14 Mayıs 2023 Pazar

ÜSKÜDAR'DAN SONRASI DA ZOR

 

M


eşhur atı alanın Üsküdar'ı geçmesi deyiminin arkasında, Osmanlı devletinin güçten düştüğü Celali isyanları dönemi vardır. Celalilerin önemli liderlerinden Karayazıcı'nın sloganı, Osmanlı; Üsküdar'dan öteye asker-vergi almasın'dır. Aslında genel anlamda bir İstanbul eşkıyası, Üsküdar'dan öteye geçti mi, izini kaybettirirmiş. Bu yüzden İstanbul'da büyük vurgun vuran soyguncular, Üsküdar'a varır, bir de at alıp, Anadolu'nun derinliklerinde kaybolurlarmış. Yani bu deyimi kullanmak, hırsızlığı itiraf gibi bir şey. Artık geri dönüşü olmayan kayıplar için kullanılıyor. Üsküdarı aşan eşkıyayı kimse aramazmış.

İkitdar da geçen ve daha önceki seçimlerdeki oldu-bittileri, atı alan Üsküdar'ı geçti diye anlatmıştı. İktidar partisinin, iktidarda kalma stratejisi, Üsküdar'ı geçme üzerine. Oysa bazı hırsızlar. Üsküdar'dan sonra da kovalanır. Çünkü  bazı hırsızlıklar büyüktür ve çalınan şeyin sahibinin unutmaya niyeti yoktur. Bu sefer atlıyı da kovalamak gerekir. Bu sefer gidişat ona doğru gidiyor. Deprem bölgesinden yayılan bir nefret dalgası var. Geçen yıl stadlarda başlayan Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganı, bu yıl hükumet istifaya döndü. Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganı, Fenerbahçe trübünlerinden başlamı, Beşiktaş, İzmir takımları, Galatasaray, Anadolu takımları ve derken Konya, Kayseri gibi iktidarın kalesi şehirlere sıçramıştı. Hükumet istifa da aynı sırayı izliyor, şimdilik Galatasaray durağında, diğer yerlere ulaşmasına da çok zaman yok. İktidara karşı öfke için artık muhalefetin kazandığı illere, mahallelere bakmaya gerek yok. İktidarın kalesi illerde bile görülebiliyor.

Seçimde gene bir seçmen bastırma olursa bile ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/adam-kazand-m-acaba.html ) halkın öfkesi azalmayacak. O gece olduğu gibi sokaklara dolduracağı silahlı kimseler de halkı sakinleştiremeyecek. İktidar partisi ve ortakları, seçimi atlatırsak, beş yıl rahatız diye hiç düşünmesin.

SABAHATTİN ALİ-10 ŞUBAT 1947 MARKOPAŞA DERGİSİ YAZISI



 Biz istiyoruz ki, bu memlekette yapılan her iş, üç beş kişinin çıkarına değil, bu toprakları dolduran milyonların yararına olsun. Herhangi bir karar alınırken, İzmir’deki ortak tüccar, İstanbul’daki ortak milyoner değil, bu kararların altında beli bükülen, çoluk çocuk inleyen yığınlar göz önünde tutulsun.

Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Bu iş incelenirken, koltuğuna ısınmış beş on hazır yiyicinin menfaati, keyfi değil, milletin hayrı düşünülsün. Ve insanları sahiden insan eden ve o en büyük nimet hürriyet, riyakar ağızlarda ‘adam avlama yemi’ olarak kullanılmasın.
Biz istiyoruz ki, bu topraklar ve onun üzerinde yaşayan insanlar hiçbir yabancı devletin oyuncağı olmasın. Bir karış toprağımıza, bir tek vatandaşımıza, bize göz dikilmesin. İster orduya dayanarak, ister bankaya dayanarak, ister dost görünerek, ister düşman görünerek, bu topraklarda kendi çıkarlarını yerleştirmeye uğraşanlara yüz verilmesin. Dünya işlerinde politikamız, şunun bunun kölece peşinden gitmek değil, bu milletin selametini en iyi sağlayacak yolları müstakil olarak seçmek şeklinde kendini göstersin.
İşte biz sadece bunları istiyor ve böyle düşünüyoruz.
Eğer böyle düşünmek ve bunları istemek bir suçsa, hemen haber versinler, bu suçu işlemekten, yazmaktan, söylemekten vazgeçelim.
Yok, bunlar suç değilse, o zaman bize açık veya sinsi yollardan kahpece vurmaktan vazgeçsinler. Çünkü namuslu insanlar, bu kadar kirli yollardan gitmeye lüzum da görmezler, tenezzül de etmezler.

*Sabahattin Ali’nin 10 Şubat 1947’de çıkan Markopaşa yayınındaki yazısından..

