26 Mayıs 2023 Cuma

BANKACILIK KRİZİ Mİ GELİYOR?

 


Uzun zamandır sulandırılan ve bence bilinçli olarak sulandırılan bir haber var. Beşli çeteye, beşli çete demek yasakmış gibisinden bolca espri yapılıyor. Beşli çeteye, beşli çete yasaklanmış, beşli çiçek diyecekmişiz gibisinden şakalar havada uçuşuyor. Yasadaki üç yıl hapis cezası kaldırıldı ama yasa çıkacak gibi.

Oysa yasa ilgili kimsenin fark etmediği bir ayrıntı var. Yasa müteahhitler ya da sanayici-tüccar kesimi için değil. Cumhuriyet gazetesi ekonomi yazarı Çiğden Toker, bu yasanın finans kurumları ile ilgili olduğunu söyledi. Yani yasa büyük ölçüde bankalar ve yalancı bankalar diyebileceğimiz faizsiz finans kurumlarını kapsıyor ve onlar aleyhine yayın yapılmasını ağır cezalarla yasaklıyor. Yasadan hapis cezası kaldırılma sebebi de hapsin, para cezası ya da engellemeden daha ses getirici olması ve paniği arttırma ihtimali.

Eskiden sık kullandığımız bir deyim vardı. Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü? Sahi niye öptü? Durduk yerde finans kuruluşlarının çok mu itibara ihtiyacı vardı? Ya da birileri finans kuruluşlarının itibarını linç etmek için pusuda mı bekliyor? Finans kuruluşlarına bir şey diyen mi oldu?

Yoksa bu yasa, 1993 5 nisanı ya da 1999 anayasa kitapçığı krizi gibi büyük bir bankacılık krizine karşı halkın uyanmaması ve daha fazla para kaybetmesi için bir tuzak mı? Şimdi buna önermenin karşı argümanı var. Bankacılıkla ilgi sıkı düzenlemeler var, neredeyse hepsinin de Borsa İstanbul'da hissesi olduğundan, kamuoyuna bilançolarını açıklama zorunlulukları var.

Birincisi bu yasaların pek çoğu Kemal Derviş'ten önce de vardı ve ikincisi, asıl can yakacak husus, pıtırak mantarlarının bahar yağmurları ile her yerde bitmesi gibi biten faizsiz finans kurumları ile nasıl işledikleri belirsiz sözde emlak kurumları ile elimizde ne gibi veriler var?

İşin doğrusu bu kriz çıkmak için 2023 seçimleri sonrasını mı bekliyor?




23 Mayıs 2023 Salı

14 MAYIS SEÇİMLERİ NDE MUHALEFET NEDEN BAŞARILI SAYILMALIDIR.



 İlk olarak durum gerçek anlamda beraberlik ama muhalefet daha iyi durumda: Muhalif kanatta moral bozukluğunun sebebi, beklentinin büyük olması ve devlet ile burjuvaların gücünü tahmin edememesi.  Bunu her seçimde yapıyor. İktidarın ve iktidar sayesinde zengin olan burjuvanın elinde devasa bir medya ve istihbarat ağı, üzerine bir sürü tarikatı, camisi, devlet kurumu falan var. Muhalefet bunu halen küçümsüyor. Devasa bir trol ordusu besliyor. Sadece twitter aleminde değil, en bilinmedik sosyal mecralarda bile varlar. 2013 de Gezi ile başladılar ve artık çok tecrübeliler. Gazete, televizyonları, internet siteleri, kendi sosyal medya ve haberleşme grupları var. AKP'yi yüzde kırklardan, otuzbeşlere düşürmek bile başarı. Cumhurbaşkanlığını ikinci tura düşürmek, en büyük başarı.

İkinci olarak, seçimin ikinci tura kalması bile iktidar için yenilgi dir.: İkinci tura kalma bile, ikridarın karizmasının çizilmesidir. İktidar, bu seçimi %50, 00000000000000000000001 ,le de olsa kazanma üzerine kurmuştu. Hatırlar mısınınz seçimden bir hafta evvel, bazı iktidar yanlıları, eğer siz kazanırsanız, küçük farkları kabul etmeyiz demişti. Muhalefet yanlılarından da ses gelmişti, bir oy farkı bile kabul edeceksiniz diye. Yani oy oranının sınırda olduğunu biliyorlardı ve muhalefeti kabul etmeye zorlamak için hazırlık yapıyorardi. 15 Mayısta Merkez bankası, kredi karından nnakit çekişini yasakladı. Bu emri 12 Mayısta, 15 mayısta uygulansın diye emretmiş. Yani 14  Mayısta kazanmayı kesin görmüşler.

