25 Şubat 2023 Cumartesi
HATAY AĞIDI (MEHMET HAMEŞ)
19 Şubat 2023 Pazar
LİCE- KANLI BEŞİK (HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL-1975 LİCE DEPREMİ ŞİİRİ)
1/aldı ozan
güz yürümüz Anadolu üstüne
gelir yağmur gelir bora gelir kış
gelir yokluk, hışm ile,
hışm ile dağlar taşlar
hışm ile çaylar
çarşı pazar
hışm ile
Varto bakar
yaslı yaslı
Bingöl bakar
boynu bülül
yatar Lice
kan içinde
oy Lice Lice
vay Lice Lice
kanlı beşik oy'
2/aldı Bozo
ölmişik beg
yatmışık torpah altı
galmışık torpah üstü
olmuşuk üryan sefil
gayrı zulum kar etmez
kar etmez biza
gül degil bu
aman begim yaman begim
ireyhan degil
tersina dönmil dünya
alt üst olmuş gara yer
ortalık öli gokiy
öleş kokşy ortalık
buna ciger dayanmiy
irinler akiy bebelerimiz
her bir yandan çibanlar çıkiy
gazel gazel dökiliy bebeler
buna ciger dayanmiy
vergi demiş vermişik
vatan demiş ölmişik
olmuşuk üryan sefil
galmışık diken usti
biz gayri bilemiyik ahan b,r söz şurahadan
biz gayrı diyeniyik hallarımız
halımız zirzibillik
zirzibillik he gurban
biz gayrı bilemiyik!
3/aldı Hamo
gemi gelir Istambıl'a yanaşır
içi dolu çamaşı
Istanbıl'ın gızları
goca diye meleşir
ha bismillah demişik uzatmışık boynumuzu
sormamışık öte yüzü bu işin
biza gülmek ne gerek
biza ancak sulum yaraşır!
ikki daşdan un olur- he canım
köpek siyer tek daşa
soygun gelmiş Allah Allah
vurgun demiş bismillah
vermişik ganımızı
güvenmişik canımızı
demişik varol yaşa
dememişik hayır haşa
dememişik bu ne işdir
bu ne işdir geldi başa
garip gider Istambıl'da dolaşır
epmak deyi gapılarda ağleşir
Istanbıl'ın haramisi
yağma talan üleşir
biza gülmek ne gerek
biza zulum yaraşır!
4/aldı Haso
epmak bize verilmamış lo valla
biza çadır biza geynek biza su
yorgan biza verilmamışı lo gurban
epmak yohdır
çadir yohdır
geynek yohtur he valla
galmışık üryan sefil
galmışık torpah üstü
insan eti yenilmayı lo valla
insan goni geyilmayi he gurban
tanınmayi ogul uşak
gardaş baci bilinmayı he valla
biz bakiyik kör gimin
iki fari-yükli gari
ikki gari torpah üsti
ikki gari cıscıbış
valla gurban cıscıbıl
valla gurban cıscıbıl
bebelemiş ikki garri lo valla
bebelermiş torpah üstü he gurban
bebelemiş bismillah
ana bakiy cılbah cılbah
bebe bakiy cılbah cılbah
gayrı ayıp yohdur bizda
gayrı adep yohdır bizda
gayrı töre yohdır bizda
ayıp yohdır
adep yohdır
töre yohdır he valla
biz bakiyik cılbah cılbah
biz bakiyik heyran heyran
susıyik gaya gimin
ahan da bu gaya gimin
5/aldı Memo
ahan torpah
ahan güneş
ahan biz
epmak çarpsın gozimizi
su yuğmasın yuzumizi
göğ gormasin halimizi7
biz bilmiyik yolumuzi
bilmiyik he valla!
sen deyesin cömhoriyet
ben deyem ki adem hevva
sen deyesin demokrasi
ben deyem ki talan yağma
sanasın ki gelmemişik cihana
sanasın ki sevmemişik cihanda
ağlamamış gülmemiş sanasın
deyesin ki ölmemişik
deyesin ki yazmamışlar lüfusa
saymamişlar sagerlik
saymamişlar mükellef
vurmamişlar kelepçek
vurup yatirmamışlar
bu canı zindan zindan!
ahan bu göz seğen bakiy guş gimin
ahan bu göz seğen bakiy
gece gimin
acı gimin
öç gimin
ahan bu göz seğen bakiynlo valla
ısıcak namlu gimin
suç gimin
biz gayrı bilmeyik ahan bir söz şurahadan
biz gayrı diyemiyik hallarımızı
galmışık torpah üstü
galmışık torpah altı
olmuşuk üryan sefil
gayrı kelam bilmemişik
halımız zirzibillik
he gurban!
