nuri dersimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nuri dersimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ağustos 2025 Pazar

KOÇGİRİ'DE ÇAPANOĞLU PARMAĞIVE BAYTAR NURİ'NİN PALAVRALARI

 


Umuyorum ki bu yazı, Koçgiri isyanıyla, en azından uzun bir süre için, son yazım olacak. Dedemin babasımın öldüğü ve dedemin yetim kaldığı bu tarihsel olayla ilgili ne kadar yazı yazmadan durabilirim, bilemiyorum. Bu yazı için Nuri Dersimin diğer kitabını (Kürdistan Tarihinde Dersim ) ve Koçğiri İsyanı ile ilgili iki araştırma kitabı daha okudum (Dilek Kızıldağ Soileau, Koçgiri İsyanı ve Mahmut Akyürekli, Koçkiri Kırımı). Mahmut Akyürekli, temel kaynak olarak Çağanoğlu Mehmet Beyin, şimdilerde hiç bir şekilde bulunmayan anılarını almış. Bu yazıda ana kaynağım o olacak.  Daha önceki yazılarımda bahsettiğim diğer kitaplara, Dersimi'nin Anıları, Hüseyin Aygün'ün Dersim 1938 Resmiyet ve Hakikat ve Baki Öz'ün, Belgelerle Koçgiri Ayaklanması kitaplarından da arada bahsedeceğim.

Koçgiri isyanıyla ilgili, kimsenin kabul etmediği gerçek, isyanda Osmanlı parmağıdır. Koçgiri ağaları Alişan ve Haydar beyim dedeleri Hüseyin ağaya padişar Abdülmecid paşalık ünvanı vermiş, ona bir kılıç, karısına da bir elbise hediye etmiştir. Koçgiriler yada en azından Koçgiri ağaları, uzunca bir süredir İstanbul'un adamıdır. İçinde Kürdistan adı geçen ilk isyan olması, Kürt Teali Cemiyetinin İstanbul'dan desteklediği isyan olması, bu gerçeği değiştirmez. Dilek Kızıldağ Soileau, 1516'dan yerleşmelerinden itibaren uzun bir tarih araştırması yapmasına rağmen, Koçgirilerin önemli bir isyanını yada Celalilere desteğini bulamamıştır. Nuri Dersimi, Koçgirileri savaşçılığıyla, asiliğiyle över ama tarih böyle demez. O meşhur isyanın da sebebi, Osmanlı padişah ailesine yakınlıktır. Akyürekli'nin yazdığına göre Alişan ağa, Mustafa Kemal'in görüşme talebine, İttiatçının Teki diyerek olumsuz yanıt verir.  O zamanlar Erzurum-Sivas yoluna, Alişan ağa tarafından pusu olacağı endişesiyle, Atatürk'ün geçişi öncesi yerel milislerce önlem alınır.  Dersimi, Alişan ağanın Atatürkle konuştuğunu ve Alişan ağanın ters cevaplar verdiğini yazar ama Atatürk'ün, o zamanlarıadı Ümraniye Nahiyesi olan İmranlı ilçesine hiç gitmediğini biliyoruz. Dersimi, padişah Vahdettin'in, Alişer ağaya, Kızılırmak'a, yani bu günkü Ankara il sınırına kadar özerk bir Kürdistan vaad ettiğini yazar ki, Zara (Eski adıyla Koçgiri)'nın ötesinde önemli bir Kürt varlığı olmaması, Koçgiri bölgesinin de zaten o yıllarda bile önemli bir Sünni Türk varlığı olması, bu iddianın da temelsizliğini ortaya koyar. Kaldı ki Yozgat civarında Çapanoğulları, isyanları bastırılana kadar egemendirler. 

