9 Aralık 2023 Cumartesi

YÜZSÜZ ZENGİNLER ÜLKESİ

 


Son yimi yılda en hızlı olarak muhafakarlaşmadık, yüzsüzleştik. Sadece vergi yada devleti soyma seğil, cinsel ahlak konusunda da bir yüzsüzleşme var. Neredeyse hiç vergi yada zekat vermedikleri gibi, lüks hayatlarını gözlerimizin içine sokuyorlar. Sadece bununla da yetinmeyip, göz göre göre cinayet işliyorlar.  Son yıllarda kaç tane kadın, rezizdans denen lüks apartmanların pencesinden, balkonunda düştü, saydınız mı yada farkında mısınız? 



Geri kalmış ülkelerin bir özelliği de hukukun bazı kimselere dokunmamasıdır. Trafik kazası yapıyorlar, suçluyu herkes biliyor ama onlarla ilgili olarak hiç kimse konuşmuyor. Zenginlik aynı zamanda hukuksal üstünlük anlamına geliyor. Trafikte hele, sürekli bir üstünlüğü var zenginlerin. Bunza zengin turistler bile dahil olabiliyor. Bazen çocuk öldürseler de suçlarının üstü kapatılıyor.



Bu yazıya, yüzsüz dolandırıcılar parantezini açmazsam, çok büyük bir eksiklik olacak. Sadece bu yazıyı tazdığım günlerde (Aralık 2023) tutuklanan sosyal medya fenomenleri ve ponzi dolandırıcılarını kast etmiyorum. Sosyal medyaya ilan veren yüzsüzler de var. Bunlardan biri, BOTAŞ dolandırıcıları. Bu dolandırıcıları yazma sebebim, ülkemizdeki dolandırıcıların yüzsüzlüğünü ve rahatlığını belirtmek. Bunlar Tasarımcı Dayı adlı bir Youtube kanalının Dolandır Beni isimli video serisinin videolarından birine de konu oldu ama halen devam ediyorlar. Youtube'a reklam veriyorlar, ben başka yerde görmüyorum. Buradaki yüzsüzlük, TRT' Haber nin logosu, bu kanalın spikerlerin (bir tanesi türbanlı) görüntüleri (seslendirmeyi yapay zeka ile yapmışlar) ve yer yer de cumhurbaşkanının sesi ve görüntüsünü kullanıyorlar. Bu dolandırıcılar bu kadar yüzsüzken, ben yapılan operasyonları ciddi bulmuyorum.



Bu yüzsüz zenginlerin, ne kadar yüzsüz olduğunu, kamuoyunun bir unutup, bir hatırladığı, hatta sık sık kendisini hatırlatan Garipoğlu ailesinden örnek göstererek anlatacağım. Bu aile, oğullarının işlediği bir cinayetle ülke gündemine geldi. Olayların sonunda oğulları (resmi söylemde) hapishanede intihar etti. Ben de dahil, pek çok kişi bu oğulun öldüğüne inanmıyor ve içinde bir şüphe taşıyor. Kaldı ki aynı oğulun başka kız arkadaşları da gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş.



Ben daha ilginç bir teori atacağım. Bence bu cinayeti (yada diğer cinayetlerle beraber) tek başına işlemedi ve bunlar ailece psikopat. Anneannenin cinayeti küçümsemesi ve aile fertlerinin cinayet koltuğundaki mutluluk pozları, bu ihtimali güçlendiriyor.



Geçenlerde tesadüfen, rahmetli Atilla İlhan'ın, Fena Halde Leman romanını okudum ve aklıma bu aile geldi. Roman kahramanı Leman Korkut, aslında bir Fransız revü kızı, bir çeşit travesti. Evlenene kadar erkek kılığında Paris'te gösteri yapıyor. Hamo dediği kocası da travesti düşkünü, zaten bu yüzden kadına aşık oluyor, başka bir travesti tarafından öldürülüyor. Hikayede kadın, bir lezbiyen olarak kaynanasına aşık oluyor. Filmi yada dizisi yapılsa (o diziyi de Netflix falan yapar herhalde) Türkiye dahil yüz küsur ülkede yasaklanı ama İlhan bu kitabı 1980'de yayımlamış. İşin doğrusu zenginler, Freunculuğun Süper Ego, yetmez ama evetçilerin mahalle baskısı dediği sosyal baskıyı daha az hissederler. Kimse zengin ve güçlü birinin yüzüne bir şeyleri söylemez. 



Hukukun tükendiği ülkelerde ise zenginler daha yüzsüz ve gösterişe daha düşkün olur. Çünkü iktidar yanlıları rüşveti kendilerine hak olarak görüp, zenginleri de dostları sanar. Onlar da bu ayrıcalıklarını göstermekten çekinmez.



Bu yüzsüz zenginleri yargılamanın ve onlardan kurtulmanın tek yolu, ülkeyi demokratikleştirmektir. Ülkenin diktatörleri ve oligarkları, makamlarını sağlamlaştımak adına bazılarını arada bir müseddere etse yada yargılasa da, daha kötüleri gelecektir. Demokrasi, tüm kötülüklere karşı etkili tek silahtır.



Yoksa Somali cumhurbaşkanının oğlu bile ülkenizde adam öldürüp, kolayca kaçar, gider.



