antidemokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
antidemokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2024 Cuma

İKTİDARLARIN GERGİNLİK OYUNU VE UCUZ KAHRAMANLIKLARININ ÇÖZÜMLERİ



 Askeri darbelerin temel bahanesi, iç kavgaları bitirmektir. Sadece askeri iktidarların değil, tüm baskıcı liderler ve yönetimlerin de iddiası bu. Antidemokratik rejimler, demokratik rejimleri  kavgaya sebep olmakla suçlayıp, kendilerini birleştirici olarak görmeleri, Efesli  Herakleitos'a kadar gider. Herakleitos,  aktarılanlara göre Efes'e önce demokrasi getirmiş; demokrasiyi getiren örgütün üyesiymiş. Sonra da demokrasi çok fazla karışıklık çıkarıp, arka arkaya tiranlar (diktatör) yetiştirince, bu sefer de tekrar krallık kuranların arasında olmuştur.  Daha doğrusu anlatılanlar böyledir. Aynı görüşleri Platon ve daha soraki pek çok filozofta savunmuştur. Oysa gerçekte tiranlar, meşrutiyetlerini iç ve dış çatışmalardan alır, birilerine bol bol ey çeker, muhaliflere bol bol gözdağı verirler. Tiranlr, yurtta sulh, cihanda sulh, demezler. Etrafımız düşmanlarla çevrili ve en büyük düşman içimizde, derler. Tiran kelimesinin yerini alan diktatör kelimsi, antik Roma devletinde, olağan üstü şartlar altında, olağan üstü yetkilere sahip lider demekti. Sezar'a kadar diktatörlük, gerçektende olağan üstü şartlarda kullanılan bir kurum oldu. Diktatörlüğün kalıcı olması için olağan üstü şartların sürekli olması gereklidir. Bu yüzden de dikta rejimlerine sürekli olarak iç ve dış düşmanlar gereklidir.

Ama bu gerginlik politikalarının sürdürülemezliği vardır, çünkü her gerginlik, bir gün kopmaya sebep olur. İdris Küçükömer bile 27 Mayıs darbesi için askerler bölünmeden korkuyolardı diye savunmuştur. Diktatörlerin devrilmesi, genelde bu ipin kopmasıyla olur. Bazen de ipi bambaşka biri koparır. 12 Eylül öncesinde meclis, altı aydır her cuma tplanıp, cumhurbaşkanını  seçemeden dağılıyordu. Kızıl Kmerlerin, üke nüfusunun beşte birini (Müslüman azınlığın yarısı da buna dahil) katleden gerginliği, Vietnam'ın işgali ile bitti. Gerginliklerin ve kopmaların ülkede kalıcı kopmalara sebep olabilir. Stalin'in Holodomor'u olmasaydı, Rus-Ukraynalı ayrımı olmayacaktı büyük ihtimalle. Ülkelerdeki büyük ayrımlar, diktatörlerin marifetidir yada onlar sayesinde kalıcılaşıp, kökleşir. Bu alıcı bölünmeler, diktatörerin iç düşman ihtiyacı sonucudur. Bu, süper kahramanların kalıcı düşmanları gibidir. James Bond-Spektra örgütü, Karaoğlan-Camoka, Sherlock Holmes-Profesör Moriarty, Batman-Joker, Red Kid-Daltonlar, gibi bir şeydir bu geleneksel iç ve dış düşmanlar.  Süper kahramanalar, kahramanlıklarının sürekliliği için  hikayeyi besleyici ve kalıcı bir kötü karaktere ihtiyaç vardır. Diktatörler de, süper otoriteler olarak düşmanlara karşı birleşmek için oluşturulan kişilerdir. Yazar yada senaristler, kötü adamı öldürmezler ve kötü adam bir şekilde hapisten kaçar, eski gücüne kavuşur. Aksi halde Kurtlar Vadisinde olduğu gibi her seferinde daha ilginç, daha piskopat kötü adamlar-düşmanlar yaratmak gerekir. Bunu yapmak, film-dizi ve romanlarda bile çok zordur. Gerçek hayatta ise düşmanları tamamen yok etmek, imkansız gibi bir şeydir. Yapılsa bile yeni düşmanı hem izleyici-okuyucu kitlesine tanıtmak nasıl zaman alıyorsa; seçmene-destekçilere tanıtmak da o kadar çok zaman alır. Bu süreçte seyirci yada izleyiciyi elde tutmak, seçmeni-destekçiyi elde tutmaktan çok daha kolaydır.