Bize hep denir ya, Osmanlı tarihi ecnebiler tarafından yazılmıştır, Osmanlı hep kötülenir denir ya, yalandır. Çapanoğlu Mehmet beyin, Meclisin açılışı ile 1.İnönü zaferi arasındaki isyanların hepsinin organizatörü olduğu, Vahdettin ve Damat Ferit Paşanın, Kürt Teali Cemiyetinin de koruyucu ve hata kurucusu olduğu gerçeğidir. Kumpaslı, entirikalı işler için  söylenen, işin altından Çapanoğlu çıkması deyimi de boşuna değildir. Ankara'nın Elmadağ ilçesinin eski adı Asiyozgat'tır ve yöre köylülerinin isyanı da Çapaonoğlu ailesinedir. Çapanoğullarına isyan eden köylüler, bu bölgeye yerleştirilmiş, büyüyen köy, önce nahiye, sonra ilçe omuş, Atatürk'e bağlılık telgrafı çektiği için ilçenin adı da değişmiştir. Akyürekli'nin değindiği diğer bir konu da dört sayfalık Jin dergisinin İmranlı'da basılmasına imkan olmadığı, çünkü o yıllarda İmranlı (O zamanlarki adı Ümraniye) 'da bir matbaa yoktu. Sivas ilinde tek matbaa, vilayet matbaasıydı.O matbaada da, uzun süre çoğu yazısının Mustafa Kemal'in yazdığı, Hakimiyet-i Milliye gazetesi basılıyordu. Jin adlı ilk Kürtçe süreli yayın, muhtemelen sadece İstanbul'da basılmış. Koçgiri isyanının, Konya, Delibaş Mehmet isyanıyla aynı gün çıkması da Çapanoğullarının gayretiyle olmuştur.

Nuri Dersimi,  Alişan ağanın sır katibi olduğunu iddia etse de, her iki kitabında da (Anılarım ve Kürdsitan Tarihinde Dersim) , isyan sırasındaki çatışmalar ve Alişir ağanın Pülümür'e kaçışı ile ilgili hiç bir şey yazmıyor ama kitapta Alişir ağanın Pülümür'de bir mağarada kesilmiş kafasının fotoğrafı var. Fotoğraf 1961'de bir Türk dergisinde basılmış. Dergide Alişir ağanın dedesi Hüseyin paşaya verile kıçıçla, karısına Abdülmecid'in şahsi hediyesi olarak verilen elbisen,n resmi de var. Dersimi'nin Kürdistan Tarihinde Dersim kitabı,  ilk baskısını 1962'de, Suriye'nin Halep şehrinde basılmış. Bir bölümü, burası okunmamış diye yazılmış.  K. D. T diye kodlayacağım bu kitabı Anılarından önce yazmış. KDT içinde bir sürü fotoğraf ve dizayn var. Böylesi kitaplar, tıpkı basımı ile karşılıklı beraber basılmalı. Kitabın Türkçe baskısının yapıldığı 1992 yılında böylesi sayfa mizanpajları için Macintosh bilgisayar gerekiyordu. 1996 yada 1997'de bile Word-Exel'de yapılanlar beğenilmiyor, Macintosh gerekiyordu. 1962 yılında ise bir grafikerin haftalarca çizim masajında uğraşması falan gerekiyordu muhtemelen.  Anıları ise KDT'den sonra yazılmış. Bu konuları KDT kitabımda yazmıştım diyor. 1962 yılında kitabı Kürtçe, (Zaza yada Kırmanci) basmış olması zor, zira yeni iktidar olan BAAS rejimi, Arapça dışında dillere karşı hoş görülü değildi, yıllar geçtikçe bu baskı giderek artacaktır. 

