3 Temmuz 2022 Pazar
SİNEMANIN MAFYATİK ÜÇ SUÇU
1 Temmuz 2022 Cuma
VEYSEL’İN TABELAYA İHTİYACI MI VAR?
VEYSEL’İN
TABELAYA İHTİYACI MI VAR?
Öğrendim
ki adı değiştirmişsiniz okulun adını
Veysel’in
tabelaya ihtiyacı mı var?
Mezun
olan hatırlayacak mı tabeladaki ismi
Veysel’in
tabelaya ihtiyacı mı var?
Siz
ki ikinci yüzleriniz göründü
Siz
ki sonunuz göründü
Siz
ki o tabelada kalacaksınız
Veysel’in
tabelaya ihtiyacı mı var?
Tabela
adı unutulacaklara lazım
Tabela
sokaklara kurumlara lazım
Tabela
gücü, makamı kadar olanlara lazım
Veysel’in
tabelaya ihtiyacı mı var?
Bir
gün Veysel bizdendi diyeceksiniz
Çocuklarınıza
Âşık Veysel adını vereceksiniz
Paranın
üstüne Veysel’i basacaksınız
Veysel’in
tabelaya ihtiyacı mı var?
İstenmiyor
artık unvanlarınız, nişanlarınız
İstenmez
artık teneke plaketleriniz
İstenemez
artık kırmızı pasaportlarınız
Veysel’in
tenekeye ihtiyacı mı var?
29 Haziran 2022 Çarşamba
ALEVİLİKTE MİTOLOJİK KİŞİLER VE MİTLERİN DEĞİŞİMİ -3 ALİ VE MİTOLOJİSİ
Tarihte, tarihsel kişiliklerin işleri ve eylemleri, efsanelere karışmış ve abartılmıştır. Ne ilk Japon imparatoru güneşin oğluydu, ne de Oğuz Kağan, anasından ilk sütü emdikten sonra çiğ et ve şarap istedi. Bunlar sonradan büyütülen olaylardır. Buna sıkça anlattığım iki örnekle başlayayım.
Isparta'da üniversitede okurken, sınıf arkadaşlarımdan biri, Eğirdir ilçesinde biri adamdan bahsetti. Yıllar önce, ta yetmişlerde, adamın biri, ilçenin belediye başkanının kızına aşık olmuş. Kızdan ayrıldıktan sonra da delirmiş. O zamanın belediye başkanı da, bu yarı deli oğlana, Eğirdir gölünü ( Türkiye'nin 4. en büyük doğal gölü, 468 kilometrekare) taş ile doldurursan, sana kızımı vereceğim demiş. Adam da o zamandan beri, göle taş atıyormuş.
Mezuniyetten sonra da Isparta'da kaldım ve ilginçtir ne Ispartalılar, ne Eğirdirliler, bu öyküyü bilmiyordu. Sonra tesadüfen tanıdığım bir Eğirdirli, gerçeği anlattı. Bu büyük göle taş atıp, duran biri var (tabi yirmi küsur yıl kadar önceydi bu, belki ölmüştür) ama bu adam zeka özürlü bir aileden geliyor ve öyle belediye başkanının kızıyla falan ilişkiye girecek biri de değil.
Öğrendiğim başka bir efsane de, Balıkesir'de, askerde iken duymuştum. Askerin biri, kadın subaylardan birine selam vermiyor. Kadın subay, askere soruyor, neden selam vermedin diye. Asker de, be kadına selam vermem, diyor. Subay da, önce apış arasını gösterip, buraya değil demiş, sonra omuzunu gösterip, buraya selam vereceksin demiş ve askeri tokatlamış. Bu olaya bizzat şahit olduğunu hatta o tokadı yediğini iddia eden çok askerlerle, sekiz aylık askerliğim süresince sıkça karşılaştım.
Askerden dönünce, aynı yerde, benden on yıl kadar önce, aynı yerde askerlik yapan başka bir öğretmenden, hikayenin gerçekliğini öğrendim. Olayda iki asker, kadın subaya selam vermeyip, kaçıyor. Subay da, olayı diğerlerine anlatıyor. Erkek subaylar da, bütün askerleri toplamış ve durumu sormuş. Biri de öne çıkıp, ben karıya selam vermem diye olayı itiraf etmiş. Sonrasında subaylar bu askeri hırpalayıp, yargılanmak üzere, askeri mahkemeye gönderiyor. Buraya değil, buraya selam vereceksin sözünü de erkek subaylar söylüyor.