13 Mayıs 2023 Cumartesi

NOMENKLATURA'NIN TASFİYESİ VE DEĞİŞİMİ

 




Filozof ya da felsefeci çocuk gibi olmalı, everen ile ilgili hayretini hep korumalı denir. Ben de çocuklar gibi, yeni öğrendiğim kelimeleri cümle içinde kullanmayı seviyorum. Nomenklatura denen bu telaffuzu Türkçe'de zor kelime, egem sınıf ya da elitler demekmiş. İlk olarak ilginç bir şekilde, Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku için kullanılmış.Yazarı Rusya'dan topladığı bilgilerle batıya kaçan bir KGB ajanı ama yayıncı ve çevirmeni de antikomünist ve uzun bir dipnotla, komünist olmayan ülkelerde nomenklaturanın istisna olduğunu uzun bir dipnotla açıklıyor. Oysa her rejimin nomenklaturası vardır. Bu nomenklatura da sık sık değişir. Ülkede yüz yirmi kadar aile 1923, bir o kadarı da 1950'den itibaren 2002 ve hatta daha sonrasına kadar babadan oğula milletvekilliğ devşirdi. 1999'dan itibaren güç kaybeden bu nomenklatura, 2002'den itibaren de azaldı.

2013'den ve hatta daha öncesi 2002'den beriberi giderek azalan nomenkletura, eskinin muhafazakarları, sağcılarını ve hatta iktidar unsurlarını da içeriyor. Bu unsurların tasfiyesi o kadar yavaş ve sinsice ki bu unsurların pek çok üyesi de tasfiye sırası kendisine gelmedikçe, bu tasfiyeyi anlamıyor. En başta Ülkücüler. Ta 20022den beri kamu kuruluşlarında Ülkücü yönetici tasfiyesi var ve bu AKP-MHP ittifakında da değişmedi. AKP, ortağını yatıştırmak için bazı küçük idarecilikleri Ülkücülere verdiyse de, kilit noktalarda ülkücüler çoktan tasfiye edildi. Sedat Peker'in yurt dışına kaçması, muhalif cepheye geçmesi, Sinan Ateş cinayeti hep bu tasfiyenin ürünü. Üstelik bence bu tasfiye, Alparslan Türkeş'in ölüp, partinin başına Devlet Bahçeli'nin geçmesine kadar uzanıyor. Bahçeli'nin başkan olmasının ertesinde, Antalya, Akdeniz üniversitesinde olan olaylardan sonra pek çok Ülkü ocağı kapanmış, Ülkücüler de sokaklardan çekilmişti. Öte yandan da pek çok üniversitede, Kürt ve Alevi öğrencilere zorbalık eden Ülkücüler, rektörler ve Kredi Yurtla müdürlüğünce pasifise edilip, dağıtılmıştı.Sinan Ateş cinayeti, 1972'de işlenen Ali Balseven cinayeti ile aynı benzerlikleri içeriyor. Alparslan Türkeş'in, davadan döneni  vurun sözünü, bizzat Balseven'in öldürülmesi için verdiği iddia edilir. Balseven  cinayeti bugün unutuldu. Sinan Ateş cinayeti de depremle beraber unutulmaya başlandı. Ali Balseven cinayeti, MHP'de Atsızcıların tasfiyesi, Sinan Ateş cinayeti de klasik Ülkücü tiplerin tasfiyesi anlamına gelmektedir. Balseven'in Alevi, Ateş'in Atatürkçü kimliği de katledilmelerinin sebebidir. Sedat Peker'in muhalif tarafa geçmesinin sebebi de tasfiyeye direnmesidir. Bu tasfiye sessiz ve sakin olmalıdır çünkü halen sağcıları sokaklarda temsil edecek yeni oluşum yoktur. Bu yeni oluşumlarda Ülkü ocaklarında gelişmek zorundadır çünkü kimse eline kan bulaştırmak istememektedir.

Sağ nomenklaturadan başka tasfiyeler de var. Biri bayağı belli oldu, konu Süleymancılar. Yıllarca neredeyse Diyanetten daha fazla Kuran kursu ve öğrenci yurdu işlten bu tarikat, şimdilerede sessizce tasfiye ediliyor. Bu tarikatın bir kaç yurdu geçen yıl polis zoru ile boşlatılmıştı. Süleymancılar 2002'e kadar ANAP'ı, sonrasında MHP'yi desteklemesi, öncesinde imam hatip liselerini kendi kuran kurslarına rakip gördükleri için desteklememeleri, diğer tarikatlarla da iktidar mücadelelerine girmelerinden dolayı sevilmiyorlardı. Gene de binlerce hafız yetiştiren, yüzlerce öğrenci pansiyonu olan bu örgütü silmek kolay olmuyor. Bürokraside üzt düzey Süleymnacı kalmadı gibi. Diğeri de Nurcuların tasfiyesi. Sadece Fetö ve okuyucu Nurcular değil (Kırkıncı Hocacılar, Yeni Asyacılar vs), yazıcı Nurcular da (Dilara grubu, Hüseyin Penbe vs) yavaş yavaş tasfiye ediliyor.