6/ aldı Mamo
varıyık gediyik deyik ki gaymukama
gaymukam beg- he gurban
gaymukam beg- lo valla
gaymukam beg- ölmişik
sen goresin halımızı
biza epmak biza aş
biza çadir biza geynek
biza ataş biza su
biza gazma biza kürek
biza dozar biza gatar
biza dırnak biza diş
biz çıkarak ölmişimiz
gaymukam beg gaymukan beg
seğen teslim olmişik
sen bilasın halimiz!
yetmiyi
yetmiyi deşmeye dırnaklarımız
ulaşmiyi ellerimiz yerin altina
çıkarak olilerimiz
çığlık atşy yerşn altı
çığlık atiy yerin üsti
gaymugam beg gaymukan beg
seğen teslim olmuşik
sen göresin halımız!
7/aldı Zeyno
deyilar ki epmak yohdır
deyilar ki çadır yohdir
gazma yohdır kürek yohdır
od yohdır ocak yohdır
sen ne çen çen ediysen
gelende biz alıyık
alıp geğen veriyik
başga bir şey bilmiyik
sen ne çen çen ediysen
din iman yohdır sizde
set ölmişin gendin çıkart!
döniyi döniyi bir gramofon
çaliyi çalıyi bir esgi türki
bize bir şey demiyi!
yol yohdır lo valla
giden yohdır he gurban
su youhdır epmak yuhdır
çadır yuhdır geynek yuhdır
gazma yuhdır kürek yuhdır
almak vardır vermek yuhdır
almak vardır vermek yuhdır
niye vardır niye yuhdır
biz gayrı bilemeyik
8/aldı Mısto
kerpiç kerpiç üstüne
bu krpicin aslı ne?
çağlar beni bilmezine
çağlar beni bilmezine
getti canşar gelmezine
bunin beğen gasti ne?
daş topladım yuva yaptım tikene
insan denmez bu çileyi çekene
yıldızlardı hep yukarda yukarda
vergilerdi hep aşahda aşahda
yol beni bilmezine
ışık beni görmezine
getti canlar gelmezine
bunin beğen gasti ne?
9/aldı muhtar
ben köye varmayinen
halız nedir sormayinen
köylü beyen köt
bakiy
hele bize epmak bul gel
hele biza çadir bul gel
hele biza gazma kürek
biz çıkarak ölmişimiz
ben gediyem gaymıkama
gaymukan beg he durban
gaymugam beg he valla
biz ölmişik devran devran
göçmişiz yedi yetmiş
galmışık torpah altı
olmişik üryan sefil
düşmişik occağina
sen bilesin halmız!goyyun degil guzu degil
tarla degil yazzı degil
lo valla insandır bu
vatanadır bu-mükellefidir
çığlık atiy yerin altı
öleş kokşy yerin üstü
buna ciger dayanmiy!
gaymukam beg gaymukam beg
hele bize garma kürek
hele bize gatarpil
biz çıkartaqk ölmişimiz!,
gaymukam beg bepen kıziy
gaymukam beg kime kıziy
gaymukam beg kime kıziy
ben bükeyim boynimi
ahan da bir söz bilemiyem lo valla
gel beni gör içreden he gurban
10/aldı Hamo aldı Memo aldı Zeyno aldı hep
biz ne bilah yaşamak ne
yaşamişik ne belli
saymişlar mükellefe kelle hesabi
vurmuşlar sayilara cesedimizi
gülmek ne ki
ağlamak ne
gurban olim galem dutan ellere
sen yazasın ahan gurban halımız
demeyesin Marik köyü
demeyesin Günbeğli'dir
deyesin Til köyünde hal beyle beyle
yazasan Gumluca'nın arzıhalını
üstümüzde guzgun garga döniyi
altımızda çıyan süniyi
ölen ölmiş ölmeyenler öliyi
yetişmeye deşmeye dırnaklarımız
ikki gunda bircik epmak7ne gap vardır ne gaccak
ne od vardır ne occak
galmışık dikan usti
ortalık öli kokiy
çığlık atiy yerin altı
buna ciger dayaniy!
varmışik gaymukama
demişik begim biza
demişik ver ki biza
biz çıkartak ölümiz
demiştir yuhdır biza
demiştir yuhdır dozar
gazma kürek yohtır biza
hele siz kim olisiz
siz dövletten böyüksiz
demiştir gaymukam beg
demiştir yohdır biza
gurban olim galem tutan ellere
sen yazasan halımız!
