DOKSANLI YILLAR 8- HABERCİLİK VE GAZETECİLİK
O yıllar gazeteciliğin ve haberciliğin de
geliştiği yıllardı. Basın Yayın yüksekokulları, İletişim fakültesi oldular.
İletişim fakültelerinin üniversite puanlarının zirvede olduğu yılardı, bazıları
neredeyse yüzde birden öğrenci alıyordu. O yıllarda sadece pek çok
televizyon-radyo kanalı değil, gazete ve dergi de çıkıyordu. Televizyon demişken,
bu gün fark ettiğim bir ayrıntıyı buraya yazayım. O yıllarda televizyon kanalı
kurmak aşırı ciddi bir işti galiba. Çünkü yayın hayatına geçmeden evvel
aylarca, hatta bazen bir buçuk sene deneme yayını yapılırdı. TRT’de yetişen
yüzlerce eleman, yüksek maaş için özel kanallara gidiyordu. TRT çalışanları bunlara
yetmiyordu. İletişim fakültesi mezunları, stajyer girdikleri medya
şirketlerinde birkaç senede yönetici oluyordu. O dönemde kanallar haberci ve
haber programcısı ihtiyacını deneyimli gazetecilere haber programı yaptırtarak
karşılıyordu. Bu daha TRT tek kanal döneminde, Mehmet Ali Birand’ın program ve
belgesel yapması ile başladı. Pek çok televizyon habercisi (
Can Dündar,
Mithat Bereket,
Çiğdem Anad,
Ali Kırca,
Deniz Arman,
Cüneyt Özdemir,
Rıdvan Akar,
Musa Çözen, Talip Korkmaz, Sacit Baydar vb pek çok isim),
Birand’ın dizinin dibinde televizyon haberciliği öğrendi. Birand’dan kalma
alışkanlıkla haberciler, televizyon, radyo ya da haber sitesinde de çalışsalar,
kendilerine gazeteci dedi. Haber işinde çalışmayan televizyon yapımcıları da
kendisine televizyoncu der halen. O dönemin televizyon haberciliği ve
gazeteciliği, bu günden daha kaliteliydi. Yandaşlık bu günde vardı.
Geçen yazımda
bahsettiğim kolejli, Avrupa görmüş liberaller topluluğu önceleri Özalcıydı.
Özal ölünce Tansucu oldu. 2001’de toptan reisçi oldular. Önceleri Aydın Doğan
grubu, Sabah, Star, hatta Zaman gazetelerinde dağınık olarak yazıyorken, önce
Yeni Yüzyıl, sonra Radikal gazetelerinde bir araya geldiler. Pek çoğu eski
solcu, hatta Marksistti. Kolejli, yurt dışı falanda görmüş bu güruh, bir birine
farklı görüşte gibi görünseler de, önce Özal, sonra Çiller ve en sonunda da
Tayyipçi olarak beraber hareket etmiştirler.
Bu süreçte Atatürkçülüğe, liberal özgürlükler bağlamında saldırmışlar, Fetö
ve tarikatları gizli-açık övmüşler, Ermenilere yapılanları kınayıp, Sivas
katliamı ve din kökenli katliamları görmezden gelmişlerdir. En önemlisi de 2010
referandumunda yetmez ama evet goygoyu yapmışlar, referandumdan sonra önce
Fetöcü-Tayyipçi diye ikiye ayrılmış, sonra bir kısmının Solculuğa geri dönmeye
çalışanlarla üçe bölünmüşlerdir. Bu güruhun ana ideolji gazeteleri Yeni Yüzyıl
(Taraf ve Yeni Binyıl ile beraber) ve Radikal gazeteleri hep zarar ettikleri
halde ısrarla devam ettirilmiştir.) Akp-Fetö ilişkisini 2010 yetmez ama evet
referandumu öncesi ve sonrası ile ayırırsak daha net anlarız. Bu ayrımı da
doğrudan Fetö kalemşörlerinden değil, Fetö destekli Liboşlardan anlayabiliriz. Has
Fetöcüler ile Reisçilerin ayrılması, 17-25 Aralık 2013 operasyonların yaklaşık
1 yıl öncesine, 2012 yılına falan denk gelir. 2009 yılında Fetö, milli güvenlik kurulunun
tehlikeleri arasında yoktur, 2010’da girer.
Belge sümen altında kalır, o zamanlar kavga, Fetöcü liboşlar, reisçi
liboşlar arasından sürer. Bu konuyu daha
sonra ayrıntısı ile anlatacağım, başlığın konusu dağılmasın diye şimdilik
yazmıyorum.