Onların yerine İsmail Ağa ve Menzcilciler geliyor. İlginçtir onlar da Nakşibendi kökenli. Süleymancı yurtları, sessizce (ve biraz da gizlice) onların eline geçiyor. Süleymancılar ve Nurcular, kısmen daha ılımlı gözüken ve sağcı-dindar kitle için daha sevimli tarikatlardı. Şimdi ise dincilik, halkı sevimsiz yüzüne alıştırma derdinde. Bu iki tarikat, son depremde de görüldü ki Nurcular ve Süleymancılar kadar örgütlü değil. Bu son deprem, devlet kadar, devleti ele geçirmeye çalışan bu iki tarikatın da güçsüzlüğünü ve örgütsüzlüğünü gösterdi.  Başka bir sorun da, yıllarca Nurculuk ve Süleymancılık sayesinde mevki kazanmış kişilerin emnuniyetsizliği.

Gene de iktidar, bu din nomenklatura  değişiminde kararlı. Kendisi o helalliği Adıymanlılardan istemedi, tarikatın adını aldığı, Kahta ilçesindeki Menzil köyü ve civarındaki tesislerde yıkılmıştı. O helalliği Menzil tarikatından istedi.


12 Mayıs 2023 Cuma

DEDİKODU, KOMPLO TOPLUMU

 


Ben bu dedikodu  meselesini daya yeni yazmıştım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/02/dedikodu-cihadi.html ).  Daha geniş olarak almaya karar verdim. Çünkü dedikoduculuk ülkemiz için ciddi bir mesele. Çünkü ülkemizde uzun süren, yoğun dedikodular, gerçek gibi algılanıyor, hatta yanlışlığı kesinleşse bile gerçek muamelesi görüyor. Çünkü dedikodu toplum için bir ceza yöntemi. Çoğu kez amaç o kişiyi incitmek, yaralamak ve itibarına zarar vermek. Linkini verdiğim eski yazımda da belirttiğim gibi çoğu kezde planlı yapılan bir iş. Üstelik fazlası ile de etkili.

2017 KPSS'ni hatırlayalım. seksen milyonluk ülkede beş milyon kişi sınava girdi. Sebebi de FETÖ'den atılanlar yerine yeni personel alınacağı dedikodusuydu. Oysa atılanların yarısı kadar bile kamuya personel alınmadı. İktidar partisinin tabanının, dedikodular ve onlardan oluşan efsanelere inanmaya aşırı eğilimi var. Bir kere sınıfta öğrencilere bir youtube kanalının, bor madeni videosunu izletmiştim.  Maden mühendisleri odası, İzmir şube başkanı konuşuyordu. Öğrencilerden biri, hani çıkaramıyorduk, yasaktı dedi.  Türkiye, zaten en büyük bor rezervine sahip ülke olarak, zaten dünyanın en çok bor üreten ülkesi. Sonra 2023'de Lozan bitecek masalı, ahan da 2023 geldi. O zaman iktidardaki birileri bunun yalan olduğunu söyledi ama halen inanan var. Neyi bekliyorlar, 19 Ekimi mi 24 Temmuzu mu (antlaşmanın imza tarihi)?

Dedikodular, çoğu kez bir katliam ya da saldırı öncesinde gerçekleşir. Amaç eylemi faşizanca meşrulaştırmaktır. Mesela Çorum katliamından önce yakıldı denilen cami halen ayakta ve katliamın olduğu gün, o cami minaresinden Alevi halka ateş açıldı. Zaten şehrin Sünni ve Sağcı halkı da bunu biliyordu. Katliam için ilk önce Pol-Der'li ve Solcu olmasından şüphelenen polisler, topluca Kayseri'ye sürülmüştü.



Bu dedikoduların yalan olduğu çok sonra açığa çıktı. Tıpkı 6/7 Eylülde provakasyonu Komünistlerin çıkarmadığının, provakasyonun bizzzat Demokrat partililerce ve Menderes'in emriyle yapıldığının, 27 Mayıs darbesinden sonra çıkması gibi. Üstelik gayrı müslümlerin çoğu Demokrat partiye oy vermiş ve pek çok Demokrat partili gayrı müslüm milletvekili varken.

Gezi sürecinde camide içki içilmesine ilişkin video halen çıkmadı ve çıkmayacak. HDP'li belediyelere kayyum atandı ama HDP'ye bir soruşturma açılmadı. Bu  bir saldırı taktiğidir. Soruşturma açtıklarında ve bir ceza vermediklerinde ya da ceza verdiklerinde her şey kapanmış olacak. Oysa böyle, nefret üretme süreci devam edecek.  Dedikodular sadece nefret duygularını diri tutmaya yarıyor. Son olarak AHBAB ve Oğuzhan Uğur'a saldırılarıda bu anlamda ele alalım. Dernekler hakkında soruşturma açmak daha kolaydır. Eskiden biraz zordu. Bu yüzden dernek lokallerinde kumar oynanır, ruhsatsız alkol satışı yapılırdı. Şimdilerde bu işler, Ankara'da üç oda, bir salon genel merkezi olan, kimselerin adını duymadığı bazı sözde siyasi partilerin, il-ilçe başkanlıklarında yapılıyor. Şimdilerde polis yada jandarma savcının telsiz emriyle, anında baskın yapılabilir. Mali polis,  hem derneklerin, hem de partilerin tüm mal varlığını, gelir-giderini soruşturabilir.