Pek çok olay ya da kişi, böylece efsaneleşir. Mesela hamile geyiği öldürerek lanetlenme olayı, İbrahim Ethem için anlatılır. Buhara prensi iken, hamile bir geyiği öldürmüş, geyiğin ölmeden evvel kendisine, sen bunun için mi yaratıldın, dediğini duymuş. Sonrasında depresyona giriyor, başka bazı şeyler de yaşayıp, bir gece sessizce sarayını ve hükümdarı olduğu şehri terk ediyor. Benzer bir hikaye de, halen şamanist olan Altay özer bölgesinde, Rus antropolog Radloff tespit ediyor. Burada burada öldürülen hamile geyik, meğer su tanrısıymış ve okla vuran şahsın ailesi ömür boyu lanetleniyor. İşin doğrusu bu efsane, sonradan İslamiyet'e geçmiş.
Neyse, sözü yeterince uzattım. Bu uzun girişin amacı, hikayelerde efsanelerin, nasıl gerçeğin yerini aldığını göstermekti. İşin doğrusu evet, ortada bir Ali vardır, peygamberin amca oğlu ve damadı, Hasan ve Hüseyin'in babasıdır. Bu gerçek Ali'dir ve Alevilerin mitolojik Ali'sinden farklıdır.
Mitolojik Ali, fiziksel kuvvet olarak Zal oğlu Rüstem, komutan olarak da Alp Er Tunga'dır. Aşırı vicdanlı, son derece naziktir.,
Oysa gerçek Ali, dinden dönmeyi tercih eden kabileleri, İslami seçmeyen Yahudileri, kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere, pek çok kadın ve çocuğu eli ile öldürmüş ya da ölüm emrini vermiş biridir. Kızlarını Ömer ve Osman'a vermiş, çocuklarına da Ömer ve Osman adını vermiştir. Ali ve ailesine yapılanlar, büyük ölçüde Kureyş kabilesi ve Haşimi ailesi içi kavgadır. Bu kavgada peygamberin kendisi de hatalıdır. Mekke'nin fethine yakın ve fethinden sonra Müslüman olan Kureyşli, Haşimili akrabalarını devlet yönetimine almış, onlara makam vermiştir.
Oysa kan bağı, gen bağı, dostluğu arttırdığı gibi, düşmanlığı da arttırır. Pek çok taşralının ya da millet olamamış toplumların en büyük hatası, etrafına akrabalarını doldurmak, onlara fazla güvenmektir. Peygamber de daha düne kadar kendisinden nefret eden akrabalarını, ordu ve devlete doldurmuş; kendisine evini açan Medinelileri arka plana attı. O çok sevdiği kuzenleri de, önce damadını, sonra torunları, sonra da Medinelileri katletti. (Kerbela'yı herkes bilir ama sonrasında Medinelilerin, Yezit'in ordularınca katledildiğini pek az kişi bilir).
28 Haziran 2022 Salı
DOĞAN AVCIOĞLU TARİHÇİLİĞİ
Türkiye'de son yıllarda popüler tarih yayıncılığı ve tarih romancılığı pek popüler. Türk halkı görünüşte tarihe meraklı ama 8-9 yıl öncesini bile bilmeyecek kadar cahil. Google'a ya da başka bir arama motoruna-siteye bakmaktan aciz, garip insanlarla karşılaşıyorum. Bazıları da sosyal medyadaki tuhaf hesaplardan (kişi bile değil) tarih ya da diğer bilimleri öğrenmeye çalışıyor.
Meşhur profesörlerin (adlarını yazmak istemiyorum) popüler tarih kitapları, genel anlamda bilimsellikten uzak. Gazeteci tarih yazarlarının da (Onlara da tarihçi demek istemiyorum, zira tarih, metodolojisi belli bir bilimdir.) okurları ciddi anlamda tatmin ettiğini söyleyemeyeceğim. Onlar arasında da iyi işler yapan var. Ben gene de Doğan Avcıoğlu tarihçiliğinin ülkemize geri dönmesi gerektiğini söylemek isterim.