Dersimi'nin palavralarndan bazı gerçeklere daha doğrusu gerçek olabilecek bilgilere ulaşabiliyoruz. Alişan (yada Alişir) ağanın, Çapanoğlu Mehmet beyle arkadaşlığından bahsetmiyor  ama Erzincan mebusu Şeyh Feyzi Efendi'yle arkadaşı olduğundan bahsediyor. Bu gayet inandırcı çünkü Baki Öz, isyanın bastırılmasından sonra Fevzi efendinin Koçgirilerin tehcirine karşı çıktığı ve neredeyse tek başına engellediğini yazıyor. Fevzi efendini doğrusunu yapmıştır. Sonuçta Koçgiri coğrafyası, Dersim olmamış, Dersim gibi envai çeşit terör örgütünün yuvası haline gelmemiştir. Türkiye'de illegal sol örgütlerin hepsinde önemli miktarda Tuncelili eleman vardır. Devletin demir eli, Tunceli'yi problem il olmaktan kurtaramamış, nifus yoğunluğu en az olan il olarak,  ekonomik kaynaklarını yeterince kullanamaktadır.

Dersimi, Dersim'de daha önce olmuş ve Osmanlı ordularının başarısız olduğu beş altı askeri harekattan bahsediyor. Direnişlerin lideri de, meclisin Kayseri'ye taşınmasına karşı çıkan konuşmasıyla tanınan, meşhur Diyab Yıldırım'mış. Hüseyin Aygün'ün kitabında bu olaylara değinilmiyor, Aygün, Osmanlı'nın Dersim'den asker ve vergi alımını düzenli olarak yapıldığını belgeleriyle gösteriyor. Bir  de birinci Dünya savaşında,  Erzincan'a kadar gelen Rus ordusunun, Dersim'e girememesi olayı vardır, bundan Hüseyin Aygün'de bahsediyor, Tuncelili başka bir çok kişiden de duydum. Devletin,  Dersim harekatı için 1925'den itibaren neden hazırlık yaptığını açıklıyor. Diğer yandan Koçgiri isyanına neden Dersim'den destek gelmediğini de açıklıyor; Osmanlı ile defalarca savaşmış Dersim, Osmanlı'ya bu kadar bağlı Alişan ve Haydar ağalara güvenmiyor. Koçgiriler isyan bastırıldıktan sonra güçsüzleşiyor. Dersimi, Koçgiri isyanı başlamadan evvel Divriği'de yapılan bir toplantıdan bahsediyor. Divriği Alevilerinin önemli çoğunluğu Türk.  Dersimi aynı zamanda Alevilik milliyetçisi ve Alevilerin tamamının Kürt kökenli olduğunu iddia ediyor.

Dersimi'nin, Dersim isyanıyla ilgili anlattıkları da tutarsız, eksik ve şüpheli. Seyit Rıza'nın, amcasının ve kardeşinin ihanetine uğradığını anlatıyor, bu inandırcı. Devlet size karşı operasyon yapacaksa, içinizden ve yakınınızdan pek çok kişiyi satın almış, ayarlamış ve sizin içinizde bazı bölünmeler yaratmış olur. Akrabalar en büyük tehlikedir. Bu yüzden liyakate dayalı bir örgütlenme kurmalı ve iç istihbarata önem verilmelidir. Hüseyin Aygün, isyan sırasında temel işbirlikçi olarak Rıza Kaliç diye birinden ve aşiretinden bahsediyor.  Dersimi de Kaliç'den bahsetmiyor.  Dersimi, kızlar tertelesi dahil pek çok şeyden bahsetmiyor.

