28 Ağustos 2023 Pazartesi

2002 SEÇİMLERİNDE MEDYA MANİPÜLASYONU TARİHİ 2 ( AYDINLARA SUİKASTLER VE TURAN DURSUN ETKİSİ)



 https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/hamidoya-mektup-ya-da-bahriye-ucokun.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2017/03/turan-dursun-uzerine-turandursunun-adn.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2021/03/ugur-mumcunun-rabita-eseri.html

1)Yazarlara suikastler: Seksenlerin sonu, doksanların başında yapılan bir seri aydın suikasti, siyasal İslama hazırlıktı. Bu sltı kişi, sonraki yıllarda dinciliği şirin göstermeye karşı halkı aydınlaracak en önemli kişilerdi. Üçü akademşsyen ve profesör (Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve Muammer Aksyoy), ikisi gazeteci (Çetin Emeç ve Uğur Mumcu), biri de sadece eski müftü olan bir yazar olan Turan Dursun'du. Bu aydınların öldürülme tarihlerini bir hatırlayalım; Çetin Emeç, 7 Mart 1990,  Turan Dursun, 4Eylül 1990, Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990, Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990, Ahmet Taner Kışları, 21 Ekim 1999, Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993. Bu kişilerin ortak yanı, tarikat ve siyasetçilerin iç yüzlerini bilen ve kişilerdi.  Uğur Mumcu'nun ölümünden sonra basında tarikatları alttan alttan övme modası başladı. Bunu başlangıçta sosyolojik araştırma kılığında yapıldı.Nilüfet Göle ve Boğaziçi Üniverssitesinin sosyoloji bölümü buna öncülük etti. Özel yurt ve dershanecilik sektörü de hızla Fetö başta olmak üzere tarikatların eline geçti. (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-5-feto-cemaatler.html) Fetö başta olmak üzere tarikatlar, ellerindeki servetleri solcu bilinenlerle paylaştı ve yetmez ama evetçilik yavaş yavaş başladı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html) Gene o zamanlar, ilk kumpaslar kurulmaya başlandı

. (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/11/doksanli-yillar-9-o-zamanlar-kumpaslar.html )

Bu cinayetlerin, o zamanlar için  en önemlisi, halkın en çok tepki gösterdiği (Cenazesi hükumet karşıtı devasa bir mitinge dönmüştü), en çok konuşulan, en çok tartışılan suikast, Uğur Mumcu cinayetiydi. Mucu sadece Rabıta denen Suudi örgütünü değil, Papa, Mafya, PKK ilişkilerini de çok araştırmıştı. İşin içine, İsveç'in meşhur başbakanı Olof Palme'nin suikasti ile ilişkiler bile girmişti. Türkiye'nin her yerinde Sosyal Demokrat belediyeler, bir yerlere Uğur Mumcu'nun adını verdi, adına gazetecilik ödülleri verildi ve genç gqazetecilere araştırmacı gazetecilik eğitimi verilen bir vakıf kuruldu.

                             TURAN DURSUN ETKİSİ (YA DA EFEKTİ)

Bu cineyetleri en önemsizi Turan Dursun cinayetidiydi.Dikkat ettiyseniz diğer beş aydının adı bazı cadde, meydan ve parklara verilmiştir. Turan Dursun adı taşıyan bir yer yoktur. Turan Dursun, o zamanlar çeşitli dergilerde, özellikle Doğu Perinçek'in o zamanlar ana yayını olan 2000'e Doğru'da ve başka bazı gazete ve dergilerde arada yazılar yazan, pek tanınmamış birisiydi. Perinçek ve etrafındaki Aydınlıkçılar denen grup, PKK yanlısı, Marksist-Maoist olarak yayınlar yaptığı için pek sevilmiyorlardı.

(https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/dogu-perincek-kimdir.html)

 2000'e Doğru (Logosunda da rakamla yazıyordu, bu yüzden rakamla yazıyorum), iki bin civarı satış yapıp, bu düşük tirajına göre fazla gürültü çıkaran bir dergiydi. Dergideki her haberi, diğer dergi ve gazeteler haber yapıyordu.

Ancak Turan Dursun'un ölümü her şeyi değiştirdi ve bence Turan Dursun efekti (etkisi) diye literatüre geçmesi gereken bir etki yarattı. İnsanlar, bu adamı vurduklarına göre, ona cevap veremedilewr, öyleyse yazdıkları doğru diye düşündü ve merak etti. Bir sürü dergiye dağılmış, pek çoğu da takma adlarla yazılmış yazıları, hızla derlenip, Din Bu adı ile kitaplaştırıldı ve çok sattı. O kadar çok sattı ki, ilahiyat profesörü Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu diye karşı kitaplar yazdı ama diyanetin desteğine rağmen pek az sattı. Turan Dursun'un adı ise her geçen gün büyüdü. Üstelik internet çağı ile takipçileri de arttı. Turan Dursun'a kadar Türkiye'de Atrizm, Deizm, Agnostisizm gibi dinsizlik inaçları daha ziyade marksistler ve Aleviler arasında yaygındı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/dinsizlik-turleri-1-marksizm-ve-zekat.html) (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/07/dinsizlik-turleri-2-azinlik-dinsizligi.html)Turan Dursun'un yazılarında sık sık atıf yaptığı Muazzez İlmiye Çığ'da yavaş yavaş ünlendi. Diyebilirsiniz ki, zaten kendi okur kitlesi vardı. Turan Dursun, onu daha geniş kitlelere tanıttı. Turan Dursun, başlangıçta Kürtler arasında popülerdi. Bunda kendisinin Kürt olmasının da etkisi vardı. Kendi yazdığına göre annesi Türkmüş ama yıllarca Kürt köylerinde hocalık yapmaktan, Türkçe'yi unutmuş, askerde öğrenmiş. Doğu'da, Tekke ve Zaviyeler kanununa rağmen ayakta kalan o medreselerden birinden mezundu ve hatta bir ara o medreselerde hocalık yapmıştı. Kendisi Kürt kimliğine çok bağlıydı. Bu yüzden Zerdüşt inancı ile de ilgilenmiş, Zerdüştlükle İslam ve Alevilk üzerine de yazılar yazmıştı. Bu yüzden bir ara Zerdüştlüğe ilgi artmıştı. Dursun'un  izinden gidenler bir ara Aleviliğin kökenine de Zerdüştlük dediler ve bununla  ilgili kitaplar yazdılar. Ben de Kürt olmakla beraber, Aleviliğin kökeninin Türkler'in İslam öncesi inançları olduğu fikrindeyim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/01/dedem-korkut-ve-alevilik.html), o ayrı konu. Alevilik üzerine spekülasyonlar çok. Öyle ki varlıkları üzerine somut bir delil olmayan Luviler bile Aleviliğin kökeni sayılıyor.

Turan Dursun, ilginç bir şekilde Türkçüler arasındaki dinsizliği başlatan kişi de sayılabilir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/dinsizlik-turleri-3-soven-dinsizlik-2.html) Türklerin o kadar da iyilikle Müslüman olmadığı, 651 Halife Ömer'in İran'ı fethi, 741 Talas savaşı arasındaki 90 yılın,  özellikle Kuteybe'nin 705-715 yılı arasındaki Horasan valili sırasındaki kıyımlar öğrenilince, milliyetçiler arasında dinsizlik ve Arap düşmanlığı yaygınlaştı. Oysa çok önce, altmışlı yıllarda Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi adlı kitabında bu olayları fazlasıyla ayrıntılı anlatmıştı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/06/dogan-avcioglu-tarihciligi.html)

Turan Dursun'un etkisi yavaş yavaş arttı. Önce Ekşisözlük, sonra da Youtube'da din aleyhine yazan, anlatanlar çıktı ve çoğaldı. Ekşisözlüğün kapalı olması da, Ateizm üzerine şöhreti yüzünden.  Şu günlerde siteyi, bir Telegram kanalı üzerinden takip ediyorum. Halen aynı, içerisinde bolca Aktrol hesap var. Ben bu siteye bir kere üye oldum, daha doğrusu üyelik hesabı satın aldım. Alkislarlayasiyorum'daki başka bir üye satmıştı. Bir hafta geçmeden spamlanarak hesabım kapandı. İçinde çeteler var ve bunlardan birine üye olmadan, çömezlikten üyeliğe geçemiyorsun. İktidar yanlsı troller gündeme  hakim. Hakim olamadıkları şey, Ateizm propagandası, cevap vermeleri sadece konuyu gündeme taşımaya yarıyor. Siteye VPN ile girilmesi de, liselilerin siteye girişini engelliyor. Oysa Youtube'da dinsizlik propagandacıları çok çoğaldı. Bunlardan bir yada birkaçını öldürmek, yeni bir Turan Dursun etkisi yaratacaktır.