8 Aralık 2023 Cuma

DAHA YEŞİL BİR TÜRKİYE DOĞASI İÇİN MANİFESTO



 1)Mangal yakmak, bunun için kurulmuş işletmeler ve tarla-bahçe olmayan özel mülkler haricinde yasaklanmalıdır. İşletmeler, yakılan ve söndürülen mangallarla ilgili olarak tutanak tutmalıdır.

2)Avcılık ve av sporu yasaklanmalı, tüm av silahları toplanmalı, sadece ihraç için üretilmelidir. Amatör olta balıkçılığında da tırıvırı, serpme ağ gibi tehlikeli yöntemlerden vazgeçilmelidir.

3)Havai fişekleri tüketimi ve ülke içinde satışı tamamen yasaklanmalıdır. İhracat harici üretimi ve depolanması da yasaklanmalıdır.

4) Geçmişe yönelik, imara açılmış ormanlar, otlaklar, tarım alanlarındaki binalar yıkılmalı, doğaya geri verilmelidir.

5)Artvin- Hopa'dan, Hatay-Samandağı'na kadar kıyılarımızdaki konutların %80 ve daha fazlası yazlık konut, yani 2. evdir. 2. konutların emlak vergisi hali hazırda, 1. evin 2 katıdır. Denize kıyısı olan ilçelerde, mülk sahibi il dışında ise daha fazla, ülke dışında ise çok daha fazla olmalıdır. Ayrıca pek çok mülk sahibi, bu mülklerini kayıt dışı kiraya vermekte.  Maliye bunu tespit için banka havalelerini inceliyor. Oysa bu evlerin elektrik, su gibi giderlerini ve mülk sahibinin nerede olduğunu tespit ederek, kira geliri kaçağı saptanabilir. Kıyı ilçelerinde, ikinci ve daha fazla konutlarında, kira alan mülk sahibi, orada oturmuyorsa daha fazla stopaj ve vergi alınmalıdır. Mülk sahibi yurt dışında ise, bu stopaj katlanarak artmalıdır.

6) Kanalizasyon artıma tesisleri arttırılmalı, arıtılmamış tek damla tık su, doğaya bırakılmamalıdır. Arıtılan atık sular da tarım ve ormancılık alanlarında kullanmalıdır.

7)Şehir çöpleri düzgünce ayrıştırılmalı, her türlü ambalaj atığı depozitolu olmalı, gıda artıkları, gübre ve yem yapılmalı, zehirli gaz üretmeyecek olanlar yakılmalı, geri kalanları da güvenli alanlarda biriktirilmelidir.

8) Şehirlerde yeşil alanlar artırılmalı,  bunun için gerekirse bazı kamu binaları yıkılmalı, bazı özel mülkler kamulaştırılmalı, sonra yıkılıp, yeşil alan veya tarım alanı yapılmalı.

9)Doğaya karşı işlenen suçlar, affedilmek bir yana, insanlığa karşı işlenen suçlar gibi geriye yönelik işletilmelidir.

6 Aralık 2023 Çarşamba

TEFLON TÜSİAD VE TEFLON KAPLAMALARI

 


Yıllar önce bir haberde, Amerikalı bir madya babası için teflon lakabı verildiğini yazmıştı. Yeni nesil teflon kavramına yabancı. Çünkü teflon tence ve tavalar, kanserojen olduğu için yasaklandı. Bu teflon kaplama, NASA'nın araştırmaları sırasında bulunmuş, en yüksek sıcaklıkta bile üzerine bir şey yapışmıyor. Yanmış ve yapışmış bulaşıklar, kadınların ve aşçıların kabusu olduğundan, bir zamanlar kadınların ve aşçıların favorisiydi ama daha öncede belirttiğim gibi, kanserojen olduğu için uzun süredir yasak. Yerini granit tava ve tencereler aldı.

Biz teflon lakabına gelelim. Bazı kişilere ne leke yapışıyor ne de yanıyor, onlar bir şekilde pisliğin ve pis işlerin tam ortasındalar ama tamamen masum kalıyorlar. Davanın adı Fatih Terim fonu ama Fatih Terim, şahit olarak dahi dava dosyasına dahil değil. Banka, jeoloji mühendisini işe aldığı yetmemiş gibi, iki yıl içinde, 24 (yirmi dört) yaşında şube müdürü yapmış ama kurumsal olarak suçlu değil. O müdürün odasına, ünlü futbolcular para dolu torba ve çantalarla girip, boş çıkıyor, KURUMSAL OLRAK suçlu değil. O müdürü tefecilik yapan İranlı dağa kaçırıp, tehdit edip, videosunu çekiyor ama kurumsal olarak suçlu değil.