11/aldı ozan
güz yürümüş anadolu üstüne
durur yağar oylum oylum
ıpıldaşır yıldızlar
gelir yağmur gelir bora gelir kış
gelir yokluk hışm ile
Varto bakar
yaslı yaslı
Bingöl bakar
boynu bükük
Yatar Lice kan içinde
dağları duman almış
yaşayan baksın yola
deprem almış canını beyler nesini ala!
ana gitmiş
baba gitmiş
kardaş başı emmi dayı
bırakmışlar bu dünyayı
Memo'nun çığlıklarına
kalmış Memo Kantracı
kalmış bir serçeparmak
salmış onbir yaşında
baş açık ayak yalın
Lice'nin ortasında
bir parmağı ağzında
elinde bir bisküvi
şaşarak
anlamayarak
kalmış Memo Kantarcı
dünyada bir başına!
kardan helva yaptım-di gel
güneşten çörek
gel güzelim
gel yiğidim
atıştır doya doya
güzel günler düşleyerek
kerpiç kerpiç üstüne
kerpiç dikan üstüne
ölüme yuva yaptım-di gel
gel güzelim
gel yiğidim
kal güle güle
güzel günler düşleyerek
yalan aslanım yalan
vatanın bağrına düşman
dayamış hançerini
besleyen biz değiliz
sömürü kanserini
yalan aslanım yalan
koy başını kara taşa
çek üstüne kar yorganı
bekle ki sabah ola
bekle ki bahtın güle
düşlediğin o günle!
yanıyor içim yanıyor içim
yanıyor
bileydim ki deprem kırdı kolunu kanadını
aynmazdı yüreciğim
oy Lice Lice
vay Lice Lice
kanlı beşik oy!
Aralık 1975
Şairin notu: 1975 güzünde hepimizi acıya boğam Ş,cedepremin,n benceki acısını o yörenin ağzıyla vermekte, şiirde bir tatt buldum. Lice Kanlı Beşik şiiri, ağıza, şiir gücü araştırma denemesidir. Aonuç başarılı oldu mu, bilmiyorum. Yalnız o aağzı bilmeyenler için küçük açıklamalar yapmayı gerekli gördüm. Lice yöresi halkı, yanlışlarımdan ötürü bağışlasın beni
17 Şubat 2023 Cuma
VURGUNCU VE FIRSATÇI TOPLUM (AHLAKSIZLIĞIMIZI İTİRAF)
2016 Temmuzundan bu yana bu blogda yazdığım yazılarda kendimi sıkça tekrar etmiş olailir, hatta daha ayn yazıyı bir kaç kere yazmış olabilirim. Mesela şu yazımda da vurgunculuktan bahsetmişim: (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/vurgunculuk-zihniyeti-sorunumuz.html) Deprem üzerine bu yazıyı yenilemem gerekti. Son depremle ortaya çıkan yardımseverlik davranışları münferit (o olaya mahsus) olmadığı gibi, vurgunculuk çabaları da münferit değildir. Linki attığım yazıda, sadece yedi polisin tayini ile ilçede (ilçe dediysem, sırf belediye ANAP'lı diye ilçe yapılmış, köyümsü bir yer) artan kiralardan bahsetmiştim. Şimdi de aynı vurgunculuk var. Depreme görece uzak Ankara'da bile kiralar aşırı arttı. Bu kira derdinden, bir devlet memuru olarak muzdarip oldum. Şansıma iyi evsahipleri buldum ama onları bulana kadar evleri boş olsa bile memurun baaşının dörtte biri ile yarısını bir şekilde kira olarak istemeye kalkan ev sahiplerine denk geldim hep.
Toplumca bu vurgunculuğumuz ilk defa bu olayla ortaya çıkmıyor, hatta depremlerle de ortaya çıkmıyor. Unuttunuz mu, terör saldırısından sonra havaalanından çıkmka isteyenlerden fahiş fiyat isteyen taksicileri? O taksiciler şu günlerde UBER ve şehre yeni taksi alınmasında karşı. Bu taksi kıtlığında turist avlıyor, Türkleri arabasına almıyor. Merak ediyorum, İstanbul taksi tekelleri, depremde ne yardım etti? İstanbul'un aç gözlü evsahipleri, deprezedeler için kirada indirim uygulayacak mı? Oysa onlar çoktan kiralara bir zam daha yaptı ve mevcut kiracıları nasıl çıkaracaklarını düşünüyor. Tüm Avrupa birliğinde otuz bin küsur müteahit varken, Türkiye de yarım milyona yakın müteahit olma sebebi, büyük ölçüde vurgun vurmanın en kolay yolunun inşaat ve emlaktan geçmesi. İmar aflarının başlıca sebebi, vurgun müteahitleri muhalefet belediyelerinden ve çevrecilerden kurtarmak. Twitter'da bir doğru bir laf demiş. İmar yasasını doğru düzgün uygulayan iktidar, ikinci defa seçilemez. Ne doğru bir söz.