Kızlar tertelesi, küçük kız çocuklarının, ailelerinden koparılıp,  sözde evlatlık verilmesi, aslında ev işleri, hasta, yaşlı ve kendi gibi çocuk diğer kardeşlerinin bakımı için köle yapılması olgusu. Nezahat-Kazım Gündoğan'ınyazdığı, Dersim'in Kayıp Kızları adlı kitaba göre kızlar tertelesi, genel askeri harekattan önce başlamış. Gündoğan çiftinin yazdıkları beni Sıdıka Avar'ın anı kitabı olan Dağ Çiçeklerim adlı kitaba götürdü. Kendisi gazeteci Banu Avar'ın üvey annesi ve Banu Avar'ın babasının ilk eşi, bu da böyle bir ayrıntıdır. Sıdıka Avar, Dersimlileri Türkleştirme görevi ile, Elazığı kız meslek lisesine müdür oluyor, okulun pansiyonu-yatakhanesi de var. Pansiyonun görevi, Tunceli bölgesinden kızları okutmak ve böylece bölgeyi Türkleştirmek. Bizim nesil Sıdıka Avar'ı, ilkokul üçüncü sınıf kitaplarında yayımlanan, kızımı da götür Avar bölümüyle tanır. Köylüler, kızlarını kollarından tutup, Sıdıka Avar'a teslim ederler, okuması için. Bunun sebebi ise, Sıdıka Avar'ın, Dersimlilerin kızlar tertelesi dediği, beslemeliğe karşı çıkması. Bugün Tunceli'de Türkçe bilmeyen kimse yoksa ve ilk olarak Türkiye'nin, Artvin'le beraber en yüksek okuma yazma oranlı iliyse, başarı en çok Sıdıka Avarîndır. Bu tip görev sahipleri, genelde sömürgeci ruhlu ve yerel halka sempati duymayan kişilerdir ve yerel halka sempati duyduklarında ise, görevi bırakırlar. Sıdıka hanımsa, bölge insanına ayrıca sempatik duyuyor, bölgedeki Zazaca ve Kırmanci dillerini de öğreniyor. Sürgünden dönenlerin kışlık yiyeceği olmadığını öğrenince, bizzat validen yardım istiyor. Bölge halkı tarafından o kadar biliniyor ve seviliyor ki, en ücra köylere bile tek başında katır sırtında gidiyor. Besleme kız almak isteyenler, Sıdıka Avar'ı Şstanbu yada Ankara'ya geri yolluyor, o da dava çıp, Elazığ'a geri geliyor. Çok partili hayata geçişle beraber, bölge halkı oy tehdidi ile memurların besleme kız alımını azaltarak bitiriyor.

Burada araya not düşeyim, ağustos  itibarıyla. Ekrem İmamoğlu, Kürtçe öğrenmek istediğini beyan edince, klasik Türkçü hezeyanlar başladı. Kürtçe kaba hesapla Türkiye'de yüzde yirmi Kırmanci, yüzde on da Zaza olmak üzere ülkenin yüzde otuzunun ana dilidir. Ülkemizde Lazca, Çerkezce (Adige ve Abaza), Hemşince ve diğer dillerde konuşupta, Türkçe bilmeyen yoktur. Oysa çoğunluğu kadın, yüzbinlerce insan, Kürtçe'den başka dil bilmemektedir. Zorunlu 12 yıllık eğitim, internet, sosyal medya vesaire derken, böyle insanlar azaldı. Hatta son nesilde Diyarbakır, Siirt, Hakkari, Bitlis ve diğer yöre illerinde bile  Kürtçe bilmeden yada az bilerek büyüyen çocuklar çoğalıyor. Buna rağmen Kürtçe halen yaygın ve popüler, üstelik sadece Türkiye'de değil, Irak, Suriye ve İran gibi komşu ülkeler ile Almanya, İsveç gibi Avrupa ülkelerinde  de popüler; Orta Asya ülkelerinde de ciddi bir Kürt azınlık var (sebebini bir kaç satır sonra anlatacağım).  İran'ı eski cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad ve Rusya'nın devlet başkanı Vilademir Putin, Türkçe ve pek çok lehçesini iyi biliyor.