Habur'da davul zurma ile teröristleri karşılayanlarda hele, hiç suç yok. Ortaliık ne kadat tam yetkili ve sorumsuzlarla dolu. Bunun bir de sistem sayesinde zenginleşip, sorumsuz olanları var. Onlar utanmadan Atatürklü bayram tebrikleri gönderiyorlar halka. Oysa kendileri bir zamanlar, malum dil olimpiyatlarının sponsoru değiller miydi? Dil olimpiyatları demişken, söz konusu örgütün iş adamlarının olduğu örgütten kaç kişi tutuklu kaldı, sorguluyor muyuz? Peki ya zararına rağmen malum gazeteleri yayınlamakta ısrar edenler kimlerdi? (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/nilufer-golenin-korosuradikal-yeni.html) Peki ısrarla o gazeteleri çıkaraknlar kimlerdi? (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/11/aydin-dogan-kimdir.html) (Dinç bilgin için ayrıca bir yazı gerekli)

Bu ülkede genelde bir grup iş adamına yada bazı kişilere hiç bir şey olmuyor. Hatta onlarda bir suç aramak dahi, kimsenin aklına gelmiyor. Birileri tüm bu süreçte daha zengin oluyor,  verdikleri vergiler giderek azalıyor, zekat yaa sosyal yardımlar ise reklam bütçesinden düşük. Vergiyi tabana yaymamalı, tavana yaymalı. 12 mart, 12 eylül, 28 şubat ve her fırsatta zengin olanlar sorgulanmalı. Ülkemizde zenginlerin üzerindeki bu teflon tabakayı kazımanın zamanı geldi, çünkü kanserojen. Medya zenginlerin vergilerini bile sorgulamıyor. Yıllarca kimlere, ne diye paralar yağdırdıkları sorgulanmıyor.

Çünkü onlar sadece iktidar yanlısı değil, muhalif basını da besliyor. Muhalif basına da ilanlar veriyor, sponsor oluyor. Muhalifler de sanıyor ki sadece beşli çete var. Peki seksenlerden beri kamu malını, özelleştirme adına ucuz ucuz alıp, işletmeyip, kapatanlar kimler? Onlar halen zenginleşmeye devam ediyor. Hatta reisin yanında elleri ceplerinde geziyor. Zira reis onları zenginleştirmeye devam ediyor. 

Bir sistemin asıl sahibi, o sistemin zenginleri, zengin olanları ve eskiden beri zenginleşmeye devam edenleridir. Sistemi asıl koruyanlarsa, bu zenginlere bir şey yanmasın, yapışmasın diye teflon kaplamalık yapanlardır.

5 Aralık 2023 Salı

NUTUK'UN İLK SAYFASI (1. bölüm/Samsun'a çıktığım gün umumî vaziyet ve manzara)



 1335 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye:

Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de mağlûp olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şerâiti ağır bir mütarekenâme imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler kendi hayatları endişesine düşerek memleketten firâr etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temîn edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyâsetindeki kabine âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı.

Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta...

İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilâyeti, Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da, İtalyan kıtaat-ı askeriyesi, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta ecnebi zâbit ve memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet, mebde-i kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 335’te İtilâf Devletleri’nin muvâfakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında, anâsır-ı Hıristiyaniye hafî, celî, hususî emel ve maksatlarının temîn-i istihsaline, devletin bir an evvel çökmesine sarf-ı mesâi ediyorlar.

Bi’l-âhire elde edilen mevsûk ma’lumât ve vesâik ile teeyyüd etti ki İstanbul Rum Patrikhanesi’nde teşekkül eden Mavri Mira Heyeti (Vesika: 1), vilâyetler dahilinde çeteler teşkil ve idâre etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşgûl. Yunan Salib-i Ahmer’i, Resmî Muhâcirîn Komisyonu, Mavri Mira Heyeti’nin teshîl-i mesâisine hâdim. Mavri Mira Heyeti tarafından idâre olunan Rum mekteplerinin izci teşkilâtları, yirmi yaşını mütecâviz gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmâl olunuyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira Heyeti’yle hem-fikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde teşekkül etmiş ve İstanbul’daki merkeze merbût Pontus Cemiyeti sühûletle ve muvaffakiyetle çalışıyor (Ves

3 Aralık 2023 Pazar

KİMİNLE KONUŞABİLİRİM BUGÜN-4 bin yıl önce yazılmış bir şiir (Afşar Timuçin-Düşünce Tarihi kitabından)





 4 bin yıl önce yazılmış bir şiir


Kiminle konuşabilirim bugün?
Arkadaşların içi kötü,
Bugünkü dostlar bilmiyor sevmeyi.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Herkes arkadaşının malını çarpmakta.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Aklı başında adamlar öldü gitti,
Vur kır sardı herkesin yüreğini.
Kiminle konuşabilirim bugün?
MeleK yüzlerinin altında şeytanlıklar,
İyilik her yerden kovuldu artık.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Yürekler doymak bilmiyor,
Kimse onurduymaz yüreğimden ,
Kiminle konuşabilirim bugün?
Doğru insanlar yok artık,
Yeryüzü kötülük edenlere bırakıldı.
Kiminle konuşabilirim bugün?
Artık dost most kalmadı.
İnsan gidip içini bilmediği birine açmalı...
Kiminle konuşabilirim bugün?
Sarıyor dünyayı günah,
Bir türlü sonu gelmiyor!