Yandaş
gazeteciliği ilk önce seksenlerde, sırf Özal’ı desteklemek için gazete-dergi
sektörüne giren, Kıbrıs kökenli İngiliz iş adamı Asil Nadir’di. Nadir, sırf
onun propagandasını yapabilmek için pek çok gazete ve dergiyi satın aldı ya da
kurdurdu. Nadir’de Özal’a güvendiği için, Londra borsasında bir günde battı. Batma
sebebinin Özal olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. Nadir, Özal’ güvenip,
ayrıntısını unuttuğum bir işe giriyor ama Özal, muhtemelen siyasi bir taviz
karşılığında Nadir’i satıyor. Nadir, uzun yıllar dolandırıcılıktan hapis
yatıyor falan. Özal’ın, Nadir’i İngilizlere satması ise, yıllar sonra, Özal
öldükten sonra ortaya çıkıyor. Nadir, İngiltere’de kazandığı paralarla Türkiye
ve Kuzey Kıbrıs’ta yatırımlar yaptı. Bir ara Kuzey Kıbrıs’ta her 2 kişiden 1’i,
onun şirketlerinde çalışıyordu. Nadir tutuklandıktan ve şirketleri battıktan
sonra, özel bir kurtara operasyonu ile
tekrar işletilip, büyük holdinglere satıldı. Vestel gibi çok kıymetli markaları
barındırıyordu. Hatta bu şirketler borsada dip, hatta dibin dibi yapmıştı.
Kurtarmayı duyan bir avuç kişi (kim oldukları halen sır) hisseleri düşükken
alıp, yüksekten satıp, zengin oldu. Vestel’in
hisselerini alanlar on dört kişiydi.
Uzan ailesi o zamanlar medyanın yıldızıydı. Radyo
ve televizyon kanalları, alanı parsellemişti. Pek çok gazeteciyi, haber yapsın
diye yüksek maaşla istihdam etmişti. Gene de fark etti ki gazetesiz, dergisiz,
yani kâğıtsız olmuyordu. Diğer medya grupları (Doğuş holding, Ciner holding vs)
kendi televizyon kanallarını açınca, aile olarak bunu daha iyi anlıyor ve kendi
gazetesi Star’ı ve onunla beraber bir dergi grubu kuruyordu(1999). Fakat bir
sorun vardı, dağıtımcıları, bu gazeteyi dağıtmak istemiyor ya da dağıtım olarak
yüksek pay alıyordu. Cem Uzan’da kendi dağıtım şirketini kurdu. Yay Dağ ve Yay
Sat’da, bayilerine Star satma yasağı getirdi.
O zamana kadar gazetede bayi karı % 4 (dört) gibi bir rakamdı. O zamanlar
perakendecilerin genelde küçük esnaf olması yüzünden olacak, tekel ürünleri
(sigara-bira harici alkol vb. alkol satan yerlere halen tekel bayi ya da tekel
büfe denmesinin sebebi budur), gazete-dergi, günlük süt ve bir bakkalda olması
elzem olan pek çok şeyin bayi karı %4’ dü. Pek çok bakkal, bu yüzden gazete
satmaz, gazeteler de bazı ilçelerde bile bulunmazdı. Uzan, bayilere %10 kar
payı verdi. Yay sat %20’e çıkardı. Bu rakam uzun süre sabit kaldı. Sonra yanılmıyorsam
az satan dergiler ya da bazı yayımlar için arttırıldı. Ankara’da Yüksel’de
Turhan Kitabevinin fanzin denen amatör dergileri bile satan bir kitapçı için,
%50, hatta 60 aldığını duydum. Şimdi pek çok ilçeye, köye gazete-dergi
geliyorsa, bunun sebebi Cem Uzan’ın rekabete girmesidir.
1999
çok geç bir zamandı, gene de internetin emekleme zamanıydı. Geç olması, Uzan
holding için geç olmasıydı. Oysa Habertürk gazetesi on sene sonra, internetin
ceplere bile girdiği bir dönemde çıkmaya başladı. Beni şaşırtan, kâğıt medyanın
halen güçlü olması, hatta halen ihtiyaç olması. Radyo neredeyse öldü. Yeni nesil cep telefonlarında FM radyo yok. İnternet
bağlantısı kolay ve ucuz olduğunda, FM radyoya ihtiyaç yok artık. Tanıdığım pek
çok kişi, biri de bizzat kendim olmak üzere, televizyon seyretmiyor. Pek çok
kişi, internetten, özellikle twitter üzerinden haber edinmeyi tercih etse de,
gazeteler, azalarak da olsa gücünü koruyor. Televizyonlar, özellikle 2002
sonrası yandaşlaşma sürecinden sonra, bazı iktidar yanlıları için bile haber
kaynağı olma özelliğini yitirdi. Genel anlamda saçma ve zırva eğlence için,
oyalanmak için açılıyor televizyon. Dergilerse son birkaç yıldır
yükselişte. Gerçi onlarda
dijitalleşmekte, mesela Ot dergisinin dijital versiyonunu alanlar kırk bine
yaklaşmış ve bu kâğıt baskısına bayağı yakın.