İşin doğrusu Turan Dursun'da, İslam ve peygamberi aleyhine yazdıklarından dolayı öldürülmedi. Yukarıda da belirttiğim gibi kendisi Doğu Perinçek'in önemsiz bir yazarı konumundaydı. O dönemde Ateizmin güçlü ismi, İlhan Arsel'di. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/02/fuzuli-hakikatul-saada-ilhan-arsel.html) Kitaplarından en etkili olanlar, Şeriat ve Kadın ile Arap Milliyetçiliği ve Türkler'di. Şeriat ve Kadın kitabı, kadınlar üzerinde çok etkiliydi. Konu din ve peygambere hakaretse, ilk hedef İlha Arsel olmalıydı. Perinçek'in öldürülme sebebi, tarikatları ve dini kurumların iç yüzünü çok iyi bilmesi ve Nilüfer Göle öncülüğünde başlayacak olan, Fetö başta olmak üzere tarikatları masum gösterme propagandalarına ket vuracak olmasıydı.

Uğur Mumcu cinayetinden beş buçuk ay sonra Sivas katliamı yapıldı. Katliamdan sonra olaylar kendiliğindenmiş gibi propaganda yapıldı. Oysa katliam, çok önceden hazırlıklıydı. Cemaatin camilerde elinde benzin bidonları ile çıktığını gösteren fotolar, yıllar sonra yayınlandı. Katliamı yapanlar askerlik yaptığı, evlendiği, askere gittiği halde bulunamadı. 

2 Temmuz demişken, seksenlerde ve doksanların başında, din kültürü öğretmenleri çok açık Alevi düşmanlığı yapar, Alevi düşmanı sözleri derslerde ulu orta söyler, en fazla yerleri falan değiştirilirdi. Yirmi beş yıl milli eğitimde geçince öğrendim ki en fazla eğitime-kursa alınanlar Din Kültürü öğretmenleridir. Bu olanlar asla tesadüf değildir. Sivas katliamından sonra Güner Ümit'in, Turnike adlı programındaki sözde gafı da tesadüf değildi. Hürriyet gazetesinin manşetten verdiği ve sözde Emin Çöaşan'a yazılan mektup da katil kitleyi masumlaştırma çabasıydı. Hemen sonrasında İstanbul'da Gazi Mahallesi progromu yapıldı, hem de polisin gözetiminde. Sivas halen anılırken, Gazi Mahallesi büyük ölçüde unutturuldu çünkü olanlar DHKP-C'nin ve o zamanlar halen aktif olan diğer örgütlerin üzerine yıkıldı. Zorunlu din derslerinin ilk hedefi Alevilerdi.

Bütün bu olanları suikastle ilşkilendirmemi zorlama, hatta abesle iştigal olduğunu söyleyenlere bir kaç sorum var. Kaç tane sağcı, suikaste uğramış yazar-çizer-aydın var? Ben söyleyeyim hiç, hepsi de politikacı. Bir insanı , hele de ünlü bir yazar-çizeri öldürmek, basit bir iş değil. Ogün Samast, Hrant Dink'in günlük rutinini biliyormuş. Trabzon'da, 17 yaşında bir genç, İstanbul'da bir gazetecinin günlük rutinini nereden bilebilir? Üyesi olduğu Nizam-ı Alem Ocağında, çok sıkı eğitmişler. Öncesinde de kamuoyunu Hrant Dink'e karşı sistematik olarak kışkırtmışlardı. Benim beş yaşından beri Ankara'da yaşarım. Ankara'da büyük bir ülkenin başkenti olarak, pek çok ünlü barındırır. Bu yazıya konu olan altı suikastten beşi (Turan Dursun hariç) Ankara'da oldu. Ankara pek çok ünlü yazar ve gazetecinin yanında, Ankara Sanat Tiyatrosunda yetişmiş, sonrasında televizyon dizisi ve filmlerde oynayan pek çok ünlü aktörü, TRT sanatçısı olarak pek çok ünlü şarkıcıyı da barındırır. Rock müziğin pek çok ünlü ismi Ankara'da yetişmiş, ilk defa Ankara'da sahne almış, sonradan İstsnbul'a göçmüşlerdir. Ben bu ünlülerin sadece  şair Ahmet Telli ve yazar Nihat Genç ile Yüksel caddesinde karşılaştım. Diğerlerini anca imza günlerinde gördüm. Bir yada iki ay kadar önce, Tunus caddesinde, Dünya Göz Hastanesinin kapısının önünde yaşlı bir adamı, Emin Çölaşan'a benzettim. O zamanlar rahatsızlığı sebebi ile Sözcü gazetesindeki yazılarına ara vermişti. Yanına gitmeyi düşündüm, vazgeçtim. Gerçekten Çölaşan olsa bile, sonuçta hasta bir ihtiyardı. Tanındığına, fark edildiğine memnun bile olsa, bu hoşuna gitse bilei yaptığım onu rahatsız etmek olurdu. Siz, bir de de Ogün Samast'ın kendi kendine milli duygulara kapılarak suikast tertiplediğine falan inanın.

(Ayrıca Emin Çöaşan'ın Turgut Nereden Koşuyor kitabı ile ilgili yazım: https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html)

Bu altı aydının öldürülmesi, Türk  halkının siyasal İslam konusunda uyraılmaması içindi. Bir tek Turan Dursun cinayeti, bir çeşit dinsel aydınlanma ateşini yaktı. Dursun cinayeti ile beraber, 12 Eylülün dindar nesilller projesi çökmeye başladı ve ateizm-deizn-panteizm gibi dinsizlik görüşleri yaygınlaşmaya başladı.( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/dinsiz-birakan-din-egitimimiz-dinsizlik.html=


 

23 Ağustos 2023 Çarşamba

İDARE-İ MASLAHATIN SONU-RADİKALLEŞME

 


Testi kırıldıktan sonra akıl veren .çok oluyor. 18 Haziran seçimlerinden sonra da öyle oldu. Oysa 2. tura bırakmayı başarmışlardı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/05/14-mayis-secimleri-nde-muhalefet-neden.html) Oy kabeden ve bir sürü minimal parti ile iş birliği yapan iktidar partisini kimse sorgulamıyor. Zira alacağını aldı, ya da öyle sanıyor. Atı alan, Üsküdar'ı geçti diyorlar. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/05/uskudardan-sonrasi-da-zor.html) Oysa Üsküdar'dan sonrasının zor olduğu şimdiden görülmekte. İktidarda kalmak ile ülkeyi yönetebilmek aynı şey değildir.

Diğer yandan muhalefette bir araya gelemiyor çünkü sağ, hem iktidarı devirme, hem de eski sağ olarak kalma peşinde. Mesela seçimlerden önce başlayan, Kılıçdaroğlu aday olmasın kampanyasını ele alalım. Sebebi büyük ölçüde Alevi düşmanlığıydı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/neden-kilicdaroglu-istifasini-istemek.html) Meral Akşener, CHP'den on beş milletvekili istediğme pişmanım, çünkü karşılığını veremedik dedi. Öte yandan Nazilli ve Söke'nin İyi partili başkanları AKP'ye geçti. İşin doğrusu idare-i maslahat, yandi düzene çeki düzen tüm ülkenin ruhuna işlemiş. ( https://www.youtube.com/watch?v=6k_6maKMq34) 

Değişme ihtiyacı öyle bir şeydir ki, hiç kimse değişmek istemese de, değişmek gerekir ve değişim bunu size emreder. İnsanlar genelde konfor alanlarını bozmak istemezler. Bu yüzden köklü devrimler, gözü kara radikaller içindir. Bunlar bir avuç kişidir. Toplumda uzlaşma bittiğinde, radikalleşme başlar. Toplum kutuplaşmaya başlamıştır (gerçi Türkiye hep kutuplaşmıştır). Uzlaşma, idaryi maslahat olarak görülür.

Devrimciler, devrim yaptıktan sonra birileri ile uzlaşma sağlar. Ülkemizde muhalefetin uzlaşma çabaları hep başarısızlığa uğruyor. Çünkü sağ partiler, muhalefet olduklarını anlamıyor. Çünkü çöken sistem 22 yıllık değil, en az 70 yıllık. Sözde muhalşf sağ partileri halen mezhepçilik yapıyor, satır aralarında. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/12/sagcilarin-alevilik-sorunu.html) Pek çoğunun hayali, Erdoğan'ın yerine geçmek, Erdoğan'ın düzenini değiştirmek değil. Mevcut beşli çete yerine, kendi beşli çetesini getirmek. Oysa ihtiyacımız olan Türkiye'ye her şeyiyle bir demokrasi kurmak. Buna partiler yasası da dahil.