Diğer iş kollarında da bu vurgun hevesimiz devam ediyor. Mesela ülkemizde ıssız bir ilçe, kasaba ya da köye gittiniz. Yerel bir dükkana yemek ya da alışveriş için gittiyseniz, size yüksek fiyat verileceği bellidir. çünkü Türk esnafının en sevdiği müşteri tipi, bir daha gelemeyecek ve dolayısı ile istenilen fiyat alınacak olandır. Bu yüzden esnaf, farkında olmasa da çok para kaybeder. Mesela ben ve arkadaşım, arkadaşımın arabası ile Isparta'nın Yalvaç ilçesinden Ankara'ya giderken, Akşehir ve Yunak üzerinden gidiyorduk. Tuzlukçu diye bir ilçedeki kebabçıda pide yedik ve tahmin ettiğiniz gibi kazık da yedik. Sonra bir kaç kez daha aynı yolu gittik ama Tuzlukçu'da durmadık. O sene benim tayinim Kırıkkale'ye çıktı ama arkadaşım uzun süre Yalvaç'da kaldı ve Tuzlukçu'da durmadı. Yani aslında o esnaf ve ilçe daha çok kaybetti.
Halkımız en fazla vurgun vurmak isterken vuruluyor. Bu da en fazla inşaatlarda ve emlakta oluyor. Halkımız zengin olmak için, bir gün imara açılır diye dağ başlarında arsa alıyor, müteahitlere inşaatları yarım bırakıp gidiyor, sonra yeni mütahit inşaatı tamamlamaya daha çok para istiyor. Sonra devre mülkler, beş milyondan fazla devre mülk mağduru var seksen küsur milyınluk ülkede. Antika yada sanat kolleksiyonerliğinin yaygın olmadığı ülkemizde, yüksek miktarda parayı elde tutmanın tek yolu mülkiyet. Emlak fiyatları bu kadar artmışken, halen yabancılara konut satışının, hele de vatandaşlık eşantiyonu ile satılması da başka bir aymazlık. Emlak yatırımının kötü yanı, satmaya geldiğinde, hele de acil nakite çevirecekseniz,
Bu vurgun vurnak isterken vurulmak, kitlesel dolandırılmalara da neden oluyor. Ponzi sistemi denen dolandırıcılıklarda, paranızı son anda çekerseniz, çok para kazanıyorsunuz. Kırıkkale'ye ilk atandığımda, YİMPAŞ'dan parasını son anda çekmesi ile övünen çok kişi tanıdım. Çiftlikbank olayında da son bir ya da bir buçuk ay para çekilemşyordu ama para yatırılabiliyordu. Bazı uyanıklar, çok fazla para yatırıp, para çekme hakkı olan büyük ortak olarak para çekmeyi denedi, o da olmadı. Böylece daha fazla para kaybetti. Sülün Osman'ın dediği gibi, dolandırıcılar çoğu kez kendilerini dolandırmak isteyenleri dolandırıyor.
Bu başlığa neyi yazsam, bir şeyler eksik kalıyor. Sistem sistem diye, düzen düzen diye ağlaşanlar, o sistemi ya da düzeni yaşatanların kendisidir. Çalıyor ama çalışıyor diye oy veren seçmen, vurgun yapma beklentisi içindedir. Toplumumuzun ciddi bir ahlakı değişime, bunun için de ahlaksızlığını itirafa ihtiyacı vardır.