Üçüncü olarak, iktidar da artık tek parti değil, bir sürü partinin koalisyonudur ve bu koalisyon zannetiğimiz kadar sağlam değildir.: İktidarın yeni yeni ortakları var ve onlar da devlet pastasından pay istiyor, isteyecek. Bu da ülkeyi yönetmeyi zorlaştıracak. Halkı koalisyonlarla tehdit eden bir iktidarı, böylesi çoklu bir koalisyona zorlamak da başarıdır. Reis dedikleri liderlerini pazarlığa zorlanmıştır. Bu da karizmasını çizmiştir..

Dördüncü olarak iktidar kolay devrilen bir şey değildir: Kaddafi 42 yıl, Saddam 23 yıl iktidarda kaldı. Suriye'de on yıllık depreme rağmen Beşar Esat halen iktidarda. Bu işler, gerçekten zor iştir çünkü iktidar makamı çok tatlıdır. İktidar sahipleri, makamlarını kaybetmemek için herşeyi yapabilir, hatta herşeyi değiştirebilirler.( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/duzenen-cekiduzen-hic-bir-sey.html) Che Guevera'nın dediği gibi, iktidar her şeyini kaybeder, muhalefet yeniden başlar.

Beşinci olarak iktidar bu oy oranına ulaşmak için çok şey vaat etmiştir. Bu vaatlerin bedeli vardır. 15 mayısta kredi kartına nakit avansın yasaklanması da, hazinenin bu bedeli ödemekte zorlandığının göstergesidir. Sonra bunu fark edip, yasağı kaldırdı ama kazanırsa,  şüphesiz seçimin ertesi günü bu yasak geri gelecektir. Oysa oy verenler, bu vaatleri ve refahını isteyecektir. Pek çok AKP seçmeni, hanelerdeki doğal gazı tamamen bedava sanıyor ve kışın gazın ayarını en yükseğe getirecektir. Ayrıca Altındağ olayları ucuz atlatılmıştır ama Turkish Gril kelimesini google'dan aratıp, düşler kuran Afgan ve Pakistanlılara karşı çok da müsamahakar olmayacaktır. Cehennem kapısını açmak kolaydır, kapatmak zordur. Maraş-Çorum, 6-7 Eylül gibi progromlarla, bu kapıyı açan ve Maraş katliamı sonrası, bana sağcılar cinayet işletiyoruz gibi laflar ederek, bu kapıyı açan sağdır ve 28 mayıs gecesini atlatarak, bu kapıyı kapatamayacaktır. Sonuçta bu kadar vaat varken, kontorlsüz göçmen varken, iktidarın asıl derdi, seçim gecesinden sonra ortaya çıkacaktır.

Altıncı olarak da aşiret kültürü kırılmamışsa da,  çatlamıştır: Pek çok kişi, deprem bölgesinde seçim sonuçlarına şaşırdı. Ben oy oranının düşmesine şaşırdım, aslında deprem bölgesinde iktidarın oy oranının artması beklenmeliydi. 1995 Dinar depreminden sonra öyle olmuştu.  Felaketler sonrasında ilk şok tepkisi budur aslında. Deprem bölgesi, ülkemizde sağın kaleleri olmuştur. Depremin merkezi olan Kahramanmaraş'ın, 1978 aralığında yaptıklarını unuttunuz mu? Ya Malatya'da olanlar, yıkılan-yakılan evler, dükkanlar? Ben çok az  Maraşlının yapılanlardan dolayı üzgün olduğunu gördüm.Bu sağcı halk, aynı zamanda sağın suçlarının ortağıdır. Bu kadarlık oy düşüşü bile ciddi bir başarıdır.