Bir tarih kitabında, ya da bilimsel bir eserde, atıf diye bir şey vardır. Bir bilgi nereden, kimden alınmış, hangi kitaptan alınmış, gösterilmelidir. Bunun için de bilimsel eserlerde yıldızcık kullanılmalıdır. Yıldızcık kullanılmasa bile, bu bilgiyi hangi kaynaktan aldığını bir şekilde söylemelidir. Diğer bir hususta, bir dönemin tarihini bütünsellikle anlatılmasıdır. O dönemin ekonomisi, kadın-erkek ilişkileri nasıldı, genel olarak neler oldu, anlatılmalıdır. Tarih, savaşlardan ibaret değildir, kralların hayatından ibaret, hiç değildir. Bence ciddi popüler tarih kitapları, romanları ve filmlerinde de benzer özelliklere dikkat edilmelidir. Oysa ülkemizde, geçmişte de tarih edebiyatı hep bir destanlar, efsaneler edebiyatı olageldi. Yeşilçam denen geleneksel Türk sineması, Kahpe Bizans söylemi ile özetlenebilecek, toplumun faşizan duygularını kabartan ve tarihsel gerçeklikte alakasız filmlerdir. Hatta bu filmler halk arasında, özellikle film hataları yüzünden, şaka konusudur.
Burada Doğan Avcıoğlu'nun tarih kitaplarını tavsiye edeceğim. Avcıoğlu'nun tarihçiliği kusursuzdur diyemeyeceğim. Basit bir internet araması ile bile kendisinin altmışlar sonu, yetmişler başında bir devrimteşebbüsü ideoloğu olduğu görülecektir. Öte yandan kitapları, bir tarihsel tez nasıl ispatlanır, onu okuyucuya iyi öğretir. Ben, Avcıoğlu'nun; Türkiye'nin Düzeni, Türklerin Tarihi ve Milli Kurtuluş Savaşı tarihi kitaplarını yıllar önce okumuştum. Yazarın Osmanlı'nın Düzeni adlı kitabı da, notları da ölümünden sonra eşyaları arasında, ölümünden yıllar sonra bulunup, 2013'de yayımlandı.
Yeni neslin, en azından tarih nasıl yazılır veya halka nasıl anlatılır öğrenmek için bile, Doğan Avcıoğlu'nun okunması zorunludur.
25 Haziran 2022 Cumartesi
ALEVİ TARİH MİTLERİNE CEVAPLAR-2 (SOLCULUK VE TAHRİK)
1)Alevilerin suçu solcu olmaktır, sağcılar Alevilere, solcu diye düşmandır: MHP'nin atası olan CKMP ( Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, 1968 kongresi ile adını değiştirip, Milliyetçi Hareket Partisi yapmıştır), daha 1961'de Aydın'da ve Türkiye'de sağ-sol kitlesel bölünmesi yokken Alevilere saldırmaya başlamıştır. O zamanlar partinin başında henüz Osman Bölükbaşı vardır. Hani şu, fıkralarıyla, komik nükteleri ile meşhur olan Osman Bölükbaşı'ndan bahsediyoruz. O zamanlar Alparslan Türkeş, henüz Hindistan büyükelçisiydi. Türkeş o zamanlar, 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesinden atılan 14'lerin arasındaydı.
Türk faşizminin Alevi düşmanlığı, sol düşmanlığından ayrıdır ve daha eskidir. Bu düşmanlık körüklendiğinde, Türkiye'de, en azından seçmen basında sağ-sol yoktur, hatta tek parti dönemi olduğunu düşünürsek, daha sağ-sol yoktur. Ancak Alevi düşmanlığı vardır. Çünkü faşizm, hor görüleni, dışlananı sevmez. Irk ya da kültür, en azından Türk faşizminin çok umurunda değildir. Türk Faşizminin ağa babası, baş teorisyeni Nihal Atsız, otuzlu, kırıklı yıllarda, sözüm ona tarihçilik yaparken, Niğdeli Kadı Ahmet'in eseri üzerinden, mum söndü yalanını yayarak, Alevilere saldırmıştır. 1958'de yazdığı Deli Kurt romanında, Şeyh Bedrettin taraftarlarını, Bedrettin Resullulah diye bağırtır, bu da Atsız'ın uydurmasıdır. Atsız, oğulları her ne kadar dinsiz olduğunu söylese, kendisi de romanlarında İslam'a satır altından saldırsa da ( daha ayrıntılı olarak: https://onbinkitap.blogspot.com/2017/06/ ), Alevi düşmanlığının, Türk faşizminin ana motoru olacağını daha erken çağlarda keşfetmiştir. Kendisinin pek çok eserini de ilk yayımlayan, Necip Fazıl Kısakürek'in Büyük Doğu dergisidir. Yani sağ için, faşizm olsun da dinsiz olsun, ezecek azınlık olsun da, ne olursa olsun mantığı vardır. Bir de faşizm için zaten var olan bir nefretten yararlanmak, yeni nefret yaratmaktan kolaydır.