14 Şubat 2023 Salı
SAĞIN YIKILAN KULESİ-DİYANET VE TARİKATLAR
William Golding'in kule adlı kısa romanı, bir kaç ay önce, kütüphane raflarında tesadüfen gördüğüm için alıp, okumuştum. Yazarı hemen herkes gigi efsaenvi Sineklerin Tanrısı romanından tanıyordum. Kendisi gibi tek romanı ile ünlenen efsane yazarların, az bilinen eserlerinin, gizli hazineler olduğunu, bir kitap kurdu olarak tecrübelerimden biliyordum. Depremle beraber, yıkılan minareleri görünce, bu roman aklıma geldi çünkü romandaki kule de, bir kilisenin çan kulesi ile ilgili. Romanda bir kilisenin papazı, kiliseye yeni ve devasa bir çan kulesi yapmaya karar veriyor. İnşaat ustası ve cemaat ne dese de dinletemiyor. Papazın kule ile ilgili mistik-metafizik bir inancı var, kulenin ne kadar uzun olursa olsun yıkılmayacağına inanıyor. Okurken size bu inanç bulaşır gibi oluyor ama siz de kulenin yıkılacağını biliyorsunuz. Olay büyük ölçüde Kırmızı Pazartesi ile benzerlikler gösteriyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/08/krmz-pazartesi-krizleri.html ) O romanda bir tek kurban öleceğini bilmiyordu, burada da bir tek papaz kulenin yıkılacağını bilmiyor. Mesela bakın şubat 2020'de imar affı ile ilgili ne yazmışım, bakalım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/tuzlu-su-imar-affi.html ) Bu imar afları, bu depremden önce de birilerini öldürdü ve bir yerleri yıktı; daha bu depremin yıkıntıları kalkmadan yıkmaya ve öldürmeye devam edecek. Oysa ülkemiz deprem ülkesi ve en son yapılması gereken şey imar affı ve ben bunu (bu blogun okuru pek olmasa da ) yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/tuzlu-su-imar-affi.html ) Bakın gene burada deprem ile ilgili neler yazmışım: ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/01/deprem-artik-panige-kapilalim.html ) ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/aklimiza-gelmeyen-felaketler.html ) (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/barbarlari-beklercesine-depremi.html ) İktidar yanlısı kanallar depremin büyüklüğü üzerine abartılı tanımlamalar yapıyor ama tedbirsizliğin küçüklüğü üzerine bir şey demiyor. Deprem ülkesi olmamız bir yana, büyük İstanbul depremi ciddi ciddi bekleniyorken, imar affı düpedüz ihanettir.
Bu ben zaten demiştim girizgahından sonra, asıl konuya gireyim. Şu günlerde yazılacak konu çok ama ben bu depremde diyaneti ve tarikatları pek göremediğimizi yazacağım, özellikle ölüler, topluca gömülürken. Bu diyanet hemen her konuya, ölüleri yıkıyacak adam yok diye başlar. Bu ölü yıkayama davası 1930'larda başlandı. Bunun için ilk önce sekiz aylık imam kursları falan açıldı. Uzun süre bu ölü yıkama konusu konuşuldu, her seferinde dincilerin savunması oldu. Diyanet'in 178 bin civarı personeli var. Ankara'da onlarca caminin yanında bir sürü cami altı ya da bodrum katı cami var. Sorsanız vatandaş ölüsünü yıkıyamıyor. Oysa Ankara'da mezarlıklarda, özellikle Karşıyaka mezarlığında büyük bir cami var ve her cenaze namazı orada kılınıyor çünkü Melih Gökçek, cemevlerinde kılınan cenaze namazlarına güvenmiyordu. O bodrum kat yada dükkan camilerinin amacı, köylerde kalmaktan sıkılan personelinize kadro bulmak. Bu amaçla Zonguldak'da AVM mescidine bile personel atandı ama deprem bölgesinde ölüler, battaniyeye sarılarak, topluca gömüldü. Diyanetin bölgeye gönderdiği sadece seyyar mescit oldu. Sahi, depremde ne çok cami yıkıldı, özellikle de minareleri. Diğer yandan diyanetin sadece camileri yok. Cami altı bir sürü dükkanı ve gene bir sürü sosyal tesisi var. Cami altı dükkan demişken, bunların en büyüğü Ankara'da Kocatepe altındakiydi. Orada sadece AVM yoktu. Konferans salonları, devasa bir matbaa, nikah-düğün ve kına için balo salonları da vardı. Geçenlerde bir uğradım, sadece market kalmış, o da Beğendik'ken Çağdaş olmuş ve eskisinin yarısı kadar. Matbaa ve konferans salonu muhtemelen bazı resmi işler için ayaktadır ama balo salonları ile avm artık yok. Gene de diyanetin geliri, bütçeden kendisine ayrılan bir yana, devasa. Hadi camiler kutsal, o misafirhaneler ve işlettiği kurumlar, depremzedeler için açılamaz mı? Diyanetin böyle zor günleriçin hazrılığı nasıl olmaz? O devasa bütçe payı ve gelirleri olan diyanet, neden kefen bezi ihtiyacı karşısında sus pus olur.
