ZEKİ VELİDİ TOGAN’IN ANILARI ÜZERİNE
Ergenliğimin kısa
da olsa bir bölümünü Türk milliyetçisi, hatta en ucunda geçirdim. Bu yıllarda
pek çok milliyetçi kitap, Zeki Velidi Togan’ın anılarından bahsetmekte, ondan
atıflar yapmaktaydı. Derken bir gün bir sahafta denk geldi ve aldım. Rusya’dan
gelen, Başkurt kökenli, Türk tarihçisi ve milliyetçisinin anılarına karşı
merakım artmıştı. Bayağı hacimli bir kitap olmakla beraber, kendimce önemli
noktalarını anlatayım.
En başta bilim
adamlığına laf edecek değilim. Savaşın tam ortasında bile etraftaki tarihi
eserlerin kaydını tutuyor, tarihi kitapları topluyor. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu
Bilig’i, Arap diplomat ve seyyah İbni
Fadlan’ın seyahatnamesi başta olmak üzere pek çok eserden onun sayesinde
haberdarız. Tarih yazımı, kendi anıları da dâhil olmak üzere kronolojik
gerçekliğe uymasına dikkat edilerek yapılıyor. Yalan söylemesi, olayların
nedenleri, savaşırken, yenilgi belli
olunca, tabana kuvvet kaçıp, taraf değiştiriyor.
Anılarının büyük
bir kısmı 1917 Şubat devriminde Menşevik devrimine kadar olan bölümünü
anlatıyor. Çocukluğundan itibaren okuma şevki ile yanıyor ve bu uğurda evi terk
ediyor, bolca eğitim alıyor, en nihayetinde medrese hocası oluyor. Pek çok
kitap yazıyor, en ünlüsü Türk Tatar Tarihi ona şöhreti getiriyor. Kendisi bir
Başkurt. Kendi de itiraf edeceği üzere, tarih efsanesi olmasına rağmen, en az
bildiği tarih, kendi tarihi. Başkurtlar, adları Heredot başta olmak üzere eski
Yunanlıların Bashir dedikleri çok eski bir topluluk. Orta Asya-Sibirya
dolaylarından çok eskiden göç etmişler. Dilleri Tatarca’ya çok benziyor, şu
zamanlarda (2017), Sovyet devrinden kalma özerk cumhuriyetleri var. Bu özerklik,
Putin devrinden beri kâğıt üzerinde. Putin’in partisi, Rusya’yı 8 bölgeye
ayırmış durumda. Bu 8 başkanı, Rusya devlet başkanı atıyor ve bölge başkanı,
bölgesinde tam bir egemenlik sahibi. Onun onayı olmadan, özerk cumhuriyetin
kararları uygulanamıyor. Bölge başkanı, bölgedeki özerk bölge ve cumhuriyetleri
ve diğer yönetim birimlerini kurmak, yok etmek, sınırlarını değiştirmek ve benzeri
konularda sınırsız yetki sahibi ve sadece Rusya devlet başkanına karşı mesul. Başkurdistan
özerk cumhuriyeti de Urallar bölge başkanlığına bağlı. Daha sonra belirteceğim
gibi Togan’da bu özerk cumhuriyetin ilk yöneticilerinden.
Biz Togan’a
geri dönelim. 1917 Şubatına kadar anlattıklarında siyasi ve ideolojik bir taraf
yok. Bu dönemde Buhara civarında bir kütüphaneyi Türkiye’ye, daha doğrusu
İstanbul’a göndermesi ilginç. Türkiye ile ilişkileri hep olmuş. Onun dışında
kendi halinde bilim adamı portresi çiziyor. Derken şubat devrimi başlıyor. Yaşadığı
şehirdeki askeri birliğin isyanı bastırmasını bekliyor ama isyan askeri
birliklerde başlıyor. Lenin ve Bolşeviklerin adını duyan yok o zamanlar. Geri dönüşlerle
aslında en başından Başkurt siyasetinde etkin olduğunu anlatıyor. Sonra Menşevikler,
yani Beyazlar arasında önemli bir Başkurt lideri ve subayı oluyor. Ciddi bir
askeri birlik olarak, Kızıllara karşı önemli zaferler kazanıyor. Buna rağmen
Kızıllar ciddi zafer kazanıyor. O da yenilgi kesinleşince, taraf değiştiriyor. Kızılar
adına on beş ay çalışıyor. Bu dönemde cephede savaşmak yerine Başkurt hükumeti
ve Başkurdistan özerk yönetimi adına çalışmalar yapıyor. Hatta bir subay okulu
bile açıyor.
Burada da
başına belayı kendi açıyor. Aslında bu olayın başlangıcı 1905 yılına gidiyor. Rusya’da
bir yerde yüz yıllar önce bir grup Tatar, devlet zulmünden Hristiyan olmuş.