Solcu ya da CHP'li olmak, Alevilerin tercihi değil, zorunluluğudur. Diyeceksiniz ki, sağ partilerde de Aleviler var. Doğru, ben onları da tanıdım. Onların da mutlu olduklarını söyleyemem, zira onlar da itilip- kakılıyor, namaza-oruca Sünniler kadar dikkat etseler de, Müslüman sayılmıyorlardı. Şahsen orada ne işleri olduğunu da pek anlamamıştım, halen de anlıyor değilim.
Aslında Aleviler solcu olmayı seçmiş değiş, solcu olmaya mecbur bırakılmışlardır.
Selendi örneğini ele alalım. Aralık 2009'da ilçedeki Roman halkı, bizzat oy verdikleri MHP tarafından ilçeden kovulmuşlardır.
2)Aleviler tahrik ediyor: Bunu daha önce yazmıştım ama gene yazayım: ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/ahmet-kaya-olayi-orneginde-progrom-ve.html) Katliamlar zaman ister, planlama ister. Endonezya'da 1965 katliamları, üç komünist kadının, bir generali katletmesi yüzünden çıkmadı. Çünkü katliamın bir yıl kadar sürmesi bir yana, özellikle gece baskınları için binlerce lamba, Hollanda'dan özel sipariş olarak getirilmişti. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/07/ifrit-avi-tarzievittachi-endonezya.html ).
Ptogromların zaman ve emek alması bir yana, katledilen veya terk eden insanların emek gücünün yerine yenisinin konması sorunu da vardır. Eylül 2015'deki Beypazarı Kürt Progromunun ardından, şehre (havuç tarlalarında çalışmak üzere) Kürtlerin yerine Suriyeliler getirtilmişti. Demek ki bu progrom, Selahattin Demirtaş'ın, Seni Başkan Yaptırmayacağız kampanyasından önceye dayanıyor.Muhtemelen, Demirtaş ve HDP'nin, yetmez ama evet referandumuna, sözde boykotla desteklediği günlerde bile çoktan planlanmış olabilir.
3)Tüm suçlu MHP (yada Refah-AKP), merkez sağın (o ne demekse ) suçu yoktur: Orhan Gazi Ayhan'ın Maraş Katliamı kitabında, olayı tamamen MHP-CHP ekseninde el alması dikkatimi çekti. Oysa katliamın olduğu günlerde Kahramanmaraş'ın belediye başkanı, Süleyman Demirel'in Adalet Partisindendi. Bu parti, 1960 askeri darbesi ile kapatılan, Demokrat Parti'nin devamıydı. Adalet Partisi de, 12 Eylül tarafından kapatılınca, yerine Demirel'in adamları tarafından Doğru Yol Partisi (DYP ) kuruldu. Demirel'de, siyasi yasakları kalkınca, bu partinin başına geçti. Bu parti, Tansu Çiller'in önderliğinde oy kaybında dibe vurunca, kendisi gibi merkez sağ parti olan Anavatan partisi ile birleşerek, tekrar Demokrat parti adını aldı ve onun simgesi olan Kırat'ı simge yaptı.
Bu partinin 1978'deki genel başkanı Süleyman Demirel, şehir de değil, tüm il kan gölüne dönerken, meşhur sözünü söyledi. 'Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz.'! Böylece katliama açık desteğini vermiştir. DYP'nin genel başkanı ve Türkiye'nin ilk ve şu ana kadar tek kadın başbakanı olan Tansu Çiller'de, Sivas Katliamı sonrasında, NEYSE Kİ OTELİN DIŞINDAKİ VATANDAŞLARIMIZA BİR ŞEY OLMAMIŞTIR dedi. Partinin, tekrar Demokrat parti adını aldığı dönemdeki genel başkanlarından Süleyman Soylu ise, şu anki (2022 haziran) İçişleri bakanımız.
Merkez sağ denen oluşum, Ülkücülük, siyasal İslam ve tarikatlara uzak olmadı, yani yok olana kadar. Güçsüzleştikçe, bu siyasi oluşumlara yaslandı ve merkez sağ iktidarı aslında onların iktidarıydı. Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Adnan Menderes gibi liderleri de, bu iktidarı perdelemek içindi.