Bu partiler yayası ile ilgili olarak ayrıca yazmam gerek ama aklıma gelmişken biraz bahsedeyim. Partilerin teşkilatlanmaları da çeşit çeşit. Bu konuda ilk sınıflandırmayı, siyaset bilmini, siyaset felsefesinden ayırarak, siyaset felsefesini kuran, Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger yapmış.  Üniversite de ödevimdi, ardan yıllar geçmiş, biraz eksik anlatmış olabilirim, şimdiden özür dilerim. Mesela komünist partiler, hücreler halinde örgütleniyor. Hücrelerin üye sayısı beş-onbeş arası. Üye sayısı yirmi beşi aşan hücreler, iş yapmaz oluyor ama beş yüz üyeyi geçen hücreler bulunmakta. Bazı sosyalist-sosyal demokrat partiler, sendikaların uzantısıdır. Bazı partiler de aynı zamanda kooperatif yada çiftçi birlikleri olarak teşkilatlanmıştır. Mesela İskandinavya sol partileri, aynı zamanda sendikadılar ve sendika üyeleri, aynı zamanda parti üyesidir. Sendika aidatıyla beraber, parti aidatı da öderler. Bu sadece İskandinavya ile sınıırlı değilidr. Bu yüzden pek çok parti, üye sayısından daha az oy alır.

En ilginç ve bana göre en güzel parti sistemi, Amerika-Meksika usulü parti örgütlenmesidir. Buna olmayan parti sistemi de denir. A.B.D'de, oy pusulalarının üzerinde parti adı yazmaz. bürolar, Türkiye'deki gibi Kaliforniya il teşkiları yada Manhattan ilçe teşkilatı gibi  bürolar, kurumlar yoktur. Partiler, her seçimde bu işi yapan geleneksel aileler eşliğinde, sadece seçimlerde kongre düzenliyen kurumlardır, sabit adresleri yoktur. Aslında Amerikan seçimlerine her seçimde ondan fazla parti katılır ama çoğunluk seçim sistemi ve öedyanın tavrı yüzünden iki partinin adı (Demokrat ve Cumhuriyetçi parti )öne çıkar. Delege seçimleri ve ön seçimlere, o bölgedeki isteyen herkes katılabilir. Bu yüzden güneyde Demokrat partinin kalesi sayılan bazı eyaletlerde, bazı seçimlerde  ön seçimlere katılım, genel seçimlere katılımdan fazla olur. Meksika'da, Meksika devriminden sonra, Meksika Devrim partisi, elli seneden fazla tek başına iktidar olmuş, yer yer parti içi ön seçimlere katılım, genel seçimlere katılımdan fazla olmuştur. Bu yüzden buna, tek parti demokrasisi de denmiştir. 

Ben Türkiye için benzer bir modeli düşünüyorum. Partilere isteyen herkes (asker-polis-hakim-savcı ve benzeri bürokratlar hariç) istediği gibi üye olup, delege, hatta aday seçimlerine doğrudan katılmalı. Böylece halkın partilere katılımı artar. Şu anki partiler kanunubuna engel, çünkü 12 Eylül rejiminin eseri. Kenan Evren ve arkadaşları, kurulacak partilerin, istemedikleri kişilerin eline geçmesine engel olmak için, genel başkanın ölene kadar (yada kaseti çıkana kadar) başkan kalabileceği) parti sistemini kurdu.

Bütün bu değişimlerin, yedi-sekiz dönem muhalefet partisinden millet vekili seçilecekler arasından çıkamayacağı gibi,  muhalefete muhalefet partilerinden de çıkmaz.  ( https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html) Yedi-sekiz kere muhalefet partisinden  millet vekili seçildiyseniz, artık orta muhalefetsinizdir.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/07/orta-muhalefet-tuzag-idareyi-maslahat.html) Veryansıncılardan bir şey ummayın, Nihat Genç, öfkeli konuşsa da yanar dönerdir. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/03/nihat-gencin-delirerek-bitmesi.html) Kendisi doksanlı yıllarda, Leman dergisinde (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html) yazarken kah ÖDP (Şimdilerde Sol Parti)'yi, kah HADEP'İ (Yeşil Sol Parti) desteklerdi. Diğer yandan Doğu Perinçek'i de bilmem anlatmama gerek var mı? (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/09/dogu-perincek-kimdir.html)

İhtiyacımız olan ilk şey , suyun çatlağını bulacak partisiz örgütlenmeler olmalıdır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/08/suyun-catlag-ve-partisiz-orgutlenme.html) Diğeri de düşünerek ve yazarak yeni ve radikal bir ideoloji kurmak. Bunun için arayacağımız kök, radikal sol yada Marksist-Leninistler değildir.(https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/cok-solculugun-elestirilemez-sefaleti.html) Arayacağımız kök, Atatürkçülüktür. Atatürkçülüğü de Nutuk başta olmak üzere ilk kaynaklardan öğrenmeliyiz. Sonra bu fikirleri, üzerine yeni fikirler üreterek geliştirmeliyiz.

Sağ partilerle iş birliği bundan sonra devam etse de, gerçek Atatürkçüler bu kavgada tek başınadırlar. İdare-i maslahat bitmiştir, ihtilal için radikalleşme başlamıştır.

20 Ağustos 2023 Pazar

MASUM DEĞİLSİN KÜÇÜK İNSAN

 


Tüm bu yaşanan felaket ve yoksulluk hali, çok önceden belliydi. En aptal olanlar için, 17-25 Aralık krizi sonrası ses kayıtlarından, ortaya çıkan yolsuzluk haberlerinden belliydi. Oysa sen küçük insan, çalıyorsa benim paramı çalıyor deyip, desteğe devam ettin. Zannettin ki, hırsıza oy verirsen, destek verirsen, sana da pay çıkacak. Yıllarca bunu bekledin ve halen inatla oy verenler de bunu bekliyor. Onlar da havasını alacaklar.

Sen, yetmez ama evetçi, sen de masum duygularla buna katılmadın. Bu yeni sistemde, yağmada payın var zannettin. Kapı önüne konacağını bilemezdin. Yeni iktidar, sonsuza kadar senin desteğine muhtaç zannettin. Sonra sen, kumpas davalarını destekleyen sözde demokrat. Belli bir kitle, halen inatla reislerini destekliyorsa, sen ve senin gibiler yüzünden. Sen, daha doğrusu siz, bu arsız kitleye laik dünya yenildi mesajını verdi. Sen, bu günlerin yoksulluğunu göre göre yetmez ama dedin.

Sen, muhalefete muhalefet eden ve halen de etmekte olan, sen de suçlusun. Halen bu iktidardan çöplenme arzusundasın. Sen de yakında pişmanlık destanı çalacaksın.

Tedavinin ilk şartı teşhistir. Önce kendi suçlarınızı, art niyetlerinizi itiraf edin.

16 Ağustos 2023 Çarşamba

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI; TESTERE SAVAŞI

 


Olma rende gibi hep sana hep sana, olma keser gibi hep bana, hep bana. Olacaksan testere ol, bir sana, bir bana. Mevlana'nın yazdığı veya yazdığı söylenen bu şiir, dostluğun bir eşitlik olduğunu anlatır. Dostluk kadar düşmanlıkta da benzer ilişkiler vardır. Bazı savaşlar keser gibi kişiden yana yontar, kişiye zarar verir. Aslında her savaş testere gibidir, her iki tarafa da zarar verir. Son Ukrayna savaşı ise, karşılıklı yıpratma savaşı olarak, her iki tarafa da zarar vermekte. Taraflar sadece Rusya ve Ukrayna değil, Rusya; Abd ve batı ülkeleri. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/kuzey-sorunu-olarak-rusya.html) Vragne isyanı ile Rusya daha çok yıprandı diyordum ki bu sefer Afriika'da sömürgeler Fransa'ya karşı ayaklandı. Nijer, Mali ve Burkina Faso gibi Sahel ülkeleri Fransa ve Avrupa için, Rusya'nın Ukrayna için olduğu kadar önemlidir. Bu ülklere sırf  uranyum ve altın madenleri ile vazgeçilmezdir. Amerika'nın keşfinden evvel Mali krallığı, Avrupa ve Akdeniz havzasının altının dörtte birini üretiyordu. İnanmıyorsanız Google amcaya Mansa Musa'yı sorun yada Ruhi Çenet'in videosunu izleyin. Sorun sadece Sahel bölgesindeki madenler değil, aynı zamanda tarım.

