devletçi ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
devletçi ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ekim 2024 Çarşamba

PİYASALARIN OLİGOPOLLEŞMEYE VE MONOPOEŞMEYE MEYLİ KURALI



 Dünyanın en büyük palavrası, piyasanın gizli eli kanunudur ve neredeyse tüm iktisat bilimi bu palavraya dayanır. Kurucusu Adam Simth dahi buna inanmamış, İskoçya gümrük bakanıyken, İngiltere'den gelen ucuz kumaşlara fahiş gümrük uygulamıştır. Dünyada tam rekabet piyasası çok azdır. Üniversitede iktisat hocamız, dünya buğday piyasasının tam rekabet var sayılır. Yani o da şüpheli. Adam Simith, denilene göre antik İran (Pers-Akhamenid) devletinden almış bu ilkeyi. Yunanlılar, İranlılarla ilgili pek çok yanlış bilgi ve önyargıya sahiptir. Mesela Lidya kralı Krezüs'ün, Pers kralı büyük Kiroisos tarafından diri diri yakılmak üzereyken Solon'un adını söyleyince son dakikada kurtarılarak, nedenini sormuş, konuştuktan sonra onu danışmanı yapmıştır. Bu olayı anlatan testi resimleri de vardır. Oysa Persler Zerdüşt'tü ve Zerdüşler  için ateş kutsaldı ve insan ceseti, ateşi kirletirdi. Bu yüzden cesetleri sessizlik kulelerine koyup, akbabaların yemedi beklenir yada ceset başka türlü yok edilirdi. Dolayısı ile Yunanlıların, Persler ve diğer milletlerle ilgili anlattıkları ve diğer Avrupa milletlerine anlattıkları, büyük ölçüde duyum, dedikodu ve hatta palavra. Meşhur Yunan tarihçisi Herodot  bile, bazı yerleri, buraları da aptallar inansın diye yazıyorum diye özetlemiştir. Persler, Mısır'ı üç kere işgal etmiştir. Mısır, antik çağda Doğu Akdeniz yada Orta Doğu dediğimiz bölgenin buğday deposuydu. Yunanlıların zenginliği, Mısırlılara zeytinyağı ve şarap satıp, buğday almasıydı.  Antik Pers devletinde, tam rekabet piyasası diye bir şey, çok mümkün değildi. 

Tarih oyunca piyasanın gizli eli, piyasaları oligopol piyasa haline getirdiğini görürüz. Rekabet, Darvinci evrime uygun olarak, güçsüzlerin yok olmasına, belli güçlerinde ayakta kalmasına sebep olur. Devletin piyasalara müdahale etmemesi diye bir şey yoktur. Devlet piyasalara müdahale etmezse, piyasalar devlete müdahale eder. Rusların dediği gibi, sen siyasetle ilgilenmezsin ama siyaset seninle ilgilenir. Devlet, bizim üzerimizdeki en büyük güçtür. Kimse bu güçten vazgeçmez. Hele günümüzün büyük şirketleri, dolar milyarderleri ve milyonerleri: piyasa kendisini toplasın, biz zarar etsek de olur, devlet müdahale etmesin, diyebiliyor mu? Hiç bir büyük yatırımcı, piyasaların (o da ne demekse) yatışmasını beklemez. İşçi, esnaf ve çiftçiler de, her an siyasete müdahale için örgütlü olmalı, monopolleşen oligarklara karşı savunma, icabında saldırı durumunda olmalıdır. Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkelerde sorun, sendikaların, kooperatif ve diğer örgütlerin, devrimlerden sonra pasifleşmesiydi. Devrim olması demek, her şeyin sonsuza kadar mutlu olması demek değildir.

Devlette piyasalardaki oligarklaşmaya karşı dikkatli olmalı, halkı oligarklara ezdirmemelidir. Devlet, bir kişi değil, bir kurumdur. Madem ki demokrasi, halkın rejimidir. Halk daima yönetime müdahaleye hazır olmalıdır.

30 Eylül 2024 Pazartesi

YENİDEN DEVLETLEŞTİRMEK ZORUNDAYIZ

 


Lübnan'daki patlamalar, ulusal sanayinin önemini gösterdi. Rusya'nın yaptırımlara dayanması ulusal sanayisi ve ulusal interneti interneti sayesinde. Mail.Ru, Rutube, Rugram, Telegram gibi siteler, Rusya'yı internet yaptırımlarına karşı koruyor. Bütün bunlar Putin'in, Yeltsin sonrası kamulaştırma operasyonları sayesinde oldu. Yerli sanayi sadece yaptırımlar değildir. ithale bağlı kalmak, elinizi-kolunuz bağlar.  Kıbrıs harekatından sonra Yunanistan'ın, Türkiye'ye savaş açamamasının temel sebebi, pek çok üründe ithalata bağlı olmasıdır.