Suç örgütleri, aşiret (klan) mantığı ile hareket eder. Sanayileşmemiş, millet olamamış toplumlarda insanlar yeteneklerinden çok tanıdıkları ya da akrabalıkları ile bir yerlere gelir. Aşiret-klan bağında, kan bağı esassa da, tek başına değildir. Alevilerde mushaiplik, Kürtlerde kirvelik, Katoliklerde vaftiz ana-babalığı gibi yapay kurumlarla da akrabalık bağı oluşup, aşiret genişletilebilir. Bu çok karmaşık bir durumdur ve bugün pek çok kişi kendisini, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni Türklük aşiretinin bir parçası olarak görüyor. Muhalif bloka katılan Deva, Saadet gibi partiler, bu aşiret balkış açısını yıkmak için varlar.

22 Mayıs 2023 Pazartesi

MEĞER BUNLAR KURTULUŞ SAVAŞINA DA DÜŞMANMIŞ

 


İktidarın seçim stratejisinin sonradan vatandaşlık verilenler üzerine olduğu kesinleşmiş gibi. Bu da muhalefet için yeni bir mücadele alanı açıldı demektir. İşimiz zor ve acil. Elde olan muhalefete destek fazlası ile acil.

Karşımızda nasıl bir canavar olduğunu yeni yeni anlıyoruz. En basitinden keşke Yunan kazansaydı dedikten sonra geberen eski fesle gezen sözde tarihçinin komik bir iddiası vardı. Ünlü İngiliz şair ve yazarının aslında Arap olduğu ve adının Şeyh Pir olduğunu söylemişti. Pek çok kişi onun bu deli saçması sözlerinin sebebinin bunaması ya da delirmesi olduğunu düşünülmüştü. Oysa bu iddiayı ortaya atan, Atatürk ve kurtuluş Savaşına düşman, Mısırlı bir şeyh ve onun Kurtuluş Savaşı zaferinden sonra İstanbul'da şeyhinin yanına kaçan müridine aitmiş. Yani feslinin keşke Yunan kazansaydı lafı boşuna değilmiş, sahiden de Yunan kazansın istemiş. Feslimiz de harbiden bu Mısırlının müridiymiş. 

Yani Fesli ve çevresindekiler, sahiden İngiltere Kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğuna inanıyor ve Kurtuluş savaşının kazanılmasına üzülüyormuş.

Yani Atatürk'e sadece batılılaşma yüzünden düşman değillermiş. Tıpkı sarayında bir ambulansın içinden kaçıp, İngiliz gemisine sığınan son padişahları ile aynı zihniyetteymişler.

Bir de bu Fesli tarihçi ve yazarın, Hataylı filozof ahbabı, eski solcu, kırkından  sonra sağcı ahbabı Cemil Meriç var. İkisi birde malum Sait'in müridi olurlar. Bu şahıs meğerse Hatay'da, Türkiye'ye katılmaya çalışan Hatay devletine darbe yapmaya kalkmış. Hayatı boyunca da bir Fransız ajanı olarak kalmış, sosyalist olarak bir şey yapamayınca, dinci olmasıymış. Zira kitaplarında Fransız aydınlanma filozoflarına hakaret eder, onlarla ilgili yalanlar söylerken, Hatay'ı yöneten Fransız devleti aleyhine pek bir şey yazmaz.

Ateist Fetöcü Orhan Pamuk'un icadı Türkiyeli olma lafı da aslında ülkemizi işgal ile ilgili. Hadi Suriye ile Afganistan'dan geliyorlar; Pakistan'dan niye geliyorlar? 

Son olarak, o Tiktok videolarından da para kazanıyorlar. Çünkü Türkiye'de kadınların sokakta giydi elbiseli fotoğrafların olduğu basılı kağıtlar, Pakistan'da porno dergi sayılıyor.