12 Eylül sonrasında Turgut Özal bir taktik geliştirdi. Kendin ger, kendin gevşet, böylece kahraman ol ve halka gücün sende olduğunu göster. Çok uzun süre gevşek bırakırsan, tekrar gerdiğinde suç, gücü elinde bulunduran oarak sende olur. Çok fazla sıkılırsa kopacağını yukarıda uzun uzun anlatmıştık. Faşizmin 1945'de aldığı en büyük ders budur. Gene de bu dersi sık sık unutanlar veya fazla gerip-sıkmatan ipi laçka ettiklerinin farkında olmayanlar vardır. Hiç bir ip, hiç bir ağırlığı sonsuza kadar taşımayacağı gibi, hiç bir iktidar da sonsuza kadar kalmaz. Gene de insanlar iktidarlardan ve iplerinden vazgeçmez. Özal, sık sık gündem yapan çıkışlarıyla akılda kalmıştır. İktidarlar hem gereken, hem de gevşetirken,  yandaş medası tarafından kahraman gibi tanıtılır. Bu tür hareketler, iktidarın ucuz kahramanlığıdır.

Tabi bu ucuzluk, iktidarda oturanlar ve iktidarın nimetlerinden faydalananlar içindir. 1982'de Arjantin'in Falkland adalarını işgal edeceğini İngilere bilmiyor muydu? Muhteşem istihbaratını bol bol James Bond filmleriyle reklamını yapan Büyük Britanya imparatorluğu bunu nasıl fark etmemişti? Üstelik dönemim Arjantin'inde iktidar olan askeri cunta, A.B.D komünizmi istemiyor diye ülkesinin nüfusunun  önemli bir bölümünü insafsız işkencelerle yok etmiş, on binlerce bebeği başka ailelere evlatlık vermişti. Askeri cuntanın, A.B.D'den gizli-saklı işgal planı yapması yada A.B.D'nin Avrupa'daki tek gerçek müttefikinden bu istihbaratı gizlemesi mümkün müydü? Öyleyse neden Arjantin'in bu küçük (Toplam toprağı Kıbrıs'ın yarısı etmiyor ve toplamda 3 bin kadar insan yaşıyor) ama stratejik adaları işgaline göz yumuldu? Tek sebep, neoliberal Margaret Thatcher'in ve partisinin bir dönem daha kazanmasını, İngiliz burjuvalarını daha zengin edip, işçilerini daha da fakirleştirmesini sağlamaktı. Yoksulaşan ve öfkeli İngiliz halkının tekrar neoiberalere oy vermesi için gerekli olan böylesi ucuz kahramanlıktı. Sonuçta Wikipedia'da yazılanlara göre ölen 258 ölü, 777 yaralı ve 115 esir arasında her hangi bir burjuvanın, aristokratın yada politkacının çocuğu yada tanıdığu yoktu. Hatta profesyönel askerliğe geçildiğinden, pek çoğu İngiliz vatandaşı olmak uğruna orduya katılmış yabancılardı. Kaybedilen gemiş, uçak, silah yada diğer maddi varlıklar da, İngiliz vergi mükeleflerinin cebinden çıkacaktı. Osmanlı, onlarca isyana ve kayba rağmen Yemen'e asker göndermeye devam etmişti, İstanbul'da, sarayda oturanların kaybedeceği bir şey yoktu.

İktidarlar bazen de bu gevşetme dönemlerine çözüm derler. Eskiden beri bu böyledir. 1993'de 33 silahsız erin katlediği zaman Türkiye bunu unutmaz demiştim. Çünkü daha önce de terör örgütü, sözde ateşkes ilan etmiş ve kanlı baskınlarıyla bu ateşkesleri sonlandırmıştı. Gene de üke bunu unuttu ve meşhur çözüm süreci başladı. Sonrasını çadır mahkemleri, pişman değilim dediği halde serbest bırakılan katiller, vesaire vesaire. Peki o özlenen barış geldi mi? Öyle bir şey olmadığı gibi, temposu giderek artan çatışmalar, bayrağa sarılı tabutlar, dağda vurulan teröristler, uçakla bombolanan kaçakçılar vesaier vesire....

Yaşlı insanların esas görevi eskiden olanları anlatmaktır. Elli yaşında biri olarak, genç de sayılmam. O zamandan bu yana çok zaman geçmedi.Gene de iktidar, sanki insanlar Habur rezaletini unutmuşlar gibi davranıyor. Bu açılım dönemi, yetmez ama referandumuna denk gelmişti. O zamanlar hatırlarsanız CHPMHP yada CHMHP espirileri falan vardı yansaş medyada. O meşhur referandumda da, şimdilerde hapsite olan bağlama ustası liderleri de boykot diyerek desteklemişti referandumu. Referandumdan sonra da seni başkan yaptıröayacağız çıkışı başladı. Adama istediğini vermiş, sonra da böyle ucuz kahramanlık yapıyor. Gezi'de de darbeyi görme kahramanlığı yapmıştı. Ucuz kahramanlıklar sık sık pahalıya patlar.