Türkiye, Özal'dan bu yana ne yapmıştır? Özelleştirmelerin bir sonucu da ülkede pek çok şeyin ya hiç üretilememesi yada ithale bağlı kalınmasıdır. Ülkemiz kağıt ihracatçısı iken, kağıtta ithale bağımlı hale gelmiştir. Pilde tamamen ithale bağlıyız. İşin ilginci Aselsan pil fabrikası özelleştikten sonra Pilsa başta olmak üzere özel pil fabrikaları da kapanmıştır. Pilden ne olacak diyorsunuz, halen pek çok alet-edevat, alkalin  pille çalışmakta. Korona salgını sırasında Hıfzıssıhhayı keşke kapatmasaydık değimiz gibi bir gün Tuzla cip fabrikasını kapattığımıza da pişman olacağız. (Pek çok kişi, öyle bir fabrikanın varlığından ve Tuzla ciplerin varlığından habersizdir.)

Olay sadece devletin güvenliği değildir. Halkımız Özal iktidarından beri sistematik olarak fakirleştirilmektedir. Sadece üretim araçlarını değil, satış dükkanları da tekel olduğundan, dünyanın en kalitesiz ürünlerini, en pahalıya almakta.  Dünyanın en yavaş internetlerinden birini kullanmakta, en fazla parayı ödemekte. Elektrik, su ve diğer hizmetlerde de durum farklı değildir. Özelleştirmeler, her türlü mal ve hizmeti, bir avuç aç gözlü kartele vermiş, halkı onların insafına bırakmıştır. Gıda başta olmak üzere pek çok mal ve hizmet, tekellerin elindedir. Rekabetin gizli eli tamamen palavradır. Tarih boyunca pek az  görülnüş ve görüldüğü sürelerde de pek az yaşanmıştır. Bu tezin asıl sahibi Adam Smith bile, İskoçya Gümrük bakanıyken, İngiltere'den gelen kumaşlara yüksek gümrük uygulamıştır. Tarihte saf liberal ekonomiyi bulmak, sosyalizmi bulmaktan daha zordur. Mesele devletin  müdahalesi değil, bu müdahalenin kimden yana olduğudur. Yıllarca halkı, Komünistler sizin mülklerinizi devletleştirecek diye korkutan Kapitalistler, şimdilerde devlet eli ile bu mülkleri büyük holdinglere vermektedir.

Burada sorun, siyasettir, kitlelerin her az ve her zaman siyasi gelişmeleri kendi çıkarı için kullanmasıdır. Hiç bir büyük burjuvanın, tarikat şeyhinin veya üst düzey bürokratın, seçimleri umursamadığını görmezsiniz.  Yada bu kişiler için siyaset, dört yada beş yılda bir oy vermek değildir. Böyle büyük servetleri yönetenler,  siyaset yapmak için seçim zamanının gelmesini beklemezler. Hiç bir siyasi lideri de yüceltmezler. O lideri terk etmek için baraj altı kalmasını beklemezler. Zülfü Livaneli, bir röportajında; Avrupalılar her seçimde ayrı partiye oy vermeleriyle, Orta Doğuluşar da dededen toruna eynı partiye oy vermeleriyle övünürler demişti. Ben buna bir de özellikle taşra şehirlerinin yerlilerinin her zaman belediyeyi iktidar partisinden seçmeleri ile övünmelerini ekleyeyim. Oysa Özal zamanından beri sizi fakirleştiren politikacıları, icabında en güçlü olduğu zamanda oyunuzu vermeyerek terbiye edebilirsiniz. Bir de partinizin her politikasını desteklemek zorunda değilsiniz. İktidarın bir icraatı, kime yarar diye düşünmelisiniz. Özelleştirmeler, medya imparatorları başta olmak üzere kamu mallarını yok pahasına alan burjuvalara yarar, özelleşmeden sonra pek çok ürünü daha pahalıya alacak olan sana değil.

Diğer bir hususta, gene Özal döneminden beri sistematik olarak yok edilen ve güçsüz düşürülen kooperatiflerle ilgili. Fiskobirlik yılarca fındık üreticilerinin güvencesi oldu. Antbirlik, Çukobirlik  gibi kooperatifler, üreticiyi korur yada korumaya çalışırdı. 12 Eylül ve Özal iktidarları ile başlayan süreçte Türkiye'de kooperatifçilik sistematik olarak batırıldı. Kooperatifçiliği yeniden ayağa kaldırmalıyız. Ülkenin fındık üreticileri bir İtalyan firmasına mahkum olmuş durumda.