20 Mayıs 2023 Cumartesi

UNUTTUĞUNUZ TEHLİKE-SURİYELİLER VE DİĞER MÜLTECİLER



Tüsiad ve süper zenginler, resmen altın çağını yaşıyor. Salgında bile umarsızca yağmalarına devam ediyorlar. İnsanları evden çıkamamasını, eylem yapamayan insanların elinden toprağını ve suyunu çalmak için bir fırsat olarak görüyorlar. Sayacını okumadıkları doğal gazın, elektriğin faturasını fazlası ile alıyorlar. Tarımı öldürdüler ve ithal gıdalarla servetlerine servet katıyorlar. İhaleye bile gitmeden, geçiş-kullanım garantili  ya da fahiş ücretli ihaleler alıyorlar. Dünyanın en iyi 3. hava alanının pistini bozdular.
İktidarı destekleyenler arasında tek memnun olanlar onlar kaldı. Hemen herkesin dilinde elim kırılaydı da oy vermeseydim diyor.
Halit Narin'in dediği gibi halk halen ağlıyor, Narin gibiler halen gülüyor
İktidarsa kulladıklarını tuvalet kağıdı misali çöpe ata ata gidiyor. Bir zamanlar muhtarlar sarayda toplanmaktan, iş yapamıyordu. Şimdilerde dertlerini anlatacak mecra bulamıyorlar. Zamanında saraylarda ağırlanan akil  adamlar ve yetmez ama evetçiler gibi oldular, az kaldı hain ve terörist olacaklar.
Diğer bir kenara atılanlar ise Suriyeli mülteciler. Kalbinden vurulan ama katili olan polis oruçlu olduğu için kaza raporu verilen cinayet bile onların varlığının tekrar hatırlanmasına neden olmadı.
Bir ara kameralar sürekli Suriyelilerin üzerindeydi. Holivud yıldızı Ancelina Joli, o pahalı çantasını sallaya sallaya mülteci kampına gelmiş, ilk defa bir mülteci kampında gülen çocuklar görüyorum demişti.
Şimdi tüm dünya onların haline karşı ilgisiz. Bir ara Türk faşizminin gözde hedefiydiler. Açtıkları küçük işletmelerde vergi vermiyorlar,  hastanelerde  ücretsiz muayene oluyorlardı.
Batıya koz gibi kullanılan bu zavallılar, önce sınıra sürüldü, sonra sessizce geri çekildi. Şimdi salgından dolayı bir yere de kımlıdayamıyorlar.
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle para da kazanamıyorlar.
Bu arada salgın ile ilgili her gün düşen rakamlara kimse inanmıyor. Bu sürekli düşen rakamların amacı avm ve diğer alış veriş ibadethanelerini icraata açmak.
Bu rakamlarda Suriyelier, Afganlar ve diğer göçmen-mülteci güruhu dahil değil. Salgın nedeni ile hastanelere doğru dürüst alınmıyorlar. O küçük dükkanlarına zaten kendileri haricinde giden yok.
Bu insanları unutması, yok oldukları anlamına gelmiyor.
Kendi kendinize darbe dedikodusu çıkarıp, milleti tehdit ediyorsunuz ama asıl tehlikenin farkında bile değilsiniz.
En tehlikeli insanlar,  kimsenin umursamadığı insanlardır. Bu sessizlikleri asıl endişelenmeniz gerekendir.

19 Mayıs 2023 Cuma

TÜRKİYE'DE PROVOKASYONUN TARİHİ

 


Vedat Türkali'nin, Bir Gün Tek Başına romanını okurken hayret ettiğim şey, 1940 ya da 50'li yıllarda sol örgütlerin içinde çok fazla provakatör ve polisin olmasıydı. Nazım Hikmet'in, Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanında ise, 1920'li ve 30'lu yıllarda da aynısı olduğunu gördüm. Solcu-komünist örgütlerin içi daima provokatör doludur. Ertuğrul Kürkçü'nün Kızıldere'de samanların içine saklanarak kurtulduğunu sanmıyorsunuz değil mi?

Ertuğrul Kürkçü çok net bir örnek ve Kürkçü ile ilgili bu iddiaları çok kişi ortaya atar. Aslında böylesi garip tesadüflerimiz çoktur ve görmek sadece dikkat ister. Mesela 1979-80'de Devyol-Devsol bölünmesi olmasaydı, 12 Eylül rejimi gecekondu mahallelerini, özellikle İstanbul'u o kadar kolay ele geçiremezdi.  Gene 12 Eylül darbesine giden yolda, sol örgütler olmak üzere pek çok parti veya oluşum, benzer parçalanmalar içindeydi. 