Dersimi'nin anılarına ve K.D.T kitaplarına geri dönelim. Kensisi Koçgiri isyanı kanla bastırılırken, nasıl Dersim'e göç ettiğini veya Dersim isyanı bastırılırken, nasıl kaçtığını anlatmıyor. Ağrı isyanı sürerken, Dersim ile Ağrı isyancıları arasında kuryelik yaptığını ve bu süreç içinde bir ara Sivas Palas otelinde (Herhalde bugünkü Büyük Sivas Otelinden bahsediyor) kalırken bir ara tutuklandığından bahsediyor. Ağrı istanıyla, Dersim arasında bir bağa başka bir kaynakta göremiyoruz. Koçgiri köylüleri 1938'de, Refahiye'nin Karataş köyünde bir toplantı yapmış, ben bu olayı rahmetli İsmail amcamdan bir kere duydum ve başka kaynakta bulamadım, Dersimi de bahsetmiyor. Bu toplantı ile ilgili tek bildiğim olmuş olması, kalabalık Türk ordusunu görünce sessizce dağılmış olması.

Ağrı dağı isyanı, devleti çok daha fazla zorlamıştır. Ağrılılar üç büyük isyan etmiş, üç büyük askeri harekat yapılmıştır. Asilere sadece Türk ordusu değil, Sovyet ve İran ordusu da saldırmıştır. İsyan sırasında Türkiye ile İran, sınır düzenlemesi yapmış, Kürtlerin yaşadığı bazı köy ve kasabalar İran'a bırakılıp, Küçük Ağrı dağını ve Nahçıvan'a sınır olunmasını sağlayan toprakları aldı. İlin eski adı Doğubeyazıd'dı ve il merkezi de burasıydı. Karaköse köyü etrafında yeni bir il merkezi kurulmuştur.  Barzani, isyana açıkça destek vermiş, Türk uçakları Barzani'n,n bölgesimi bombalamıştır.  (Barzani ile ilgili olarak Muzaffer İlhan Erdost'un, Şemdinli Röportajı kitabını okuyabilirsiniz) Stalin, bu isyandan sonra, Ezidiler hariç Kafkasya Kürtlerini Orta Asya'ya, özellikle de Kazakistan ve Kırgızistan'a sürgüne göndermiştir. Ağrılılar ise herhangi bir sürgün yaşamamış, Ağrılı kız çocukları, memur ailelerine besleme yapılmamıştır. Ne Ağrı, ne de diğer Kürt isyanlarında benzer tedbirler alınmamış, kimse sürgün yada kızlarını besleme yapma tehdidi yaşamamıştır.Bence  Atatürçü rejim, ilk kuruluşı itibarı ile düşünüldüğü kadar laik değildir, Aleviliği kendisine bir tehlike olarak görmüştür. 

Nuri bey anılarında ve K.D.T dersim kitabında, bol bol propaganda yapmış, pek çok şeyi de boşlukta bırakmış. 1914'de ağitimini yarıda bırakıp, askere alınıyor, 1916'da İstanbul'a dönüp, askerliğini tamamlıyor. Yer yer devletle de iş yapıyor, hatta Nuri'nin bana hizmetlerime karşılık vaat edildiği dediği manastırın harabe halini Hüseyin Aygün kitabında gösteriyor. 1920'de Koçgiri kıyımından da kurtulup, Dersim'de çiftçilik yapıyor. 1938'e kadar pek .çok isyanda aktif oluyor (dediğine göre), 1938 kıyımından da kurtulup, Yunanistan'a geçmeye hazırlanıp, Edirne'ye gidiyor. Edirne'de bunu tanuyan birisi, Yunanistan'ın Türkiye ile çok sıkı bir iade antlaşması yaptığını, Suriye'ye (o zamanlar halen Fransa mandasında olan) gitmesi gerektiğini söylüyor. Mersin'e gidiyor, derken Osmanlı saltanak ailesinin avukatı ile tesadüfen görüşüp, Suriye'ye geçiyor. Suriye'de Türk istihbaratının ( o zamanlar MAH, Milli Amele Hizmetleri) takibinden bunalıyor. Ankattığına göre Türk istihbaratının Suriye'de, özellikle Ermeniler arasında bolca işbirlikçisi var. Ürdün'e geçip, bir süre orada veteriner olarak çalışıyor, sonra Suriye'ye geri dönüyor. Orada çiftlik alıp, çiftçilikle geçiniyor. Kendi gibi Zaza ve Alevi Kürtlerle yaşıyor. Çiftlik satın almak için parayı nereden bulduğu veya bu kadar kaçak yaşamında nasıl sakladığı meçhul. Türkiye'deki ailesini terk edip, bir daha evleniyor. Sonraki yıllarda, BAAS partisinin, özellikle de Esad ailesinin Kürtlere karşı baskıyı arttırdığı, hatta vatandaşlık haklarını elinden aldığında ne yaptığıysa meçhul.  Wikipedia'ya göre 1973'de ölüyor. İsmail Beşikçi'nin mutlak doğru gibi sunması ile 1990'lı yıllarda ünleniyor.