Afşar Timuçin - Düşünce Tarihi


2 Aralık 2023 Cumartesi

POPÜLİST SİYASETİN DEVLET MEMURLARINA ZORBALIĞI (SAĞLIKÇILAR VE ÖĞRETMENLER BAŞTA OLMAK ÜZERE)

 


Her zaman devlet hastanesine gidemiyorum arada mecburen özel hastanelere de gidiyorum. Özel hastanelerdeki doktor ve diğer sağlık görevlileri, sanki daha kaba. Uzun zamandır basında görülen çoğu çlümlü sağlık sıkandalı da özel hastanelerde oluyor. Oysa özel hastanelerde çok az kavga ve saldırı oluyor, mesela ben hiç duymadım. Bnenim çocuğum yok. Pek çok arkadaşımın çocuğu ve yeğenlerimden biri özel okullarda okuyor. Özel okullarda not şişirme olayı var ama öyle yat, mezun ol durumu pek yok. Aileler, başarıya göre okul seçiyor. Bu yüzden de sürekli deneme sınavları ve proje yaptırıyor. Oysa özel okullardan da saldırı ve kavga haberi gelmiyor.

Dikkat ettiniz mi, bu nefret hep kamu çalışanlarına yönelik. Sadece fizilsel değil, Ekşisözlük gibi sosyal medya kanallarından da yayılıyor. Ekşicilerin laflarına baksanız hepsi yılda en az iki kere yurt dışına çıkan, yüksek maaşlı beyaz yakalılar. Böyle kişiler her gün on saat nasıl internete bağlı kalıp, yirmi sayfadan daha uzun yazı yazabilir, dikkat edilmesi gereken bu. Bu sitenin kitlesinin kalitesi giderek düşüyor. Bir de bu sitede memurlara özellikle öğretmenlere ve doktorlara karşı nefret söylemi artıyor.

Bu nefret söyleminin asıl kaynağı Ekşisözlül faşan değil ama o da nefreti arttıran bir söylem. Asıl kaynak ise, iktidar oldu diye devlet memurlarını ve devleti kendi malı zanneden popülist iktidar anlayışı. Bu anlayış, iktidar partisi, üyesi yada yandaşı olunca, kendisini devletin sahibi sanıyor. Sadece iktidar yandaşları ile sınırlı değil bu konu. Siyasette, hele ki iktidar yanlısı siyasette kariyer yapan yada yapar gibi olanlar, nüfus ticaretine başlıyor. Ben şu mevkideyim, işinizi halletmeye yardımcı olurum diyor. İnsanlar, bu yakınlarına güvenip, devlet memurlarına zorbalık ediyor. 

Bu zorbalıktan en çok etkilene kesim sağlık ve eğitim personeli. Diğerleri de etkileniyor ama bu iki isim, doğrudan etkilenen isimler. Bunlar halkın doğrudan hizmet beklediği alanlar ama hizmetten çok ayrıcalık beklediği alanlar. Hastanede sıra belkemesin, her şikayetine tahlil yapılsın, okukda çocuğu en öne otursun, yanına sorunlu çocuk oturmasın, bol not alsın vesaire. 

Diğer memurlar da bundan etkileniyor. Mesela nüfus işlemlerinde veya diğer büro işlerinde sıra  beklemesin, trafik yada vergi cezaları görmezden gelinsin de ister. Bütün bu ayrıcalıkları kendisine hak olarak ister. İstediğini alamayınca sinirlenir ve  şiddet uygular.

Bu şiddet sadece orada ve o an olan sözel (tehdit, küfür vs), fiziksel şiddet değildir. Bu ayrıcalıklara ulaşamayanlar, sosyal medyada, Ekşi sözlükte falan o mesleği ve devlet memurlarını yerer, kara çalar. Çünkü sosyal devletin olmadığı toplumlar, kabile toplumlarıdır. Devlet demek, iktidardaki kabiledir ve iktidardaki kabile, devlet çalışanlarını kendisine köle olarak görür. İktidarda olmayan da, iktidar olamamanın acısını yaşar.

Son bir soru:  Bazı doktorlar dayağı hak ediyorlar diyenler, neden bazı askerler-polisler yada esnaf, dayağı hak ediyor falan demiyor?

29 Kasım 2023 Çarşamba

DİNSEL ZORBALIK VE ÇEŞİTLERİ

 




Dinsizlik sosyoloji ile o kadar çok yazı yazdım. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/dinsizlik-sosyolojisi.html) Uzun zamandır da aslında dinsel zorbalığa tepkileri yazdığımı anladım. Zorla güzellik olmuyor sayın okurlarım. İnsanlar her zaman zorbalığa tepki verir. Buna psikologlar  kaçma-savaşma davranışı diyorlar. Bu savaşma davranışı, kendisine saldıran yada saldırdığını düşündüğü varlığa, sırf tepki vermek için daha ileri gitmek anlamına da gelebiliyor. Yani din baskısı ile savaşan insanlar, Ateizmi seçebiliyor. 12 Eylül rejiminin getirdiği zorunlu din dersleri, Aleviler arasında dinsizliğin hyayılmasına sebep oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/azinlik-suclari-koku-ve-azinlik-ateizmi.html). Bazen kendi inancına daha çok sarılmasına da sebep olabilir. Emin Çölaşan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, Özal'ın, Amerika'da Mormonların propagandası sonrası daha da muhafazakarlaştığını anlatır.