Son bir kaç yıldır hükumet ne zaman sıkışsa, savaş uçakları bir kaç tane,  tercihen 8-10 tane  teröristi mağarada öldürüyor. Sonra teröristler bir kaç tane gencecik askerimizi şehit ediyor. Yıllar önce eski bir genelkurmay başkanı, terör kampları B.B.G evi (Katılımcıların tüm yaşamlarının gözlendiği yarışma programı) gibi olmuş  demişti. Pek çok kişi bu sözü küçümsemişti. Oysa bu söz gerçekti. Sen dağda teröristlik-gerillalık yaptığını zannediyorsun ama devletin ahırındaki kurbanlık koyunsun. Gündemi değiştirmek için seni kurban ediyor.

Üniversitede okurken bir hocamız, İttihatçıların 1908 devrimi sonrası ilk iş, Abdülhamit'in istihbaratının binlerce belgesini yaktığını söylemişti. Zira yılda bir kaç ay maaşlarını hiç alamamaları doğal olan Osmanlı memurları, ara ara jurnal yazmayı bir çeşit doğal para kaynağı gibi görmüştü. Bu tip ihbarların bir amacı da, rakibi ya da hasmı gözden düşürmektir. Buna rağmen pek çok belge, günümüze kadar gelmiştir. İtirafçı mafya babasından öğrendiğimize göre devletin içinde pek çok kişi, işlerin ters gitmesine karşı kendisine arşiv yapmış. Ben inanıyorum ki derin devletin arşivi, tıpkı STASİ (Doğu Alman İstihbaratı) arşivi gibi ortaya saçılacak. 

Şu günlerde siyaset, tek yanlış hamlede, hem saldıran, hem de savunan tarafın mat olabileceği karmaşık satranç konumuna benziyor. Kimsenin kimseye akıl vermeye haddi yok. Diyebileceğim, kışkırtılmanın, gaza gelmenin hiç sırası değil.

18 Mayıs 2023 Perşembe

NUTUK'UN İLK SAYFASI

 


SAMSUN'A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ 1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir : Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silâhları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilâf Devletleri, ateşkes anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul' da. Adana iIi Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askerî birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da, İtilâl Devletleri'nin uygun bulması ile Yunan ordusuda İzmir'e çıkartılıyor. Bundan başka, memleketin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira Hey'eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul. Yunan Kızılhaç'ı ve Resmî Göçmenler Komisyonu , Mavri Mira Hey'eti'nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Hey'eti tarafını,olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilâtları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor. Ermeni Patriği Zazen Efendi de, Mavri Mira Hey'eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve 4 İstanbul'daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiç bir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor. BUNLARA KARŞI DÜŞÜNÜLEN KURTULUŞ ÇARELERİ Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlanmıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler birtakım kuruluşlarıdoğurdu. Örnek olarak, Edirne ve çevresinde Trakya - Paşaeli adıyla bir dernek vardı. Doğuda Erzurum'da ve Elâzığ'da Rele genel merkezi İstanbul'da olmak üzere Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i hukuk-ı Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon'da Muhafaza-i Hukukadında bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul'da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği temsilcilerle, Of ilçesinde ve Rize sancağında da şubeler açılmıştı. İzmir'in işgal edileceği konusunda Mayısın on üçünden beri açıktan belirtiler görmüş olan İzmir'deki bazı genç vatanseverler, ayın 14/15'inci gecesi, kendi aralarında bu acıklı durumla ilgili görüşmeler yapmışlar; bir oldubittiye geldiğine şüphe kalmayan Yunan işgalinin ilhakla sonuçlanmasına engel olma kararında birleşerek, Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Aynı gece, bu ilkenin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere İzmir'de Yahudi Maşatlığı'na toplanabilen halk tarafından bir gösteri toplantısı yapılmışsa da, ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle, bu teşebbüsten beklendiği ölçüde sonuç alınamamıştır.