Ben şüpheli ve hatta düppedüz yanlış bilgiler içerse de, en azından dönemin psikolojisini anlamak için Dersimi'nin okunmasını tavsiye ediyorum; kitapların yeni baskıları, orijinallerinin tıpkıbasımıyla beraber yapılmalıdır, çünkü çeviriler de şüphelidir. Baskı demişken; Mahmut Akyürekli'nin bahsettiği Çapanoğlu Mehmet Beyin anılarının yayımlanması da toplum için faydalıdır.

2 Temmuz 2025 Çarşamba

ERMENİ KIYIMI-TEK SUÇLU TALAT PAŞA MI?

 


Nuri Dersimi'nin anılarını okurken, ani bir aydınlanma anı yaşadım. 1915'de Dersim'de, Ali Boğazında gördüklerini anlatamayacağını söylüyordu. Neden anlatamıyordu? Kendisi gerçek bir Türk düşmanı ve Tükler aleyhine her şeyi ballandıra ballandıra anlatıyor. Bu olayı anlatmama sebebi, olayın vahşetinden çok, olayın faillerinin Dersimliler olması. Atatürk'de Ermeni kırımı diyor. Osmanlı sıkı yönetim (Örfi İdare) ve Divan-ı Harp mahkemeleri 1500 kadar (yuvarlak hesap) vatandaş ve memurunu yargılayıp, cezalandırmış,  Ermenilerin mallarını yağmalamaktan idam edilenler bile var. Meşhur, Boğazlıyan Kaymakamı Ali Kemal'de, yargılanıp (göç eden Ermenilerin mallarına el koymaktan), beraat ediyor ama savaştan sonra kurulan Nemrut Mustafa Paşa (Kürt Mustafa Paşa) mahkemesince idam ediliyor.

Burada başka bir gizeme ulaşıyoruz. İngilizler, Malta adasına doldurdukları 145 Türk devlet görevlisini (biri emir eri, çoğu asker ve politikacı) neden yargılamadıklardıır, zira oraya toplanma amaçları budur. Malta, tarihin ilk Nümberg mahkemesi olacaktı. Bu kadar kişinin, adaya getirilme sebebi Ermeni kıyımıdır. Planlanan şey, tarihin ilk savaş suçları mahkemesini kurmaktır. Ancak bir mahkeme yada soruşturma olmaz. Türklerin iddiasına göre  İngilizler, delil bulamamıştır. Oysa İngilizler, zaten yargılanıp, suçsuz bulunmuş Ali Kemal, yeniden yargılanıp, idam edilmezdi. İngilizler, somut bir imha-infaz emri bulmasalar bile, sağ kalan kurbanların ifadeleri yeterli olabilirdi. Yahudi soykırımı (Holokost) öyle olmuştu. Naziler, sona yakın pek çok belgeyi, yapıyı, özel hatırayı, itina ile yok etmiş, sağ kalan kurbanların ifadeleri ile soruşturmalar yapılmıştı. İngilizlere göre Ankara hükumetinin (İngilizlerin deyimiyle Kemalistlerin) rehin aldığı İngiliz askerleri ve vatandaşları sebebi ile bu yargılamalar yapılmamıştı. Bu doğru olsa bile, İngilizler ön soruşturmalarını raporlarını kamuoyuna verebilir, bakın, vatandaşlarımız rehindi, yargılayamadık, diyebilirlerdi.