(https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html) Şimdi bu zorbalığın türlerini, kendi tespit ettiklerim kadarı ile yazayım. (En hafifinden, en şiddetlisine doğru)

Zorbalık çoğu kez insanların yeterince korkup, sinmediyse, pskologların karşı şiddet dediği duruma sebep olur. Ben üniversitedeyken, Ülkücüler, Alevilere, Kürtlere ve genel anlamda herkese zorbalık yapardı.. Polis yada güvenlik, Ülkücülere kadar hoş görülüydü ki, üçüncü  kattan adama ttıklarında bile ceza almak bir yana, polise ifade bile vermezlerdi. Elele gezen çiftler yada gaylar da Ülkücülerin hedefindeydi. O yıllarda üniversiteler, PKK ve DHKP-C'nin eleman alım merkezi gibiydi. Şimdilerde öyle bir şey yok, çünkü onlar yüzünden özellikle taşra üniversiteleri boşalıyor, paralı gençler, özel üniversiteler gidiyordu. Şimdi ise gençliğin böyle şeylerle ilgilendiği yok.

1)Zoraki din eğitimi ve propagandası: Size sorulmadan din anlatmanız, insanlara saldırıdır. Devletin zorunlu din dersleri ve bu derslerin insanların ailelerinden öğrendikleri ile çelişmesi de bu saldırıyı yaralıyıcı yapandır. Bu yüzden de seksenli yıllarda Alevi gençler dinden koptular. Bunu iki binli yıllara Kürtler izledi. Aslında seksenler ve doksanlar gençliği basabayağı sağcı ve dindar yetişmişti. Tüm tarikatlar bu dönemde palazlanmıştı. Son bir yıldır, bir kaç okul değiştirince, garip bir tespitim oldu. Bir okulda din dersi ne kadar çoksa, dinsizlik o kadar çok artıyor. Şimdilerde imam hatipler bile, deist-panteist falan yettiştiriyor.

2)Dini keşfetmeye engel olmak: Öğrenimde çeşitli yaklaşımlar vardır. Sunuş yolu ile, buluş yolu ile, tam öğrenme, araştırma-inceleme, işbirlikçi öğrenme vs. Ülkemiz ve geri kalmış ülkelerin çoğunda en fazla sunuş ve en az buluş yöntemi tercih edilir. Misyonerler, tebliğiciler ve tarikatlar ister ki, dini sadece onlardan öğrenin, kendiniz asıl kaynaklara ulaşmayın. 

(https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/tarikat-nedir-2-neden-tarikatlara-uye.html)

Kuran'ın (tamamının) cumhuriyetin ilanına kadar Türkçe'ye çevrilmemesi tesadüf değildir. İnsanların dini kendileri keşfetsin istenmedi. Bu yüzden de şu anda bile Kuran'ın Türkçesinin okunmasına karşı çıkıyorlar. Kuran'ın Türkçeye çevrilemeyeceğini savunuyorlar. Oysa hadisler çok güzel çeviriliyor. O kadar ki Türkçeye özgü sesteşlik-benzerlik şakaları bile yapılabiliyor. Zaten din adamları nadiren ayet diyor, bol bol hadis diyor. Hadislerin ana kaynağı Kütüb-ü Sitte'yi de o kadar çok okuyan yok. Zaten Türkiye'de dini kitaplar, duvara dizilerek dindarlık göstersin diye alınır, dini kitaplar çok satılsa da, az okunur. Bazen dini kitapların dışı başka, içi başka olabilir. Bı konuda garip bir tecrübem olmuştu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/08/gazalinin-omuzundan-atilan-tufekler.html) Adam kendi kitabnı piyasaya İmam Gazali'nin ünlü bir kitabı diye atmış, önsözde de yalandan bir açıklama yapmış. Nasıl olsa dini kitaplar okunmuyor diye sallamış. Bu arada meşhur tövbe tutturan Menzil tarikatı, şeyhleri öldükten sonra üçe bölünmüştü, hatırlarsanız. Bu bölünmede her kardeş, kendi vakıflarının, tekkelerinin yanı sıra, kendi yayınevlerini de kurdu. Dini kitaplar aynı zamanda tarikatlara ödeme yapmanın bir yolu. Şu günlerde Saygı Öztürk'ün Menzil kitabını okuyorum. Çok ilgiç şeyler keşfediyorum. Kitap, ilk baskısını 2019'da yapmış, yani baba şeyhin ölümünden çok önce yazılmış. Aslında baba, daha ölmeden üç oğluna, üç tekke bırakmış daha doğrusu kurmuş. İlki Adıyaman'ın meşhur Menzil  (eski adı Durak) köyüne, sonra Sivrihisar'a ve en son Pursaklar'a. Yani burada çok önceden yapılmış bir plan var. Kitabı okurken, iktidarı devirmenin ne kadar zor olduğunu ve muhalefet olarak daha çok yolumuz olduğunu, psikolojimizin sağlam olması gerektiğini de anladım. Bu son cumhurbaşkanlığı seçimini ikinci tura bırakmak bile başarıymış. Tarikata yetmişli yıllardan beri teşvikler verilmiş, özellikle önü açılmış.