Burada ne HDP, ne de AHBAB-PİNC masumdur demiyorum, devlette iktidarsın. Gönder maliye müfettişlerini, mülkiye müfettişlerini, polsini, jandarmanı araştır. Devlet dediğin dedikodu yapmaz, iddialarını araştırır. Ülkemiz dedikodu toplumu olduğundan, iktidarlar da toplumu hukukla değil, dedikodu ile yönetiyor.

7 Mayıs 2023 Pazar

BOĞA BOĞA FİLMİ SICAK GÜNLER'DE LİNÇ KÜLTÜRÜ

 


Boğa Boğa filmini taze izlemişken, kendi yorumumu yazmaya karar verdim. Her iki filmi de izleyenlerin pek çoğu, nesini benzettiğimi anlamamış olabilirler. Her iki filmin konusu da linç de suçu anonimleştirme. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/kurak-gunler-ve-suru-davranisi.html ) Filmde Kıvanç Tatlıtuğ'un oynadığı Yalın karakterine saldırılar bireysel gibi de görünse, sürü davrnışı. Yalın karakteri bir Ponzi dolandırıcılık sisteminin görünen yüzü ve sürekli hedef oluyor. Ponzi denen kitlesel dolandırıcılık sistemlerine girenlerin çoğu gönüllü girer ve bu sistemlerde paranızı son anda çekerseniz çok para kazanırsınız. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/elon-musk-bitcoin-yimpas-kombasan-ve.html ) Bu son an çoğu zaman kaçırılır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/01/kandirilmanin-kabul-edilebilirlik_21.html) Para yatıranlar kandırılmış değildir. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/05/dolandiricilari-ve-dolandiriciligi.html ) O sadece zamanlama hatası yapmıştır. Jet Fadıl diye biline Fadıl Akgündüz, her seferinde yüzde seksen aynı kişilerden vurgun vuruyor. Çünkü pek çoğu, parasının bir kısmını kurtarıyor. Ponziye para yatıranların pek çoğuna dikkat edin, etrafındaki arkadaşları sisteme yönlendirir. Titan saadet zinciri gibi bazı pomzilerde birilerini davet etmen, kazanman ya da daha çok kazanman için şarttır. Titan gibi illa sisteme birilerini sokman gerekenler olduğu gibi, bayilik adı altında, yiyecek, makyaj malzemesi veya başka şeyler satan ya da satıyormuş gibi yapan ponzilerde de sisteme yeni kişiler katarak, kazancı arttırabilirsin. Oysa bazı ponzilerde, sisteme birilerini davet etmenin herhangi bir kazancı ( görünürde) yoktu. Bunu yapmalarının temel sebebi, sistemin yaşaması ve ilk katıalanların daha fazla katılması için, katılımcı sayısının çok olması gereklidir. 

Filmde oyunculuklar dört dörtlük. Hele Kıvanç döktürüyor. Oysa çarpışma dizisindeki kötü oyunculuğunu bayağı eleştirmiştim. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/carpisma-ve-diger-mafya-derin-devlet.html ) Kıvanç'ın Erkan Baş'a benzediği makyaj ve saç-bıyık sitili de, hem Onur Saylak'ın Türkiye İşçi Partisinden aday olması ile ilgisi var mı acaba? Tatlutığ'un bu makyajı kabul etmesi, sadece jön değil, karakter oyuncusu olmaya karar verdiğinin de göstergesi. Sadece bu kötü makyaj değil, böyle ünlü bir jön olmasına rağmen, Yalın gibi ezik bir karakteri oynaması da bir cesaret işi. Filmdeki Yalın, filmin sonuna az kalaya kadar karısının kontrolünde. Jıvanç'ın eşini oynayan Funda Eryiğit, filmin gizli başrolü. Filmde Yalın, tutuksuz yargılandığı ponzi olayından dolayı hedef. Onu tek kıstıranlar, ya öldürmeye kalkıyor ya da jandarma astsubayı gibi tehdit ediyor. Filmi izlediğinizde Yalın'ı tüm bu linçlere gönderenin karısı olduğunu göreceksiniz. (Ben filmin sonunda anladım) Filmin ucu açık sonla bitmesi de enteresan.

Filmin en dikkat edilesi karakteri jandarma astsubayı. Kayıp birinin dosyası nasıl böyle birdenbire kapatılır ve o kayıp ile son görüşen, üstelik o kayıpla husumet sebebi varken? Astsubay da nasıl olsa karşıya (Yunanistan) gemiştir, diyor. Demek ki linç için kışkırtanlar, bazı kayıpları göze almış.

