Okurlarımın da tahmin edeceği üzere bu tanımı, iktisattaki orta gelir tuzağı teorisinden ilhamla ürettim.
En başta orta gelir tuzağı nedir diyecek olursanız, benim anladığım kadarı ile bir ülkede, bilim, sanat ve felsefe gelişmezse, ucuz işgücü ve doğal kaynakların kısmen de akılcı kullanımı sonucu milli gelir ortalama bir seviyeye kadar yükseliyor.
Daha fazlası olmuyor; çünkü teknoloji olmadan yüksek katkılı sanayi ve tarım ürünü, bilim olmadan da teknoloji olmuyor, sanat olmadan da markalaşılamıyor, felsefe olmadan da her ikisi de (bilim ve sanat) olmuyor.
Ha, şimdi iktisatçı bir büyüğüm çıkar ve der ki, olay bu kadar basit değil, haklıdır, olayın çok karışık matematiksel denklemleri vardır, lakin işin özü budur.
Siyasette orta muhalefet tuzağı deyimini de, müsaadenizle ben ürettim ya da uydurdum.
Sistemin bir parçası olan siyasetin, sistemin bir kolu olması ile açıklanacak bir durum İngilizler şöyle diyor:
-Kraliçenin sadık muhalefeti, evet şaka değil, Kraliyet, muhalefet partilerine aynen böyle diyor.
Bu daha çok sistem içinde, arada bir iktidara gelen partiler için kullanılan deyim.
Yunanlılar yıllarca arka arkaya bir birine iktidar devşiren PASOK ile Yeni Demokrasi partisine, aynı eşeği kullanan iki köylü demiştir. (Burada eşek, Yunan halkı oluyor)
CHP’nin, daha doğrusu Türk solununsa durumu farklı. Aslında pek çok ülkede olan durum.
Hani AKP’lilerin meşhur bir lafı var.
-Reis diktatör olsa, sen bunları diyemezdin.
İşin ilginci buna benzer sözleri yıllar önce, galiba 2011-12 gibi iki Kübalı kızdan duydum.
O zamanlar radikal sol bir grup, Ankara başta olmak üzere, çeşitli şehirlerde Küba ve Venezüella büyükelçileri ve elçilik çalışanlarını çağırıp, konferans veriyorlardı.
En net hatırladığım, Venezüella Büyükelçiliği maslahat güzarı’nın anlattıkları ile bu Kübalı iki kızın anlattıklarıydı.
Venezüella maslahat güzarının anlattıkları şimdilik konumuz değil. Bunları konuşturan sol grupta konumuz değil.
Zira GEZİ zamanında polis kışkırtıcıları oldukları ortaya çıkınca, silinip gittiler.
Bu iki kız, Türkiye’de okuyorlar ve gayet güzel Türkçe konuşuyorlardı.
Ülkelerinin diktatör olmadıklarını anlatmak için, kalabalık ve kuvvetli bir muhalefet grubunun olduğunu söylediler.
Hatta biri:
-Yerleri belli, evlerini falan biliyoruz yani, dediler.
Yıllar sonra birileri diktatör olsaydı bık bık bık diye ötünce de, bu sözler aklıma geldi.
Bunu diyen ne reisçiler ne de bu Kübalı kızlar.
İşin gerçeği, yeni çağın diktatörleri, eski diktatörler gibi muhalefeti silindir gibi ezmiyor.
Bunu yapan birkaç ülke var tabi, Çin, İran vs..
Öbür türlü yeni nesil diktatörler, diktatör olarak anılmak istemiyor ve muhalefete çıkış kapısı bırakıyor.
Sadece Venezüella ya da Küba değil, Rusya, Filipinler, Polonya ve Macaristan’da da benzer durumlar var.
Muhalefete bazı belediyeler, kısmen de mecliste temsil hakkı veriliyor. Hepsinde de başkanlık sistemi var.
Yeni dönem diktatörlükler, orduya ya da parti milislerine değil, milisleşmiş bir çoğunluğa dayanıyor.
Bu iktidar ve çoğunluk, iktidar giderse iflas ve kargaşalık korkusu yaşıyor ve muhalefeti de iç savaş ve terörle tehdit ediyor.
Burada muhalefet, bazen iktidarı sarsar gibi görünse de, depremde esneyen binalar gibi yıkamıyor.
Patlama yaptığını sanıyor ama yaptığı sibobdan gaz çıkışı.
Bu tanımı askerde uzum dönem bir arkadaşı yapmıştı.
Kısa dönem çavuşu olarak ir sebepten bölük komutanını kızdırmıştım.
Komutan bana patladı dediğim de, sen patlama görmemişsin, bu sibobdan gaz çıkışı demişti.
Yeni sistem de sibobtan gaz çıkmasını sağlıyor, binaların yaylanmasını sağlayan sistem gibi, bu gaz çıkışları da sistemin yıkılmasını önlüyor.
Profesör
İlber Ortaylı’nın dediğine göre Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap şeyhleri bile, arada aşiret reislerini toplar, onların eleştirilerini dinler, icabında en ağza alınmaz sözlerine tahammül edermiş, tabi yılda birkaç defa, bayramlarda falan.
Olay durumu idare etmek, yani idareyi maslahat.
Atatürk, az bilinen bir özdeyişinde şöyle der:
İdareyi maslahatçılardan, inklapçı çıkmaz. Bu günkü dile çevirirsek, durumu idare edenlerden, devrimci olmaz.
Türkiye’de muhalefetin, özellikle de daimi ana muhalefet partisi CHP’nin ve seçmenlerinin yaptığı tam da bu.
Her şey yıkılmasın diye, durumu idare etmek.
Devrim kelimesi, devirmekten gelir, bir şeylerin devrilmesine engel olacaksan, nerede bizim devrimciliğimiz?
Bunu yapan sadece parti değil, seçmenlerde. 2006’da MHP barajı aşsın diye oy verildi de ne oldu, aha da MHP, iktidar partisinin yan örgütü.
Tıpkı o meşhur doksanlardaki gibi polis teşkilatı başta olmak üzere pek çok kuruma girmenin ve yerleşmenin yolu Ülkü Ocaklarından geçecek.
Bence 2006’da MHP, barajı aşacaksa kendi aşmalı, aşamayacaksa da Türk siyasetinin çöplüğüne düşmeliydi.
2006’da ben dâhil, hiç kimse böyle düşünmüyor. (Neyse ki o zamanlar böyle bir şey yapmadım).
Son iki seçimdir HDP’ye verilen oyları da böyle görüyorum.
Reklam kampanyalaını bile utanmadan sosyal demokrat seçmene dayandırmışlar.
Zamanında SHP ve rahmetli Erdal İnönü, Leyla Zana ve saz arkadaşlarını meclise sokmadı mı, onlar da SHP’yi zor durumda bırakmadı mı?
Aynı HDP (o zamanlar DEHAP ya da başka bir şeydi, önemi yok şimdi), açılım sürecinde CHP’ye hakaret etmedi mi, faşist demedi mi?
Laf aramızda ben daha o zamanlar, en civcivli zamanlarda bile bu masanın devrileceğini ve tarafların kendi mevzilerine döneceğini biliyordum, o zamanlar internette yazı yazmıyordum, o ayrı.
Şimdi AKP ve reisleri diyor ki HDP masayı devirdi.
Peki açılım sürecinde yerin dibine soktuğunuz Mehmet Ağar’ı ve Tansu Çiller’i tekrar meydanlarda alkışlatmak neyin nesi?
Hani Tansu Çiller’li, Mehmet Ağar’lı karanlık yıllar söylemi, geçmiş de mi değişti?
HDP kendi tabanından oy alamıyorsa, devrilsin gitsin daha iyi.
Birkaç yıla en ateşli bir oy da HDP’cilerde benimle aynı düşünecek, ahan da buraya yazıyorum.
CHP seçmeni hayrat çeşmesi mi?
Kendi tabanını kaybettiği belli ve CHP seçmeninin destek olduğunu bildikleri sürece tekrar geri kazanmak için uğraşmayacak.
Parti olarak da aynı hatalar yapılmakta.
İyi partinin seçimlere katılmasını sağlamak ve Cumhur ittifakına karşı, Millet ittifakı kurmak, en baştacbana da iyiden öte, muhteşem bir hamle gibi gelmişti, itiraf edeyim.
Şimdi ise bir defa ittifak kurmakla, yeni sisteme dayanak olduğumuzu kabul edelim.
İyi parti, Saadet baksın çaresine. Devrim, bir şeylerin devrilmesini sağlamakla olur, çürümüş şeyleri ayakta tutmakla olmaz.
Meclise o kadar parti girdi de ne oldu?
Yeni sistemde milletvekillerinin Ankara’da ev tutmasına bile gerek yok.
Meclise yeminden yemine gelen milletvekillerimiz olacak. Salı grup toplantılarını kimse takip etmeyecek.
Bu kadar parti meclise girerek, reise esneme payı verdi. Çünkü bu işi olmayan meclisi meşru yaptı.
Ayrıca Muharrem İnce sadece CHP olarak bu oyu aldı ve Millet ittifakı olmasaydı hem CHP, hem de İnce daha çok oy alırdı.
(Hoş, seçim sonuçlarının böyle olduğuna da pek inanmıyorum, o da ayrı konu. O gece 23:00 ile 01:00 arasında olanlar halen sır. )
ince %30 almışsa, 29 buçuğu CHP’dir. Özellikle HDP’ye giden oyların ona biri İnce’ye dönmedi.
Ayrıca bence hem AKP, hem HDP her an yeni bir açılım saçmalığına katılabilir.
Parti üyesi değilim, olmayı da düşünmüyorum bu yüzden de şu gitsin, bu gelsin muhabbetine girmek istemiyorum.
Üzerine de itiraf edeyim o kadar da sadık bir seçmen değilim.
Bu konuda diyebileceğim, kendi liderini deviremeyen ya da devirmekten korkan partililer, nasıl ülkedeki sistemi devirsin.
Böyle bir partiden, kim, ne devrimcilik bekler.
Altı okumuzun en önemlisi devrimciliktir, unutmayalım.