Tarikat demişken. Ben de 2004'de Ankara'da Yeni Yüksektepe (2023'de Aktiffelsefe olmuş) derneğinin kurslarına gidiyordum. Her cumartesi derneğin sözüm ona derslerini alıyorduk. Derslerde uzun süre Platon'u konuştuğumuzu ama hiç idealar alemi ve mağara mitosundan bahsetmediğimizi ne hatırlıyorum. Mağara mitosu ve idelardan bahsetmeden Plaron'u anlatmakta ciddi bir beceri işi. Üstelik bu uluslar arası New Akropolis örgütü, dünya çapında Sokrates tarikatı olarak anıldığı halde, Sokrates'ten de pek az bahsetmişlerdi, hatırladığım kadarıyla. Sonra Bagavat Gita, Buda ve benzeri     Hint efsanelerine yöneldi. Üye olmama bir kaç hafta vardı ki (dersler bitince, iki yada üç haftalık üyeliğe hazırlık kursu vardı), eski üyelerden birinin astroloji dersi vermesi ve astrolojik falları gerçek gibi anlatması ile gözlerim açıldı. Dernek açıldığından beri üye olanlar bile ders alanlar vardı ama derneğin asıl yöneticisi olan İspanyolar (Antonyo haca dediklerini hiç görmedim, ilk kuruşduğunda o varmış. Ankara'daki merkez ve Batıkent sorumlusu İzabel hoca dedikleri yetmiş-seksen yaşlarında bir ir kadındı. Her ikisi de İspanyol'du) hariç herkes ders alıyordu . Derneği Ankara'daki diplomatik misyonlar kurmuştu. Ben de dernekten ayrıldım. Bir kaç ay sonra Tempo dergisi konuyu manşetten patlattı. Dünya çapında örgütlü bu tarikat, Satanistlerle bir olup, Papayı bile tehdit etmiş.

Tatikatlar ve diğer din tüccarları sadece onların öğrenmenizi istediklerinizi ister. Sizin kendi gerçekliğinizi öğrenmenizi istemez.

                                          


3) Her yeniliğe direnmek, çıkarları uyuşunda teslim olmak: Doksanlara kadar tarikatlar, televizyon ve radyonun günah olduğunu savunuyordu.Doksanlarda Uzan ailesinin Star 1 (Star)  TV'den ve Kral FM'den başlayarak başarısı, FETÖ'den başlayarak tarikatları, kendii televizyon ve radyolarını kurmalarını sebep oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/08/uzan-ailesinin-ve-genc-partinin-siyasi.html) Şimdilerde bazı sosyal medya (Youtube-Tiktok-İnstagram vs) vaizleri, cemaatlerine takipçilerinin az olduğundan şikayet ediyorlar. Artık hiç bir tarikat, hele de doğrudan prtik faydaları olan yeniliklere karşı çıkmıyor. Öte yandan halen evrim teorisi ile problemliler. Mikro biyolojide evrimi inkar edemiyorlar. Bu karşı çıkılan yenilikler sadece bilim ve teknoloji alanında olanlar değildir. 1929'da mollara, cumhuriyet kurulmasına karşı çıkıp, Pehlevi ailesinin son İran şahlığını kurmasını destekledi. Elli sene sonra, 1979'da da mollalar, İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Yani her yenilik, önce dinsel iktidarların faydasına olacak şekle geliyor, sonra dinsel iktidar kabul ediyor. Değilse de kılıfına uyduruyor.Yıllarca faiz haram dediler. Baktılar ki faizssiz olmuyor,  önce faizi, basit muhasebe oyunları ile adını değiştirip, kar payı dediler. İslami bankalar (katılım bankaları) kurdular.


4)Kendini kutsal (ermiş-mehdi) ilan etmek: Bunu din alimleri pek nadiren de olsa kendileri yapar. Son peygamber öleli bin dört yüz küsur yıl olmuştur ama ölü bir peygamber, insanlara yetmemektedir. İnsanlar kendilerine doğrudan dini emir verecek birilerini beklemektedirler. Birileri de bu evliyalardan, ermişlerden para kazanmaktadır. Bu yüzden bunu sizinde kabul etmenizi istemektedirler. Bu kişilerin evliya olmaalrının  sebebi genelde soylarıdır. Peygamberin torunu Hasan'dan ise Şerif, Hüseyin'den ise Seyid'dir. Bazıları da halife Ebubekir yada Ömer'dir. Tarikatın ilk kurucu şeyhi de ne çileler çekmiş, ne kerametler göstermiştir. Oysa şu anki şeyh, lüks içinde yaşayan bir obezdir. Madem soya o kadar önem verilecekti, peygamberin öz torunları neden öldürüldü ve sonrasında şükür namazı kılındı? Üsteilk Sünnilik, Kerbela olayı sonrasında Yezid ve Emevi-Abbasi hanedanlığını desteklemedi mi?

Yıllar önce, daha Fetullah Gülen, Pensilvanya'ya gitmemişti. Genç bir muhabir, sonradan yetmez ama evetçi olacak Liberallerle dolu bir etkinlikte ona soru sormak için, Fetullah bey deyimce kıyamet kopmuştu. Muhabir (galiba kızdı) linç edilmişti Fetullah bey dedi diye. Hocaefendi denilmeliymiş, bey denmesi makamına saygısızlıkmış (ne makammış ama). Her iktidardan düşüş gibi, dini iktidardan düşüş de vardır.

Yetmez amacılar demişken, onlarla ilgili çok yazdım, en azından birini şuraya bırakayım: (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html)

Biz yıllarca zorunlu din derslerinde, günah çıkaran, afaroz eden, endülüjans satan papazları, Papaları kınadık. Başımıza tövbe ipi tutturan gavslar şeyhler çıktı.

5)Din adamı kıyafetleri giymek: Bu da kendini kutsal ilan etmenin bir yoludur. Dikkat ederseniz devlet memuru, cami görevlileri olan imamlar, bunu pek yapmaz (ben hiç görmedim.) Laikliğin uygulanmauan bir maddesi de, ibadethane dışında dini kıyafetle dolaşma yasağıdır. Ortaılkta cübbe, sarıkl ve şalvarlarla dolaşınca, bizim dini bilgimiz sizden fazla demeye getiriyorlar. Bu kıyafetlerin din kıyafetleri olduğu da nereden belli. Cübbe, neredeyse Babil-Sümer zamanından beri din adamı kıyafeti. Sarık ise İran kültürünün bir parçası. Ben, Muhammed'in hayatı boyunca cübbe, sarık ve şalvar giymediğine yemin edebilirim ama ispatlayamam. Hayatı boyunca en kuzey olarak Şam şehrini, en güney olarak da Yemen'i görmüş biri olarak, şalvar giyen birisini de görmediğine eminim. Zira daha çok Anadolu-Balkanlar'da ve köy yaşamına ait bir kıyafettir. Arapların halen bilmediği bir kıyafeti nasıl dinle özdeşletirildiğini de kimse açıklamıyor.

6)Olmadık yerde dindarlık şovları: Yol ortasında namaz kılmak, otoböylesi bir otobüs molalarında otobüsü geciktirme çabaları gibi şovlar, dinsel zorbalıktır. Ezan okunuyor diye herkesi susturma çabası da böylesi bir zorbalıktır. Son on yıldır, reisin mitingleri ile öğrendik ki, ezanlar, tam o saatli maarif takvimlerinde yazılan dakikalarda okunmak zorunda değilmiş. Savaş zamanlarında bile dakikasında okunan ezanlar, reis mitingleri söz konusu olduğunda ertelendi.  Bu tarikatçı takımının içine değil de, biraz içlerine girdiklerinizde, çoğu kez inadetlerinde o kadar da hassas olmadıklarını görürsünüz.

Diğer bir yandan Müslümanlar, namaz ve oruca olan hassasiyetlerini, zekata karşı göstermemektedirler.

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/dinsizlik-turleri-1-marksizm-ve-zekat.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/unutulan-ibadet-zekat-musluman-zekatta.html

Benim bu yazıyı yazdığım günlerde Fatih Terim fonu sıkandalı oldu. Daha öncesimnde de yüzsüz fenomenler sıkandalı oldu. Kimse de sormuyor ki, bu kişiler kaç kuruş vergi verdi, kaç kuruş zekat verdi, diye. Ramazanda ben orucum diye terör estirenler, Ramazan bayramı öncesi sadaka ve zekat üzerine niye hassaslaşmıyor. Bizde şeker bayramı denen Ramazan bayramına, Arap ülkelerinde sadaka bayramı deniliyor. Kurban bayramında tüm dini kurumlar post peşind ekoşuyor. Biri de demiyor ki, kurbanların ne kadarını dağıtıyor, ne kadarını derin dondurucuya atıyor diye de sorsanıza. Ayrına Fatih Terim fonuna işletilen absürt faize de kimse bir şey demiyor.

7)Dini yeniden tanımlama ve kimlik baskısı: Buna sen Müslüman değil misin, Müslüman şöyle mi yapar, böyle mi yapar baskısıdır. Bir de Aleviler namaz kılmalıdır baskısı vardır eskiden. (Halen de var, ara da bir hortluyorlar.) Biz hiç Sünniler şöyle olmalıdır, Şafiler böyle olmalıdır diyor muyuz? Müslümanlıksa Müslümanlık, dinsizlikse dinsizlik, size ne? Dini sizin istediğiniz gibi yaşamak zorunda mıyız? Her yılbaşı, tüm insanlığın yeni yıl heyecanına, yılbaşının ve Noel'in farklı şeyler olduğunu bile bile, Müslüman Nel kutlamaz diye insanları rahatsız etmek neden? Böyle boş tiplere dert anlatmaktansa, dinsiz olmak daha iyi.

Bu tanımlamanın bir etkisi de türbanlı kızlar üzerinde oldu. Pek çok muhafazakar, doksanların türbanlılarını özlemekte.  Onlar makyaj yapmaz, oje sürmez, uzun bir pardesü giyer, erkek arkadaş edinmez, daima erkeklere karşı çatık kaşlı olurlardı. Öyle türbanlılar mazide kaldı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/12/dinzsizlik-turleri-15-pardesu-ve-diger.html)