Bence film, sık sık izlenecek, son yılların entellektüel ağırlığı en yüksek filmlerinden biri. Özellikle linç kültürünü çok iyi anlatıyor. Ben bir daha izleyeceğim, çünkü görmediğim ayıntılar var. Hiç bir linç girişimi, bireylerin veya kitlelerin anlık gafleti değildir. Bunu bu blogda daha önce de yazdım:

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/ahmet-kaya-olayi-orneginde-progrom-ve.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/03/maras-corum-sivas-ve-diger-katliamlar.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/maras-katliami-konusunda-konusulmayanlar.html

4 Mayıs 2023 Perşembe

LİBERALLERİN KÜRT, ULUSALCILARIN ALEVİ SEVGİSİ

 


2010 Yetmez ama referandumundan sonra iktidar blogunca dışlanan ( şu anda iktidarda bence  (ve hemen hemen herkesçe) bir koalisyon var. ), 15 temmuzdan sonra hapse girmeyenlerin ölü taklidi yaptığı liberal yarı ünlüler (genç nesil adlarına çok yabancı ve kitaplarının çoğu anca sahaflarda bulunabiliyor), Yeşil Sol Partinin adayları olarak birdenbire ortaya çıkıverdiler. Liberallere liberal sol diyorlar da, neleri solcu belirsiz. Sermayeden ve devletten yanalar, çevrecilikten nefret ediyorlar. Homofobi ve feminizm düşmanlığına tepki göstermiyorlar. Neleri sol bunların? (  https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/liberalleri-lincetmeyin-onlar.html)  Ha, bir Kürt sevgileri var. Bu sevgileri onların Türk yerine Türkiyeli sözünü yaygınlaştırmalarına sebep olmuştur. Aslında liberaller, genel anlamda azınlıkları severler. Özellikle Ermeniler ve Kürtler gibi isyana meyilli olanları. Türkiye'de Ermeni çok az kaldı. Diğer taraftan liberallerin azınlık sevgisinin neden Alevilere sirayet etmemesi de ilginç. Hatta ara ara nefretlerini gösteriyorlar.



Yaklaşık on beş yıldır yavaş yavaş çoğalan yeni nesil milliyetçiler olan Ulusalcılar da çok iyaygın bir Alevi sempatisi var. Bunun sebebi de basit. Türkleri orta Asya'ya bağlayan en sağlam kültür Alevilik. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/dedem-korkut-ve-alevilik.html ) Bunu Osmanlı'da biliyormuş ve Yazıcoğlu Ahmet Bican, Dürri Meknun adlı kitabında bunu yazmış. Bu yüzden Pir Sultan Abdal bir şiirinde Dürri Meknun'u oku diyor. Diğer yandan da tengriciliğin Anadoluda köken aradoğında da karşısıa sadece Alevilik çıkıyor. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/dinsizlik-turleri-3-soven-dinsizlik-2.html) Diğer yandan da İslamcılık karşısında en büyük yardımcıları da gene Alevilik.



İslamcılığı Alevilikle mücadelesi, liberalleri, açıkça söylemese de, Alevilere olan nefretinin sebebidir. Siyasal islamın Türkiye, Suriye, Lüban ve Kuzey Irak'ta istediği hedeflere ulaşamama sebebidir. Liberaller ve sömürgecilerin tarih boyunca en büyük işbirlikçileri tarikatlar ve dini kullananlar olmuştur. Tarikatlar da, kökeni Sibirya inançları olan Aleviliğe en başından beri düşman olmuşlardır. Liberaller de hep siyasal İslamcılarla, tarikatlarla el ele yürümüşlerdir.



İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer şudur ki, dünyadaki Kürtlerin ve Türklerin yaklaşık yüzde onu Alevidir. Türkiye'de Alevilerin üçte biri kadarı da Kürttür. Bu yüzden özellikle Ulusalcılar, Kürt Alevisi-Türk Alevisi ayrımı yaparlar. Kürtte olsa Aleviyi sevmeyen Kürt ya da Türk de olsa Aleviyi sevmeyen pek çok Türk vardır. Oysa Aleviler kendi aralarında Türk-Kürt ayrımı yapmaz. Kürt Aleviliği ile Türk Aleviliği arasında çok fazla ayrım da yoktur. Ben yarım yüz yıllık yaşımda, tanıdğım insanlardan görebildiğim iki fark vardır.Türk Alevileri alkolü çok sever. Hatta eskiden cem ayinlerinde şarap içerlermiş. Son yıllarda Sünni gelin ve damatlar çok olunca bundan vazgeçmişler. Genel anlamda da kadınlı-erkekli alkol tüketimini seviyorlar. Kürt Alevilerinde alkol, klasik Anadolu insanında olduğu gibi, yetişkin erkeklerin, yalandan da olsa gizli içtiği şeydir. Buna karşın Kürt Alevileri de gusül abdestini bilmez. Bu ayrım, çok da kesin bir ayrım değildir. Kürt Alevilerinde alkol seven ya da gusül abdestini bilmeyen Türk Alevisi bulmak da mümkündür. Aleviler, kendi aralarındaki farklara saygılıdır. Esasında Alevilik, Türklerin Sibirya'dan kalma  inançlarına İslam boyası ile boyanmasıdır. Diğer toplumlar da Aleviliği, Türklerden öğrenmiştir. Türkiye'de ve bir şekilde Anadolu Türkleri ile ilişkili hemen hemen her Müslüman etnik grubun (Sebataycılari Boşnaklari Arnavutlar, Romanlar vs) az da olsa bir Alevi topluluğu vardır.