İngilizlerin yada müttefiklerin, asıl canını sıkan, tehcir ve katliamların hem karşılıklı, hem de kitlesel  olmasıydı. İngiliz diplomarlarının dediği gibi, Ermeniler de sekiz yaşında kız çocuğu değildi. Osmanlı tökezledikten sonra, ilk Sırplar isyan edip, ilk Yunanlar bağımsızlık kazanmıştı. Ermeniler de (en azından bir bölümü) kendi paylarını istiyordu. İngiliz, Fransız ve Amerika başta olmak üzere batılı ülkelerin kolejleri ve misyoner okulları, orta doğuyu bir ağ gibi sarmıştı. Pek çok Ermeni, Ortodoksluğu bırakıp, Katolik ve Protestan olmuştu. 1915'de isyan çoktan başlamıştı ve silahlı Ermeni çeteler, isyana katılmak istemeyenler başta olmak üzere, katliamlara çoktan başlamıştı. Pek çok Ermeni toplumu, Ermenice'yi unutmuştu ama Türkleşemişyordu da. Ermeni kıyımı da aslında çoktan başlamıştı. Hatta 2. Abdülhamit'e, meşhur Kızıl Sultan lakabını Ermeniler takmıştı. Özellikle 21 Temmuz 1905 günü, cuma selamlığı sırasında tesadüfen (camiden çıkmadan evvel, imamın kendisini lafa tutmasından dolayı dışarı geç çıktığı için) sağ kurtulduğu suikastten sonraki günlerde o kadar çok Ermeni öldürüldü ki, kendisi yeter, yapmayın dedi. (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları'nda bahsediyor.) Aksini ispat gibi, Abdülhamir döneminde önemli bakan ve danışmanların pek çoğu da Ermeni'ydi. (Ermeni meselesi ve pek çok vahşi olayda pek çok aksini ispat (oksimoron) durum vardır. İngilizler bu ve benzeri pek çok işin içinde sıyrılamayacakalarını bildikleri için, Ermeni kıyımını yargılamak yerine, zamana yaymaya karar verdiler. Kıyımı katılan Hamidiye alayları başta olmak üzere Kürtleri, Arapları yada diğer Hristiyan unsurları, yer yer tehcire uğramayan Ermenilerin de yargılanması gerekecekti. Bu, İngilizlerin meşhur böl-yönet ilkesine aykırıydı. Bu yargılayacağı kitleler, daha sonra kendisi ile mütefik olmayabilirdi.

Kıyım-isyan fazlası ile karışıktı. Bu günkü Ermenistan, Rus çarlığındaki 1905 isyanından sonra, bölgedeki Azeri Türkleri (o zamanın tanımıyla Kafkasya Tatarları) katledip, Rusların desteği ile kurmuşlardı. 1990'da Sovyetler yıkılır yıkılmaz Ermenistan, komşusu Azerbaycan'a saldırdığında da 1915'i bahane etmişti. 1915'de Azerbaycan, Osmanlı'ya değil, Rusya'ya bağlıydı ve Azeriler, Osmanlı için Türk değil, Acem (İran-Fars) ulusunun bir parçasıydı. Osmanlı'da halklar, birbirine de düşmandı. Teknolojiyi kabul etmemeleriyle ünlü olan Amiş mezhebinin pek çok üyesi, bir zamanlar Osmanlı'ya yerleşmişti. Kars'ın gravyer peynirini ilk üretenler de Ruslar değil, anavatanları İsviçre olan bu toplumdu. Bu topluluk Yunan ve Ermenilerin kendilerine olan saldırıları yüzünden Amerika-Kanada ve Meksika'ya tekrar göç etmişti. Gene aksini ispat gibi, Ermeni kıyımı, Dersimlilerin daha sonra, özellikle Tertele dedikleri 1938'de yaşayacaklarına sebep olmuş, göç kafilelerini soyan dersimliler, eşkiya, haydut ve devletin sözünü dinleyemeyen Dersimliler imajına sebep olmuştu. Buna rağmen Dersimliler, kendi yerli Ermenilerini korumuşlar, Ovacık-Pülümür ilçe sınırındaki yasak bölgedeki bir yada bir kaç Ermeni köyü, 1938'e kadar varlığını sürdürdü. Hem Dersim'de, hem de ülkemizin coğrafyasında pek çok Ermeni, kendisini gizleyerek bu günlere geldi ve pek çoğu da halen gizleniyor.