Biz o yıllara geri dönelim. O zamanlar
gazetelerde büyüme ve rekabet dönemindeydi. Rekabette yasal boşluklarla ve
kupon furyasıyla başladı. Kuponla tencere, tava, müzik setti gibi şeyler
yapılıyor, kuponlar belli adreslere yollandıktan sonra ev, araba çekilişleri
yapılıyordu. Hatta bir ara gazeteler işi, kazı kazan tipi lotaryaya dökmüştü. Vatandaş
her gün üç beş gazete alıyor, sonuçlara bakıyor, gazeteyi de bayide
bırakıyordu. Bu dönemde Sabah gazetesi, seviye düşürmede dibin, dibini gören,
gösteren gazetedir. Sabah gazetesi,
genel yayın müdürünün kaza yaptığı arabayı, kuponla vermişti. Gene aynı sabah
gazetesinin meşhur mini müzik seti hayal kırıklığı vardır ki, olay olmuştur. Yüzlerce
kupon biriktirenler, taşıyamayız diye taksi tutmuşlar ve müzik seti diye
volkmene benzer bir şey almışlardı. Sabah gazetesinin bu olayından sonra
kuponla verilen şeyler, kültür ürünleri ile sınırlandırılmıştı. Cumhurbaşkanı Turgut
Özal’ın eşi Semra Özal’da kuponla televizyon kazanmış, muhalefet tarafından konuşulunca
bir kamu kuruluşuna bağışlanmıştı. Bu olaydan sonra kamu kuruluşlarına alınan
gazetelerin kuponları ile ilgili yönetmelik yayımlanmıştı. Kupon çılgınlığının
en unutulmaz ayrıntısı ise, ansiklopedi çılgınlığıydı. Halk deli gibi kupon
toplayıp, ansiklopedi aldı. Ardından doksanların sonlarında internet çıktı,
yaygınlaştı ve o ansiklopediler çöp oldu.
Dönemin haberciliği, bu güne göre daha
iyiydi. Ortada RTÜK yoktu. Pek çok güzel belgesel yapıldı. Siyaset meydanı
başta olmak üzere pek çok açık oturum yapıldı. Talk Shovlar o zaamanlar çok
modaydı ve her şova her görüşten, pek çok kişi gelir, özgürce konuşurdu. Bunlar
Bankacılık Devlet Denetleme Kurulu araççılığı ile medya tek ses olmadan
önceydi.
O dönem dergiciliğine de değinmek lazım. Dergicilikte
patlama yapmıştı ve bu günkü pek çok derginin ve hatta internet sitesinin
ataları o yıllarda ortaya çıktı. Mesela bu günkü Zaytung ve benzeri sitelerin
ilk örneği, 16 sayfalık Antimedya dergisiydi. Dergi adını Leman dergisinin aynı adlı
köşesinden almıştı. Oğuz Aral’ın uzaklaştırılmasından ve Gırgır’ın önce
bozulması, sonra da kapanması ile meydan Leman dergisine kalmıştı. 1994-95 gibi
Leman dergisi Isparta’da 3-4 günde biterdi. Leman o kadar büyüdü ki, aylık
çizgi roman dergisi Lemanyak’ı, ardından gene çizgi roman dergisi Kemik’i
çıkardı. Bu günkü pek çok çizgi roman
dergisi, bu dergi yada bu dergi çizerlerinin yetiştirdiği çizerlerce
hazırlanmakta. 12 eylül rejimin yıktığı kültür dünyası o zamanlar yeniden
toparlanıyordu. Leman grubu gene o zamanlar önce Öküz, sonra Yeni Harman
dergisini çıkarmaya başladı. Bu günkü Ot, Kafa, Kafka Okur vb dergiler, halen
Öküz-Yeni Harman formatında çıkıyor. Leman, önce kendi merkezi olan
Beyoğlu-İstiklal Caddesi, İmam Adan sokakta kafe açtı. Ardından da Ankara,
İzmir, Eskişehir, Antalya gibi büyük şehirlerde şubelerini açarak, bu gün halen
süren dergi kafesi tipini yarattı. Cem Yılmaz, ilk gösterilerini Leman Kafede
yaptı. Leman, o yılların efsanesiydi. Susurluk kazası sonrası sürekli aydınlık
için bir dakika karanlık eylemi, Leman dergisinde başladı. Okur mektupları
köşesi, solcu gençlerin facebook sayfası, forumu gibiydi. O yıllarda taşra üniversitelerinde terör
estiren Ülkcüleri, buralarda anlatırdık. Nihat Genç, ilk düzenli yazılarını burada
yazmaya başladı. Derginin çok okunan yazarı, derginin tam ortasında sigaralı