Açamaz, çünkü rahatları bozulur. Yıllardır şehit edebiyatı yapılır ama ünlü politikacıların çocukları ya da önemli tarikat liderleri ve çocukları ya çürüktür, ya bedelli. Askerlik yapsalar bile, olası çatışma bölgelerinden uzak, çoğu kezde karargahta, sakin işler yaparlar. Şehitlere vaat edilen cennet makamı gerçek olsaydı, fakirlerin askerlik yapması yasaklanırdı. Son on-on beş yıldır felaketlerde ölenlere şehit diyorlar. Slogan atarken şahanedirler, Afrin'e, Kerkük'e, Moskova'ya girerler. Gerçekte depremden sonra seçim bölgesi olan Osmaniye'ye bile gidemezler. Hadi seçim bölgen olmayı geçtim, ailene, akrabalarına, çocukluk arkadaşlarına bir geçmiş olsun demeye de mi gitmiyorsun? Memleketinde yıllardır kullanmadığıb aile konağın sapasağlam. Neden boş duran konağını ya da bahçesini bile depremzedelere açmazken, depremzedelere yardım edenlere laf sayıyorsun. Kendisnin yıllardan beri her salı birilerine çık kızarak, öfke ve nefret nöbetleri geçirmek ve böylece bazı gazete ve yayın araçlarının manşet ihtiyacını karşılamaktan başka bir şey yapmıyor.Türkiye'de sağ, yıllarca İsmet İnönü'yü diline doladı. Şu fotoğrafı bugünün iktidarının hangi politikacısı verebilir. Dikkat ettiniz mi, iktidar partisi ve ortaklarının politikacıları depremzedeleri dinlemiyor, bir sürü koruma ile geziyor. Bir de ara ara pozlar veriyor.
Atatürk'ün pek çok pozu var, halkı nasıl dikkatle dinlediği ile ilgili. Şu anki pek çok politikacı, öylesime kibirli ki, kendi parti üyeleri ile ve planlayarak bile bu pozu veremez. Şimdi o insanlar felaket yaşamış. Senin geciktiğin her saniyenin, hatta salisenin hesabını soracaktır. Bu kadar çok acı çeken insanın öfkelenmeye, öfke krizi gerçimeye hakkı vardır. Bu insan sen, haksız yere suçlasa bile, sen sakin olup, ona sakin cevap vereceksin.
Bu konunun bir de tarikatlar ayağı var. Bu tarikatlar, Afrika'da su kuyusu açıyor ama depremzelere çadır kent açmıyor. (Bu bahane ile tekrar para topluyorlar. ) Benim bildiğim sadece Süleymancılar denen (kurucuları Süleyman Hilmi Tunahan'dan dolayı) tarikatın bile, depremzedeleri misafir edecek kadar yurdu var. 2003'de Isparta'da sadece bir ilçede Süleymancı yurdu yoktu. 2010 yılında Kırıkkale il genelinde on üç yurtları vardı. Halen öyle mi bilemeyeceğim. Kocatepe AVM'nin terk edilmesi gibi bu tarikatın da eski gücü pek kalmadı. Üst düzey Süleymancı bürokratlar iyice azaltıldı. AKP önce ülkede diyanetten fazla Kuran kursu ve ilk on büyük üniversiteden büyük pansiyonu olan tarikat güçten düşse de, tüm o binalar muhtemelen başka tarikatların elindedir. Şu anan kadar Alevi dernekleri cemevleri, Hristiyanlar kiliselerini açtı ama yurtlarını açan tarikat var mı?
En başa, bu yazının ilham kaynağı olan Kule romanına dönelim. Romanda, en azından benim okuduğum çeviride, papaza şansölye diye hitap ediliyor. Benim nildiğim Almanya başbakanlarına şansölye denir, meğer bu kelimenin papaz ya da kilisedeki en yüksek rütbeli papaz anlamı da varmış. Romanda kule yıkılmadan evvel, cemaat önce yavaş yavaş, sonra hızla kiliseyi terk ediyor. Ülkemizde 12 Eylül rejiminin zorunlu din dersleri ve Alevi köylerine yapılan camiler ile diktiği din kulesi de göz göre göre yıkılıyor. Bugün depremin 9. günü, halen çadır ihtiyacı var.
12 Şubat 2023 Pazar
NAZIM HİKMET'İN ERZİNCAN ŞİİRİ (KARA HABER)
Nazım Hikmet
Kara Haber
Kara haber
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar...
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasında kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer...
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam uyur tandıramaz
ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
kimsecikler gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzada bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana sırt üstü yatan ölüler...
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı...
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez
yan yana sırt üstü yatan ölüler...
11 Şubat 2023 Cumartesi
TOPLUMSAL AHLAKSIZLIĞIMIZI İTİRAF
Aptallık ile ölü olmanın ortak yönü, her iki durumda da durumu siz bilmezsiniz, etrafınızdaki bilir, diye bir söz vardır. O söz çoğu kez ahlaksızlık için de geçerlidir. Bir de şöyle bir durum vardır. Acaba öldüm mü diye düşünüyorsanız, yaşıyprsunuz demektir. Acaba aptallık yaptım mı diye düşünüyorsanız da akılanıyorsunuz demektir. Sorgulamak, düzeltmeye çabalamanın başlangıcıdır. Ahlakı düzeltmenin başlangıcı da, ahlakı sorgulamaktır. Toplumlar en fazla ahlaki geri kalmışlığını itiraf etmekte zorlanır ve en zor ahlaki çürümesini görmekte zorlanır.