Ana muhalefet partimiz CHP, muhtemelen bu son çözüm sürecinin istihbaratını almış olmalı ki, birden bire kendisi cumhurbaşkanının yanında ayağa kalkıp,  gerginliği kendisi gevşetti. Romantik  Atatürkçüler hemen artık bizim için CÖHÖPÖ yok, gılışdar daha iyiydi falan dedi. Sonra bu son çözüm lafları geldi ve çözümün asıl muhattapları,  yıllarca her salı kendilerini tehdit eden milliyetçi parti yad belediye başkanları yerine kayyumlar atayanları değil de; terörle suçlanmalarına rağmen kendilerini demokrasi adına kendilerinden yana olanları suçlamaya başladılar. Sistem sarsılınca tekrar çözüm oyununa başvurdular.

Yeni çözüm oyunu demek,  yeni bayrağa sarılı tabutlar ve yeni dağda öldürülüp, karmeralara ifşa edilen cesetler demek. Halkın da bunu anladığını bildiklerinden, ağızlarında somut adım lafı dönüyor. Tantanalı törenlerle açılan Kürdooji enstitüleri sessizce kapanmadı mı? Yetmiş, seksen yıl öncesi tek parti icraatlarını manşete taşıyanlar; kayyumlar atayıp, daha bu sene Kürtçe trafik uyarı yazılarını sildirmediler mi?

Problemleri çözme niyeti ve yeteneği olanlar bunu yapar, yapamayanlar ucuz kahramanık peşinde koşar.

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/08/demirtasin-iktidar-yandasligi.html


18 Ocak 2024 Perşembe

TEPKİ VEREN İNSAN

 


12 Eylül Türk insanından en fazla, devlete ve iktidara karşı tepki verme gücünü aldı. Tepki vermeyi bir suç olarak görmesine sebep oldu. Darbe generalleri bunu ustalıkla uyguladı ve halka suçluluk duygusu aşıladı.  (https://onbinkitap.blogspot.com/search?q=su%C3%A7luluk)

Gelişmiş, daha doğrusu demokratik olmanın ilk ölçütlerinden biri, devlete, daha doğrusu politikacılara tepki gösterebilmektir.  Zira demokratik ülkelerde politikacılar, devlet memurudur, devlet büyüğü değildir. Hatta çoğu kez devlet memurları, yani bürokratlar, kendilerini devletin asıl sahibi olarak görür.  Gerçi devlet memurları da bir çikolata yüzünden kolayca yargılanır. İktidarlar da kolayca değişir. En radikalleri bile böyledir. Yunanistan'da, ultra solcu Syriza  tek başına iktidara geldi ne ne oldu? Avrupa Birliğinin kemer sıkma politikalarını, Yunanlılara yönelik biraz gevşettiler, o kadar. Makedonya ile, Kuzey Makedonya olarak tanıma antlaşmasını yaptı ve halkın tepkisi ile istifa etmek zorunda kaldı. O zamanki başbakan Aleksis Çipras, Yunanistan gibi bir din devletinde, İncil'e el basmayacak kadar ateistti. (Yunanistan'da Aynaroz ve Metreora bölgesindeki bazı manastırlar, dünya işi, putperestlik diye Yunan bayrağı dalgalandırmaz. Askeri araçlar bile papazlar tarafından kutsandıktan sonra kullanıma başlar.) Gene de Yunan kilisesi gücünden bir şey kaybetmedi. Yunanistan'da hiç kimse, bu dinsiz İncil'e el basmadı, din elden gidiyor, diye bağırmadı. Genel anlamda dindar olan Yunan milleti de Syriza ve dinsiz başkanı Çipras'a oy verdiği için bir suçluluk duygusu duymadı.

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/07/12-eylulun-sucluluk-duygusu-4-devlet.html

Devlet adamları  ise halkını yoksullaştırdığı için suçluluk duygusu hissetmez. PKK'nın 1984'de Eruh ve Şırnak'ta ilk saldırısını yaptığı gün, dönemin başbakanı, dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren'den sonra cumhurbaşkanı olacak olan Turgut Özal, havuzdan çıkmadı. Sonra seksenlerin dile dolanan sözünü söyledi. Bunlar bir avuç baldırı çıplaktır. Az kaldı, bitecektir. Seksenli yıllar böyle geçti. Sahte ateşkes ve otuz üç erin öldürülmesi ile bu baldırı çıplaklar lafı unutuldu. Türk halkı, bu sahte ateşkese neden uyuldu, neden tuzağa düştü diye sorsa da, bu soruyu soranların sesi çok cılız oldu. Tıpkı çözüm sürecine tepkinin de çok cılız olması gibi. Yada ordunun kozmik odasına girişin ve en son koca cumhurbaşkanının bazı istihbarat yöneticilerini ifşa etmesi gibi. Kimse de nedenini sorgulamadı.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/silahli-direnisin-provakasyon-olmasi.html