17 Mayıs 2023 Çarşamba

12 EYLÜL, DOĞRAMACI VE AİLESİ



12 Eylül 2010 tarihindeki referandumda hayırın en ateşli savunucularından oldum zira 12 Eylül subaylarına dokunulacağına inanmıyordum. Çünkü Doğramacı ailesi başta olmak üzere 12 Eylülün diğer unsurlarına dokunulmamıştı. Kamuoyunun dikkati meşhur Milli Güvenlik Konseyinin sağ kalmış iki üyesi (Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya) üzerindeyken, meşhur işkencecilerine hiç dokunulmamıştı.
Gene o yıllarda hatırlarsanız açılım modası vardı. Ben bu açılıma da zerre kadar inanmadım. Zira hem halen Türk askeri ölmeye devam ediyor, hem de Sedat Bucak ve aşiretine dokunan olmuyordu. Kamuoyu sakinleşsin diye Mehmet Ağar bir kaç ay yarı açık ceza evinde yattı, o kadar. Şimdi de Ağar'ın oğlu AKP milletvekili oldu.
Arkadaşımın biri ile tartışıyorum, bana senin de ölçütün yetmez ama evetçilik diyor, işin doğrusu aynen öyle. Ben, yabancı dil bilmeyen, bir taşra üniversitesi mezunu, yüksek lisans yapmamış, taşrada çalışan bir öğretmen olarak bunun farkındaydı. Şimdi bazıları hapiste, bazıları yurt dışında olsa da, yanılgıları bu yağmadan kendilerine düşen payı alamamalıdır.
Biz Doğramacı ailesine geri dönelim.
Herkes bu aileyi sadece Bilkent Üniversitesinin sahibi olarak biliyor. İhsan Doğramacı o devasa araziyi üniversite kuracağım diye aldı, kurdu da. Sonra o araziye lüks evlerden oluşan devasa bir şehir, bu şehri kurmak için de Tepe inşaat şirketini kurdu. Tepe inşaat da bol bol devlet ihalesi aldı ve almakta.
Sonra Tepe inşaatın yaptığı Bilkent şehrinde ki evler ve dükkanlar değerlensin diye kendi başkanı olduğu YÖK ve ÖSYM'nin tüm kurumlarını BİLKENT'e yerleştirdi.
Ardından da ÖSYM'nin sınavlarının evraklarını (soru kitapçıkları, cevap anahtarları vs) hazırlamak ve DEĞERLENDİRMEK için METEKSAN'ı kurdu.
Meteksan devlete ait değil, DOĞRAMACI AİLESİ VE TEPE holdinge ait.Yıllardır ÖSYM'nin sınavlarının işlerini doğrudan alıyor, muhtemelen ihaleye bile girmiyordur. Çünkü Meteksan'ın Bilkent yerleşkesine dağılmış onlarca tesisi sadece ÖSYM'e çalışıyor.  Buralarda Ankara ünivesitelerinde çalışan üniversitelerinin ve Milli Eğitim Bakanlığının personeli düzenli olarak nöbet tutuyor.
ÖSYM ve diğer YÖK kurumları Bilkent'e kiramı veriyorlar, yoksa arsa sahibiler mi, bilgim yok.
KPSS'de tulum çıkaranlar (ful çekenler, hepsini, hatta hatalı soruları da doğru yapanlar) skandalında gözler ÖSYM'de idi ama kimse METEKSAN'ı görmedi, METEKSAN'ı sormadı.
TEPE holdingte sadece METEKSAN , BİLKENT ve Tepe İnşaat yok. Özel güvenlikten, temizlik işlerine, mobilyaya her şey var. Hepsi de devletten sürekli ihale alıyor.
Devlet her alanda Tepe holdingi ve dolayısı ile YÖK'ün kurucusu İhsan Doğramacı ve ailesini koruyor. Son olarak Ankara Şehir Hastanesi Bilkent' yapıldı ve bu hastane MÜŞTERİ bulsun diye Numune dahil pek çok hastane kapatıldı.
Sonuçta Bilkent'e yapılan onlarca konut (ki neredeyse hepsi lüks sınıf) değerlenecek ya da değerlenecek diye gayrı menkul yatırımcılarına satılacak.
Son yirmi yılın trendi bu. Fen lisesi, Güzel Sanatlar lisesi, her hangi bir genel müdürlük veya bölge müdürlüğü söz konusu bölgeye taşınarak prim yaptırılıyor. Tüm  gayrı menkuller satılınca da o kurum prim yapılması beklenen başka bir yere taşınıyor.
Yapılmaz sanıyorsanız, bu iktidarın daha önce neler yaptığına bakın.