Yıllar önce Aziz Nesin, Türk halkının %60'ı aptal dediğinde tepki toplamış, sonra da vazgeçtim, %80'i aptal demişti. Oysa ondan çok daha önce Hüzeyin Nİhal Atsız,bu ülke delilerle, gerizekalılarla ve ruh hastalarıyla doludur demişti. Nedense kamuoyu, ırkçı ve dolaysı ile sağcı olan Atsız'a, Aziz Nesin'e karşı öfkelendiği gibi öfkelenmemişti. Jean Jack Rousseau, bir toplumu aydınlatmak, o toplumu yönetmekten daha zordur, demiştir. Gerçekten de öyledir. Bir de şu vardır ki, cahil milletleri yönetmek daha kolaydır. Toplumların entellektüel yükselmesi, ahlaki yükselmesinden daha kolaydır. Almanlar 1933'de ya da şimdilerde Ruslar, entellektüel olarak çok yüksek seviyedeydiler ama millet olarak demokrasiyi hiç yaşamamışlardı, demokrasi cahiliydiler.
Liselerde ahlak dersleri verirken, İngilizlerin faydacı ahlakı yada Amerikan faydacı ahlakının, bu toplumlar hariç, diğer tüm toplumların eleştirdiğini gördüm. Öte yandan İngilizlerin, Amerikalıların ve diğer Anglosakson kökenli (Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda vs) en azından kendi ulusal bütünlükleri açısından mantıklı bir ahlak kuramları vardır. Başka toplumlara zulüm ettikleri doğrudur ama kendi içlerinde önemli hain yetiştirmemiştirler. İngilizler bir dönem dünyanın üçte birini yönetmiş, Amerikalılar da halen dünya ekonomisinin üçte birinden fazlasını yönetiyor. İngilizler o kadar faydacı bir millet ki, 1945'den sonra bu devasa imparatorluğu yönetmenin kendilerine pahalıya geleceğini anlayıp, 1947-1980 arasında sömürgelerinden sistematik olarak çekildi. Muhammed İkbal, bizim İngiliz milleti, bir gün İngilizler, Hindistan'ı terk etse, kendisine taştan İngiliz yapar, hizmet eder demiştir. Osmanlı, Karlofça antlaşmasından sonra iki yüz yıldan fazla Balkan yarım adasında kalabildiğine göre, İngilizler de en az yüz yıl Hindistanda kalabilirdi bence. Fakat ne gereği var, Karlofça, Pasarofça, Küçük Kaynarca antlaşmalarını görmenin, büyük bozgunları yaşamanın? İngilizler, Hindistan'a zengin olmak için gitmişlerdi. Bunu anlayan Gangi, İngilizlere karşı silahlı mücadele yerine, iktisadi mücadele etti. Önce tuz yürüyüşüyle başlayıp, İngiliz tuz tekelenine son verdi. Sonra Hindistan'ı çıkrıklarla ve dokuma tezgahlarıyla donatıp, İngiliz tekstil sanayisini batırdı. İngilizler, böyle fetihçi millet olamalrına rağmen, denizcilik harici kahramanları yoktur. Koca Hindistan'ı (Bu Hindistan'a bugünkü Pakistan, Nepal, Sri Lanka, Andaman adaları, Bangladeş, Myanmar, Bhutan'da dahildir) yüz bin kadar subayla yönetmiş, ülkeyi de İngiliz ordusu değil, İngiliz Doğu Hindistan şirketi, paralı askerler ve yerel liderleri satın alarak fethetmiştir. Bazı idari sorunlar çıkınca, Kraliçe alel aceler İmparatoriçe ve Hindistan kraliçesi ilan edilmiştir.
Gördüğünüz gibi, İngilizlerin o beğenmediğimiz ahlakı, en azından kendi toplumları için tutarlı ve yeterli. Kendimizden daha müreffeh, gelişmiş, toplumları ahlaken hor görmek, bence sadece kendi kendimizi avutmaktır. Gelişmiş toplumlar, ahlakı da gelişmiş toplumlardır. Toplumsal kalkınma, ahlaki kalkınma olmadan olmaz. Birbirine çürük mal satan, çürük inşaat yapan, işçilerine kazık atan toplum da kalkınamaz.