Savaş, sadece Ukrayna'yı değil, Ukrayna'nın arkasındaki Avrupa, Nato ve Amerika'yı da yıpratıyor. Her ikisi de sabıkalı ve yaşlı mafya babaları gibiler. Yıllar önce öğrendiğim bir söz vardı, ilk nerede duyduğumu hatırlamıyprum, küçük devletler fahişelere, büyük devletler mafya babalarına benzer demişti. Şimdi hem batı, hem de Rusya, kendi mekanlarında istenmiyor. Beyaz adam (Avrupa ve A.B.D) Afrika'da, Rusya'da doğu Avrupa, Kafkasyya vee orta Asya'da istenmiyor.  Her ikisi de mekanlarında halen güçlü ve onları oradan kovmak çok zor. Oradalrda uzun yıllar kalmışlar ve halen kalmaktalar. Oralarda yerleşik Fransızlar -Ruslar var ve bu ülkelerin halen devasa iktisadi-askeri gücü var. Ben, Varleg isyanından sonra, Rusya bunu batının  yanına bırakmaz demiştim, dediğim gibi Afrika'dan darbeyi indirdi. Darbeler sırasında bazı darbe destekçileri, Türk bayrağı açmış. Afrika'da Türk şirketi çok. Hatırlarsanız Zeliha Taşkesenlioğlu'nun da Afrika'da bakır madeni var. Ben Fransızlar bunun intikamını alır diyordum ki, imam Halik Konakçı, keşke Hatay, Fransızlarda kalsadı diyerek, içinden gelenleri açmaya karar verdi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/05/meger-bunlar-kurtulus-savasina-da.html) Fransa'nın cevabı bunla sınırlı olmayacaktı. Keşke Kurtuluş savaşında teslim olsaydınız da diyebilirler.

Afrika'da olanların tüm kıtaya yayılma ve hatta Güney Afrika Cumhuriyetin'de beş yüz yıldır yerleşik Afrikaner beyazları yurdundan atma ihtimali var.  Afrika kurdunun dişine kan değdi bir kere. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/amerikan-kurdunun-disine-kan-degdi.html) Bu gidişat sadece yavaşlayabilir, durdurulamaz. Yalnız bu Fransız düşmanı yada Rus düşmanı yeni darbeciler-ihtilalciler iyidir demek anlamına da gelmez. Osmanlı'da yıkılınca, ardında kargaşlıklar, iç savaşlar  ve diktatörlükler bıraktı. İmparatorluklar güçlüyken sınırlar silikleşmiş, halklar sınırlar içinde oradan oraya gitmiştir. Şimdi de yeni ulusal sınırlar icat edilmiştir. Afrika'da olanlarsa, birebir olmamakla beraber, benzerdir. Sömürgecilerin sınırları,  Afrika halklarının-milletlerinin doğal sınırları değildi. Buna rağmen eski Fransa sömürgesi Senegal ile, eski İngiliz sömürgesi Gambia birleşemedi, ekonomik ittifak bile kuramadı. Şimdi Fransa'nın batı Afrika da kurduğu ekonomik birlik  (CFA Frankı birliği) ise çatırdıyor.

Peki Rusya? Arka bahçesi Kafkaslar ve Orta Asya'da ne kadar güvenli? Güvenli derken, Rusya için ne kadar güvenli? Yeni yabancı (Çin, Türk, Hint vesair) şirketler, oradaki Rus şirketlerini ne zaman kovmaya cüret edebilir? Rusya ne kadar zayıfladığına bu olacaktır? Ukrayna savaşı, Rusya'nın ülkeleri öyle ha deyince, ham diye yutamayacağını göstermiştir. 1990'da Bakü'de olduğu gibi bir katliam yapmak Ruslar için daha zor olacaktır. O zamanlar ordusu olmayan bir Azerbaycan vardı, şimdi Ermenileri yenmiş bir Azerbaycan var. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/02/ermeni-azeri-savasi-ve-israil.html) Rusya, Azerbaycan'dan, Gürcistan'da Abhazya ve Güney Osetya'yı kopardığı gibi, Azerbaycan'ın kuzeyinden toprak koparma tehdidinde bulunabilir. Yani Azerbaycan ordusu, Rus ordusuna karşı da bir savunma doktirini kurmalı (Muhtemelen şimdiye kadar kurmuştur.)

Bu testere savaşlarında kazanan Çin oluyor, yeni yükselen güç. Onun tek eksiği, tıpkı Rusya gibi, bir sinemasının olmaması, propaganda gücünün eksk olmadı. Gene de güç, güçtür. El Kaide bile Uygurlara yapılanlara sessiz kaldı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/turk-fasizminin-zulmunde-uygur-turkleri.html) Bu testerenin ne kadar kesim yapacağı ve kimlerden ne kadar keseceğini zaman gösterecek.

12 Ağustos 2023 Cumartesi

2002 SEÇİMLERİNDE MEDYA MANİPÜLASYONU TARİHİ (1LİBERALİST MEDYANIN PATRONAJI)



 2002 ve sonraki seçimler, kocaman bir medya operasyonuydu. Bunun için mümkün olan en eskiden başlamadı. Önce 12 E ylül ve devamı olan Turgut Özal rejimi, yeni bir medya inşa etti.Bir seksenler çocuğu ve doksanlar genci olarak Simavi ailesinden başlayacağım. Sedat Simavi, Türkiye'nin ilk medya patronudur. Kurtuluş savaşı sırasında, Atatürk ve silah arkadaşlarının İstanbul'daki propagansadını yapan cesur gazete ve dergiler yayımladı. 1948'de Hürriyet gazetesini kurarak, gazete sahibi olmaktan öte, medya patronu oluyor.  Çünkü önce dağtım kamyonları, sonra da ülkenin  her yanına yayılmış, sonra matbaa kalıplarını ülkenin pek çok yerine kurduğu matbaalara taşıyarak yapmıştı. Oğlları Erol ve Haldun Simavi,  gazeteyi büyütmekle kalmayıp, haftalık ve aylık dergiler de yayımlayarak, bir medya grubu haline getirdiler. Teknoloji geliştikçe, uçakla taşınan matbaa kalıplarının yerini teleks, faks gibi teknolojiler aldı. Erol Simavi'de İstanbul dışında Ankara, İzmir, Diyarbakır, Erzurum, Trabzon gibi iller ve dahası Almanya-Frankurt'ta matbaalar açtı. Kardeşi, Haldun Simavi'de 1963'de Günaydın gazetesi ve grubuyla yeni bir medya imparatorluğu kurdu. 1980'lerde ise Simavi kardeşlerden kurtulmak gerekti z,ra 12 Eylülün çizdiği kapitalist dünyaya uygun medya patronu değillerdi. Her ikisi de 12 Eylül ve Özal rejimi ile aralarını iyi tutma çabası içindeydi ama attık istenmiyorlardı. Günaydın gazetesi çabuk harcandı, ekonomik bir krizin ardından Asil Nadir'e satıldı. Nadir, bir dönemin gözde medya patrounuydu.