Oysa herkes Kürtleri sorguladı ve     Kürtlere düşman oldu. Sonra  onları meclise taşıyan SHP'lilere (sonradan SHP, CHP ile birleşti ve halk CHP'ye düşman oldu.) Çünkü 12 Eylül medyası, sola düşman olmayı öğretmişti. Oysa o milletvekilleri, yaka-paça sürüklenerek meclisten atılmasaydı, HADEP (Şimdilerde DEM parti) kurulmayacaktı. Çözüm süreci olmasaydı HDP, %10 barajını geçemeyecekti. Gene de öfke iktidar partisine yönelmedi. Diğer yandan meşhur yazar kasa atma olayına bakalım. O olayın sonrasına değil, öncesine bakalım. Ülke ekonomisi Turgut Özal, Süleyman Demirel,  Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller zamanında daha kötü krizler yaşamıştı. O zamnki liderlere, iktidardan düştükten sonra bile, yüzlerine karşı böyle tepkiler veren olmamıştı. Mesut Yılmaz'a, Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de yumruk atılmıştı ama olayın krizle alakası yoktu. Kriz bir yana, Süleyman Demirel, onlarca yıl üzerinden siyaset yaptığı muhafazakar-sağcı halkı, 28 Şubat sürecinde, Türbanlılar okumaya Suudi Arabistan'a gitsin diye aşağılamıştı.İşin gerçeği o esnafın öfkesi ekonomik krize değildi. Bir solcunun başbakan olmasıydı. Yoksa Mesut Yılmaz'ın abisinin aracılığı ile  Gazprom'la yapılan antlaşma sonucu doğal gazı tüm dünyadan daha fazla ödememize kızan da yok.

Bu arada, bu adını andıklarımla ilgili olarak bu blogda yazdıklarıma bir bakalım:

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/suleyman-demirel-kimdir.html

Pek çok insanın yanlış tepkisinin sebebi, yanlış tarafta yer almasıdır. Bunun sebebi kendisini payidar sanmasıdır. İktidardan yana olursa, sıranın kendisine geleceğini sanmasıdır. Çünkü kendisine, sağcı ve Sünni olduğu için üstün olduğu ve bir gün sıranın kendisine geleceği söylenmiştir. Bu yüzden pek çok kişi,  muhalefete muhalefet ederek, sisteme bağlılığını ilan ederek, adaletsiz sistemin ürt katlarına çıkmaya çalışır.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/fasizan-ustunluk-duygusu.html

Oysa adalersiz bir sistemde üst tabaka her gün artmaz, azalır. Düşenler yerine çıkanlar daha az olur.  Nasılözgür olunur sorusunun pek çok cevabı vardır. Aristo, düşünerek; Nietsche, kendin kalarak; Platon, öğrenerek; Camus, başkaldırarak, Sarte, eyleme geçerek, İbni Rüşt, vicdanlı kalarak; Farabi, kalbini dinleyerek;  Hazrerti Ali, minnet etmeyecek ve daha nice kişiler neler diyerek tarif etmişlerdir. Peki düşündüğümüzü, öğrendiğimizi ve başka başka şeylerimizi nasıl belli edeceğiz, tepki vermekten başka.

Binbir gece masallarının az bilinen bir hikayesi de, çıngırağı çalan eşek hikayesidir. Kadı'nın biri, bulunduğu yöredeki şikayet sahipleri bizzat kendisi ile konuşsun diye evinin kapısına bir çıngırak koymuş. Fakat bu çıngırağı eşeğin biri dişleri ile oynayarak, çaşıyormuş. Sürekli çan sesine maruz kalıp, aynı cevabı alan kadı en sonunda bu eşeğin kime ait olduğunu sorar. Ona hayvanın, yaşlandığı ve artık yük çekemediği için terk edildiğini söylerler. Kadı da söz konusu köylüyü yanına çağırır, eşeği de kendi ahırına alır. Köylüye de, eşeğin yem ve tımar masrafını ödeme cezası verir.

Masal da olsa, eşek, eşek haliyle şehrin kadısına şikayette bulunmayı, yani tepki vermeyi öğrenmiş. Devletle ilgili bir sorununuz varsa ki devlet kadının da sahibidir, devlete, dolaysı ile iktidara tepki vermeyi öğrenmeliyiz.

Yoksa her esçimden sonra ellerim kırılaydı nakarakları dinleriz. (Bazen elimde balyoz, o elleri sahiden kırmak istiyorum)