Kürtler, liberaller ile sürekli dirsek temasındayken (gene de liberalizme ideolojik olarak uzakken), Aleviler ulusalcılara şüphe ille bakar. Her iki ideoloji de kendisini sol gibi göstermeye çalışan  I(bazen de hiç upraşmayan)sağcı ideolojidir ve Türk sağının Aleviler ile ilgili her zaman sorunu vardır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/sagcilarin-alevilik-sorunu.html ) Biri, yani ulusalcılık düpedüz faşistken ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/ozde-fasizmin-14-temel-ozelligi-dr.html ), diğeri de her tülü faşizan işbirliği ile her an işbirliği yapacak kadar yavşaktır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/01/popper-soros-veliberal-kapitalist.html ) Hatta daha önce yapmışlardı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/03/liberalleri-lincetmeyin-onlar.html ) Aslında sorun, emperyal hevesler uğruna her yolun mübah olmasıdır. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/fasizmin-ve-emperyalizmin-yalan-asklari.html ) İdeolojilerin azınlık aşkları yalandır. Azınlıklar kendilerine bir yol çizmelidir.



30 Nisan 2023 Pazar

BİR KAÇ KİTAPTAN IRAK'TA KÜRTLER VE TÜRKMENLER SORUNU ÜZERİNE






Bu yazmak ilk önce Aziz Nesin'in Irak ve Mısır gezi yazılarını okuyunca başladım. Aziz Nesin, Irak'ı anlatırken, Türkmenlerin sorunlarına, Kerkük'ün bulunduğu ilin adının, tam da Türk yetkililer geldiği gün El Tamim yapılmasına, Kürtlerin isyanına değinmiş. Kitabın bir yerinde, şair Hasan Hüseyin Korkmazgil'in, Bağdat Basra Yollarında kitabına atıf yapıyor. Ben de bu kitabı hep merak ederdim. Kitabın yeni basımı yok. İnternetten buldum. Önce Aziz Nesin'in Irak ve Mısır gezilerini anlattığı kitaptan bahsedeyim. Nesin, Asya-Afrika  yazarlar birliğinin üyesi olarak Mısır ve Irak'a gidiyor.Altmışlı, yetmişli yıllar, Arap ülkelerinde fırtınalı yıllar. Gerçi orta doğu da ne zaman sakin yıllar oldu ki? Bu yıllarda, Arap yarım adasının kuzeyindeki ülkelerda arka arkaya askeri darbeler, darbe teşebbüsleri ile geçen yıllar. Bu dönemin moda ideolojisi BAAS. Aziz Nesin pek bu BAAS sosyalizmine sempati duymuyor. İşin doğrusu Türk sosyalistlerinden hiç biri sempati duymuyor. Zira BAAS'ın sosyalizmle bir ilgisi yok. BAAS ve Afrika devletleri için sosyalizm, Ruslardan yardım almak ve zenginlerin malına devlet adına el koymaktan ibarettir. Hıfzı Topuz, UNESCO adına gezdiği ve gazetecilik eğitimleri verdiği Afrika ülkelerinde sosyalizmin sadece adını var olduğunu sık sık yazmıştır. (Elveda Afrika, Hoşçakal Paris'i özellikle okumanınızı öneririm.) Nesin de büyük ölçüde bunun farkında. Bununn da sebebi, üyesi olduğu Asya-Afrika yazarlar birliğindeki ilişkiler. Mesela dönem başkanı Mısırlı yazarlar bir anda birlikten çıkıyor. Yom Kippur savaşını kazanmış ya da bazı yazarlara göre de pek kazanmamış, gene de İsrail'in yüz ölçümümün %60'ını oluşturan Sina yarımadasını İsrail'den geri almış; Nil üzerine devasa Aswan barajını Sovyetler Birliğine yaptırmış ve artı Sovyetlerden alacağını almış olan Mısır, batı bloguna geçmeye karar vermiştir. Mısırlı yazarlar da Asya-Afrika yazarlar birliğinden çıkacaktır. Irak'da görünürde sosyalisttir ama bir anda her şey değişebilir. O sırlarda Irak'da Saddam henüz her şeyin başı değil. O dönem federasyondan yana. (Bunu Hasan Hüseyi Korkmazgil yazıyor.) Aziz Nesin, Korkmazgil'in kitabından çok az bahsediyor.
Korkmazgil'in kitabı son derece ilginç. Kendisi 1975 yılının Mirbet şiir mşhricanına davet ediliyor ve katılıyor. O yıllarda da şöhretinin doruğunda. Her yıl bir şiir, bir öykü, bir de çocuk kitabı yayımlıyor. O yıllarda bir kaç kere de Batı Almanya'ya gitmiş. Doğu ülkelerini merak ediyor. Sırf bu yüzden Batı Almanya üzerinden değil de, Beyrut üzerinden gidiyor Bağdat'a. Sırf Beyrut havaalanını görmek için ve mümkün olduğunca çok şey görmek için erkenden gidiyor. (İyi ki de öyle yapıyor, zira ertesi yıl Lübnan iç savaşı başlayacaktır.) Irak'a erken gittiği gibi, geç de dönüyor. Sebebi de Iraklılar onu göndermek istemiyor. Zira Türkiye'de BAAS rejimine sempati çok az. Aziz Nesin'in yazdığına göre BAAS'ın anlamı, bütün Araplar tek millettir cümlesinin baş harfleri. Sovyetlerden yardım aldıkları sürece sosyalist bloktalar. Genel anlamda da BAAS rejimlerinin ülkelerine bir şey kazandırmadılar. BAAS rejimleri altında Arap ülkeleri siyasi açıdan birleşemedikleri gibi, ortak strateji ya da politika da üretemediler. Bir Arap NATO'su ya da ekonomik birliği, ortak pazarı kuramadıkları gibi, olası iişbirlikleri de karikatürize kaldı. Türkiye'nin eski Sovyet devletleri ile kurduğu Türk soyu birliği bile, BAAS'ların sözde birleşik devletlerinden (Bir ara Mısır, Suriye ve Ürdün, kağıt üzerinde birleşmişti Bu yüzden Mısır'ın adı uzun süre Birleşik Arap Devleti olarak kaldı.) daha fazla iş yaptı. Mekezi Kahire'de bulunan Arap birliği,  doksanlarda Turgut Özal'ın öncülüğünde Karadeniz İşbiriği Paktından daha zayıf kaldı. (Bu kağıt üzerindeji iş birliği, Rus-Gürcü ve Rus-Ukrayna savaşlarını en azından uzun süre geciktirdi) Ekonomik olarak da BAAS pişmanlık oldu.  