Geri kalmış toplumlar, ileri toplumları genelde cinsel ahlak ile vurmaya çalışır. Gelişmiş toplumlarda LGBT hakları ve bakirelik tabusu üzerinde gider. Oysa Osmanlı, ey sevgili, yüzünde sakallar çıktı da sevilmez oldun diye oğlan çocuklarına şiirler yazmıştır. Size edebiyat dersleride yalan söylendi. O şiirlerdeki şarap, gerçekten şarap. Ders kitaplarında olmayan satırlarda, beyaz-kırmızı şarap, yıllanan şarap ve şarap bağlarının ayrımı yapılıyor. O şiirlerdeki oğlan da, gerçekten oğlan çocuğu. Meşhur Sadabad şiirinde, selvi civanım diyor, yani uzun oğlanım. Civan kelimesi erkekler için kullanılan bir terimdir. Annenden, cumaya diye izin al da biz Sadabad'da sevişelim diyor. Türk halkının LGBT'ye karşı iki yüzlü ahlakını anlamak istiyorsanız, 1992 yapımı Dönersen Islık Çal filmini izleyin. Oğlancılık yada kulanpara gibi isimler de verilen aktif homoseksüelliğin toplumda desteklendiğini görürsünüz. Bakireliğe gelince. Bu toplumda erkeklerin istediği, pek çok Yeşilçam filminde, özellike Küçük Emrah'ın filminde olduğu gibi, bakireliğini evlilik öncesi yitiren her kızın fuhuşa düşmesi. Sözde erkek egemen toplum da aslında kadınların, erkek egemenleri sömürdüğü iğrenç bir düzen. Kaldı ki Z kuşağı dediğmiz gençlerde, bakirelik tabusu da can çekişiyor.
Toplumumuzun cinsel ahlakındaki yoksunluğu, Müge Anlı başta olmak üzere, gündüz programlarında görebilirsin. Twitter'da anonim bir hesap, programda anlatılanların çoğu hayal deseler de, Anadolu'da bir süre gezinen, bu gerçekliği bilir. Tabi son yıllarda köy enstitülü yazarlar ve köy konulu Yeşilçam filmleri demode oldu. O romanlar ve filmler, pek çok şeyi anlatıyordu.
Aslında bu blogda da ahlka üzerine defalarca yazmışım. Şöyle yakın zamanda eklediklerimden başlayarak, bir kaç tanesini buraya ekliyorum:
https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/dedikodu-cihadi.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/kurak-gunler-ve-suru-davranisi.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/mufazakarlikta-sorun-olmasi-degil.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/11/baris-akarsu-filmi-cok-nitelikli.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/09/veba-geceleri-ve-dalkavuklar-gecesi.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/hincal-uluc-tarzi-gazetecilik.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/furya-filmlerinde-kadin-oyunculari.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/05/uluborlunun-abdal-beslemesi-gibi.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2022/05/ertugrul-ozkokun-hurriyeti.html
https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/yetmez-ama-yanildiniz-kendiniz-icin.html
Bu on tanesini yakın tarihine göre sıraladım. Aslında ilk sorunumuz ahlak sorunudur ve bunun için felsefe yapmamız lazımdır.
8 Şubat 2023 Çarşamba
(NASUH MAHRUKİ'YE) BEN O ŞEHRE GELEMEM
(NASUH MAHRUKİ'YE)
BEN O ŞEHRE GELEMEM
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Atlantik’te bir gemi batar fırtınada
Bir denizci ölür
Denizcinin çocuğu ağlar.
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Deprem olur,yer gök biri
birine girer
İnsanlar çürük Kızılay çadırlarına
doluşur
Nasuh
Mahruki yıkıntıların arasına bağırır
‘orda kimse var mı?
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Sokaklar ateş denizi olur
Sağlı sollu kavga eder
insanlar
Erdal Eren’in yaşını büyütüp
asarlar
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Zeki Müren ölür,Barış Manço
ölür,
Adile Naşit ölür,Kemal Sunal
ölür
Ölür bütün güzel insanlar
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Bir seans gongunun sesi ile
yıkılır umutlar
Borsa battı diye
Banka iflas etti diye
Yıkılır hayaller
Ben o şehre gelemem
Ben o şehre geldiğimde
Depreşir duygularım
Batar bana yalnızlığım
Platonik aşklarım gelir aklıma
Bunalır ,sıkılırım
Dayanamam ağlarım
(Bu ergenimsi şiiri, uzun süre görmediğim ve yıllarca da göremeyeceğim platonik aşkım olan kız için yazmıştım. Şiirde Nasuh Mahruki'nin adı geçtiğine göre, 1999, 17 Ağustos depreminden hemen sonra ve ben 1999 Kasım ayından önce yazmış olmalıyım. Aslında insanlara göstermeye utandığım bir şiirdir ama televizyonda Nasuh Mahruki'yi görünce, onu, kurduğu AKUT derneği ve kurtardığı hayatlar adına şereflendirmek istedim. Çabalarını ne kadar önemsemişsem, doğal olarak adını şiire eklemişim. )