1904-5 Rus-Japon savaşı sırasında ve sonrasında oluşan kargaşalık ve siyasi
reformlar sonucu iki yüz bin kadarı tekrar Müslüman olmuş. Zeki Velidi bey de
başka bir grup Hristiyan Tatar’ı, tekrar Müslüman yapmaya karar veriyor. Askerleri ile kasabaya gidip, kiliselerini
yakıyor. Kardeşlerim, artık özgürce Müslüman olarak yaşayabilirsiniz diyor. İnsanlar
isyan ediyor, onlar artık gerçekten Hristiyan. Ağlayıp, dövünüp, isyan
ediyorlar. Olaylar Lenin ve Stalin’in kulağına gidiyor. Her ikisi de şahsen
görüşmek için, Zeki beyi yanına çağırıyor. Başına gelecekleri tahmin ettiği
için, mahiyeti ile beraber Özbekistan’a, basmacıların yanına kaçıyor.
Basmacı namları,
baskın yapmaları anlamında… Baskınlar yaparak Rusları yıldırmaya çalışıyorlar. Orada
zaferleri geçici oluyor. Polonya ile barış antlaşması yapan Lenin, ordularını
Asya’ya sevk ediyor. Bu dönemle ilgili
anlattıklarından en önemlisi Enver Paşa ile ilgili olanı olmalı. Ona göre Enver
paşa tuzağa düşürülmüştü. Etrafındaki bazı Kazak Türkmen, Kırgız ve Özbek ve
Tacikler, Sovyetlerce satın alınmıştı. Oradaki bir arkadaşını da korkaklıkta
suçluyor bir ara. Rus topları, sürekli seri ve acil üretim sonucu olacak,
kalitesizmiş ve yumuşak toprakta patlamıyormuş. Kendisi de toprağın yumuşak
olmadığı yerlerde Ruslarla savaşmıyormuş.
Kendisi ise yenilgi görününce kaçıyor. Ha, bu arada evleniyor, karısı da
Özbekstan’da. Lakin yenilgi kesinleşince onu ve çocuğunu da terk ediyor. Bu savaş ortamında da tarihçiliğe devam
ediyor. Bilim adamlığından asla taviz vermiyor. Her zaman tarihi eserleri
kataloglama, kütüphanelerden kayıp kitapları bulmada üzerine yok.
İlk olarak İran’a gidiyor. Orada bir
sene kadar kalıyor. Orada da tarihçiliğini yapıyor. Tarihi eser kataloglaması
ve kütüphanelerde varlığı bilinmeyen kitapları ortaya çıkarma işlerine devam
ediyor. Arap diplomat ve seyyah İbni Fadlan’ın seyahatnamesini buluyor. Oradan da
Afganistan’a gidiyor. Bir yıl kadar da orada kalıyor. Aynı tarihçiliğini o
zaman da yapıyor. Ardından da Hindistan’a gidiyor. O zamanlar İngiliz
egemenliğinde olan Hindistan kavramına, Pakistan, Bangladeş, Nepal, Myanmar,
hatta Sri Lanka, Bhutan, Maldivler girer. O dönemde İngilizlerin, Muhammet
İkbal ile görüştürmemesine üzülür. Bu dönem de de Mevlana hakkında bir
şeylerden bahsetmekte.
Ona göre
Mevlana ile Şemsi Tebrizi arasındaki duygusallıkta livata olmasa bile, libido
vardır. Medreselerde parlak gençleri, tüysüz oğlanları yalnız bırakmadıklarından
bahsediyor. Bu dönemde İngilizler, onun Muhammed İkbal ile görüşmesine engel
oluyor, izin vermiyor. Orada da bir yıldan fazla kalıyor ve gemiyle Türkiye’ye
geliyor, daha doğrusu İzmir’e. Bu yolculukta Cidde limanında beklerken, Kuran
da senin dinin sana, benim dinin bana ayetinin barış dönemleri ve İslam’ın
güçsüz olduğu zamanlar için geçerli olduğunu söylüyor. Be arada eklemeliyim,
kitap boyunca Müslümanlığından dem vuruyor. Şamanist Nihal Atsız ile
arkadaşlığı ve onunla 1944 ırkçılık Turancılık davasında yargılanmış Zeki
Velidi, bu kitabını Türk milliyetçiliğin iyice İslamlaştığı 1960’lı yıllarda
yazmış. İzmir limanında, Hindistan’da İngiliz vizesi ile çıkmış olmasından
dolayı Türkiye’ye sokulmuyor. Kurtuluş savaşının en hararetli yıllarında,
Mustafa Sagir denen İngiliz Ajanı Hintlinin Atatürk’e suikastı meselesi, hükumeti
bu konularda hassas yapmış. O da kendisi Paris’e atıyor. Hemen her ayrıntıyı
yazarken, Paris’ e kadar nasıl gittiğini anlatmıyor. Muhtemelen vapurla
Marsilya’ya, oradan da trenle Paris’e gitmiş. Paris’te trenden inişinden
bahsediyor. Birkaç temastan sonra, Türk milliyetçileri araya giriyor ve Türkiye’ye
geliyor. Türkiye’ye geldiğinde, Rusya’da bıraktığı karısı Nefise’nin yeniden
evlendiğini öğreniyor. Türkiye’de kendisine bir kız bulup, aile kuruyor,
Atatürk’le görüşüyor, falan.
Kitap,
yazarın Türkiye anılarından bahsetmiyor. 1944 Irkçılık, Turancılık davası ya da
1934 Trakya olayları (ki Türk ocaklarının kapatılıp, Halk Evlerinin açılma
sebebidir.) gibi konular yer almıyor.