Burada bir parantezle yeni nesile Asil Nadir'den bahsetmeliyim. Elbette google amcaya sorup, onun sayesinde daha fazla bilgi alabilirsiniz. Kendisi Kıbrıs Türkü kökenli bir İngiliz. Seksenlerde dolar milyarderi olup, Kuzey Kıbrıs ve Türkiye'de önemli yatırımlar yaptı. Bunlardan bence en önemlisi Vestel'dir zira bu şirketle beraber Nadir, İngiltere'den Türkiye'ye teknoloji transferi de yaptı, ciddi oranda. Kendisi Turgut Özal ve ANAP'ın en önemli destekleyicilerindendi. En güçlü olduğu dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde devletten daha büyük işverendi. Bu küçük ülkede yaşayan her iki kişiden biri, Naidr'in Poly Peck şirketinden maaş alıyordu. Özal için sadece gazeteler satın almıyor, yenilerini de kuruyordu. Hatta Gırgır'dan  Hasan Kaçan ve Ergun Gündüz  önderliğinde ayrılanların (hem de Oğuz Aral'la kavgalı bir şekilde ayrılan) kurduğu Hıbır grubuna da dergi çıkardı. (Hıbırcı karkikatüristler Hıbır adı Nadir grubu ve onu satın alanlarda olduğu için, böyle yeni adlar icat ettiler. Hasan Kaçan, bir ara kayboldu. Sonra bit televizyon dizisinde Heredot Cevdet rolü ile ortaya çıktı. Zaten Gırgır'dan ilk ayrılıp, Hıbır'ı kurmak için, Oğuz Aral'dan habersiz, tuvalet köşelerinde toplantılar yaparken siyasal İslam ve sağ cenahla yakınlaşmaya başlamıştı. Hatta imar affının reklamı gibi kamu spotlarında bol bol oynadı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/02/tuzlu-su-imar-affi.html) Depremden sonra bu ortaya çıkınca gene bir süre görünmedi. Sonra Kılıçdaroğlu'nun ayakkabısı ile bastığı ve seccade denen ufak halı üzerine tweet attı, tepkilerden sonra gene kayboldu. (Ya da ben göremiyorum.) Asil Nadir, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'a yaptığı yatırımlarla İngiltere'de çok düşmanlık kazandı. O da bir burjuvanın ne kadar büyük olursa olsun devletten büyük olamayacağını veya devleti ele geçirmesinin kolay olmayacağını anlamayacaktı. ( Aynısını daha sonra Uzan ailesi de anlayacaktı.) Hele de bir Türk göçmenin. Asil Nadir, muhtemelen suçluydu. O kadar devasa servet, masumca birikmiş, büyümüş olamazdı. Her durumda kendisi sınırlarını biliyordu ama siyasi sınırlarını bilmiyordu. Ambargolardan dolayı ekonomik bunalım yaşayan, Türkiye'nin desteği ile zorla ayakta kalan Kuzey Kıbrıs'ı ihya etmişti. Türkiye'ye sermaya bir yana, teknoloji transfer etmişti. Özal'a güvenerek bir borsa manüpülasyonu yaptı ama Özal, Nadir'i çoktan satmıştı. Londra borsasında bir günde battı, tutuklandı, hapse girdi falan filan. Türkiye ve Kıbrıs'taki yatırımlarına hiç bir şey olmadı, usulca yeni sahiplerinin eline geçti. Nadir'in geri kalan hikayesi ise uzun. Viki'den falan öğrenirsiniz.



Erol Simavi'nin önce Gırgır ve Furt dergileri elinden alındı Bu dergileri, daha sonra iktidara muhalif en önemli gaztesi Sözcü'nün (daha sonra Gözcü) sahibi olacak Ertuğrul Akbay'a sattı. Akbay'da Gırgır'da temizlik yaptı. Oğuz Aral başta olmak üzere,  pek çok kişiyi dergiden uzaklaştırdı. Gırgır dergisi, gerçek bir efsanedir. Bir ara onun üzerine tek başına yazı yazmalıyım. Burada şunu demeliyim ki Gırgır,  yetmişler ve seksenlerin en çok satan ve en etkili dergisiydi. Nüfusu kırk milyon olan ülkede satışları bir ara yedi yüz elli bine çıkmıştı. Ağırlıklı olarak karikatür ve siyasi hiciv olmakal beraner, çizgi roman da yayımlıyordu ve içinde Galip Tekin gibi çok aykırı bazı çizerleri de  çizeri de barındırıyordu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/07/galip-tekin-bizim-kusagmza-islemis.html)  Gırgır yıkıldı zira kendisi muhalif gençliği şekillendiriyordu. Oğuz Aral, Gırgır'dan sonra Avni diye bir dergi çıkardı. Lakin çeşitli sebeplerden tutmadı, bir kaç ay sonra kapandı. Doksanların en çok satan haftalık dergisi, gene bir karikatür dergisi olan Leman oldu. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html) Leman,  o dönemde feminizm, LGBT-T hakları gibi konularda ilk defa konuşan yayındı. Üniversitelerde açık ara en çok okunan yayındı. Leman dergisi, 95-97 arasında Isparta'da perşembe günü çıkar, pazar günü biterdi. Leman'ın aylık çizgi roman dergisi Lemanyak ayın onu gibi biterdi. Leman bu süreçte çok solculuk yaparak, muhalefete muhalefet ederek sisteme hzmet etti. Dergi sadece karikatür dergisi değildi. (Gırgır'da öyle değildi.) O zamanlar en çok okunan yazarı Cezmi Ersöz'dü ve bu yıllarca Cezmi'nin kitapları da çok satardı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2016/09/okunmasi-gereken-on-bin-kitap-2-cezmi.html) Leman, açıkça ÖDP (Özgürlük ve demokrasi partisi)'ne oynadı, sonra reklam almayan şirketken Lemanmobil adı ile Turkcell'e hizmet etti. İçinden bölünenler Penguen , Uykusuz  gibi dergiler çıkardı. Derginni gözde yazarlarından Cezmi Ersöz rezil olarak ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/12/zor-gunlerin-duskunleri-when-you-walk.html), Nihat Geç ise delirerek (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/03/nihat-gencin-delirerek-bitmesi.html) bitti. Leman yıllarında HDP (Yeşil Sol Parti) sempatizanı olan Nihat Genç, Ulusallaşarak, muhalefete muhalefet odağı haline geldi. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/sahte-muhalefet-muhalefete-muhalefet.html) 

Bütün bu operasyonlar sonucunda medya organları, bir kaç holdingin elinde toplandı. Fakat bir sorun vardı, özellikle yazılı basın öyle herkese ulaşmıyordu. Patronlar, medyayı yeniden şekillendirmeliydi.

6 Ağustos 2023 Pazar

HER ŞEYİN DEĞİŞMESİNİ İSTEMEK-SEFİL KONFORDAN UZAKLAŞMAK

 


Değişiklikten korkmamızın sebebi konfor alanımızı bozmamaktır. Bizim için hiç bir şey değişmeden her şey değişsin isteriz. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/duzenen-cekiduzen-hic-bir-sey.html) Yaşlandıkça anladım  ki her konforda sefillik, her sefillikte konfor vardır. Köleliği düşünün, sahibi köleyi yedirmek, içirmek, giydirmek ve evlendirmek zorunda. İnternette dolaşan bir yazıya göre antik Mısır'da köle sahibi olmak, günümüz Türkiye'sinde işveren olmaktan daha pahalıymış. Oysa işçi öyle mi, al sana maaş, beğenmezsen git. Bu sebeple köleliğin yasal olduğu çağlarda, kuraklık ve kriz dönemlerinde köleler, bedava sayılabilecek kadar ucuza satılabilirdi. (Örneğin Hitilerden kalan bir tablete göre 2 kadın köle, bir öküze eşitti.) Mahkumluğun bile benzer konforu vardı. Çalıştığım okulun aşçısı, daha önce cezaevinde çalışmıştı.  Yarı açık cezaevlerinde elektiri, su ve yemeğin (belki de ısnmanın) paralı olduğunu duymuştum. Bazı evsizlerik, kışı sıcak geçirmek için suç işlediklerini duymuştum. O da sabıkalıların, kışın yer var mı diye müdüre sorduklarını söyledi. Yer olmayınca başka ve uzak ile gönderebiliyorlarmış.  İnternette tanıştığım biri, altı günlük hapis için, Malatya'dan, Kırklareli'ne gönderildiğini anlatmıştı. Hemen herkesin izlediği Esaretin Bedeli filminde de kırk yıla yakın hapiste kalan mahkum, dış yaşama alışmayıp, intihar etmişti.



Diğer yandan en şahabe konforlarda bile sefillik vardır. Sahaftan elime Barbaros Hayrettin Paşanın anıları geçti, meğer sadece ikinci cildiymiş. Bende sadece ikinci cildini okumuş oldum. Dikkatimi çeken kendisi hiç Okyanusa açılmamış. hep Akdeniz'de kalmış, korsanlık yapmış. En büyük korsanlığı, Barcelona yakınlarındaki büyük bir manastırın yağmalanması. Anladığım kadarı ile yeni keşfedilen Amerika kıtalarından İspanya'ya çok fazla altın ve gümüş geliyor, bu da Avrupa'da enflastona sebep oluyordu. Bu yüzden de altın ve gümüşler, dini alan süslemesinde kullanılmış. Öte yandan Araplar da sık sık isyan etmiş ve bu isyanlarında İspanyollar ve Portekizliler başta olmak üzere Hristiyan devletlerinden yardım almış.Kendisinin alışkanlığını sonrasındaki Türk denizcileri de bu geleneği değiştirmemiş. Uzun yıllar, Girit adasının fethine kadar büyük kalyon gemilerine geçilmemiş, kadırgalarla devam edilmiş, İnebahtı'da kaybedilen denizci neslin yerine yenisi gelmemiş. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/inebahtida-kesilen-kolumuz.html) Belki yaşadığı çağda haklıydı. Akdeniz'de de yeterince yağma yapıyordu, Amerikalara yada Afrika'nın güneyine açılmasına gerek yoktu o zamanlar. Oysa gene o zamanlar Barbaros ve Cezayir'li korsanlar okyanusa açılsalardı, çok şey değişecekti. Her türlü konfor, sefaletttir yada sefalet getirir. Çünkü konfor durakalamayı getirir ve tüm dünya ilerliyorken, duran, gerileyendir.

Bireyler kolay kolay konfordan ayrılmaz, konfordana ayrılmak cesaret gerektirir. Çoğu key yüzme öğrenmenin yolu, birinin sizi acımasızca suya atmasıdır. 12 Eylül yada 15 Temmuz sonrası gibi devlet kadrolarında temizlik sonrasında pek çok kişi, mecburen esnaf veya tüccar olmuştur. Pek çoğu başarısız olmuşsa da, bir kısmı da başarılı olmuştur. Bir devlet memurunun, her ayın on beşinde alacağı garanti maaşı bırakıp, kendi başına ticarete atılması, nadir olan bir olaydır. Pek çok kere konfordan çıkma sebebimiz mecburiyettir. Tarihi değiştirenler ise, mecbureiyetten değil, kendi seçtiği için konforu ret edenlerdir. Nene Hatun, Aziziye tabyalarına koşmayıp, Anadoluya akan mülteci kalabalığına katılsaydı,  Ruslar 93 harbinde batıda İstanbul Yeşilköy (Ayastefanos) önlerine geldikleri gibi, batıda Kadıköy-Pendik civarına gelebilirlerdi.  Jena Darc, muhtemelen şizofren bir Fransız köylü kızıydı. Gene de o olmasaydı, bu gün Fransa diye bir ülke olmayabilirdi. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/05/jane-darca-methiye-canan-kaftancogluna.html) 

Diğer yandan alacağınız risk gerçekleşebilir. Mücadeleniz yenilgiye uğrayabilir, yada uğradığı zannedilebilir. Spartaküs mesela, yenilmiş miydi? ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/09/iktidara-gelmesi-1-spartakus-ve.html) İsyanı bastırılmış, kölelikte aynen devam etmişti. Öte yandan yuvarlak hesap iki bin yıl sonra, önce bir Sovyet operasında, sonra bir Amerikan filminde (on beş yıl kadar önce de bir dizide) insanlara tekrar tekra ilham olmuş bu asi, başarısız mıdır? İşin ilginci Spartaküs, Roma ve Dünya tarihini zannedildiğinden daha fazla etkilemiştir.İzlediğim başka bir belgesele göre bu isyandan sonra Romalılar, özellikle tarım alanında toprağa bağlı köleliği (serflik)  tercih eder olmuşlar. Diğer yandan özellikle Avrupa tarihinde hep özgürlük arayana simge olmuştur Spartaküs. 1920'lerde Almanya'da Rosa Lüxemburg'un olduğu Marksist grubun adı da Spartakistlerdi. Ne Spartaküs, ne de Spartaküs'le isyan edenler, yenilmemişti. Asıl Spartaküs'le isyan etmeyenler yenilmişti. Romalılar, isyan etmeyen kölelerine ödül vermemişti. Ne yemek, ne de biraz serbestlik, hiç biri isyan etmeyenlere verilmedi. Hatta isyana katılma ihtimali sebebi ile daha çok gözetim altında tutulup, eziyet gördüler. Grev yapmayan işçilere de ekstra zam verilmez.

Testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur hesabı, muhalaefete öğüt veren, analiz yapan, akılveren çok. Ben de bunlar arasına katıldım.  (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/neden-kilicdaroglu-istifasini-istemek.html) Hatta bu konuda, pek az kimsenin okuduğu bu bloğa dah da yazı yazarım. Bence muhalefet partisi, hatta adını da söyleyeyim CHP, artık daha da radikalleşerek, yola yalnız devam etmeili ama bence. Zira bu bloğa baktığımda bazı bir sürü yanlış öngörümü görüyorum. Bazıları hakkında halen beklemedeyim, mesela Adnan Oktar tarikatı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2018/08/adnan-hoca-yeni-bir-15-temmuz-tehlikesi.html) Güçleri giderek azalıyor gibi. Şimdilik sadece Twitter'dalar. Adnan Oktar ilk tutklandığında başlık çok açıyorlardı, şimdi başka başlıklara musallat oluyorlar. Twitter robotunu  da anlamıyorum, bir başlığı tıklıyorum, ilk tweetler ya fuhuş reklamı yada Adnancı hesaplar. Küçük tarikatlar daha tehlikelidir, kaldı ki her zaman lidere sadık bir çelik çekirdek bulunur. Son günlerde(2023 Ağustos) dağılıyor gibi olsalar da, Fetöcüleri de halen bir tehlike olarak görmekteyim. (https://onbinkitap.blogspot.com/2016/12/patlayacak-coplugun-gaz-kokulari-gulen.html) Ayrı diğer tarikatlar da pusuda beklemekte.

Burada asıl sefil konfor sağ seçmene ait. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/oh-olsun-ideolojisi.html) Türkiye'de seçmen, başarısız bir seçmendir. Verdiği oylarla ülkesini kalkındıramamış, geliştirememiş, kendisi de sınıf atlayamamıştır. Aynı şahsı defalarca iktidarta tutmak ve hep aynı partiye oy vermek ne kadar büyük maritettir? Sizden öncekiler de kıratın böğrüne bastı mührü. DYP, İstanbul'da beşinci partiyken, Demirel'in memleketi Isparta olmak üzere pek çok şehirde birinci partiydi. Ispartalılar her seçimden sonra ellerim kırılaydı diye ağlar, sonra da gider oy verirlerdi. Her seçimden öncede Toprak Mahsülleri Ofisi fiyatları biraz arttırır yada ucuz kredi dağıtırdı. DYP'nin  ve ANAP'ın pek çok ilde, her seçimi kazanacağı sürekli görülen, hep liste başı olan adayları vardı. 1999'dan sonra azaldılar ama bittikleri söylenemez. Bunlar doğuda aşiret ağası ve şeylerden, batılda da benzer çarıklı erkandan oluşuyordu.

Şimdi de sağ seçmen, benzer bir tavır gösteriyor. Bütün hırsızlıkları, itirafları falan biliyor. Muhalefete iftira atıldığını da biliyor. Bilmediği bu sistemde kendi sınıf atlama hayallerinin boş olduğu. Yetmez ama evetçiler de bu konuda yanılmıştı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/04/yetmez-ama-yanildiniz-kendiniz-icin.html) Zannediyorsunuz ki iktidar yanlısı olarak bir gün siz de pay alacaksınız, oysa alamayacaksınız. Bunu seçimden bir hafta , hatta bir saat sonra anladınız.Selalar okunurken gelen zamlarla anladınız. Bir kaç ay sonraki yerel seçimlerde yada beş sene sonraki seçimlerde hesaplaşacağınızı mı düşünüyorsunuz? Yerel yönetimler aslında pek de umurunda değil, olsa da sizi kandırmanın bir yolunu bolmuştur. Siz gene montajlara inanacak, uçak-uzay mekiği yapacağımıza inandırıp, bunun prototipini size sunacaklar. İktidar bloğu oy kaybedecek ama yavaş yavaş.  Doktor dövebilmeke övüneceksin ama o hak da elinden alınacak yavaş yavaş. Siz fen lisesinde okumuş, ders çalışmak uğruna sevgilisi ile ayrılmış, hayatında lan diye bile olmasa küfretmemiş, ola ola devlet memuru olmuş doktoru dövmek kolay.  Nerede eğitim aldığı belli olmayan, hayatında neler yaptığını bilmediğiniz Arap yada Afganlı doktorları dövebilecek misiniz? Hem bu halk, neden özel hastane doktorlarına el kaldıramıyor? Sigortalılar pek çok hizmeti, özel hastane doktorlarından da alıyorlar ve özel hastane personeli de devlet hastanesi personelinden kibar değil, oralarda da sıra bekliyorsunuz. Çünkü özel hastane, nasıl işlemesi gerektiğini biliyor. 