Hele Libya, o petrol zenginliği ve o az nüfusla, Akdeniz'in Katar ya da Abu Dabi'si olabilirdi.( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/12/libyanin-yakin-cag-tarihi.html) Şu an BAAS sadece, o da iç savaşın sürdüğü Suriye'de iktidar.
Hasan Hüseyin  Korkmazgil, işin bu tarafını görmüyor, çünkü Irak hukümeti göstermiyor. Kendisi ülkenin yoksulluğunu sadece hazreti Hüseyin'in türbesini ziyaret ederken görüyor. Türbenin kubbesindeki kilolarca altın ve ziyaretçilerin yoksulluğu tam bir tezat oluşturuyor. Onun dışında bol bol Irak kültürü tanıtımı var. Mesela Suriye-Irak bölgesi zannedildiği kadar kurak değil. Devasa Asi nehri, Lübnan dağlarından doğuyor, Suriye'nin batısı boyunca akıp, Hatay'da Akdeniz'e dökülüyor. Nehrin tüm suları Lübnan dağlarının karı değil. Irak'ın da Nisan-Mayıs aylarında aşırı yağış alıyor. Ciddi bir tarım ve hayvancılık kültürü var ki, aşağı Mezopotamya olarak tarımın başladığı ülke burası. Bizde sadece beyaz pirinç var (son yıllarda bazı lüks market raflarında esmer pirinç de görülmekte), orada yeşil ve sarı pirinç de var. Hurmanın çok fazla türü var. Yemek kültürleri de çok fazla ve Türk yemekleri ile benzer. Korkmazgil çok iyi ağırlanıyor. Televizyonda, canlı yayında şiirlerini okuyunca, çok ünlü oluyor. Iraklılar ona Hasen Husen diyorlar, kendi telaffuzlarıyla.Irak'ta, devlet yanlısı Türkmenler ve Kürtlerle görüşüyor. Türkmenler arasında MHP çok örgütlü. Korkmazgil de bundan hoşlanmıyor dolayısı ile. Kürtlerin ise Amerikan taşeronu ve boşa isyan ettiklerini düşünüyor. (Gezi yazısında Aziz Nesin'de benzer fikirde.) Korkmazgil, diktatörlüğe giden bir ülke de görmüyor. Hem Korkmazgil, hem de Nesin, petrol sayesinde kalkınan ve sanayileşen bir ülke görüyor. Tipik bir körfez ülkesi, ucuz işçilik için bol bol Bangladeş, Pakistan ve Endonezya gibi ülkelerden işçi alıyor. Korkmazgil'in anlattıklarında en yadırgadığım, seks işçiliği yapan kadınların, herkesin içinde (hatta çocukların yanında), açık açık, yer yer bağıra bağıra fuhuş pazarlığı yapması. 
Kürt-Arap çatışmalarını doğrudan anlatan, benim okuduğum iki kitap var. İlki Erbil Tuşalp'ın Zehir Yüklü Bulutlar kitabı. Tuşlap, hem doksanlardaki Saddam katliamlarını, hem de Kürt-Arap ilişkilerini, tarihi süreçte anlatıyor.Kendisi bir gazeteci olarak Kürtlerin Türkiye'ye doğru her kaçışında kamplara gidip, haber yapıyor. Kendisi Kürtlere karşı yapılan katliam ve sürgünleri, özellikle Irak yönetimini takip etmiş. Bölge halkından ve Kuzey Irak Kürtlerinden,  bölgenin tarihini dinlemiş ve yazmış. Erbil Tuşalp sayesinde, yetmişlerde de Irak hukümetinin katliamlar yaptığını öğreniyoruz. Sorun sadece Arap-Kürt düşmanlığı ya da Kürtlerle diğer milleterin (Türkler, İranlılar vesair) değil, Kürtlerin, Kürtlerle kavgası da mühim. Barzani ve Talabani aileleri daima birbirlerine düşman olmuşlar. Biri Kürtçe'nin Goran, diğeri de Sorani lehçesini konuşuyor. Hangisi, hangisini konuşuyor bilmiyorum ama Türkiye ve Suriye Kürtlerinin çoğu Kırmanci lehçesini ve bir kısmı da Zaza lehçesini konuştuğunu biliyorum. Her iki grupta, birbirlerine karşı Saddam rejimi başta olmak üzere düşman devletlerin desteğini almaktan çekinmiyor. Ara ara biri baskın oluyor, hatta Talabani ailesi bir ara Rusya'da yaşıyor. Kürtlerin derebeylerinin kendilerini Emevi beylerine dayandırdığını da, Erdost'un Şemdinli Röportajı kitabından öğreniyoruz. Erdost'tan aynı zamanda şeyh Barzani'nin Şemdinli'de de güçlü olduğunu öğreniyoruz. Kendisine diklenen bir kabadayının silahını elinden alıp, daha doğrusu onun silah kullanmasını yasaklayıp, onu rezil edecek kadar güçlüdür. Cumhuriyet döneminden, Erdost'un askerlik yaptığı zamana kadar Türk devleti en az on kere Barzani'nin evini başına yıkmıştır. Erdost'un araştırması kısa sürmüştür. Kendisi Şemdinli'ye asteğmen yani vatani görev içingitmiştir. Araştırması için bazı kişilere ulaşmak adına izin alıp, o kişileri bulmak için gazetelere ilan verince, Genelkumay başkanlığı onu başka bir birliğe tayin etmiştir. Aynı genel kurmay başkanlığı, Erdost'u hapishanede erlere dövdürerek öldütrmüştür.


