri ihtiyar bir erkek olan  şeyhlerinin (ya da hocaefendilerinin ) sümüklü mendillerini saklayanlar ya da nerden geldiği belli olmayan kıl parçalarının peygambere ait olduğunu iddia edip, karşısında zırıl zırıl ağlayanlar; heykeller karşısındaki bir dakikalık saygı duruşuna ya da konan iki parça çiçeğe put derler. Başka din ve inançtan kişiler hakkında asılsız dedikodu üretmekten de çekinmezler. (Aleviler mum söndü yapıyor, Yahudiler, iğneli fıçıçyla Hristiyan kanı akıtıyor, vesaire vesaire) Kendileri de, kendi simgelerine o kadar sadık değildirler. Şu günlerde bir seccade konusunu dillerine dolamışlar. O seccadelerii esnaf, döndüre döndüre, yere çala çala ve yoga halısı diye satıyor. Kaldı ki mekan, mescit ya da cami falan da değil. Kendileri fi tarihinde helvadan put yapıp yiyen Fenikelileri ya da Yemenlileri kınarken, Kuran, Kabe, hatta şehit Ömer Halisdemir'in heykeli dahil pek çok şeyden pasta yapıp yemişlerdir.