Liberaller ve kendini Atatürkçü olarak tanıtanların çoğu bile Devletçilik ilkesini, cumhuriyetin ilk yıllarına ait bir zaruretten başka bir şey olmadığını söylüyor uzun zamandır. Özellikle faşizan Atatürkçü dediğim kesim, sosyal demokrattan Atatürkçü olmaz deyip, duruyor. Bir tanesi tıpkı dinciler gibi saçmalamış, Atatürk sosyal demokrasiyi yasaklamıştı demiş. (Böyleleri ile tartışmıyorum, engelliyorum.) Dincileri, Kuran yasaktı, namaz yasaktı demeleri gibi bir durum. Doğu Perinçek, Atatürk'e, küçük burjuva devrimcisi derken, Nihal Atsız, Dalkavuklar Gecesi romancığını yazarken, Atatürkçülüğü, sosyal demokrartlar savunuyordu. Devletçilik ilkesini, aynı zamanda halkçılık ilkesine dayanır.
Halkçılık, devletin çok yüce bir kurum olmayı bırakıp, halka hizmet eden bir kuruluş olması ilkesidir. Halkı aç ve çıplak bırakmamak, yoksulukla kandırılmasına engel olmaktır, halkçılığın amacı. Halkın ucuz gıda, kamu sağlığı ve kamu eğitimine ulaşmak amaç edinilmiştir. Osmanı övücülerinin en çok zorlandığı yerdir. Anadoılu'da Selçuklular, Osmanlı'dan çok daha az Anadolu'da egemen olmuştur. Buna rağmen Anadolu'da, Osmanlı'dan kat ve kat fazla Selçuklu-Beylikler eseri vardır. Üstelik Selçuklu dönemine ait pek çok eser, Haçlılar ve Moğollar tarafından yakılıp-yıkılmıştır. Osmanlı'nın çok övündüü cami yapımında bile bu böyledir. Osmanlıcıların çok övündüğü vakıf medeniyetinin asıl amacı, rüşvetçi memurların mülklerini müsadereden kaçırmaktır. Tanzimat fermanı ile müsadere uygulaması kalkınca, Osmanlı'da vakıf sayısı azalmıştır. Cumhuriyet rejimi ise, bu ütr ihtiyaçları, hayır severlerin insafına değil, devletin politikasına emanet edilmesi gerekliliğini kavramıştı. Bunun için sadece bayındırlık, eğitim, sağlık değil, sanayi, sanat gibi alanlara da yatırım yapması gerekiyordu genç cumhuriyetin. Devlet tiyatroları, devlet opera ve balesi, şeker fabrikaları, toprak mahsüleri ofisi gibi kurumlar hep halkın ihtiyaçları içindir. Ülke üretim açısından o kadar fakirdi ki, ilk modern tuğla fabrikası, Kastamonu'da, Gölköy köy enstitüsü, ülkenin ilk tuğla (güneşte kurutma değil, ateşte pişirme) fabrikasını kurmuştur.
Seksenli ve doksanlı yıllarda, zarar ediyor diye aşağıladığınız, özelleştirdiğiniz fabrikalar sayesinde unu, şekeri ve pek çok ürünü, bu sayede ucuza tüketebiliyorduk. Özelleştirmeler sonucu pek çok fabrika kapandığı gibi, pek çoğu da eskisi gibi üretim yapmıyor, halka ürün satmıyor. Halkın yoksullaşması zarar sayılmıyor. Ancak büyük firmalar azıcık zarar etse, ekonomistler ortalığı birbirine katıyor. Bu ekonomistler, halkı fakirliğe ikna etmek için. Devletçiliğin bir amacı da, kalıcı halk refahıdır. Halkın refahı yoksa kalkınma veya sürdürülebilirlik yoktur.
Burjuvalar nasıl ki zarar etmeye ve servetlerinin küçülmesinde alışmıyorsa, halk da yoksullaşmaya alışmamalıdır. Halk, ülkenin halinden suçlu değildir, olsa bile bu suçun cezası, daha da yoksullaşmak değildir. Halkların yoksullaşma sebebi, bir avuç soyguncu politikacı ve onların destekçisi tüccarlardır, burjuvalardır. Cezalandırılması gerekenler onlardır. Kamu işletmelerini, bedava fiyata satmak gibi ödülendirmelerin, halkı daha fazla fakirleştirdiği en az kırk yıldır bellidir. Olay sadece tesislerin satılması değil, aynı zamanda kapatılmasıdır. Refik Saydam Hıfzısıha enstitüsü kapatılmasaydı, korona salgınında aşısız kalmazdık. Sadece Hıfzısıha değil, Tuzla cip fabrikası gibi pek çok tesis, üretim merkezi sessizce. Kamu üretim tesislerine düşmanlık, daha ilk kurulduğunda vardı. Adnan Menderes'in sadece uçak fabrikasını kapattığını biliyoruz. Uçak fabrikasına gelene kadar, kimbilir ne fabrikalar, çiftlikler kapandı.
Şimdi de halkın ucuz yemek (lokanta), kreş gibi hizmetlerin, belediyecelerce bile verilmesine karşı rezil bir siyasetle karşı karşıyayız. Devlet sadece bir avuç süper zengine ve o zenginlerin bir şekilde yönetiminde etkili olduğu tarikatlara hizmet etsin; halkta hem ucuza çalışsın, hem de her şeyi pahalıya tüketsin istiyor.
Halk olarak, halkçılığa, sosyal devleter ve bunu sağlayacak kamu işletmelerine sahip çıkmamız, satılanları geri almak yada yeniden kurmak zorundayız. Ekonominin başarı ölçütü halkın refahı ve mutluluğudur. İktisadi kalkınma olurken bu olmak zorundadır, olduktan sonra değil. Aksi halde ekonomi (iktisat) bir bilim değil, bir çeşit din olur. Keynes'in dediği gibi, uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız. Öyleyse refah, hemen, şimdi demeliyiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder