Bu yazımda kıyaslanması belki de en
abes iki Alman’ı kıyaslamak istiyorum. Birbirine en uzak iki Alman! Öyle ki, belki
de Alman ve erkek olmak dışında ortak noktaları yok gibi bir şey.
Biri meşhur bir felsefe profesörü,
yirminci yüzyıl felsefesini ve varlık bilimini (ontoloji) değiştirmek bile bir
yana, darmadağın etmiş, tıp, psikoloji ve tüm bilimleri etkilemiştir. Varlığı ideal
varlık ve real varlık diye ikiye ayırmıştır. Real varlık değişir, ideal varlık
değişmez. Varlığı meşhur 4 katmanına ayırmıştır. En altta fiziğe, kimyaya konu
olan cansız varlıklar, 2. Katta canlılar, bunlar biyolojiye konudur, 3. Katta bilinçli varlıklar, yani insan, insan
bilimlerine (antropoloji, sosyoloji, psikoloji, tarih vb) konudur en üstte de
felsefeye konu olan tinsel varlıklar vardır. Benlik kavramını, diğer dillere
çevrilemeyen dassein kavramı ile değiştirmiştir. Dassein, benlik bilincinin
zaman ve mekânlar birleşmiş halidir. Bu kavram
tüm insan bilimlerini değiştirir.
Sonra canımızı sıkan bir ayrıntı, bu
adam bir NAZİ! Üstelik ustası, fenomenolojinin asıl kurucusu Edmund Husserl’i
kökeninden dolayı Nazilere satacak kadar Nazi’dir. Üstelik Nazi ideolojisine
inanmış biri de değildir. Naziliği sayesinde rektör olmuş, rektör olur olmaz,
üniversitedeki Solculara ve Yahudilere kan kusturmuştur. 1945’de bu
yaptıklarından dolayı üniversiteden uzaklaştırılmış, 1952’de geri dönebilmek için nedamet
getirmiş, pişmanlığını beyan etmiştir.
Bir de Wolfgang Bochert vardır ki,
zaten 26 yaşında ölmüş, genç yaşında Nazilere karşı çıkmıştır. Askere alındığında
yazışmaları suç sayılmış, yaralandığında, kendisini kasten çürüğe çıkarma
suçundan idamı istenmiştir. Savaşın tam ortasında, 1943’de NAZİ propaganda
bakanı Göbels ile ilgili bir parodiden tutuklanmıştır. Bochert’de edebi
derinlik yoktur, zalime yiğitçe bir kaş çatış vardır. O meşhur şiirinde HAYIR
DE diye bağırır. Kısacık yaşamı hastalıklarla, cephede, yaralanmalarda ve
hapislerde geçmiştir. Kimseye eyvallahı yoktur. Hikâye, oyun ve şiirlerinde
edebi ustalık değil, gerçek bir heyecan, cesaret ve atılganlık vardır. Zaten kendisi
de ‘ "Bizim iyi dilbilgisine sahip şairlere ihtiyacımız yok. Çok
iyi dilbilgisi bizim sabrımızı zorluyor. Bizim ağaca ağaç, kadına kadın dememiz
lazım. Bizim EVET ve HAYIR dememiz lazım. Yüksek sesle, açıkça ve emir kipi
kullanmadan..." demiştir.
Kıyaslayacak
olursak, Bochert, arslan gibi kükreyen bir güvercin, Heidigger ise et uğruna
köpek gibi yaltaklanarak değerini düşürmüş bir aslandır. Bochert herkesi
heyecanlandıracak bir gençlik, Heidigger hayranlarını bile sıkacak bir
ihtiyarlık hırsıdır.