Özelleştirilen pek çok kamu kuruluşu, satılan pek çok kamu mülkü var. Bir de peşkeş çekilen, ihsan olarak verilenler var. Bunları da bir şekilde devletleştirmek zorundayız. Hem devletçilik olmadan Atatürkçülük olmaz; hem de halkın refahını vahşi piyasaya bırakamayız. 

19 Temmuz 2024 Cuma

KOMPRADOR BURJUVAYA KARŞI DEVLETÇİ İKTİSAT FELSEFESİ

 


Başlığında ve içinde komprador geçen bir yazı yazsam, bu açıklamayı da yazıyorum. Bu kelime çok kullanılır ve gerçek anlamı pek az bilinir. İspanyolca ve Portekizce de tam anlamı satın alıcı yada mümessil demek.  İşbirlikçi anlamına da geliyor. Sömürgeciliğin önderi bu ülkeler, yerli halklarla doğrudan ilişkiye girmek yerine, onlar arasından bazı temsilciler ile ilişkiye girip, bu temsilciler ile işgal ettikleri ülkeleri yönetmişler. Bunlara da komprador demişler. Zira ilk başlarda bu kişilerin asıl işleri, yerel ürünleri, İspanyollar ve Portekizliler için satın almakmış. Sonra Avrupalı efendiler, pek çok işi onlara yaptırmış. Diğer sömürgeciler de onların izinden gitmiş. İngilizler, koca Hindistan'ı  (o zamanki Hindistan kavramına bu günkü Pakistan, Bangladeş, Seyşel Adaları, Bhutan, Nepal, Myanmar falan da dahilmiş) yüz milyon kadarken, yüz bin kadar subayla yönetmiş. Şevket Süreyya Aydemir, Hindistan'dan bahsederken, son Babür (Mughal) imparatorunun, İngiliz Hindistan şirketinin yerel memuru haline geldiğini yazar. Bu sözü Pehlevi hanedanlığı için de söyleyebiliriz. Hanedan sadece iki Şah görmüş, babayı İngilizler tahta çıkarmış, Oğlu tam anlamı ile İngiliz BP ve Amerikan Exon şirketlerinin elemanı olarak çalışmış, onların çıkarına zarar verenlere hiç acımamıştır.

Ben kompradorları, doğrudan devlet yöneticileri-tarikat, aşiret gibi topluluklar ve yöneticileri ve  şirketler-ticaret erbapları olarak üçe ayırıyorum. Üçü de ayrı ayrı yazı konusu, ben üçüncüsü ile ilgili olarak yazacağım. Gerçi bu üçü birbirinden ancak kavramsal olarak ayrılabilir. Komprador burjuvalar, komprador politikacılar olmadan, komprador politikacılar da, komprador tarikatlar-aşiretler olmadan yaşayamaz. Komprador politikacıları da seçilmesi için komprador aşiretler-tarikatlar ile, komprador burjuvalar besler.

Dünyayı işgal etmiş olan Avrupalı beyaz adam,  geride bir sürü kompradorunu bırakmış, eski sömürgelerinin en büyük ticari ortağı olmuştur. Bu komprador burjuvalar,  birikimlerinin önemli bir kısmını efendilerinin memleketine aktarırlar ve bir ayakları hep oradadır. Bir şekilde efendilerinin ülkesine çalışırlar.

Devletçilik ilkesinin bir sebebi de bu komprador burjuvanın ekonomideki egemenliğini kırmaktır. Komprador burjuva, ürün ithalatı , ham madde ihracatı ve efendileri ile bağı yüzünden sanayileşmenin önünde engeldir. Sadece kendisi sanayi yatırımı yapmakta isteksiz olmakla kalmaz, sanayi yatırımı heveslisi müteşebbislere de saldırırlar. Bu saldırılar genelde dedikodu, meedya gücü ile karalama ve finansal dışlama şeklinde olur.

Ülkemizde kompradorluğa alışmış burjuvaazi, devletçi ekonomiye hep düşman oldu ve özelleştirme talep etti. Dileğini de aldı. Seksenli ve doksanlı yıllarda özelleştirme propagandası, özel sektörün bu işletleri daha verimli işletip, büyüteceğiydi.Oysa özelleştirme ile satılan kurumların tamamı ya yok edilip, arazisine bina yapıldı, yada küçüldü. Şöyle ciddi bir araştırma yapılmıyor, özelleştirilen tesislere ne oldu diye.

Son olarak, Temmuz 2024'de, İzmir'de, elektirik kaçağı ile ölüm olayında bir kısım medya,  muhalefetteki belediyeyi suçladı. Oysa elektirik dağıtımı özelleştirilirken, hem hizmet kalitesi özelleşecekti, hem de  kaçak eletirik parası ortadan kalkacaktı.

Özelleştirme sevdalılarından hesap soramıyoruz ya, o yüzden.