Korkmazgil'in kitabı, o dönem Türkiyesini tanımak için de önemlidir 1958'de Irak kralını deviren darbeden sonra, Türkiye-Irak savaşının çıkma ihtimali olduğunu da Kokrkmazgil'in kitabından öğrendim. Menderes hukümetinin, tıpkı Kore savaşında olduğu gibi, meclisten izin almadan, oldu bitti ile savaşa sokmaya niyetliymiş fakat NATO ve A.B.D desteğinin gelemyeceğini anlayınca vazgeçmiş. Arap ülkelerinde Türkiye, Türkiye'de Sovyetler ve Rusya ile ilişkiler gelişince ya darbe ya da kargaşalık hemen çıkar. İki sene sonra Sovyetlerle yakınlaşınca, Menderes'te darbe görecektir.  Son Irak kralının mezarı da, Ankara, Karşıyaka mezarlığında, 1. kapı civarındadır. (Ben tesadüfen gördüm.) Gene Kormazgil'in yazdığına göre, elektiriğin yaygınlaşmadığı, gazetelerin her yere gitmediği ve tek kitle iletişim aracının radyo olduğu çağda pil, değerli bir varlıtır ve köylüler askeriyenin çıkma pillerini kapışmaktadır. Oysa o çıkma pillerden komünist bizim radyoyu dinleyenler tespit edilip, tutuklanmaktadır. Bu yüzden kendisi, pil bulamadığında pilleri küle gömmek veya nişadırlı suda bekletmek gibi kendince çareler aramaktadır. O devirlerde, kullanılmış pillerden, hangi radyo kanalının izlendiğini bildiren bir teknolojinin varlığından bahsediyor Kokrmazgil. Bana çok ilginç geldi.
Bu günlerde ise Irak Kürtleri ve Irak halkı, en son İŞİD'in kovulmasından sonra kısmi bir refah içinde. Kürt özerk bölgesinde petrol çıktı çıkalı Musul-Kerkük üzerindeki motivasyonlarını kaybetmişler. Atatürk'ün dediği gibi kılıç sallayan el yoruluyor, saban tutan el güçleniyor.


 ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/03/ataturkun-turkiye-iktisat-kongresini.html ) Bölge ve tüm Irak en son İŞİD işgalini atlattıktan sonra kalkınma ve toparlanma sürecine girmiş durumda. Gene de ve azlarak da olsa Irak ülkesi mülteci üretiyor. Iraklı mülteciler Türkiye'de Türkmen, Avrupa'da Kürt oluyorlar. Türkmenler ise, Kürt bölgesi dahil Irak'ta, çoğunlukla esnaflık ve çiftçilik yaparak varolma savaşına devam ediyor.