fotosuyla, Cezmi Ersöz’dü. Pek çok il ve ilçe, onunla beraber yazar gördü. Öğrenci
evlerinde bile kalır, bir-iki koli kitabını satmakla yetinirdi. Leman’ın
yanında Hıbır dergisi de vardı. Hıbır, sık sık kapanıp, değişik adlarla (hbr,
hbr maymun vs) yeniden açılıp, kapandı. Ergün Gündüz-Hasan Kaçan ikilisi, hemen
aynı ekiple, yeniden dergi çıkardı. Diğer dergi türleri de o yıllarda çıktı,
hatta bazıları o yıllara özgüydü. Karate ve uzak doğu sporları dergileri, önce
Deli Yürek, sona Kurtlar Vadisinin etkisiyle azalarak bitti. Ne alakası var
derseniz, televizyonlarda sürekli karate filmleri yayımlanıyorken, bu sporlarda
popüler oldu. Dediğim dizilerde ise ha bire silah vardı ve karateye yer yoktu. Karate
salonları ve dergileri, ilgisizlikten azaldı. Gene o dönemde bir sürü Rock-
Metal müzik dergisi vardı. Önce Şehriban Coşunfırat cinayeti, bu tür müzik
dinleyenlere Satanist damgası vurulmasına sebep oldu. Uzan grubu bu müziği
dinleyenleri karalama kampanyası başlattı. Bunlara rağmen bu metal müzik
bitmezdi. Bitiren asıl etken Rock yıldızları denen yaşlılar grubu, gençlere
engel oldu, onları yeterince hard rock ve hevy metal olmamakla suçladı. Ipod
denen minicik müzik aletleri ve kulaklıklarda bu müziğin sonu oldu. Bu müzik,
bol gürültülü ve müzik seti denen devasa aletlerle dinlenmeliydi, kulaklıkla değil.
Bu müzikle beraber, dergileri de bitti. Pop müzikte Sezen Aksu başta olmak
üzere eskiler, gençlerin elinden tutmadı, kucağında şöhrete taşıdı. Pop müzik
dergilerinin en önemlisi Bulue Jean halen tirajı az da olsa aktif. Sosyal medya,
popüler kültür dergilerinin sonu oldu. Bir ara borsa dergileri çoktu, cebinde
az bir birikimi olan borsada oynar, şirketleri takip etmek için bu dergileri
alırdı. İki binli yıllarda bir dizi yolsuzluk operasyonunda bu dergilerin, bir
takım sahtekârlarca, küçük yatırımcıyı kandırma araçları olduğu anlaşılınca, bu
dergiler kapandı.
5 Nisan 1993 krizi, televizyonlara profesör
çıkarma, profesörlere, özellikle ekonomi profesörlerine program yaptırma
modasını başlattı. En ünlüsü Ekodiyalogdu. Dört ekonomi profesörü (Deniz Gökçe,
Mahfi Eğilmez, Asaf Savaş Akat, Taner Berksoy ) mevcut ekonomik
gelişmeleri tartışıyordu. O zamanların ekonomi profesörleri ve ekonomi
yorumcuları, birer felaket tellalı gibi konuşurdu. Şimdi ise doların he
hareketlenmesinde ya da benzer gelişmede, istikrar
sürüyor mesajı veriyorlar. Geçenlerde dikkat ettim, falcının biri bile her
televizyona çıkışında istikrar vurgusu yapıyordu. Önceden falcılar da ekonomide
ve borsada dalgalanma vurgusu yapardı. Geçenlerde 8 şehit verdik, çoğu gazetede
dip haberdi ve ne hikmetse hemen savaş uçaklarının vurması ve bilmem kaç
terörist vurulması haberi geldi. Basın
bayağı değişmiş bu kadar zamanda. Mesela
o yıllarda öldürülen teröristlerin cesetleri falan sergilenirdi, şehitlerin
adları anında alt yazı geçerdi. Şimdi adları bile zor anılıyor. Profesör çıkarma
modası, 1999 Marmara depremiyle beraber, Jeoloji profesörleri ile sürdü. Sonra Ramazanlarda
İlahiyat profesörleri çıkmaya başladı.
O dönemin basın ve habercilik çok da ütopik
ve ideal değildi. Uzanlar başta olmak üzere medya patronları siyaseti ve partileri
yönlendirmeye, gütmeye kalkardı. Şu anki iktidarın gelmesine sebep olan siyasi
karışıklık, biraz da onların eseriydi. Bu yüzden bir ara bütün büyük holding
sahipleri, televizyon kanalı sahibi olmak için uğraşmaktaydı.