8)Din diye erkek egemenliği savunmak:  Bu daha önce de yazdığım bir konu (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-4-feminist-dinsizlik.html). Din adamları için erkeklik her şeyden önemlidir. Her türlü dini yorumu, erkekten yana yaparlar. Kuranın tamamında  ve sahih hadislerin çoğunda tecavüzün tanımı yoktur. Bu yüzden Müslüman ülkelerin çoğunda tecavüz, pratik olarak bir suç değildir. Mahkemeler zina suçu davası açar, recm cezası verilir. Erken beline, kadın göğsüne kadar gömülür. Böylece erkek kaçar, kadın ölür. Ayırca pek çok İslam ülkesinde, özellike Pakistan ve Afganistan'da, kadınların tek başına dolaşmasına, erkeklerden bağımsız bir hayat kurmasına engel olmak için din adamları taaruz dedikleri bu toplu tecavüzleri teşvik ediyor. Buna taaruz (  Arapça telaffuzu )diyorlar. İlk defa El Ezher müderrisleri tarafından icat edilmiş ama mücahitler tarafından Afganistan ve Pakistan'da yaygınlaşmış. Hatta bu toplu tecavüzlere artık çocuklar da dahil. Zira aktif homoseksüellik, homoseksüellik sayılmıyor. Erkeğin cinsel organı çalıştığı için, erkekliğin bir parçası sayılıyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/09/dinsizlik-turleri-5-homoseksuel.html) İstanbul sözleşmesinden çıkılması ve kadının beyanı esastırın yerini, delili esastırın alma sebei de bu konuda diğer İslam ülkelerine uyma çabasından olabilir.

9)Din adına fakirleşmetirmek ve bunu yaparken zenginleşmek: Din adamları genelde fakirlik ve çile övgüsü yapar. İlginçtir, Buda çok yemekten gut hastası olarak öldüğü, sırf bu yüzden Buda heykellerinde Buda'nın şişman ve gülerek ebtimlerindiği Budizm'de bile, Budist din adamlarının yarı aç yaşadığı manastırlar vardır. Din adamları, ilk çağlardan beri fakirliği över ve genel anlamda da onlardan geçinirler. Peygamberler ve evliyalar ne yoksulluklar, ne açlıklar, ne çileler çekmiştir, anlata anlata bitiremezler. Oysa tarikat şeyhleri yada din adamları, hem lüks içinde yaşar, hem zenginlerle ahbap olur, çocuklarını onlarla evlendirir, hem de devasa zenginliklerinin bırakın zekatını, vergisini bile doğru dürüst vermez. Vakıflarına yardım alırken, herkesten yardım alırlar ama kendilerinden olmayanlar acından ölse aldırmazlar. Afrika'da bir yerlerde su kuyusu açar, arka sokağında donarak ölen Afrikalı göçmen-kaçak işçiden haberi yoktur. O tarikatın fi tarihindeki büyüğünün fakirliğini iddia ederler ama tarikatın eski eserleri arasında devasa bir saray vardır.

10)Dinsel Akbudunlar ve Arap-Sami-BeyazAvrupalı vs ırksal üstünlüğü: İslamda ırkçılık yoktur kelimesi, sizi Müslüman edene kadar söylenecek bir yalandır. Araplar, kavm-i Necip, yani üstün kavimdir İslama göre. Yahudiler'de Yakup'un soyundan geldiğinden, başka bir Sami ırkı olarak, onlarla kuzendirler. İbadette Arapçayı zorlamanın amacı da budur. Bu gün dünya Müslümanlarının tahminen beşte biri Arap yada Arapça konuşan uluslar da olsa (Körfez Arapları onlara eksik Arap derler), her Arap Kureyş soyundan olduğunu söyler. Oysa bu soy, sadece Kerbela'da değil, Kerbela'dan çok sonra da birbirinin kanını döktü. Türkiye'de tarikatların şeyhleri de bir şekilde kendilerini Kureyş soyuna bağlama eğilimindedirler. Avrupalılar da, misyonerlerle Hristiyan yaptıkları toplumları din kardeşi olarak görmezler.

11)Din savaşları, yapmalar ve katliamlar: Bunu uzun uzadıya anlatmanın anlamı yok. İlk çağlarda, çok tanrılı dinlerde krallar genelde tanrıların soyundan geldiği için din savaşları olmazdı. Daha sonra kralların tanrı soyundan gelme iddiaları savunulmaz olunca,  yağma ve fetih için dini kullandı. Osmanlı, Balkanları Müslüman etmekte isteksiz kaldı. Hatta Kanuni, şeyhülislam'ı Ebu Suud efendi ile beraber Millet sistemini getirerek, kitlesel Müslümanlaşmanın önüne geçmiş, işine gelen elemanı devşirmiştir. Fatih, Arnavutların ve Boşnakların Müslümanlığını, Yeniçerilere devşirme şartı ile kabul etmiştir. Osmanlı, Hristiyanlardan da, Tanzimat'a kadar yüksek cizye vergisi almıştır. Avrupalılar da, köleleştirme ve kolay yönetme amacı ile pek çok sömürgesinde halkları Hristiyanlaştırmamıştır. Sömürgecilik tarihine bakıldığında genelde İspanyol ve Portekizlilerin, o da ilk fetih yıllarında halkı Hristiyan etme çabasına girdiğini, diğer milletlerin, hele de İngiliz ve Hollandalıların ise özellikle Hristiyanlaşmaya engel olduğunu görürüz. Yani din adına savaşlar, kıyımlar ve katliamlar sadece yağma bahanesidir.