İktidar değişse de, Sünni, sağcı ve Türk olarak faşizan üstünlük duygunuzu yitirmekten korkuyorsunuz ve korktuğunuz başınıza gelecek. Sizin yerinizi Araplar alacak ama bu gariban mülteciler olmayacak. Körfezin zengin Arapları olacak, tabi durum böyle giderse. Bir Amerikan atasözü, insanı kabul edilmeyen dualarından çok, kabul edilen duaları ağlatır, der. Kılıçdaroğlu'na oy vermektense, aç kalırız diyordunuz, dualarınız kabul oldu. Hadi Kılıçdaroğlu'na oy vermiyorsunuz, hatta hadi Millet ittifakına oy vermiyorsunuz, Cumhur ittifakındaki onlarca partiye de oy vermiyorsunuz, seçimden sonra dövünüyorsunuz. O küçümsediğiniz Aleviler, Kürtler ve solcular, muhalefet partisine oy verdiği halde senden daha müreffeh yaşıyor ve refah seviyeleri genel anlamda yükseliyor. Çünkü iktidarın vaaatlerinin bol ve hatta yalan olduğunu biliyor. Mesela iktidar, memur alımlarında mülakatı kaldıracağını söylemişti. Oysa daha seçimler yaklaşırken, mülakatı sıklaştırdılar. Siz gene parti yöneticilerinden torpil arayacaksınız, bulabilirseniz tabi.

Bir de şu varki, önümüzdeki günlerde pek çok kişi, evde leğene ayağını suya sokmazken, istemediği halde timsal dolu nehre itilecek.


1 Ağustos 2023 Salı

UZAN AİLESİNİN VE GENÇ PARTİNİN SİYASİ TARİHİ



 En başta Ekim 2017'de ne yazmışım: https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-6-uzan-ailesi-ve-yesim.html

Uzan ailesi ve 2002'de neden oldukları deprem, sadece para sahibi bir ailenin, tüm ülke, hatta dünyaya meydan okuması hikayesidir. Uzan ailesi, sadece devlete değil, A.B.D gibi süper güçlere de meydan okumuş bir aileydi. Bunun sonucunda kayboldular. Haklarında çıkan en yaygın efsaneye göre, Paris'te yaşayan Cem Uzan harcindeki bireyleri, Ürdün'de, Akabe körfezinde bir adadaymış. Ürdün kralı, ülkesine çok yatırım yapan bu aileye bir ada vermiş ve aile burada yaşıyormuş. İnternette dolaşan bir videoda, Ürdün kralının yatındaki kilolu şahsın, Cem Uzan'ın ağbisi ve Yeşim Salkım'ı eski kocası Hakan Uzan olduğu söyleniyor.

Ailenin, bu yazıyı ilgilendiren tarihi seksenlerde başlıyor. Aile ve yatrımları, önce 12 Eylül yönetiminde, sonra Turgut Özal ve ANAP iktidarında katlanarak büyüyor.  1984'de Adabank, 1988'de İmar Bankası kuruluyor. İmar Bankarı yıllarca, en çok faiz veren banka, çok kazandıran banka diye, tüm yasakları aşarak, reklamlar yapıyor. Hikayenin asıl başladığın yer ise, 1990'da, 12 Eylül anayasasına aykırı olarak kurulan Star televizyonu ile başlıyor. Kanalın bir ortağıda, dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın büyük oğlu Ahmet Özal. Ahmet Özal ile ortaklıkları 1992'e kadar sürüyor. Ahmet Özal'da kendi kanalı olan Kanal 6'ı kuruyor, o başka bir öykü. Aile, kitle iletişimin gücü ile birbiri ardına yatırımlar yapıyor. Özelleştirmelerde çok ucuza çimento fabrikaları satın alıyor, yeni ihaleler alıyor, yeni televizyon ve radyo kanalları kuruyor. Aile, televizyonun gücü ile kendinden geçip, siyaseti şekillendirmeye çalışıyor. 1987 yerel seçimlerinde pek çok belediyeyi kazana SHP ve solun önünü kesmek için, 1994 yılında patlayan İSKİ skandalını kullanıyor. Her akşam ana haber bülteninin %80 kadarını buna ayırıyor. En sonunda SHP, yeni kurulan RTÜK aracılığı ile bu yayımları engelleyince, holding çalışanları Star binası önünde gösteri yaptı. İSKİ skandalını kullanarak sadece Uzan ailesi değil,  Aydın Doğan ve Dinç Bilgin'in medya grupları da açıkça SHP-CHP'ye saldırdı. O zamanlar bu holding medyasına merkez medya deniliyordu. Merkez medya o zamanlar, siyasal İslamı iktidara getirmekle meşguldü. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html ) Doksanlarda Leman dergisi ve solcu radyolar haricinde muhalif medya yoktu. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/01/brujuva-dergisi-leman.html) Bir ara Hasan Cemal'in Cumhurieyet gazetesini bile DYP ve Tansu Çiller'in peşine takmış, en nihayetinde gazeteyi krize sürükleyip, istifa ederek merkez medyaya geçmişti. SHP-CHP ise kendi iç çekişmelerinden, kendi seçmenini DSP ve Ecevit'e kaptırmıştı.



Uzan ailesi, sadece SHP ile uğraşmadı, DSP ve Ecevit'e de saldırdı. Önce ANAP, sonra DYP'yi destekledi. ANAP'da Mesut Yılmazcı oldu. DYP'de Demirel, cumhurbaşkanı olmadan evvel birini işaret etmemişti (yada ben öyle hatırlıyorum). Görünürde en yakın aday İsmet Sezgin'di. İsmet Sezgin, Türk siyasetinde ilginç karakterdir. Demirel'in siyasette ilk yıllarından beri yanında olmuş, Hakkı Devrim'in yazdığına göre Demirel, Erbakan ve Türkeş', partisinden uzaklaştırıp, ne akar, ne kokar İsmet Sezgin'i gençlik kolları başkanı yapmıştır. Sezgin, bir Siirtli olarak, siyasette Siirtlilere yardım etmiş, Siirt'e yatırım yapmış ama genelde Aydın milletvekili olmuştur. Turgut Özal'ın ani ölümünden sonra,  Nisan 1993 'de Demirel cumhurbaşkanı seçilince, Kasım ayındaki asıl parti kurultayına kadar bir başkan seçilecekti. O günlerde Kasım'a kadar İsmet abi diye bir slogan çıktı. Oysa kurultayı Tansu Çiller kazandı. Sonra bir kaç ay Tansu Çiller'i desteklediler. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html). Sadece Star 1 (sonradan Star) kanalı ile yetinmeyip, müzik dünyasını yönlendirmeye Kral tv'yi, şifreli erotik kanala Teleon'u falan çıkardı.  Daha bir kaç televizyon ve radyo kanalı kurdu. Medyanın getidiği siyasi gücü, toplumsal gücü çok sevdiler. Hatta iddialara bakılırsa Hakan Uzan, Yeşim Salkım ile evli iken, genç popçu kızlara asılmak için Kral tv'yi kullanıyordu. Daha yeni ilk kasetini yapmış pop şarkıcısına kafayı takıyor, evli bir erkekle ilişkisi olan bu kızın, kendisi ile de birlikte olmasını istiyordu. Kız kabul etmeyince de, kanallarının magazin programlarını kullanarak linç ettirmişti. Gaztecilik faaliyetleri sebebi ile pek çok bilgiyi ve kaseti (ses ve video kaydı) şantaj için kullanıyorlardı. Bunlardan bir kısmı aile çökünce ortaya çıktı, Gülben Ergen'le ilgili olanı internet sitelerinde gezdi. Anladığım kadarı ile ülkemizde uzun zamandır hemen herkesin yediği haltların kasetleri var. Ülkemizde böyle şantajlarla yönetiliyor. Elinde olanlara ricam, salsın piyasaya. Sizde varsa başkalarında da vardır, ülke kurtulsun. Elime geçse salacağım internete, bu da ayrı konu.