4) CHP'nin suçu ve beceriksizliği: Bu konuda sağcılar haklıdır. Kıbrıs fatihi Bülent Ecevit, iki günde Kayseri'den Kıbrıs'a gönderebilirken, ildeki şiddet devlet dairelerine ulaşıncaya kadar komşu Kahramanmaraş iline gönderememiştir. Olayın başka bir sorumlusu da, sivil halkı örgütleyen Dev-Yol örgütü ve radikal sol örgütler.
Burada Bülent Ecevit faktörünü özel olarak ele alacağım. Kendisi 12 Eylülden sonra, Demokratik Sol Parti diye başka bir parti kurmuş, partisi bir ara birinci parti ve iktidar olsa da asla Alevilerin, Kürtlerin ve solun geleneksel tabanının partisi olmamıştır. 2022 yılı itibarı ile tabela partisinden bir parmak üzeri bir konumdadır.
Aleviler ise, Türk siyasetinde, ellerinden ekmek bile yemeyen sağcı kitleye yaklaşamadığı için, gene siyaseti solda yapmışlar, ama bu sefer parti yönetmeye de alışıp, başka partilere oy vermeyi, verdikleri oyları geri almayı da öğrenmişlerdir. Şu an CHP'nin başında bir Alevi vardır ama Alevilerin önemli bir kısmı, HDP'nin kemik kitlesi olmuş, yani siyasette çeşitliliği de öğrenmişlerdir.
21 Haziran 2022 Salı
TÜRK EDEBİYATINDA BESLEMELİK KURUMU (SİNEKLİ BAKKAL-KİRAZ DALLARI)
20 Haziran 2022 Pazartesi
SUÇLULUK DUYGUSUYLA İNSANLARI YÖNETMEK 5- BAŞARI VE ZENGİNLİK
İnsanları fakir olduğu için suçlamanın üçüncü yolu, fakirliği başarısızlık gibi göstermektir. Kapitalizm, sınıf atlamada fırsat eşitliği sağladığı iddiasındadır. Kapitalist ideologlara göre bir insan fakirse, beceriksizliğindendir. Herkes bir gün iyi bir fikir ve çaba ile zengin olabilir. Bunun ispatı için de başarılı iş adamlarının hayatı bol bol anlatılır. Bu anlatılar hep fazlası ile eksiktir. Çünkü nasıl ki orta çağda şövalye hikayeleri veya akıncı destanları var ve bunlar genç insanları asker ya da evliya hikayeleri din adamı olmaya teşvik ediyorsa; benzer hikayelerle de insanları ticarete teşvik etmek gereklidir. Her destan, bolca yalan içerir ve pek çok gerçeği gizler. Nasıl ki her yükselen mafya babasının hayatı, öldürülen ve satılmış dostlarla doluysa; yükselen zenginlerin de yaşamı kandırılmış ve batırılmış ortaklar ve yatırımcılarla doludur.
Bir de pek çok zengin o kadar da sıfırdan başlamamıştır. Bill Gates'in babası çiftçiydi ama öğrenciyken altında Porshe otomobil vardı. Çiftçiler, Türkiye gibi geri kalmış ülkelerde fakir kimselerdir. Amerika ya da diğer ileri ülkelerde, cidden zengin ve her açıdan korunan yatırımcılardır. Vehbi Koç ve ailesi , cumhuriyetin ilk yıllarının, mütevazi Ankara şehrinin, kökleri Hacı Bayram Veli'ye dayanan üst düzey eşraflarındandı. Öyle küçük bir bakkal dükkanından fazlasıydı. Ankara'nın o zamanki zengin ailelerindendi.
Sıfırdan başlayanlar da da biraz illegal işler, biraz da şans vardır. Bu kişilerin hayatı anlatılırken genelde buralar pas geçilir çünkü genelde bu hayat hikayelerini yazdıranlar bu kişilerin kendileri ya da yakınlardır. Bu süper ünlüler hakkında iyi konuşmayanlar genelde eski ortakları ve eski çalışanlarıdır. Bazıları, özellikle son yıllarında işte hayatım şovları yapıp, kitap yazıp dursalar da, öldükten sonra foyaları yavaş yavaş dökülür.
Bir ülkede yoksulluk, düzenin ürettiği bir şeydir. Bu düzende bazılarının şans ve kurnazlıkla başarılı olması ya da başarılı görünmesi, yoksulları suçlu yapmaz.