Sonuçta İngilizler amacına ulaştı. Anadolu ve Osmanlı coğrafyasındaki haaydutlar, komşularının felaketinden fayda umanlar, tüm suçu önce  Türklere, sonra İttihat ve Terakki'ye yükledi. Şimdilerde de tek bir kişiye, Talat Paşa'ya yüklenmek isteniyor. Paşa, kolay hedef, en başta İttihatçıların üç başından (Enver ve Cemal ile beraber) en sevilmeyeni; doğum yeri sebebiyle Pomak, esmerliği sebebi ile Roman olduğu iddiası var (Nüfus kayıtlarına göre Türk). Bektaşi tarikatı ve Mason locası üyesi, sıradan bir posta çalışanıyken, ülkenşn en güçlü adamlarından ve İttihat iktidarının baskılarının simgesi oluyor, görevdeyken de pek seveni yok.  Neyzen Teyfik, hakkındaki şu dörtlüğü yazıyor:

Fırka, parti diye halkın boğazından sıkarak
Milletin on senedir olmuş idi mengenesi
Kazdığı cah-ı belaya yine kendi düştü
Örsünü, kıskacını (...) tiğimin çingenesi

Talat Paşa'nın başka bir özellliği de infaz edilmesi, Paşa'yi düpedüz infaz etmişler. Katili, Soğomın Tehliryan, iki günlük bir yargıalandan sonra, Türk tarafının tanıkları bile dinlenmeden, tehcir travması bahanesi ile beraat etmiş. Muhtemelen infazı, Berlin'deki Türkler hariç, herkes biliyordu. Bütün bunlar olurken, Adolf Hitler, siyasete yeni atılıyordu. Bunu gören Hitler'in, Yahudiler',i katletmeye hazırlanırken, Ermeniler'e yapılanları kim hatırlıyor demiş olma ihtimali var mı? (New York'daki Ermeni Soykırımı müzesinin kapısında yazıyormuş.

Son olarak, Ermeni kıyımı konusunda, o dönem Osmanlı devletini para yardımı ile yöneten Alman imparatorluğunun, Çanakkale, Kut-ul Amara gibi zaferleri sahiplenirken, Ermeni kıyımı konusunda susması da ayrı bir konu. Bu büyük (ve başarısız) operasyonun Almanlara danışılmadan yapılması, olası mıydı? Almanlar, Kafkasya yakınlarında, Ruslar'a yakın, Ortodoks bir topluluğu, Araplar arasında bir Hristiyan topluluğa dönüştürme çabası da ihtimaller arasında değil miydi? Toplama kampı ve tehcir uygulamalarını icad eden de İngilzler'di.  İlk defa 1899-1902 yıllarında yaşanan 2. Boer savaşında (İngilzlerin en çok can kaybettiği 3-4 savaştan biridir), Hollanda kökenli Boer çiftçilerine karşı yaptılar. Naziler, Japonlar ve hatta Ruslar, pek çok vahşi uygulamayı, İngilzlerden öğrenmişti.

Son olarak, yazıyı bitirdiğim gün 2 Temmuz, Sivas katliamının yıl dönümü. Bu yazıyı da insanlık tarihinde katledilen tüm masumlara adıyorum.