Star ilk özel televizyon oldu ama sonrası  çabuk geldi. Gazete patronları, televizyonun gücünü anlamışlardı. Yıllarca müritlerin evlerine televizyon sokturmayan tarikatlar da kendi kanallarını kurdu. Sonuçta meclis pes etti ve özel kanalları serbest bıraktı. Kanalları kontrol edebilmek için uzaya yerli uydu Türks-Sat gönderildi. Yerli kanallar bu uyduya doluşsun diye kirası düşük tutuldu. Diğer uydular için başka bir çanak anten alındığından ( Yeni nesile ve sonraki nesillere not, karasalda çok fazla kanal yokyu, uydular için çanak anten gerekliydi. Bu yüzden balkonlar, çanak anten tarlası gibiydi. Dijital platformlarda henüz yok yada yeni emekleme düzeyindeydi.), bu da daha pahalıya mal olduğunda, yerli kanallar Türksat'a doluştu. İkinci çanak anten, PKK'nın yayın organı Roj TV için takılır oldu. (Bu sayede Kürt evleri kendisini belli ediyordu.)(Önce TRT 6 (TRT Şeş), sonra doğunun yerel kanalları Kürtçe yayımlar yapmaya başlayınca, Roj tv ve türevlerine ilgi azalarak bitti.) Doksanların ilk yılları, televizyonların özgürlük devriydi. Kırmızı nokta ve zayıf şifreli soft porno filmler, bir zamanlar yasaklı, Gece Yarısı Ekspresi gibi sinema filmleri falan, kolayca gösteriliyordu. Star'a geçen Levent Kırca ve Olacak O Kadar siyasileri yerden yere vuruyordu. Önce yılın apttaları diye duyurulan bir skeçten sonra, reklamlar jeneriği girilmeden, dört büyük partinin reklamı gösterildi. Sonra Tansu Çiller'in siyasi hayatını bitiren meşhur Jet Ski skeci ile beraber RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) kuruldu. Erotik yayın yapan Teleon ve onunla gündüzleri aynı frekansı kullanan Kral TV bir ay kapandı. Sonra Teleon temelli kapandı. Televizyonların özgürlük devri yavaş yavaş bitti. Bu süreçte en çok kapanan, Huysuz Virjin sebebi ile Show tv olmuştu.

Diğer yandan aile içinde durum kötüydü. Bankacılık ve diğer faaliyetlerde, medya gücüne dayanarak bir sürü yolsuzluk ve dolandırıcılık yapıyordu Uzan ailesi yada Uzanlar.5Nisan krizi ve 1999 bankacılık krizleri, öfkeyi bu aile ve şirketlerinin üzerine çekmişti. Artık sadece sol değil, sağ partilerde bu aileden nefret ediyordu. Aile dolandırcılığını uluslar arası boyuta taşımış, Amerikalı Motorola başta olmak üzere uluslar arası hukuksuzluklar yapmıştı. Aile üyeleri birden bire,  teker teker, resmen şirketlerde hiç görev almamış Cem Uzan'a devrederek kayboldu. Cem Uzan'da ancak siyasi dokunulmazlıkla kurtulacağını düşünüp, çabucak siyasete atıldı. Ancak bir eksikliği vardı, gazete ve dergileri yoktu. 1999'da Star'ın gazetesi de oldu. Ülkede internet halen çok pahalıydı ve halen kağıt gazetelerden bilgi alınmıyorduysa da, uzun makaleler, kağıt gazetelerden okunuyordu. Gazete halen ihtiyaçtı. Twitter henüz kurulmamıştı. Türkiye'de en yaygın sosyal ağ, daha o yıl kullanılan Ekşisözlük'dü. MIRC sohbet kanalları demode olmuş, MSN yaygınlaşmıştı (Şimdi MSN'de kalmdı, hatta Facebook'da demode oldu). Gazeteyi o dönemin dağıtım tekelleri Yay-Dağ veYay-Sat gibi kurumlar satmadı, Uzanlar kendi dağıtım firmalarını kurdu. Star satan bayilere diğer yayımların ambargosu kondu, o zamanlar gazetede bayi payı % 4'dü, uzanlar %20'e çıkardı. Sonra diğer medya kartelleri de bayi payını arttırmak zorunda kaldı. Star gazete grubu, bugün unutuluş, Vikipedya'da bile adı bulunmayan bazı kısa süreli dergiler falan da çıkardı.

Derken parti kurma ve örgütlenme zamanı geldi. 2002 Ağustosunda aile,  eski ANAP milletvekili, rahmeti (diyemeyeceğim) Hasan Celal Güzel'inYeniden Doğuş Partisini satın aldı (örgütlenecek vakti yoktu, seçimler yaklaşıyordu. Parti örgütü büyük ölçüde Telsim, Uzan çimento grubu, Star yayın grubu dağıtıcıları ve bayileriydi. (Millet vekili adaylarının da çoğu öyleydi. Özellikle o zamanın 2 GSM operatöründen biri olan (Sonradan Vodaphone oldu, Kıbrıs'ta halen Telsim adını kullanmakta) Telsim'in bayileriydi. Cem Uzan 178 miting yaptı. Mitinglerinde dönemin ünlü şarkıcılarına konser verdirdi. Pek çok yerde döner (et döner) ekmek-ayran dağıttı, kuzu kestirdi. Cem Uzan yer yer günde üç mitinge gitti. Ben Yalvaç mitingine gitmiştim. Cem Uzan'dan önce Nihat Doğan, Ebru Yaşar, Nadide Sultan ve şu an adını hatırlamadığım, o dönemin ünlü bir popçusu, Cem Uzan'dan önce konser verdi. Cem Uzan'dan sonra da Ebru Yaşar konser verdi. O dönem için popüler olan bu şarkıcıların, Yalvaç  gibi küçük bir ilçeye gelmesi hayaldi (halen de hayal). Nihat Doğan çok ateşli konuşmuştu, dinleyen de zannetsin ki Cem Uzan tüm bu kötü düzeni değiştirecek. (Yandaşlık ve yalakalıkta o zamalar da yetenekliydi.) Cem Uzan'sa gür sesi ile bağırıp, çağırıyordu. (Yalvaç'da döner-ayran falan dağıtılmadı, ama pek çok yerde dağıtılmış. Hatta Uzan'ların halkı kazıkladığı bazı yerlerde miting, döner-ekmek dağıtımından ibaret olmuş, Cem Uzan hiç gelmemiş.)


Genç partinin tek propagandası mitnigler değildi. Holdingin gazete, dergi, televizyon ve radyoları sürekli propaganda yapıyordu. Telsim kullanıcılarına da bol bol mesaj geliyordu. İnternete de bol bol reklam veirliyordu. Cem Uzan'ın uçuk vaatleri, daha seçim kampanyası sırasında espiri konusu olmuştu, seçimlerden sonra da uzun yıllar internet mizahına malzeme oldu. Cem Uzan % 7,25 ile % 10 barajının altında kaldı ve seçilemedi. Gene de umutluydu, biraz daha çaba ile gelecek seçimlerde barajı aşabilirdi. Kaldı ki bu seçim sonuçları da mucizeydi zira yukarıda belirttiğim gibi parti teşkilatları da para zoru ile Genç parti teşkilatı kurmuş Telsim bayilerinden falan oluşuyordu.

Oysa asıl kötü günler yeni başlamıştı. Diğer holding medyası, DYP-ANAP ve MHP  (hatta CHP ve HDP) oylarını bölsün diye Cem Uzan ve Genç partiye fazla saldırmıyordu. Uzan grubu asıl saldırıyı ondan sonra gördü, ailenin tüm kirli çamaşırları, belirsiz bir iddia bile olsa manşete taşındı. BDDK'nın yetkileri hızla arttırıldı. Kurul sadece banka ve ortaklarının değil, bağlı bulunduğu holding, iştirakler ve batık kradi sahiplerinin de her şeyine el koymaya yetkili hale getirildi. Ailenin tüm servetine güzelce el kondu. Gene de Cem Uzan direndi. Kanalalrı esklisi gibi saldırganca yayın yaptı. Bir mitngde Erdoğan'a şerefsiz başbakan deyince Star kanalı bir ay kapandı. Kanal çalışanlarına gönüllü ücretsiz izin belgeleri imsalatıldı. Grubun yabancı müzik yayını yapılan bir kanalına haber dairesi kuruldu, bir ay boyunca Cem Uzan oradan yayım yaptı.  Derken yaşadığı villaya baskın yapıldı ve havuzun altında gizli Telsim kontör kartları ele geçirildi. (O zamanlar 16 rakamlı şifre kartlarının olduğu kontör kartları satılırdı.) Bu olaydan sonra, Telsim-Vodophone kontör kartları ikili şifre halinde satılır oldu. Cem Uzan yurt dışına kaçtı.

Gene de Genç parti 2007 seçimlerine 2.29 oy aldı Mehmet Ağar'ın Demokrat partisinden (eski ANAP ve DYP'nin birleşmesi), Erbakan'dan miras Saadet partisinden biraz az.  Gazeteler 2 seksen uzandı diye manşetler attı ama bence bu da başarıydı zira adını her gün duyduğumuz partiler bu orana ulaşamamıştı. Genç parti daha sonraki seçimlere katılmadı.

Aslında Genç parti olgusu, paranın tek başına neler yapabileceğinin bir ispatı olarak defalarca incelenmesi gereken bir olgudur.